Lübnan’a asker gönderirken…

Hükümetin Lübnan’a asker göndermeye kesin olarak karar verdiğini duyduğumda “Tamam” demiştim, “Hizbullah’la bir mutabakata varıldı.” Ne var ki Lübnan’dan gelen haberler bunun tersi istikametinde. Deniliyor ki: Hizbullah mensubu bazı milletvekilleri ve bakanlar diplomatik nezaket icabı “Ehlen ve sehlen, Türk askeri kendi evine gelecek” gibi demeçler veriyorlarsa da, Hizbullah’ın lider kadrosu bu işe aslında pek sıcak bakmıyor, zira Türkiye’nin Lübnan’da emperyalist bir fitnenin içine çekilmek istendiğini düşünüyor. 

Yazılan felaket senaryoları malum: Türkiye ile Hizbullah (dolayısıyla İran) bir şekilde karşı karşıya getirilecek… Türkiye, Şii-Sünni ayrıştırmasında kullanılacak… Lübnan’daki Ermenilerin (bilhassa DAŞNAK Partisi’nin) Türk askerlerine karşı harekete geçmesi temin edilerek bir Hıristiyan-Müslüman gerginliğine yol açılacak…

Felaket senaryoları mutlaka gerçekleşir diye bir şey yok. Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi, Allahu Alem, hayırlara da vesile olabilir. Bu ihtimali öne çıkarmaktan imtina etmezdik; fakat hükümetin, daha Hizbullah-İsrail savaşı son sürat devam ederken, Lübnan’da gözün gözü görmediği bir ortamda, BM müdahalesi ihtimali doğar doğmaz, bu müdahalenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini ve Türkiye’nin bu işe karışmasının hangi müsbet veya menfi gelişmelere yol açabileceğini enine boyuna düşünüp tartıştığına ihtimal vermemizi mümkün kılmayacak kadar kısa bir sürede, alelacele Lübnan’a asker göndermenin uygun olacağına hükmetmiş olması, bizi tedirgin ediyor.

Biliyoruz ki, ateşkes ilanından sonra Suriye, Lübnan ve işgal altındaki Filistin topraklarını (İsrail’i) ziyaret eden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün mekik diplomasisi, “Lübnan’a asker göndermemiz şart ve münasip midir?” sorusuna değil, “Lübnan’a göndereceğimiz askerlerin fitneye sürüklenip Türkiye’yi zor duruma düşürmesini engellemek için ne yapmalıyız?” sorusuna bir cevap arayışıydı. Soru böyle sorulduğunda, “Şu şu tedbirleri alırsak fitnenin önüne geçeriz”den başka bir değerlendirme yapılamaz. “Fitnenin önüne geçmemiz mümkün olmayabilir. Bu işe bulaşmaktansa Lübnan’a siyasi desteğimizi ve resmi / gönüllü teşekküller aracılığıyla yaptığımız insani yardımları arttırarak Lübnan’ın ve bütün İslam dünyasının gönlünü kazanmaya bakalım” gibi değerlendirmeler yapabilmek için, soruyu, Lübnan’a asker göndermenin şart ve münasip olduğu yönündeki peşin hükmü pekiştirecek şekilde sormamak gerekirdi.

Hayati derecede önemli bir kararı yeterince düşünmeden aldığı aşikar olan hükümet, bu kararı ne kadar güçlü argümanlarla savunursa savunsun, itimat telkin etmekte zorlanacaktır ve zorlanıyor. Kaldı ki, “bölgede etkin bir güç olmak”tan başka kayda değer bir argüman da işitmedik bugüne kadar. Türkiye’nin bölgede etkin bir güç olmasını hepimiz istiyoruz, fakat bölgede etkin bir güç olmak kendi başına bir ‘değer’ olarak görülmemeli. Etkinliğimiz kime hizmet edecek, neye hizmet edecek, önemli olan budur.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.