M. Sıdkı Bilgin

M. Sıdkı Bilgin

Faruk Nafiz Çamlıbel’in öğrencisi, bir zamanların Konya Belediye Başkanı, eski Demokrat Partili, Washington ve Torence şehrinin fahri anahtarını alıp Konya ile Torence şehrini kardeş iki şehir yapan, isim...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri – 102

 

M. Sıdkı Bilgin

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Faruk Nafiz Çamlıbel’in öğrencisi, hukukçu-hâkim… 1955 yılında DP ile siyasete girdikten sonra Konya Belediyesine yıllarca yöneticiliğin en üst seviyesinde başarıyla hizmet veren Belediye Başkanlık görevini üstün bir hizmet anlayışı ile sergileyen, Belediyeye şehir içi ulaşımı için ilk belediye otobüslerini alan, Meram Yeni Yol’daki alt geçidi (battı çıktı) yaptıran, şehre elektrik ve imarı getiren ilk başkan… Washington ve Torence şehrinin fahri anahtarını alıp Konya ile Torence şehrini kardeş iki şehir yapan, 1960 ihtilali ile Yassıada’da 5 ay 20 gün tutuklu kaldıktan sonra hürriyetine kavuşan, Konya valisinin adada intiharına tarihi şahitlik yapan, Konya Cemiyeti Hayriye, Türk Anadolu Vakfı ve Büyükkoyuncu vakıflarının kuruluşunda bizzat görev alan, ayrıca Konya Selçuk Üniversitesi’ni Kurma ve Yaşatma Derneği’nin kurucusu ve ikinci başkanı olan yaşayan tarih, mümtaz insan; M. Sıdkı Bilgin.

 

Bu haftaki konuğumuz takip ettiğiniz zaman bir solukta okuyabileceğiniz yaşayan bir tarih. Bu sohbetlerde dinlediklerimiz, değil gazete sayfalarına kitaplara bile sığamayacak şekilde engin ufuklara yelken açmamızı sağlıyor. Ama Memleket Gazetesi olarak yine Konya’nın yaşayan ama pek çoğumuz tarafından bilinmeyen şahsiyetinin hayat hikâyesini Konya basınında yine ilk kez kendi ağzından böylesine geniş bir şekilde sizlerle sunuyoruz.

 

ALİ RIZA VE HACI REFİKA HANIMIN OĞLU MİNİK SIDKI DÜNYAYA GELİYOR

Konuğumuz Konya beyefendisi, eski Belediye Başkanlarımızdan M. Sıdkı Bilgin… 15 Mayıs 1923 günü o yılların Konya’sında Saman Pazarı diye bilinen bölgede Şeyh Ahmet Mahallesi Kalfa Sokak’taki 5 numaralı Sevraki Zade Hacı Vehbi Efendi’ye ait kirada oturdukları evde dünyaya gelmiş. Babası tam 50 yıl Türk Milli Eğitimi’ne çeşitli kademelerde  izmet vermiş emekli öğretmen merhum Ali Rıza Bilgin… Annesi merhume Hacı Refika Hanım’dır. Dini kültürünü babasından ve hıfzını da merhum Silleli Ali Efendi hocadan almış.

 

ARNAVUT KALDIRIMLI SOKALAR…

Minik Sıdkı’nın dünyaya gelişi ile her ailede olduğu gibi Bilgin çiftinin evinde de tarifi mümkün olmayan bir mutluluk dalga dalga yayılmaktadır. Sıdkı büyürken ailede tipik Konya aile yaşantısını, örf-adet ve ananesini en güzel şekilde yudum yudum, dolu dolu yaşamaktadır. M. Sıdkı Bilgin çocukluk yıllarındaki evini, bahçelerini, sokaklarını hatırlamaya çalıştığı zaman özellikle sokakların Arnavut kaldırımı ile kaplı olduğunu ifade ederek : Evlerimizde öyle elektrik filan yoktu. Gaz lambasında otururduk. Su tesisatı filan yoktu ki, evlerde çeşmelerden sular aksın. Suyumuzu mahalle çeşmelerinden alırdık. Yani bu çok iyi hatırladığım yıllar 1930-1935’li yıllar…

 

KAYALI PARK’IN ETRAFINDAKİ ÇİTLER, FAYTONLAR, AT ARABALARI, BİR İKİ DE TAKSİ…

Kayalıpark’ın etrafında tahta çitler çevrili idi Vatandaşlar zarar vermesin diye bu çitleri yapmışlar. Çok güzel faytonlar vardı, birkaç taksi, at arabaları vardı. 2 otobüs vardı; Meram’a gider gelirdi. Yollar filan böyle asfalt değildi.

