M. Özgen KÜÇÜKKONER

M. Özgen KÜÇÜKKONER

45 yıllık hukuk adamı, Konya siyaset tarihinin önemli ismi Mehmet Muhlis Koner’in torunu; M. Özgen Küçükkoner…

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

M. Özgen Küçükkoner

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Şehrimizde 45 yıldır beyefendi, olgun, tecrübeli, gönül dostu, Konya beyefendisi bir hukuk insanı, siyasetçi, kültür, sanat ve edebiyat şahsiyeti olarak bilinen M. Özgen Küçükkoner bu haftaki konuğumuz. Sohbetimizde yaşayan tarih olarak anıları ile geçmişe gittiğimiz Sayın M. Özgen Küçükkoner’in ilginç hayat hikâyesine geçmeden, yaptığı hizmetlerle Konya tarihine ismini altın harflerle yazdıran, dört dönem Konya Belediye Başkanlığı yapan dedesi Mehmet Hulusi Koner’den de kısaca bahsetmek istiyorum.

 

MEHMET MUHLİS KONER’İN BELEDİYECİLİK ANLAYIŞINA GENEL BIR BAKIŞ

 

Gazeteci Yazar Kütüphaneci Celaleddin Kişmir Mehmet Muhlis Koner’in belediyecilik yönünü şu şekilde kaleme almış:

“Dış görünüşü itibariyle çok sakin, fakat fikri hayatı bakımından bir bahar günü gibi cıvıl cıvıl dolu, her an taşacak bir durumda olan Mehmet Muhlis Koner öğretmenlik, gazetecilik ve yazarlık hayatında olduğu gibi belediyecilik hayatında da Konya’ya bir canlılık ve bir heyecanın yanı sıra, büyük bir hizmet aşkıyla yanmış ve o günlerin köklü değişikliklerine imza atmıştır. Belediyecilik yönünü ele alarak bu şehre hizmet eden pek az kişiden birisi de “Koner” dir ve şehrin çarşısına ve pazarına o düzen vermiştir. Son elektrik motorlarını o getirmiştir. Şimdi Kayalıpark diye adlandırılan o mekânı o yaptırmıştır. Alaaddin Tepesi’nin ağaçlandırılmasını ve tanzimi onun zamanında yapılmıştır.”

Dr. İsmail Hakkı Aladağ’a göre, genç yaşında Belediye Reisi olarak faal hayata atılan Muhlis Koner, zamanın şartlarına göre başarılı olmuştur. Gerçekten de halen Eski Meram Yolu’ndaki elektrik santralini kuran ve makinelerini getirterek şehre elektrik verilmesini sağlayan, hal binalarını yaptıran odur. Şehrin imarı ve gelişimi konusunda büyük çaba harcayarak unutulmaz bir isim bırakmıştır. Mehmet Muhlis Koner şehrin güzelleşmesine katkıda bulunmuştur. Büyük caddeler açtırmış, söz gelişi Sultan Selim Camii ve Aziziye Camii arasındaki yolu o yaptırmıştır. Caddedeki mağaza ve dükkânlara tabela asma mecburiyeti getirmiş, bu tabelaları belediye yaptırmış ve buradan sağladığı gelirleri hayır kurumlarına vermiştir. Yine onun zamanında şehrin sokak ve evleri yeniden numaralandırılmıştır. Namdar Rahmi’ye göre de belediyeyi modern bir şekilde kuran odur. Mehmet Muhlis Koner aslında şehircilik ve şehrin sorunları üzerinde çok durmuş bir yöneticidir. Selçuk’ta, Ekekon’da yazarken de bu sorunlara öncelik vermiştir. Yani belediye başkanı olmadığı zamanlarda da belediyenin ve şehrin gelişmesiyle ilgilenmiş, uyarılarda bulunmuştur. İdareci olduğu sıralarda da sık sık açıklamalarda bulunarak hizmetlerini anlatmış, ya da talepleri neden karşılayamadıklarını belirtmiştir. Ona göre Konya’nın imar faaliyetleri hızla yürümelidir. Ne var ki belediyeler hangi imar faaliyetine geçse; bir yeni yol, bir yeni meydan, yahut bir bahçe yapmaya çalışsa önüne vakıflar idaresi çıkmaktadır. Şehrin gelişmesi için kooperatifçiliğin, bilhassa yapı kooperatifçiliğinin teşviki gerekmektedir. Belediye işlerinde ve gelirlerinde reform yapılmalıdır. Hatta Belediye Başkanları nöbetleşe Avrupa şehirlerine gönderilmeli, bu yolla onların bilgi ve görgülerinin artması sağlanmalıdır.

 

M. MUHLİS KONER LONDRA’DA

 

Konya’dan belediyecilik konusunda inceleme yapmak üzere yurt dışına giden ilk belediye başkanıdır. Çok sonraları yurt dışına giden çok başkanlarımız olmuştur. Ama Konya’dan belki de Türkiye’den yıllar önce yurt dışına giden başka başkan yoktur. Kendisi 3 Temmuz 1947 tarihinde Romanya’nın Transilvanya vapuru ile İstanbul’dan hareket etmiştir. Vapur sırasıyla Hayfa, Beyrut, Napoli ve Marsilya’ya gitmiş, oradan uçakla Paris’e, buradan da Londra’ya vasıl olmuştur. M. Muhlis Koner, bu seyahati sebebiyle gördüklerini, düşüncelerini ve tespitlerini günü gününe sahibi olduğu Selçuk gazetesine göndermiş, orada yayınlamış, hemşerilerini bilgilendirmiş, haberdar etmiştir. Bu yayınlardan iki örnek vermek istiyoruz. Mesela çok dikkatini çeken Londra’daki “Hayt Park” olmuştur. Bu konuda bakın izlenimleri nelerdir:  Hayt parka gelince, o bir âlem. Tais nehrinin kenarına kurulmuş, ucu bucağı olmayan bir yeşil saha. Burada her türlü hayat vardır. Politikanın dedikodusu burada yapılır. Herkes istediğini söyler, istediğini yapar. Fakat başkasına taarruz etmemek şartıyla…

Yine M. Muhlis Koner, bu arada Londra büyük elçiliğini ziyaret eder, bu konuda da bakın neler söylüyor ve bilhassa kısa bir zaman da olsa vatandan ayrı kalmanın ne demek olduğunu, vatan hasretiyle nasıl yanıp tutuştuğunu bakın nasıl anlatıyor!

 

“Sefarethanenin (büyükelçiliğin) gerek bina ve gerek eşya ve dekor itibariyle güzelliğine hayran kaldım. Elçimiz bize çok ikram etti, çok güzel yarı alafranga yarı alaturka yemek yedik. Muhasebeler yaptık. Elçimiz Bay Cevat Açıkalın idi. Elçilik dairesinde kendimi vatanımın içinde hissederek gözlerimi arkaya çevirmek suretiyle birkaç damlanın aktığını saklayamayacağım. İnsan cennette dahi olsa vatanını özlüyor vesselam...” Bu yazılar oldukça çok. Bilhassa gördüğü şehirlerdeki şehircilik anlayışını açıklar, anlatır. Ancak bizim burada bunları yazmamız imkânsız.

