Şenol Metin
Lozan, bir tercih mi bir mecburiyet mi?
Bir devletin süper güç iddiasında bulunabilmesi için;
- Üstün vasıflarla donatılmış ve sayısal anlamda yüzmilyonlarla ifade edilen insan kaynağına,
- Büyük bir ekonomiyi çevirebilecek enerji kaynaklarına,
- Bu insan kaynağını doyurabilecek tarımsal üretim kapasitesine,
sahip olması gerekir.
Bir süper güç imparatorluktan, bölgesel bir güç ulus devlete indirgendiğimiz 20. yüzyılın ilk çeyreği küresel sömürge sistemini tehdit edemeyecek kadar zayıf, Sovyet Rusya’yı dengeleyecek kadar güçlü bir Türkiye’nin kurgulandığı yıllar oldu. Kurgu, sahip olduğu imparatorluk yönetim tecrübesi ve mazlum milletler üzerindeki meşruiyet potansiyeli nedeni ile bu ulus devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir daha süper güç iddiasında bulunamaması, bölgesinde istikrar adası bir güç olması üzerinden planlandı.
Birinci Dünya savaşının son muharebesi Kurtuluş Savaşı sonrasında, 1922-1924 yılları boyunca sürdürülen Lozan görüşmeleri, Osmanlı bakiyesi üzerinde inşa edilen yeni ulus devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrol sistemlerinin kurgulanması projesidir.
Lozan’ın çizdiği sınırlar Anadolu coğrafyasına hapsolmuş dört tarafı düşmanla çevrilmiş sınırlı bir insan kaynağını hedefliyordu. Kendisinin öncülü iki imparatorluğun –Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları- doğal hinterlandı insan kaynaklarına ulaştıracak olan iki alana, Orta Asya Türk coğrafyası ile Ortadoğu İslam coğrafyasına ulaşmasının engellenmesi için kompleks, çoğu zamanda birbiri ile çelişen politikalar uygulanmıştır. Orta Asya Türk dünyası ile ilgilenen herkes Enverist-Türkçü suçlaması ile tasfiye edilirken, İran ve Ermenistan bariyer tampon güç olarak araya monte edilmiş, Sovyet demir perdesi ile engeller perçinlenmiştir. Ortadoğu İslam coğrafyasına ulaşma potansiyeli ise Türkiye cephesinde laiklik prensibinin dünyada örneği olmayan bir uygulaması ile İslam’ı tüm sosyal yaşamdan dışlamak süretiyle ‘Türkler artık İslam değil’ algısı üretilmiş ve üretilen bu algı ile din üzerinden yüzyıllarda oluşan zemin yok edilmiştir. Eşzamanlı olarak Arap bölgesinde de Türk düşmanı bir formda üretilen Arap milliyetçiliği ile yeni Türk ulus devletinin İslam coğrafyasına ulaşma, etkileşimde bulunması engellenmiştir.
Yeni Türk ulus devleti, Orta Asya Türklüğü ile ilgilenen entellektüelleri Türkçü olarak suçlayıp yargılamakta iken, aynı devletin Arap-İslam coğrafyasına yönelik Seküler-Türkçü söylemi dikkat çekicidir.
Osmanlı yönetim sisteminde sembolik bir değeri olan hilafet kurumunun Lozan’da uzun tartışmalara konu olmasını da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Lozan’ın hilafetin kaldırılmasından hemen sonra imzalanması ilginçtir. Bu tercihte belirleyici olan salt bir yönetim sistemi tercihi değildir, hilafetin İslam coğrafyasında etkili birleştirici bir araç olma potansiyelidir.
Türkiye’nin sınırları çizilirken bir süper güç olma iddiasında bulunamaması için enerji kaynaklarından da uzak tutulması gerekiyordu. Sınır, Lozan’da 20. yüzyılın stratejik enerji kaynağı petrolün, üretildiği sahalara teğet bir şekilde çiziliyordu. Sınırlarımız içinde elkaza bulunan petrol alanları ise verimli olmadığı gerekçesi ile kapatılması için herşey yapılıyordu. Musul petrolleri üzerinde hak iddiasına başladığımızda, Şeyh Sait İsyanının çıkarılması da aynı iradenin tezahürüdür. 21. Yüzyılın stratejik enerji kaynağı ise nükleer enerji idi ve Türkiye’nin bu enerjiye de sahip olmaması için herşey yapılıyordu. Nükleer enerji karşıtı çevreci eylemleri destekleyen ülkelerin enerji ihtiyaçlarının yarıdan fazlasını nükleer enerjiden karşıladıklarını da ayrıca belirtmek gerekir.
Türkiye’nin süper güç olma iddiasını örseleyecek bir başka kritik alan ise tarımsal üretim kapasitesinin kontrol altında tutulmasıdır. Anadolu tohumculuğu, İsrail menşeili hibrit tohumlarla yok edilmektedir. Anadolu çiftçisinin İsrail menşeili firmaların insafına terkedilmesi ile yalnız tarımsal üretim kapasitemizi İsrail’in kontrolüne bırakmakla kalmıyoruz, aynı zamanda büyük devlet, süper devlet olma iddiamızı da kaybediyoruz.
Orta Asya Türklüğü ve İslam coğrafyasında yaptığı atılımlar ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir zorunluluk olarak kabullendiği içe kapanma stratejisini terkettiğini deklare eden kadim Türk devlet aklı;
Derhal, acilen, hemen, şimdi nükleer enerji ile tohumculuğu stratejik sektör olarak tanımlamalı ve gereğini yapmalıdır. İşe ihalesi yapılan Akkuyu Nukleer Santralinin engellenmesine yönelik tüm hamleler bertaraf ederek başlanabilir, hatta görüşmeleri başlayan ikinci santralin ihalesini de başarı ile nihayetlendirerek bu deklarasyon güçlendirilebilir. Ayrıca pancar çiftçisinin şirketi Konya Şeker’in Torku-Beta Tohum markası ile tohum sektöründeki hamleleri desteklenmelidir.