 

HÂKİMİYET-İ MİLLİYE İLKOKULUNA GİTTİM

İlkokula Hâkimiyet-i Milliye’ye gittim. Öğretmenim Necati Bey idi. Mesela ilkokulda iken bir gün bizi at arabaları ile dereye götürmüşlerdi. Yemekler hazırlanmıştı. Yani öğretmenimiz herkese evinde yaptırıp getireceği yemeği söylemişti. Bana da tatlı yaptırmam söylendi. Annem un helvası yapmıştı. Dere’ye gittik. Yemekler yendi. Ben yemeği çok hızlı yedim, herkesten önce bitirdim. Çünkü dönüşte bu kez at arabasını kullanan arabacının yanına oturmak istiyordum. Ve öne de oturdum, ama beni “sen küçüksün düşersin” diye yine arkaya oturttular. O günü hiç unutmuyorum.

 

EV ÖDEVLERİMİ ÇOK İYİ YAPARDIM

İlkokulda iken öğretmenlerimiz çok ev ödevi verilirlerdi. Mesela benim kompozisyonum çok iyiydi, öğretmenlerim de bunu beğendikleri için hep beni tahtaya kaldırıp bana okuturlardı. Ama bir iki arkadaş öğretmene hep “onun babası öğretmen, o yazmıştır” diye beni şikayet etmişlerdi.

 

KARMA ORTAOKULU’NA GİTTİM

İlkokuldan sonra Karma Ortaokulu’na gittim. Ortaokulda rahmetli Süleyman Ertüzün, dişçi Nuri Yılmazgil ve Nazif İlday vardı.

 

LİSEYİ İSTANBUL’DA OKUMAYI İSTİYORDUM

Ortaokuldan sonra ben liseyi İstanbul’da okumak istiyordum. Çünkü abim Macid Bilgin İstanbul’da idi. Ben böyle dedikçe babam “İstanbul’da seni bırakmam” filan diyordu. Abim İstanbul’da askerdi subaydı... Ben böyle ısrar edince babam dayanamamış, teyzezadem Rüştü Altunbay’a bir mektup yazmış. Rüştü bey kültürlü bir edebiyat öğretmeniydi, bana okul bulmasını istemiş, o da gitmiş Kabataş Lisesi’ne müracaat etmiş ve müspet cevap gelmiş. Böylece bizim İstanbul macerası da başlıyordu.

 

KABATAŞ LİSESİ’NDE MÜMİN ERKUNT’UN ÇOK YARDIMI GÖRDÜM

Kabataş Lisesi’ne gittiğim zaman ortaokuldan arkadaşım olan Mümin Erkunt ile karşılaştım. O çok çalışkan ve zeki bir öğrenci idi. Parasız yatılı okudu. O benden önce okula gittiği, kayıt olduğu için eksik olmasın beni ön sıradaki sırasının yanına oturttu. Bana yer ayırmış, onu hep hayırla yâd ederim. Daha önceki notlarını bana verdi. Okulun çok ağır bir eğitimi vardı. Almanca dersine giren Alman hoca bilgili, kültürlü bir öğretmendi. Bir gün beni tahtaya kaldırdı, sorduğu soru aynen şöyle idi: ‘Param olmuş olsaydı bir kitap alırdım’ ı Almanca söyle bakalım. Ben de Almanca olarak hemen söyledim, sonra bana “peki şimdi de ‘kar yağmamış olsaydı bir yolunu bulur karşıya geçerdim’ de” dedi. Ben yine dedim. Bu öğretmenimiz öğrenciye notu sınıftan bir başkasının vermesini isterdi. Sınıfta bir arkadaşı kaldırdı ve ona not verdirirdi.  Oda bana 6 verdi. Oysa çok güzel yapmıştım.