Muhlis Koner başyazar ve yazar olarak Babalık’ta, Barika’da, Selçuk’ta, Ekekon’da yazılar yazmıştır. Yeni Ses’te fıkralarını, Yeni Konya, Yeni Meramda, Hak Yolu’nda çeşitli yazılarını neşretmiştir. Selçuk gazetesinin sahibidir. Ama daha sonra Belediye Başkanı olunca onun işlerine yetişemez. Gazetenin sadece yayın hakkını elinde bulundurur. O doğru bildiği yolda yürümüştür. Gazeteci, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Öğretmen Namık Ayas, Mehmet Muhlis Koner’in belediyecilikle ilgili olarak yaptığı çalışmaları şöyle özetlemektedir:

M. Muhlis Koner çok yanlı bir Konya hemşerisi idi. Bu şehirde böylesine sevilmiş ve güvenilmiştiki Belediye Başkanlığı sandalyesine üç kez oturtuldu ve kimseyi kırıp incitmeden ilk yenilikleri belediye hizmetleri arasına o kattı. Şimdiki Hükümet Binası yanındaki Kayalı parkla Karatay Lisesi karşısındaki park o zamanlarda birer mezarlıktı ve kimse kaldırmaya yanaşamamıştı. Koner, ta l918’lerde, kimsenin yeni bir atılım yapmaya cesaret edemediği günlerde, sağdan soldan beklenen saldırılara aldırış etmeden şehrin en önemli yerini böylece aydınlatıverdi. Belediye zabıtası ilk kez onun başkanlık yaptığı günlerde resmi bir görünüş aldı. Otobüsler ilk kez o günlerde güven sağlayabildi. Onun başkanlığı döneminde Konya’dan savaş birliklerine bol bol yiyecek ve giyecek gönderildi.

 

MEVLANA HAYRANI İDİ

 

Mehmet Muhlisin belediye işleri dışında dikkat çeken bir kendini yetiştirme ve Konya aydınlarının ilk safında yer alma çabası vardı. Sadece İdadi mezunu olduğu halde kitaplarını okuyarak, derslerini inceleyerek, kişisel bağlantılar kurarak bir üniversite mezunu halini kazandı. Böylece Fransızca eserleri anlayacak ve Fransızlarla rahatça konuşacak kadar Fransızca öğrendi. Konya folkloru üzerinde bilgisi ve araştırmaları vardı. Birçok eseri yayınlandı. Gazetelerde de 1910’dan başlayarak ölümüne kadar pek çok yazısı yayınlandı. Yaşamının son sekiz yılını Mevlana’yı ve eserlerini incelemeye ayırdı. Bu gayret ve çabanın ürünü olarak ölümünden sonra torunu Av. Özgen Küçükkoner tarafından yayınlanan “Mesnevinin Özü” isimli iki ciltlik çok önemli bir eser verdi.

 

HALKEVİ REİSLİĞİ GÖREVİNDE DE BULUNDU

 

Mehmet Muhlis Koner, bürokrasinin bütün kademelerinde görev yapmış, öğretmenlik, Belediye Başkanlığı, Milli Eğitim Müdürlüğü ve gazeteci-yazarlığının dışında halkın aydınlanması için Halkevi Reisliğinde de bulunmuştur. Halkevi’nin çeşitli kademelerinde çeşitli tarihlerde görev alan Mehmet Muhlis Koner uzun bir zamanda Halkevi Reisliği görevinde bulunmuş, Halkevi Dergilerinin çıkmasını sağlamış, Mevlana Anma törenlerini de ilk kez Halkevi çatısı altında başlatılmıştır. Kendisi bazen Halkevi salonlarında, bazen de yanan Belediye Sinemasında halkı toplar, onlara Hazreti Mevlana’yı ve O’nun ölmez eseri Mesnevi’yi tanıtmaya çalışırdı. Önce Mesnevi’den hikâyeler anlatır. Sonra bundaki hikmeti açıklar. Böylece Mevlana sevgisini gençlere aşılamaya çalışırdı. Sonra bu kıvılcım Konya Turizm Derneği’nde meşale oldu. Daha sonra da üniversite ve Belediye bu anma toplantılarını tertipledi. Mehmet Muhlis Koner’in Halkevi Başkanlığında yürütülen çalışmalar hep canlılığını korumuştur. Yapılan çalışmalar Konya’nın en kenar semtlerine kadar götürülmüş oradaki insanların da aydınlanması, her konuda fikir sahibi olması sağlanmıştır. Türk Kültürü konularında yapılan çalışmalarda Mehmet Muhlis Koner her türlü görevi üslenmiş gece gündüz hep çalışmıştır.

 

MEHMET MUHLİS KONER KONYA’NIN “ŞEHRÜL EMİNİ” BELEDİYE BAŞKANI OLUR

 

Mehmet Muhlis Koner, liseli öğrencilerinin çıkardığı “Ufk-i Au” ve “Şahap” dergilerinin dışında 1910 Yusuf Mazhar Babalık’ın çıkarmakta olduğu “Babalık” gazetesine yazılar yazarak Konya’nın fikir ve düşünce hayatına yeni bir ufuk getirmeye başlamıştır. Bu sırada Vali olarak bulunan Muammer Bey vatanperver, memleketin hakiki kıymetlerini yükseltmeye çalışan, Konya’nın ileri gelen genç aydınlarını toplar ve bunların başına da Mehmet Muhlis Koner’i getirir. Gençlerin ufuklarının açılması için büyük gayret gösterir. “BABALIK GAZETESİ”nin ismini değiştirir ve “TÜRK SÖZÜ” adını verir. Bunun başına da Başmuharrir olarak Mehmet Muhlis Koner’i getirir. Vali Muammer Bey, genç ve idealist Mehmet Muhlis Koner’in çalışmasını, öğretmenliğinin yanı sıra gazetedeki yazılarını takip eder, Türk Sözü Gazetesi’nin yanı sıra Konya Şehrül Eminliğine yani Belediye Başkanlığına gelmesini sağlar. Mehmet Muhlis Koner, 31 yaşında 1917 yılında Konya Belediye Başkanlığı görevine ilk kez gelmiştir. Bu görevini 1918 yılı sonuna kadar yapmıştır. Mühendis Mehmet Bey’den Belediye Başkanlık görevini devralan Mehmet Muhlis Koner memleketin o günkü şartlarına göre yoklukları varlıklara çevirmiş, modern bir belediye teşkilatı kurmuştur. Namdar Rahmi Karatay, “Konya’da belediyeyi modern bir şekilde kuran odur” ifadesini kullanmaktadır.

 

KONYA ATLI TRAMVAYLA TANIŞTI

 

Mehmet Muhlis Koner Konyalıları atlı tramvayla ilk tanıştıran belediye başkanıdır. 1917 yılında Konya’ya atlı tramvay gelmiş istasyonla şehir merkezi arasında işlemeye başlamıştır.

Peygamberimiz Efendimiz Muhammed (SAV) efendimizin “Kıyamet olacağını bilsen bile elindeki fidanı toprakla buluştur” hadisi şerifi gereği Konya’da çevre düzenlemesi ve ağaçlandırma çalışmalarına da ilk kez Mehmet Muhlis Koner başlamıştır. Hükümet Binasının doğu cephesinde Şerafettin Camii civarında ve Mimar Muzaffer Caddesi üzerindeki parkları tanzim ederek hizmete açmıştır.