 

MÜMİN ERKUNT ALMANCA’DAN BEN DE MATEMATİKTEN İKMALE KALMIŞTIK

Yılsonunda Mümin Erkunt kardeşim Almanca’dan ikmale kaldı. Ben de matematikten ikmale kalmıştım… Yazın Müminlerin Pirebi’deki bahçelerinde birlikte ders çalıştık. Mümin’in de matematiği çok iyiydi. Dönüşte matematikten sınava girdim. Kara Fuat diye bir zat vardı. Bana bir soru sordu. Hemen doğru olarak cevapladım. Zaten bütün problemleri ezberlemiştim. Ben bu soruyu hemen çözünce bana “tamam çık” dedi. Ben çocukluk yaptım işte ‘efendim daha fazla soru sorabilirsiniz’ dedim. Hoca bana ters ters bakınca ne demek istediğini anladım ve çıktım. Sınıfı geçince odama çıktım, karyolamı aldım, boğaza bakan pencerenin kenarına koydum ve zevkle boğazı seyrettim

 

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL EDEBİYAT HOCAMIZDI

Ertesi yıl edebiyat şubesine kayıt oldum. Orada da rahmetli Faruk Nafiz Çamlıbel edebiyat öğretmenimizdi. Edebiyat zevkini ondan aldım. (Bu arada Sıtkı Bey ondan mısraları dörtlükleri ezbere okuyor, adeta kendisinden geçiyordu .) Lise son sınıfta iken ev ödevi olarak bize “roman okunacak, o romanın özeti çıkartılacak, yazarın hayat hikayesi çıkartılacak” demişti.

Bir gün de derste “içinizde eski yazı yazmasını bilen diye var mı?” diye sordu. Çocuklar “Sıtkı bilir efendim çünkü Sıtkı hafız” dediler. O da “belli, alnı secdeden kalkmadığı alnının bembeyaz oluşundan belli” dedi.

 

HOCA İLE YASSIADA’DA KARŞILAŞTIK, ÇOK ÜZGÜN İDİ

Hoca ile yıllar sonra Yassıada’da karşılaştık, onun koğuşuna gittim ve ‘Hocam ben Kabataş Lisesi’nden Sıtkı Bilgin’ diye kendimi tanıttım. Bana ‘yaaa Sıtkı Bey sizinle burada mı buluşacaktık karşılaşacaktık?’ dedi. O da Demokrat Parti’den İstanbul mebusu olduğu için buraya getirilmişti.

 

“HUKUK MU YOKSA TIP MI?” TERCİHİNİ YAPACAKTIM

Liseden sonra hukuk mu tıp mı diye düşündüm. Hukuk daha kısa sürede tıp ise oldukça uzun sürecekti. Bir de arkasından ihtisası vardı. Bunun üzerine hukuk fakültesini tercih ettim.

 

BEN ORTAOKULDA İKEN DE BABAMI POLİSLER GÖTÜRMÜŞTÜ

Bir de şöyle bir hatıram var. Ortaokulda iken bir gün sivil polis eve geldi babama ‘sizi emniyet müdürlüğüne götüreceğiz’ dedi. Babam polise ‘tamam siz gidin ben geleyim’ dedi o da ‘hayır beraber gideceğiz’ dedi. Ağırıma gitmişti. İşte o zaman hukukçu olmaya karar vermiştim. Babamı niye emniyete çağırdıklarını da sonradan öğrendik. Meğer Vehbi Bilgin amcazadem Yargıtay başsavcı yardımcısı idi. Onu sormak için babamı Emniyete çağırmışlardı.

 

İSTANBUL HUKUK FAKÜLTESİ’Nİ BİTİRDİKTEN SONRA HÂKİMLİK YAPTIM

Yüksek tahsilimi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yaparak 1945-1946 yılında adı geçen bu fakülteden mezun oldum. İki sene müddetle İstanbul mahkemelerinde hâkimlik stajını tamamladım. Fiilini askerlik görevini yedek subay olarak Van sınır tugayında ifa ettim. Hâkimlik mesleğine intisap ederek Manisa ili Gördes ilçesi hâkimliğine tayin edildim. Daha sonra da sırasıyla Gördes, Demirci, Simav, Salihli ilçeleriyle Uşak ilinde hâkim ve cumhuriyet savcısı olarak çalıştım.

 

KAYIMPEDERİME SÖZ VERDİĞİM İÇİN HÂKİMLİK GÖREVİNDEN İSTİFA ETTİM

Bu arada devamlı Konya’ya tayinim çıksın istedim. Bir gün bir başmüfettiş gelmişti. Ona da Konya’ya gitmek istediğimi söylediğim zaman kanunen bunun mümkün olmadığını bana söyledi. Ben de “istifa ederim” dedim ama bana “Konyalı olduğunuz için kesinlikle Konya’ya gidemezsiniz, sizi daha iyi bir yere gönderelim” dedi. Ben de eşimi ailesinden istediğimizi, Konya’ya dönme konusunda kayınpederime söz verdiğimi, çünkü müstakbel eşimin evin tek kızı olduğunu, kayınpederimin de babama “altın-mobilya hiçbir şey istemiyorum benim kızımı bir hâkim olarak oradan oraya taşımasın, gelsin isterse birlikte ticaret yapalım” dediğini, benim de kendisine bu konuda söz verdiğimi söyledim. Ama bunun olmayacağını bana bir daha anlattılar. Ağır ceza reisi bana hastaneden 20 günlük rapor verdi ve ben sonunda istifa edip Konya’ ya döndüm. (Yıl 1954)

 

KONYA’DA BAŞLAYAN AVUKATLIK GÜNLERİ VE GÜLER KÜÇÜKARMAĞAN İLE YAŞAMINI BİRLEŞTİRMESİ

Sıdkı Bilgin Konya Barosu’na kaydedilerek müstakil avukat olarak çalışmaya başlar ve aynı yıl Konya tüccarlarından merhum Ahmet Küçükarmağan’ın kızı Güler Bilgin ile evlenir. Bilgin çiftinin bu evlilikten Füsun Bilgin (bolay) ve Ali Rıza Bilgin isimlerinde iki çocuğu vardır. Konuğumuz bugün ayrıca iki torun sahibidir.

 

SIDKI BİLGİN’İN 1955 YILINDA DEMOKRAT PARTİ İLE BELEDİYLECİLİK VE SİYASET HAYATI BAŞLAR

Sıdkı Bilgin 1955 yılında yapılan genel mahalli seçimlerde Demokrat Parti’den Konya Belediye Meclis Üyeliği’ne seçildi ve 1958 tarihine kadar sırasıyla Konya Belediye Meclis Üyesi, encümen üyesi ve Belediye Başkan vekili olarak çalıştı. 1958 tarihinde ise Belediye Başkanı Nafiz Tahralı’nın Konya milletvekili seçilmesi ile 17 Nisan 1958 tarihinde belediye başkanlığına seçildi.

 

KONYA’DA O YILLARDA ŞEHİR İÇİ ULAŞIM YOKTU

Siyasette o zaman bir Halk Partisi ve bir de Demokrat Parti vardı. Diğer partiler ufak partilerdi. Konya’da o zaman şehir içi ulaşım yoktu. Kamyondan çevirme arabalar vardı. Otobüs durakları dahi yoktu. Derede elektrik santrali vardı. Oradan ne kadar elektrik gelirse o kullanılıyordu. Göksu yapılıyordu ama bir türlü tamamlanamıyordu. Yollar bozuk, asfalt dahi yoktu.