 

DOKTORANIZI NEREDE YAPTINIZ?

 

Mehmet Muhlis Koner, “Şehbal” isimli İstanbul’da çıkan bir dergiye yazdığı edebi makalelerle Fransa’daki bilim adamlarını bile ayağa kaldırmıştır. Şehbal Dergisi Avrupa’da da haklı bir şöhrete ulaşmıştır. Fransa’nın ünlü profesörlerinden biri Mehmet Muhlis Koner’e bir mektup yazmış ve kendisinin hangi üniversiteden mezun olduğunu sormuştur. Fransız Profesör Mehmet Muhlis Koner’e, “Şehbal”deki yazınızı hayret ve hayranlıkla okudum, siz hangi üniversiteyi bitirdiniz. Bu geniş bilginizi nereden elde ettiniz, doktoranızı nerede yaptınız, Sorbon’da m, Kemriç’te mi? şeklinde bir çok soru sorup hayatını, eğitimini öğrenmek istemiştir. Mehmet Muhlis Koner bu profesöre verdiği cevapta çok kısa ve net, konuşmuş “Konya’da, Konya’daki üniversiteleri bitirdim. Konya bir üniversiteler şehridir. Konya’daki halk üniversitelerinin yerini bu saydığınız üniversiteler tutamaz” cevabını vermiştir. Mehmet Muhlis Koner “Tavusbaba Dağı’ndaki Bademlikler Hakkında” adlı yazısıyla Vakıflar İdaresi’nin, Maliye’nin, Özel İdare’nin dikkatini çeker. Meram Deresi’nin çevresindeki olumsuz gelişmelerden, insanların hoş olmayan tutumlarından yakınır. Ayrıca şehrin geleceğiyle ilgili projelerde gördüğü eksiklikleri, yanlışları belirtir. Bu arada kanalizasyon sorununa el atılmasını önerir, kendi Belediye Başkanlığı zamanında yapılan projelerin genişletilebileceğini bildirir. Belediyenin kurmaya çalıştığı aşevi için çağrıda bulunur. Fakirleri, doğru dürüst yemek yüzü görmeyenleri doyuracak olan bu kuruma başta vali ve zenginlerimizin ilgisini bekler. Mahalle halkına öğütlerde bulunur, onların mahallelerine ve şehirlerine karşı daha duyarlı olmalarını ister. Mehmet Muhlis Koner’in Konya’ya dair görüş ve önerileri elbette bu kadar değildir. Onun bu yönü ayrıca araştırmaya değer özellikler taşır. Ama şurası bir gerçektir ki şehir insanına, şehrin sorunlarına asla duyarsız kalmamıştır. Hatta bazen bu sorunlara estetik açıdan da bakmış; Alaeddin Tepesi’nde olduğu gibi gördüğü rahatsızlıkları belirtmekten kaçınmamıştır. Belediye Başkanı olduğu zaman da olumlu eleştirilerden yararlanmış, kendisini eleştirenleri de hoş görmüştür.

 

MEZAR TAŞI KİTABESİ İÇİN YARIŞMA DÜZENLENDİ

 

Merhum Muhlis Koner 21 Ekim 1957 yılında vefat etmiştir. Belediye’de yapılan törenin ardından cenazesi, Selimiye Camii’ne getirilmiş ve namazı kılındıktan sonra vaktiyle tanzim edilmesi için çok uğraştığı Üçler Mezarlığı’na gömülmüştür. Aradan bir süre geçmiş, mezar taşına yazılacak kitabe konusunda Gazeteciler Cemiyeti bir yarışma düzenlemiştir. Kitabe için gönderilen manzum yazılar 24 Ocak 1959 Cumartesi günü toplanması kararlaştırılan jüriye gönderilmiştir. Muhlis Hoca’nın mezar taşı yazdırılmak üzere, Dr. Hulki Amil Keymen, Mümtaz Bahri Koru, Mehmet Önder, İzzet Koyunoğlu ve Necati Elgin’den oluşan jüriden en güzel kitabe yahut beyitinin seçilmesi istenmiştir. Söz konusu jüri 24 Ocak 1959 Cumartesi günü toplanmış ve yarışmayı sürpriz bir şekilde sonuçlandırmıştır. Jüri, gönderilen kitabe yazılarını ayrı ayrı kıymette bulmakla birlikte, kitabe için uygun görmemiş ve kendisi oturup mensur bir kitabe kaleme almıştır. Belediye’nin seçtiği jüri görevini yerine getirdikten sonra Gazeteciler Cemiyeti’nden şu açıklama yapılmıştı: “Rahmetli Üstat M. Muhlis Koner’in mezar taşına yazdırılacak kitabe için açılan müsabakaya gelen yazılan incelemek üzere, Belediye tarafından şehrimizin bu işte vukuflu ve güvenilir şahısları olarak seçilen jüri vazifesini yaparak neticeyi bir zabıtla bildirmiştir. Yazılı kararı inceleyen idare Kurulumuz, jürinin vazifesini yaparak gelen yazıların hemen hepsini üstün kıymette gördüğünü, ancak taş hacmine sığamayacağı cihetle, merhuma bir kadirşinaslık olmak ve gerekirse istifade edilmek üzere kendisinin de bir ayrı kitabe örneği hazırladığı kanaatine varmıştır. Cemiyetimiz, içlerinde çok değerlileri de bulunan kitabe örnekleri ile jürice hazırlanan kitabe örneğini hiçbir mütalaa eklemeden merhumun vasislerine tevdie ve merhum için son hizmetlerini yapan kıymetli yazarlarımızla, Mümtaz Koni, Tahir Mıhçı, İzzet Koyunoğlu, Mehmet Onder’den mürekkip jüriye ve jüri seçmek hususunda ilgisini esirgemeyen Belediye Başkanlığına teşekkürü vazife biliriz.”

 

M ÖZGEN KÜÇÜKKONER GAZİALEMŞAH MAHELLESİNDE Kİ EVLERİNDE DÜNYAYA GELİR

 

Böylesine değerli bir insanın torunu olarak konuğumuz M. Özgen Küçükkoner 15 Ekim1935 günü Gazialemşah Mahallesi’ndeki evlerinde dünyaya geldi. Annesi çelebi ailesinden M. Muhlis Koner’in kızı Saniha Küçüknoner, babası öğretmen ve çiftçi Hacı Mustafa Muzaffereddin Küçüknoner’dir.

 

RAHMETLİ OSMAN KURŞUN’U UNUTAMIYORUM

 

Tahsil hayatını Sayın Özgen Küçükkoner’den dinleyelim:

İlkokulu Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda okudum. Okulun 424 numaralı öğrencisiydim. Öğretmenimiz rahmetli Zekiye Kafalı idi. Dördüncü ve beşinci sınıflarda dönüşümlü olarak bir başka sınıfa matematik öğretmeni olarak giderdi. O sınıfın öğretmeni de Saide Uluşahin bizim Türkçe dersimize geldi. Başöğretmenimiz Sabit Günbay’dı. Birde öğretmenlerimizden rahmetli Osman Kurşun’u iyi hatırlıyorum. Sırtına siyah bir cübbe giyer, ders zili çalınca cübbesini sallayarak ‘hadi derse hadi derse’ diye bağırırdı. Başta Bazen derslerde bilhassa da matematik dersinde öğretmenimiz beyaz bir önlük giyerdi.