 

DP MEBUSLARINI ALIP BAŞVEKİL ADNAN MENDERES’E GİTTİK

Demokrat Parti’nin o zaman 21 veya 22 mebusu vardı. Belediye Başkanlığı koltuğuna oturduğum zaman bütün milletvekillerini toplayarak başvekile gittik. O zaman Demokrat Parti İl Başkanı Sıtkı Sandıkçı idi. Makama çıkınca Başvekil, “Belediye reisi sağıma parti il başkanı da soluma otursun” dedi. O zaman henüz 35 yaşındaydım Merhum Menderes Başkana beni göstererek ‘Nereden buldunuz bu genç adamı?’ deyiverdi. O da bizim gelişimizi başbakana kısaca izah etti. Başvekil tam iki saat beni imtihan etti. Ben de bir brifing verdim. Kendisinden belediye için 10 adet otobüs istedim, elektrik işini, Göksu işini söyledim. Bana döndü ve ‘Herkes Konya’ya dönebilir ama sen burada Ankara’da kal,  bu işler yapılıp bitinceye kadar Konya’ya gitme’ dedi. Bende ‘peki efendim’ dedim ve Konya heyeti ile birlikte çıktık. Ulus’ta Çelik Palas Otel’e gittim. İki üç gün sonra bir polis otele gelmiş. Oysa ben nerede kalacağımı kimseye söylemiştim. Polis önce otelin sahibine “Başbakan bu müşterinizi istiyor” demiş, sonra beni odada buldular… Makama çıktım, bana merhum Adnan Menderes “Reis bey 10 tane otobüsünüz için Maliye Bakanlığı’na döviz emri verildi. Elektrik işi için tekrar görüşüldü, ikmal ve dağıtım işi için İller Bankası’na kredi verilmesi konusunda emir verildi.  Yolların asfalt yapılması için asfalt verilmesi için de emir verildi.” 

 

KONYALI MERCEDES OTOBÜSÜ İŞTE O ZAMAN GÖRDÜ

Bana bunları söyleyişi hala gözlerimin önünde. Eskiden Kayalıpark Meram arasında otobüs işlerdi. Konyalı Mercedes marka en iyi otobüslerini ilk işte o zaman gördü. Hatta otobüslerin hizmete girmesi için tören bile yapıldı. Vali Cemil Keleşoğlu ile ben emir verdik ‘Bugün otobüsler vatandaşı Meram’a parasız bedava götürüp getirecek’ dedik. Hatta daha sonra Yassıada’ya giderken hemen ilk aklıma bu geldi. Çünkü hiçbir şeyi yanlış yapmamıştım. Kendi kendime “acaba o gün vatandaşa otobüsler parasız bedava dediğimiz için mi götürülüyoruz” diye düşünmüştüm.

 

ŞEHRİN İMAR PLANINI YAPTIK

Başkanlık görevini ifa ettiğim sırada o gün şehrin büyük ihtiyacı olan modern otobüsler belediyeye bizzat Almanya’dan ithal edilmişti. Göksu hidroelektrik santralinin ikmalini ve şehir elektrik şebekesinin tevzi ve ıslahı, şehir içi asfalt yollarına yenilerinin ilavesi, şehrin imar planına geçişinin yaptırılması ve uzun yıllar gerçekleştirilmemiş olan Ankara-Konya giriş yolunun istimlâki gibi yararlı hizmetlerde bulunduk. Tabii ayrıca çimento fabrikası yapıldı. Şehir aydınlatıldı, asfaltlar yollara döküldü… Askeriye ile anlaştık, komutan talimat verdi, nakliye taburu yolların asfalt öncesi kumlanmasında çok kum taşıdılar. O zamanlar Konya’nın nüfusu 100 bin kadardı. Et kombinasını yaptırdık (1954). Şeker fabrikası, çimento fabrikası ve özel sektör tarafından un fabrikalarının yapılması, hizmete girmesi hep bu zamanda yapıldı.

 

TORENCE ŞEHRİ İLE KONYA KARDEŞ ŞEHİR OLUYORLAR

1958-1960’lı yıllarda Fransa’nın Strasburg şehrinde toplanan Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Konferansı’na Türk delegesi olarak katılan Sıdkı Bilgin, Torence şehri ile Konya’nın kardeş şehir olarak kabul edilmesi üzerine bütün masraflar onlara ait olmak üzere Konya Günü olarak tespit edilen 26- 27 Şubat 1960 tarihinde Torence’de yapılacak olan merasime hazır bulanmak üzere eşi ile birlikte Amerika’ya gider.