 

KONYA LİSESİ’NİN ORTA VE LİSE KISMINDA 7 YIL OKUDUK

 

1946-1947 öğretim yılında okuldan mezun olduk. O zaman koca şehirde iki tane ortaokul vardı. Biri Karma Ortaokulu diğeri ise lisenin orta kısmı idi. Buraya daha çok ilçelerden gelen öğrenciler kayıt olurlardı. Çünkü bu okul yatılıydı. Buna rağmen biz üç arkadaş Uğur Ürel, Selçuk İkizoğlu ve ben, gündüzlü olarak buraya kayıt olduk. 1950 yılında da buradan mezun olunca otomatikman lise bölümüne geçtik. Buradaki numaram ise 119’du… Lisede yatılı öğrenciler çoğunlukta idi. Çarşamba ve cumartesi günleri birkaç saatliğine çarşı izni verilirdi, diğer günler okuldan çıkmazlardı ve okul yemeklerini pek beğenmedikleri için biz okul çıkışlarında onlara civardaki bakkallardan helva peynir alır, demir parmaklıklar arasından onlara verirdik. Ortaokul ve lise ile birlikte 7 yılımız Konya Lisesi’nde geçti. O tarihte lise 4 yıla çıkmıştı, bizden sonra lise tekrar üç yıla indirildi. Burada isimlerini hatırladığım arkadaşlarım Ahmet Şevki Eken, Selçuk İkizoğlu Kayhan Selek Fevzi Ünsal Vural Tekeli, Sabit Kalfagil, İlhan Yücel, Özcan Başaran, İsmail Doğruöz, Necdet Silay, Peker Çumralı, Hüsamettin Gürel, Şükrü Terzioğlu, Nuri Tokdemir, İsmet Sağlam, Abdullah Uyanık, Altan Saysel, Nihat Harmancı, Akif Kesimoğlu, Hüsnü Esen, Ahmet Yalçın Koçak, Yaşar Tokgöz, Uğur Ürel Esad Özselçuk, Ulvi Kasapoğlu, Ali Rıdvan Bülbül, Erdoğan Oturanç, Ömer Lütfi Koçak, Haluk Tekmen,  Ferudun Ergücü, Selçuk Akder’dir.

 

VEFAT EDEN MATEMATİK HOCAMIZ

Ortaokul ikinci sınıfta idik, Allah rahmet eylesin Akşehirli Mahir Güneş isminde bir matematik hocamız vardı. Çok güzel ders anlatırdı. Fakat ben o sıralardan beri edebiyata ve sosyal olaylara ilgim olduğu için matematikten pek zevk almıyordum. Bir gün yazılı yaptı. İki gün sonra da sonuçları okuyordu. Kendisi kürsüde ayakta durur, gözlüğünü takar, not defterini kürsünün üzerine açar, isimleri tek tek okur, öğrenci ayağa kalkar, gözlüğünün üzerinden bakar, yerinde olup olmadığını anlardı. Sonra da notunu söylerdi. Sıra bana geldi… Ayağa kalktım, yüzme baktı ve “heç yoktan yarım” dedi yani sıfır yerine yarım veriyordu ve hiç yerine de ‘heç’ diyordu. Sonra bu hocamız vefat etti. Bütün okul öğrencileri sıra halinde cenaze merasimine katıldık. Evin önünden geçerken kızları balkonda ağıt yakıyor, ağlıyorlardı. Benim ilk cenaze törenine katılmam da böyle olmuştu. Sonra da 1952 yılında halamın cenaze namazına katıldım ve mezarlığa gittim. Tabii sonradan dostlar, akrabalar ebediyete  yol aldıkça kim bilir kaç defa mezarlığın yolunu tutmuşuzdur.

 

SAÇLARIMIZI LİMON SUYUYLA TARARDIK

 

Lisede okurken cumartesi günleri öğleden sonra tatildi. Diğer günler hem öğleden önce hem de öğleden sonra iki bölüm halinde ders yapardık. Cumartesi günlerini iple çekerdik. Çünkü her cumartesi Şahin Sineması’nda film değişirdi. Okuldan gelir gelmez elbiselerimizi değiştirir, saçlarımızı yıkar, hem bozulmasın hem de parlak görünsün diye limon suyuyla tarardık. En yeni elbiselerimizi giyerdik. Böylece kızlara daha yakışıklı görünmek isterdik. Zaten başka gidecek eğlence yerimiz yoktu. Şimdi gençler aynı maksatla jöle kullanıyorlar. Sonradan Roja, biryantin çıktı; mavi bir cam şişede satılırdı. Onu kullanmaya başladık. Limon suyundan vazgeçtik. Onun için de genç yaşta saçlarımız döküldü.

 

HİÇ ARAÇ YOKTU

 

O zamanlar tüm gençler trenin gelme vakti İstasyon önünde toplanırlardı. Çünkü o zaman gençliğin bir eğlence yeri yoktu. Anıt ile İstasyon arası iki taraflı çok güzel ağaçlık ve yemyeşildi. Bu ağaçları daha sonra DSİ Müdürü olan Osman Biboğlu kestirdi. Koskoca Alaaddin Caddesi’nden günde üç araba ya geçer ya da geçmezdi. Mesela bizim arkadaşlarla şimdiki Saray İşhanı’nın tam karşısında yolda çekilmiş fotoğraflarımız var. Yoldan tek bir araba geçmiyordu ki durup yolun ortasında fotoğraf çektirmişiz.

 

İDAMLARI HATIRLIYORUM

 

Bir de o zamanlar Cumhuriyet Meydanı’nda idamlar olurdu. İnsanlar meydanda, herkesin gözünün önünde idam edilirdi. Ben de o idamları ve insanların sallanışını hatırlarım.

Şimdiki Terziler İş Hanı’nın doğusunda çok büyük bir Fahrettin Paşa Parkı vardı. Kayalıpark gibi suyu filan vardı. Burası da daha sonradan Sıtkı Bilgin Bey’in Belediye Başkanlığı döneminde imara açıldı ve konutlar yapıldı. Mesela yine o yıllarda Hükümet Meydanı’nda iki taksi vardı. Birisi Chevrolet marka sahibi Orhan Erkılıç diğeri de Ahmet Balıçı’nındı. İki tane diş hekimi vardı. Birisinin adı Osman diğeri de ermeni asıllı Gober’di. Yine bu tarihlerde Konya’mızda iki tane kaloriferli apartman vardı. Birisi halen mevcut olan Hayat Apartmanı diğeri de Tekel Başmüdürlüğü idi. Mesela iki tane pastane vardı; birinin sahibi Ahmet Manav diğeri ise amcazadesi İdris manavdı.

 

BABAM HACDA VEFAT ETTİ

 

Liseyi bitirdik, Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt olduk. Normal olarak liseden 1958 yılında mezun olmam gerekiyordu. Fakat babam 1955 yılında hacda vefat edince iki yıl tahsilime ara vermek zorunda kalmıştım. Biz son sınıfta iken 27 Mayıs 1960’ta ihtilal oldu. Üniversiteler tatil edildi. İhtilalden sonra yeniden açıldı. Haziran-Temmuz aylarında imtihanlara girdik. Mezun olduk. Hemen avukatlık stajına başladım.

 

DEDEM HUKUKAGİTMEME ŞİDDETLE KARŞI ÇIKMIŞTI

 

Dedem rahmetli Hukuk Fakültesi’ne gitmeme itiraz bile etmişti, dahası buna şiddetle karşı çıkmıştı. Çünkü dedem benim Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümüne gitmemi, ileride de Müze Müdürü olmamı istiyordu. Çünkü o tarihlerde 1954’te kendisi her Cuma Mevlana Müzesi’ne gidiyor hazırladığı Mesnevi’nin Özü isimli kitabı için incelemelerde bulunuyordu. Müzenin lahuti havası onu çok mutlu ediyordu, onun için benim ileride müze müdürü olmamı istiyordu, orada huzurlu ve mutlu bir yaşantım olacağını düşünüyordu. Ama Hukuk Fakültesi konusunda rahmetli iki teyzemin çok rolü oldu. Hatta teyzelerim dedeme düşüncesinden dolayı karşı bile çıktılar, dedem de “hukuku bitirince ne olacak her taraf avukat dolu, hakim olunca da Konya’dan ayrılacak” dediyse de teyzemleri ikna edemedi ve neticede “Ne haliniz varsa görün ne yapacaksanız yapın” diyerek işin içinden çıkmıştı.

 

BABAM DA BENİM İLAHİYAT FAKÜLTESİNE GİTMEMİ İSTİYORDU

 

Babamsa İlahiyat Fakültesi’ne gitmemi istiyordu annem de–‘nereye gitmek istiyorsan, nereyi seviyorsan oraya git’ diyordu. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kayıt için başvurdum. Kayıt için sıramı beklerken yanıma bir şahıs yaklaştı, kendisinin benim girmek istediğim bölümün doçenti olduğunu söyledikten sonra benim paraya ihtiyacımın olup olmadığımı sordu. Yani kısaca ‘Burs almak için mi buraya kayıt oluyorsun?’ dedi. Ben de “hayır kendi paramla okuyabilirim” deyince bu kez aynı adam benim hukuka gitmemi önerdi. Ama ben yine de kaydımı yaptırdım sonra Konya’ya dönüp yukarıda anlatığım olayı aileme de anlattım. İşte o şiddetli tartışmalardan sonra hukuka kayıt yaptırdım ve Dil Tarih’teki kaydımı sildirdim.

 

DEDEM HAYRİ’DE TIRAŞ OLURDU

 

Dedem sade kahveyi çok severdi. Sabah kahvesini şekerli içer öğle ve akşam kahvelerini ise sade içerdi. Kendisi asla evde tıraş olmazdı. Vilayetin karşısında Kırmızı Kütüphane’nin orada sokağın içinde Berber Hayri vardı. Her gün onda tıraş olurdu. Çok esprili de bir insandı. Gürültüye karşı çok hassastı. Hatta bir gün ikindin vakti kapının önünde sandalyede otururken, bir uçak çok gürültü yaparak geçmiş. Dedem de hemen zabıtalara bağırmış ‘yakalayın şunu’ diye. Zabıtalar alışkanlık hemen koşmuşlar ama işin esperisini sonra anlayınca durmuşlar. Dedeme hiç kimse reis demezdi, herkes ona hocam diye hitap ederdi. Her günün belli saatlerinde esnafı kontrol edermiş. Çürük bozuk mal satılmasın diye. Bir kandil günü dedem ile birlikte Aziziye Camii’nin önünden geçiyorduk. Caminin önünde de tütsü satılıyordu. O tütsü satanlardan birisi bağırdı ‘Hocam hocam elleri alim ettin beni de zalim ettin’ dedi. Dedem durdu ‘Sen ne diyon len’ diye bağırdı. O satıcı anlatmaya başladı. Meğer dedem bunun ortaokulda iken hocası imiş. Kendisi pek çalışkan değilmiş. Tabii sınıf arkadaşları hep okumuşlar bu okuyamamış satıcı olmuş. Dedem durumu anlayınca ‘Ne zalimi olacaksın baksana ne güzel esnaf olmuşsun’ demişti.

 

ÇOK DEĞERLİ HOCALARIMIZ VARDI

 

Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku dersimize gelen bir hocamız vardı. Bülent Nuri Esen hiçbir hocamız derse girerken cüppe giymezdi ama bu hocamız cübbe ile derse girerdi. Amfiye girince hepimiz ayağa kalkar ve kendisini alkışlardık. Dersi bitince de ayağa kalkar kendisini yine alkışlarla uğurlardık. Bize okuttuğu ders kitabı o tarihlerde İngiltere’deki meşhur British Museum’a da kabul edilmişti. Her zaman tıraşlı ve saçlarını düz olarak arkaya tarardı, çok havalı idi. Sonradan öğrendik ki kendisi aynı zamanda Ankara’da avukatlık yapıyormuş ve genellikle de sosyetenin davalarına bakıyormuş. Not olarak pek on vermezdi ama kimseyi de sınıfta bırakmazdı. Bir de ekonomi dersine giren bir hocamız vardı; Mahmut Koloğlu. Derse gelir gelmez kürsüye oturur, hiç ayağa kalkmadan dersini anlatır, notlarına bakmak için gözlük değiştirir, zil çalınca da çıkar giderdi. Yine Hukuk Felsefesine gelen bir hocamız vardı; Yavuz Abadan… Çok şişmandı, yürümekte bile zorluk çekiyordu. Kürsüye oturur, güzel güzel anlatırdı. Arada sırada eline tükürür gibi yapar, sonra da o tükürür gibi yaptığı eli ile de alnına dökülen saçlarını düzeltirdi. Kendisi eski Başbakanlardan merhum Adnan Menderes’ in de hocası idi. Menderes Başbakan olduktan sonra kendisine ‘Hocam bir anayasa hazırlasana’ dediğini aktarırdı, o da Adnan Menderes’e ‘Siz önce muhalefetle anlaşın aranızda bir konsensüs oluşsun ondan sonra’ diye cevap verirmiş.

 

İLK SİGORTAM KONYA ŞEKER FABRİKASI’NDA YAPILMIŞTI

 

Bu arada hukuk fakültesinde okurken yazın ilk olarak Konya Şeker Fabrikası’nda Muhasebe bölümünde çalışmıştım. İlk sigortaya giriş yerim Konya Şeker Fabrikası’dır. Daha sonra Karayolları 3. Bölge Müdürlüğü’nde de çalıştım.