 

WASHİNGTON BELEDİYE BAŞKANI ŞEHRİN SEMBOLİK ANAHTARINI SIDKI BİLGİN’E VERİYOR

Bu Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde ABD başşehri Washington’da hava alanında kendilerini karşılayan Washington Belediye Başkanı tarafından kendisine şehrin sembolik anahtarı verilir ve buna müteakip Torence şehrine ziyaretleri sırasında da Torence Belediye Başkanı fahri hemşerilik beratını verir.

 

27 MAYIS İHTİLALİ VE YASSIADA GÜNLERİ

M. Sıdkı Bilgin 27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koyması üzerine DP Belediyle Başkanı seçilmiş olduğu halde, çeşitli siyasi görüşte olan bütün hemşerilerine karşı ayrım yapmadan eşit muamelede bulunan ve halka hizmeti hakka ibadet gören ve buna ibadet olarak inan bir kişiliğe sahip olmasına rağmen 28 Mayıs 1960 tarihinde Milli Birlik Komitesi tarafından başkanlık makamından alınarak Konya Valisi Merhum Cemil Keleşoğlu ile birlikte Yassıada’ya gönderilir.

 

MAKAMA ASKERLER GİRDİ VE ‘CEMAL GÜRSEL PAŞA SİZİ ANKARA’YA İSTİYOR’ DEDİLER

İsterseniz o günleri bu tarihi olayı birebir yaşayan ve tarihe yaşayan bir insan olarak şahitlik yapan Sayın Sıdkı Bilgin’den dinleyelim.

Bir gün makama askerler geldi bana “Vali Bey ile birlikte Ankara’ya gideceğiz. Çünkü sizi Cemal Gürsel Paşa Ankara’ya istiyor” dediler. Oysa o zamana kadar komutanlarla, askerlerle aramız çok iyi idi. Askerlerin başında bir yüzbaşı vardı. Ben kendisine “Peki gidelim ama eğer izin verirseniz aşağıya mağazaya kadar gideyim, yanıma biraz para alayım, bir de eve uğrayıp üstümüze başımıza çamaşır alabilir miyiz?” dedim Yüzbaşı ‘hay hay’ diyerek izin verdi. Mağazaya gittim parayı aldım, eve gittim çamaşırlarımı aldım. Bu arada Vali beyi de aldık, makam arabası ile Ankara’ya yola çıktık, tabii yanımıza bir de albay verdiler.

 

HİMMET ÖLÇMEN ÜSTÜ AÇIK ASKERİ BİR ARAÇLA ÖNÜMÜZDE GİDİYORDU

Albay çok iyi bir adamdı, Ankara’ya gidinceye kadar bizi lafa tuttu oyaladı. Bu arada Konya mebuslarından Himmet Ölçmen Bey önümüzdeki arabada gidiyordu. Önümüzdeki araba açık bir araba idi ve Himmet Bey açık arabanın üzerinde gidiyordu. Çok rüzgâr esiyordu ve onun arkadan rahatsız olduğunu gördüm. Albaya Himmet Beyi de arabaya alıp alamayacağımızı sordum, izin verdi ve hep birlikte Ankara’ya devam ettik.

 

CİHANBEYLİ’DE PARTİLİLER YOL KESMİŞLERDİ, GÖLBAŞINDA İSE MÜFREZE BİRLİĞİ BİZİ KARŞILADI

Cihanbeyli’ye geldiğimiz zaman partililer bizi bekliyorlardı, yolu kesmişlerdi. Biz de arabayı kenara çektik, durduk; orada bir yemek yedik Ankara Gölbaşı’na geldiğimiz zaman ise bir müfreze birliği vardı, inzibatların hepsi silahlı idi. Albay onlara “bizi takip edin” dedi. Hep birlikte Harp Okulu’na gittik. Gittik ama orada giren belli değil çıkan belli değil idi. Giren çıkan ancak tekmil veriyordu. Bizi getiren Albay da bir yerlere girdi-çıktı; üzülmüştü. Üzerinde ‘gizli’ diye yazılı zarfı kime vereceğini bilemedi ve dönüp bize “buradan gidiyoruz beyler burada bizim yapacağımız bir şey yok” dedi. Oradan çıktık, merkeze gittik.  Cemal Madanoğlu, Vali Bey, ben ve Himmet Bey’e baktıktan sonra Albay’ın verdiği zarfı okudu ve “kim bunlar tevkif kararı mı var?” diye sordu.

 

HARP OKULU ÖĞRENCİLERİ BİZE ÇOK KÖTÜ DAVRANIYORLARDI

Bizim vali bey çok çekingen idi. Orada da iki gün iki gece kaldık. Listeler yapıldı, grup grup bizi ayırdılar ve gruplar halinde  tekrar yeniden ayrıldık. Müthiş bir yağmur yağıyordu. Bizleri otobüslere bindirdiler. Bu arada Harp Okulu öğrencileri bizlere çok kötü davranıyorlardı. Demek ki bizleri onlara çok kötü ve yanlış tanıtmışlardı, çünkü bazı arkadaşları iteleyip kakalıyorlardı Sonra bizi hava meydanına götürdüler, askeri uçaklara bindirdiler.

 

YANLIŞ HAREKETE ‘VUR EMRİ’ VERİLDİ

Bunlar nakliye uçağı idi, iki taraflı bizi oturttular. Bir subay bize “İstanbul’a gidiyoruz” dedi. Ayrıca “Eğer uçakta yanlış hareket ederseniz pilota vur emri verildi ona göre uslu ve rahat oturun” dedi. Oturduk, uçak kalktı ama o kadar soğuktu ki, donuyorduk. Biz sırtı sırta verdik; hiç olmazsa sırtımız soğuktan donmasın ve birbirimizi ısıtalım diye. Başımızdaki subaylar ise üzerlerine çok kalın giyinmişlerdi. Bu arada bizim vali karşımda idi. Ben Niğde Valisi ile sırt sırta vermiştim. Bir ara aşağıda ışıklar görüldü, birden uçağın içine öyle bir sıcak hava verdiler ki sonradan anladım ki bize eziyet ediyorlardı. Zeytinburnu’na geldik, oraya bir vapur yanaşmış, vapura binince içerisinin sıcaklığı ile hepimiz uyumuş kalmışız.

 

KOĞUŞTA KONYA VALİSİ JİLETLE BİLEKLERİNİ KESEREK İNTİHAR EDİYOR

Vali bey bana hep “sakın benim yanımdan ayrılmayın” diyordu. Valimiz çok heyecanlı bir yapıya sahipti. Bir ara bize ‘Ayağa kalkın’ dediler hep birlikte ayağa kalktık ‘nereye geldik?’diye sorduk hiçbir şey demediler. Daha sonra adaya çıktık. Bir koğuşa çekildik. Vali Bey demek ki sonradan anlıyorum emeklilik hakkının zayi olmasından korkuyormuş. Yani buradan bir ceza alırsa bu hakkı zayi olur diye korkuyormuş. Yanımda para olduğunu bildiği için Ankara’ya gelirken ‘bana biraz borç para verebilir misiniz?’ demişti ben de ona o zaman 300 lira para vermiştim. Bu arada vali beyin yanında da jilet varmış. Neyse, o gece o benden aldığı parayı da bir zarfa koymuş o 300 lirayı yastığının altına sokmuş… Biz ranzada altlı üstü yatıyorduk, o bana “sen daha gençsin” demişti ben altta o üstte yatıyordu. 70 kişilik bir koğuşta idik. Koğuşun dip tarafı ise tuvalet olarak yapılmış, üstü filan sonradan kapatılmıştı. Vali bey o gece tuvalete kalkmış, duşa girmiş,  pijamasını çıkarmış kapının alt tarafına sokmuş ve orayı iyice kapatmış. Yani kapının altını sıkıştırmış. Koğuşta doğulu şafi mezhebine mensup vekiller filan vardı. Onlar sabah namazına daha erken kalkarlardı. Yine erken kalkmışlar, tuvaletin kapısının açılmadığını, alt tarafına da sıkıştırılmış pijamayı filan görünce içerde kötü bir şeylerin olduğunu anlamışlar. Birden bağrışmalar başladı ‘Konya Valisi intihar etmiş diyorlardı’ yatağımızdan fırladık. Kapıya yükleniyorduk ama kapı bir türlü açılmıyordu. Sonra o bağrışmaya askerler geldi, yüklendiler kapı kırkıldı vali bey hala boğazından hırlıyordu… Bileklerini jiletle kesmiş, her yer kandı, kan gölü haline gelmişti ama o 70 kişi ne yapacağımızı bilemedik ve vali bey gözlerimizin önünde son nefesini verdi. Ben hala o gün ona yardım için bir şey yapamamanın büyük üzüntüsünü yaşarım.