 

AVUKATLIK STAJIMI YARIM BIRAKARAK ASKERE GİTTİM

 

15 Ocak 1961 yılında avukatlık stajımı yarım bırakarak vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Ankara Piyade Yedek Subay Okulu Birinci Bölük 23. sıra öğrencisi idim. 27 Mayıs ihtilalinden sonra üniversiteden mezun olmayanlar artık yedek subay olamıyorlardı. Bu yüzden de askeri okuldaki tüm arkadaşlarımız yüksek tahsil yapmış insanlardı. Burada okul 6 ay devam etti. Mezun olduk ve asteğmen olarak kura çektik. Görev yerlerimiz belli olacaktı, ben doğuya gitmek istiyordum. Arkadaşlarımız ise “ne işimiz var doğuda batıya gidelim” diyorlardı. Hem o zamanlar terör ve anarşi yoktu. Ben “nasıl olsa batıyı görürüz hiç olmazsa doğuya gidelim. Hakkari’yi Ağrı’yı görelim” diyordum. “Hem oralar vatan toprağı değil mi?” diyordum. Neyse kura kutuları önümüze kondu başladık çekmeye; o doğuya gitmek istemeyen arkadaşlarımızın hepsi doğuyu çekti. Kimi Beytüşşebap, kimisi Silopi, kimisi Ardahan… Sıra bana geldi, elimi kutuya daldırdım çektim. Heyecanla bekliyordum, subay okumaya başladı  ‘21. Piyade Alayı Takım Subaylığı Poligon İzmir’  deyince bir alkış koptu. İlk defa batıyı çeken bendim. 1 Temmuz 1961’de birliğimizde olmak üzere harcırahlarımızı alarak okuldan ayrıldık. 15 veya 30 günlük bir tatil süremiz vardı.  Annemle kız kardeşimi gezdirmek için Ankara’ya davet ettim. Onları garajda karşıladım, taksiye bindik, otele gittik. Otelde odaya çıktık; benim valizim yoktu. Oysa içinde kolalı gömleklerim, subay elbiselerim, sivil elbisem, kışlıklarım ve en çok da hiç giymediğim gömleklerim vardı. Bunları takside unuttuğum kesindi ama artık yoktu. Hala helal etmiyorum, neyse ki yazlık elbise diktirmek için kışlaya gittiğimde bir sorun çıkmadı

 

İZMİR’DEN KIRKLARELİ VİZE’YE GİTTİK

 

İzmir’de epey bir süre kaldıktan sonra alayımızın Kırklareli Vize ilçesine nakli emri geldi. Günlerce hazırlandım, İzmir Basmahane’den özel bir trenle Bandırma’ya hareket ettik. Bandırma’dan gemilerle Tekirdağ’a çıktık, oradan da cemselerle Vize’ye… Burada da çok enteresan günler yaşadık. Çok yağmurlu bir günde Bulgar sınırında tatbikatlar yapıldı.  Biz 4 yedek teğmen… Tüm alay subayları eşleri ile bize veda yemeği verdiler. Bunun Türkiye tarihinde ilk ve son olduğuna hala inanıyorum… Çok güzel günlerimiz geçmişti; görev

sırasında tam disiplin ve saygı içerisinde bulunurduk, görev dışında ise arkadaştık.

 

1963 YILINDA AVUKATLIĞA BAŞLADIM

 

27 Eylül 1963 günü mesleğe başladım. İlk önce arkadaşlarla ortak avukatlık bürosu kurduk. Daha sonra ortaklık dağıldı, bazı arkadaşlarım İstanbul’a gitti ben de bedesten içinde Bedesten Han’da bir odaya taşındım. Komşularım Necati Taşbaşlı, Naci Yıldırım, Yücel Tuncay, Kuddusi Özden, Macit Sarıkaya idi… Buradan Cihan İşhanı’na oradan da şimdiki yerim Martı İşhanı’na taşındım.

 

NİŞAN YÜZÜKLERİMİZİ REBİİ KARATEKİN TAKMIŞTI

 

30 Kasım 1963 günü Alaaddin düğün salonunda o zamanki adıyla Torrance Gazinosu’nda nişanımız yapıldı. Zamanın valisi Rebii Karatekin nişan yüzüklerimizi takmıştı. Halkevi başkanı olduğum dönemlerde birçok sosyal faaliyet yapan, konferanslar düzenler, vali beyi de genellikle bu programlara davet ederdim. Halkevi’nin bütçesi zayıftı. Vali bey bunu bilirdi. Bir gün bir adam geldi. Vali beyin para gönderdiğini söyledi. “Sayın valim bu ay ilçelere gitmişti, biriken harcırahını size gönderdi” dedi çok duygulandım. Zengin bir adam değildi ama bizi teşvik için, çalışmalarımıza hız vermemiz için bu parayı göndermişti. Şimdi böyle valiler var mı bilmiyorum ama o zamanlardaki gibi halkevleri yok. Bizler memlekete ve milletimize hiçbir menfaat gözetmeksizin hiçbir parti ve ideolojiye yer vermeksizin hizmet için çalıştık. Neyse 6 ay kadar eşimle nişanlı kaldık… Eşim Selma öğretmen okulunda öğrenci idi.  Onun okula devam etmesini istemedim… Rahmetli kayınpeder de Konya Öğretmen Okulu’nda onun kaydını sildirdi… Ve 6 Mayıs 1964 günü evlendik. Bu tarih aynı zamanda eşimin de doğum günüdür. İlk çocuğumuz oğlandı. Doktor hatası yüzünden maalesef ölü doğum oldu. Çok üzüldük, onu amcam ve birkaç dostla birlikte kendi ellerimle üçler mezarlığına toprağa verdim… Aradan belli bir zaman geçti ve kızım Mefkûre Figen dünyaya geldi. Daha sonra dünyaya gelen oğluma hacda vefat eden babamın adını verdik. Her ikisi de çok istemelerine rağmen benim mesleğimi seçmediler. Kızım Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümünü bitirdi. Oğulda Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Çalışma Ekonomisi bölümünü bitirdi

 

SİMİTÇİ ÇOCUĞUN DANIŞMA ÜCRETİ OLARAK VERMEK İSTEDİĞİ 50 KURUŞLAR

 

15 Ocak1963’te terhis olarak Konya’ya döndüm ve hemen yarım bıraktığım avukatlık stajımı yaptım 27 Eylül 1963 günü Adalet Bakanlığı avukatlık ruhsatını aldım. Bu ömrümüzü adadığımız hukuk mücadelesinde de hiç unutamadığım çok anlamlı olaylar yaşadım. Mesela bir yaz günü akşama doğru yazıhanemde oturuyordum. Yorulmuştum, koltuğumun arkasına yaslandım dinleniyordum. İçeriye 14-15 yaşlarında bir çocuk girdi “Avukat bey size bir şey sorabilir miyim?” dedi. Ben de “sor evladım” dedim, bir şeyler sordu, ben de anlattım… Dinledikten sonra teşekkür etti, ayağa kalktı ve elini pantolonunun cebine soktu. Cebinden birkaç kuruş bozuk para çıkarttı… Liralar, 50 kuruşlar; yüzüme baktı “kusura bakmayın” dedi. Şaşırmıştım. Çünkü ben zaten danışma ücreti filan almayı düşünmüyordum. Bunun üzerine kendisine ne iş yaptığını sordum. Bana simit sattığını söyledi, çok duygulandım. Bu hareketi gerçekten çok asil bir hareketti. Çünkü nice zenginler gelir, saatlerce konuşurlar sonra da ‘sağ ol’ diyerek giderlerdi. Bazen de ‘Danışma ücreti ne olacak?’ dediğimizde de ‘İki laf ettin para mı olur?’ derler yahut bir yemeğe götürürler veya hediye getirirlerdi. Bu çocuğun hareketi ile bir de ötekilerin hareketini düşündüm ve gözlerim doldu. Bu olayı aradan yıllar geçmesine rağmen hata unutamam.

 

DEDEM BELEDİYE BAŞKANI İKEN

 

Daha önceleri Hz Mevlana’yı anma törenleri şehrimizde hiç yapılmamışken dedem tahminen 1946- 1947 yıllarında kendisi de Belediye Başkanı iken sonradan yanmış olan Alaaddin tepesindeki Belediye Sineması’nda halkı toplar, onlara Mesnevi’deki hikâyeleri anlatır sonra da bunun manevi cephesini Mevlana’nın da bunlarla neyi anlatmak istediğini anlatırmış. Sonradan zaten bu hareketi Turizm Derneği üstlendi. Daha sonradan da 17 Aralık tarihinde Mevlana’yı anma törenleri düzenlenmeye ve bunun geleneksel hale gelmesi sağlanmış oldu. Ama bunun ilk temeli dedem tarafından atılmıştır.

 

1964 YILINDA HALKEVLERİ BAŞKANLIĞINA SEÇİLDİM

 

1964-1967 yılları arasında Halkevleri Başkanlığı yaptım. Bu dönemde öğrencilere kurslar açtık. Fakir öğrencilere yardım ettik. Gençleri kahvehane köşelerinden kurtarmak için kütüphane ve spor salonları temin ettik. Konferanslar tertip ettik, bu çatı altına hiçbir zaman siyaseti sokmadık

 

KONYA’DA GÜVEN PARTİSİ’Nİ KURDUK

 

Bu arada Güven Partisi İl Başkanlığı yaptık. Güven Partisi 12 Mayıs 1967’de kurulmuştu. Biz de Konya’da 19 Mayıs 1967’de partinin il teşkilatını kurduk. Yani hem 19 Mayıs gibi tarihi bir güne getirdik, hem de Ankara’dan sonra bir hafta içerisinde Konya’da kurduk. O zaman benimle birlikte kurucular kurulunda Macit Bilgin, Hüseyin Sönmez, Erdoğan Silay, Mevlüt Civelek, Nemci Şahin vardı.

 

SİYASETTEKİ VEFASIZLIK

 

Adalet Bakanlığı da yapmış olan ve Konya’daki Adalet Sarayı’nı da yaptırmış olan senatörümüz Sedat Çumralı vardı. Onunla seçim çalışmalarına katılıyor, ilçelere beldelere gidiyorduk… Araba benden benzin ondandı… Gittiğimiz yerlerde hürmet görüyorduk ama buna rağmen oy alacağımızdan şüpheliydik. Kasabanın birinde Sedat beye biri yaklaşarak bir şeyler söyledi. O da o vatandaşa “ben bunu yapamam kusura bakma” dedi. Bunun üzerine o adam çıkıp gitti. Sedat Bey “ben bu adamın en az on işini yaptım bak bir tanesini yapmayacağımı söyleyince nasıl bozuldu işte insanoğlu böyledir. Onlarca işini yaparsın birisini yapmayınca bozulur gider, bu adam benim bunca işimi yaptı diye düşünmez, hiç vefa örneği göstermez” demişti…

 

İHSAN KABADAYI İLE GİTTİĞİMİZ O DAĞ KÖYÜ

 

Rahmetli milletvekili İhsan Kabadayı ve diğer arkadaşlarla birlikte Karaman’a gitmiştik. Karaman o zamanlar Konya’ya bağlıydı. Bir dağ köyüne uğramıştık, köy fakir mi fakirdi; çocukların eli yüzü yara bere içerisindeydi. Bizi bir evin damında misafir ettiler. Bir kız elinde tepsi ile çay getirdi, yanında da kesme şeker… Getirilen çayı içsek mi içmesek mi düşündük. Çünkü burada çay hastalara şifa verecek ilaç gibi değerli idi. İçmesek bizim çayı beğenmediğimizi düşünebilirlerdi. Gururlarına dokunacaktı. Birbirimizin yüzüne baktık ve hepimiz çayı şekersiz içtik. Şekerden buyurun diyenlere ise hepimiz bir “çayı şekersiz içiyoruz” diyorduk. Ama buradaki insanların misafir anlayışlarını, hürmetlerini hiçbir yerde görmedik. Hala aklıma o köy geldikçe gözlerim yaşarır, buna karşılık bazı ova köylerinde size kuzu yedirirler ama cakalarından da geçilmezdi. Kaba minder üzerindeki oturuşları, saygısızlıkları, yediğin kuzuyu boğazına dizerdi. Esasen siyasette benim kazancım yurdumun birçok yerini, zengin fakir insanını tanıma fırsatını vermesi oldu. Belediye başkan adaylığı ve milletvekili adaylığını da verdi ama asıl kazancım hiç kimsenin gitmediği köylerdeki insanlarımızı tanımak oldu.

 

HESABI FERİT MELEN ÖDEMİŞTİ

 

İl Başkanlığı yaptığım bir dönemde bir davanın temyiz duruşması için Ankara’ya gitmiştim. Duruşmadan sonra bir de partinin Genel Merkezi’ne uğrayayım dedim. Genel Başkan Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun odasında başkan vekili ve eski başkanlardan kızı da fakülteden sınıf arkadaşım olan Ferit Melen ve diğerleri oturuyordu, yanlarına girdim. Hoşbeşten sonra hadi yemeğe gidelim dediler, ben yemeğe gitmek istemedim. Başkan ısrar etti hep birlikte Anadolu kulübüne yemeğe gittik. Ben hesabın genel başkanca ödeneceğini tahmin ediyordum. Hem genel başkandı hem de zengin bir insandı. Fakat hesabı Ferit Melen ödedi, ben bu durumu yadırgamıştım. Çünkü Ferit Melen zengin değildi. Maaşıyla geçinen bir insandı. Onun da bu misafirperverliğini hiç unutamam. Ne zaman Ankara Kulübü’nün önünden geçsem Genel Başkanı da Ferit Melen’i de bu vesile ile anarım.

 

MİLLETVEKİLİ SEÇİLEMEDİK

 

1 Mart 1978- Mart 1979 tarihleri arasında Konya Hukukçular Derneği başkanlığını yaptım.1967 yılında Güven Partisi’nin kurucuları arasında yer almıştım. 1969-1972 yılları arasında partinin ilk başkanlığında bulundum. Bir senato bir de milletvekilliği seçimlerini yürüttüm. 1973 yılında milletvekili adayı olacağım için İl Başkanlığından istifa ettim. Listeye girdim ama partimiz iki milletvekili çıkarabildi, yani sıra bize gelmediği için seçilemedik

 

TELLAL PAZARINDAKİ İCRA OLAYINDA BİR OCAK SÖNMEMİŞTİ

 

Yine bundan 25-30 yıl önce idi. Konya’daki bir esnafın mal aldığı İstanbul tüccarlarından bir kişiye borcu varmış. Ödeyememiş, icraya verilmiş, takip kesinleşmiş, menkul malları haciz edilip bir depoya konulmuş. Bir gün İstanbul’daki bu işi takip eden avukat arkadaşım bana telefon etti ve “Ben buradan satış talimatını gönderdim, falan gün satış yapılacak. Satış sırasında orada bulunursan memnun olurum, vekâletnameyi de gönderilim” dedi. Satış günü satış yeri olan belediye mezat salonuna gittim, icra memuru tellal ve diğer yetkililer hazırdı. Satılacak mallar, gömlekler, kravatlar, çamaşırlar gibi ürünlerdi… Telal bağırdı bir iki talip çıktı, verecekleri para miktarı satılacak mallara göre çok düşüktü. Borç miktarını sordum, mallar o fiyatlara satılsa bile borç ödenmiyordu. Bu durum karşısında borçlu mağdur olacaktı. Fırsatı kaçırmak istemeyen alıcılar malları ucuza kapatmak istiyorlardı. Bu duruma gönlüm razı olmadı. Borçlunun malları satılacak, fakat borcu bitmeyecekti. Sonra mallar da öyle hafife alınacak cinsten olmayıp hepsi yeni ve değerliydi. Borçlunun çok mağdur olacağı belli olduğu için satışı durdurdum. Buna İstanbul’daki arkadaşım ve alacaklı belki razı olmayacaktı ama malların ucuza satılması da benim vicdanımı sızlatacaktı. Aradan yıllar geçti bir gün büroma bir adam geldi, ilk sözü “beni tanıdınız mı” oldu. Tanımadığımı söyledim. Adam anlatmaya başladı

 

“Tellal pazarında satılacak olan mallar benimdi. Ben orada bir köşeye çekilmiş sizleri izliyordum. Tellal ‘yok mu başka artıran satıyorum’ diye bağırdıkça içim cız ediyordu. Mallarım çok yeni idi ve değerliydi. Verilen fiyatlar ise çok düşüktü. Siz satışı durdurdunuz o zaman derin bir nefes aldım” dedi… Kendisine sonra ne olduğunu sordum… “Çok geçmedi borcumu ödedim ve malları gerisin geriye aldım, şimdide çok iyi durumdayım” dedi. “İyi çok sevindim ama bundan bana ne şimdi niye geldiniz?” diye sorduğum zaman adam şöyle dedi:

“Size teşekkür etmeye geldim. Beni iflastan kurtardınız yuvamın yıkılmasını önlediniz. Eğer izniniz olursa size ayrıca gazete ilanı ile de teşekkür etmeyi düşünüyorum” dedi. Çok duygulanmıştım, borç ödendiğine göre alacaklı da mağdur olmamış ve bir ocak sönmemişti. Avukatlar için reklam yasağı vardı. O kişinin gazete ilanı ile bana teşekkür etmesi yanlış manalara çekilebilirdi, kendisine “bunlara hiç lüzum yok senin bu hareketin bana en güzel ödüldür” dedim. Adam elimi öperek ağlayarak gitti… Duygulanmıştım. Satışı durdurma yetkisini kullanmasaydım bakiye borç ödenmeyecek ve borçlu da belki hayatına son verecekti, şimdi hem borç ödenmiş hem de bir ocak sönmemişti.

 

BEKÇİ IŞIKLARIMIZI SÖNDÜRMEMİZ İÇİN UYARIYORDU

 

2. Dünya Savaşı 1939 yılında başladı, 1945 yılında bitti… Başladığında 4, bittiğinde 10 yaşında idim. Anlatacağım olayda herhalde ben 9 yaşında iken yani 1944 yılında yaşandı. Gazialemşah Mahallesi’ndeki evde oturuyorduk. Bir akşam kapı çalındı. Açtık karşımızda bekçi, “babana söyle dışarıya ışık sızıyor, pencerenize ya siyah perde tutun ya da ampullerine mavi kâğıt dolayın” dedi. Ben de durumu dedeme anlattım o da ampullerin etrafına mavi kâğıt sarmamızı söyledi. Öyle de yaptık. Bunun sebebini sorduğum zaman dedem rahmetli gülerek “Eğer Alman uçakları Konya semalarına gelir de ışık yanan yerlere bomba atacak olursa bizim zarar görmememiz için tedbir alıyorlar” dedi.  

 

BUNU BİR ALMAN YAPMAZ

 

İkinci Dünya Harbi’nden önce hükümet Almanya’ya tahsil için öğrenci göndermiş. Konya’dan da bir hemşerimiz gitmiş ve savaş çıkınca orada kalmış, çok da sıkıntı çekmişler o da ayrı bir macera. Neyse savaş zamanında Hitler bir emir çıkartarak “her gün bir Alman yalnız bir yumurta yesin ikincisini yemesin tasarrufa ihtiyacımız var” demiş. Bizim öğrencilerden birisi de lokantaya gitmiş bir yumurta yemiş sonra garsonu çağırarak bir yumurta daha istemiş. Garson “Veremeyiz demiş buna sinirlenen bizim öğrenci garsona buradan çıkar başka bir lokantaya giderim orada yerim” deyince, Alman garson ‘Evet sen buradan çıkar başka bir yerde bir yumurta daha yiyebilirsin ama bunu hiçbir Alman yapmaz’ demiş.

 

O MUHTEŞEM KIBRIS MİTİNGİ

 

1958-1959 yıllarında Kıbrıs’la yatıp Kıbrıs’la kalktığımız yıllar. İngiltere’de Kıbrıs’la ilgili garantörlük anlaşmalarının henüz imzalanmak üzere olduğu günler. Yurdun her yerinde Kıbrıs mitingleri yapılıyor. Konya’da böyle bir miting yapılması kararlaştırıldı, bir komite kuruldu… Bu komite de hem mitingi organize edecek hem de konuşma yapacaktı.

Komitede hatırladığım kadarıyla ben, Ağah Oktay Güner,  Dr. Fazıl Küçük, Yaşar Candan, Kemal Or, Nurhan Ergene vardı… O zaman tabii televizyon filan yok, miting radyodan naklen yayınlanacak. Hükümet binasının kuzey cephesine bir platform yapıldı, bu platform yüksekçe idi, merdivenle platforma çıkıyorduk. O gün çok kalabalıktı. Herkes bir ağızdan ‘ya öleceğiz ya böleceğiz’ diye bağırıyordu. Bu arada papaz Makaryos’un büyük bir maketi ateşe verilip yakıldı, çok büyük bir heyecan ve coşku vardı. O meydan sonraları her partinin mitingine ev sahipliği yaptı. Genel başkanlar bu meydanda konuştu ama hiçbir zaman Kıbrıs mitingindeki coşkuya ve kalabalığa sahip olamadılar.

 

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’NDE GÖREV YAPTIM

 

 Konya barosunun hemen hemen her organında çalıştım. Yıllarca yönetim kurulu üyeliğini yaptım. Bir yıl başkan vekilliğinde bulundum disiplin kurulunda çalıştım. 10 yıl da Türkiye Barolar Birliği Konya Temsilcisi olarak çalıştım. 2006 yılında yapılan kongrede en çok bu görevde bulunmam nedeni ile plaket verildi. Bir süre Konya Lisesi Mezunları Derneği kurucuları arasında bulundum. 2 sene de bu derneğin başkanlığını yaptım. Her zaman sonsuz şükrederim ki hayatım boyunca hiç para sıkıntısı çekmedim, çok kimsede araba yokken benim arabam vardı, çok seyahat ettim. Halen okumaya bir yandan da yazmaya çalışıyorum.