 

BURASI HASTANE, PENCERE AÇILMAZ

Bir gün sert ters bir komutan hışımla içeriye girdi. Elindeki sopayı yerlere duvarlara filan vuruyordu. “Yarın buraya bir heyet gelecek Sayın Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel Paşanın gönderdiği doktor heyeti. Sizleri dinleyecekler, sizlerin şikâyetlerini soracaklar.” Mebus eski vekil, hâkim hepsi geldiler. Bu arada TRT’nin bir ekibi de bizleri filme çekiyordu. Biz de katiyen onlardan bir ricada bulunmayacaktık. Onlar bizlerle alay ettiler. 4-5 albay-subay “bir arzunuz varsa söyleyin” diyordu ama hiç birimiz tek kelime etmiyorduk.  Aramızda bir arkadaş vardı, her gün doktora çıkıyordu. O birden öne çıktı ve “burada 70 kişi sigara içiyor hava çok kötü havasız kalıyoruz. Bari tavandaki pencereleri biraz açabilir miyiz?” dedi.  O subaylardan biri çok sert çıktı ‘burası hapishane beyler, burada cam açılmaz’ cevabını verdi.

 

ARAMADA DUVARA SAKLANMIŞ BİR RADYO BULUNUNCA

Bir gün yine büyük bir subay gurubu adaya geldi. Hepimizde heyecan vardı. Çok geniş aramalar yapıldı, çünkü içerde her gün bir haber yayılıyordu. Ama bu haberler gerçekten de hakikate uygun haberlerdi. Meğer bir tanesinin bir radyosu varmış. Geceleri gizlice haberleri dinlermiş, bu haber de ertesi gün fısıltı halinde bütün adaya yayılırmış. Subaylar bizleri dışarıya çıkardılar, içeriyi ve eşyalarımızı didik didik aradılar. Adam meğer duvarı delmiş radyoyu oraya sokmuş, duvarın içerirsindeki radyoyu bile buldular. O grubu dehlize götürmüşler. Sonradan anlattılar, ölüme ramak kaldı diyorlardı. Çünkü çok dar ve karanlık bir dehliz imiş, üzerlerine sürekli su damlıyormuş, “orada bir gece kalsak ölürdük” diyorlardı.

 

HER GÜN NE KADAR PATATES SOĞAN YEDİK DİYE BEYANNAME VERİYORDUK

Her gün beyanname veriyorduk. Ne kadar patates yedik, ne kadar soğan zeytin yedik? Bunlardan mali durumumuz ne diye araştırıyorlarmış. Hatta aynı şeyleri sonradan öğrendik, bizim hanıma da soruyorlarmış, yani mal varlığımızı araştırıyorlarmış.

 

BAŞSAVCI ÖMER ALTAY EGESEL MESLEKTAŞ OLDUĞUMUZ İÇİN BANA ÇOK İYİ DAVRANMIŞTI

12 tane müfettiş görevlendirilmişti. Tam 4 ay 20 gün burada kaldık. Bir gün bir yarbay geldi “yarın bir heyet gelecek mebusların dışında herkesin ifadesini alacaklar” dedi. Biz 119 kişi idik. Zamanın baş savcısı Ömer Altay Egesel  yanında katip bir kız ertesi gün geldiler. Ama kendisi bana gerçekten ifademi alırken çok iyi davrandı. Bana önce “seni niye buraya getirdiler” dedi. Ben de Ankara’ya daha sonra İstanbul’a getirilişimi kısaca anlattıktan sonra bunları niye yaptıklarını sordum. O zaman bana  “beyefendi bakın siz hâkimlik yapmışsınız, burada sen mi ifade alıyorsun yoksa ben mi ifade alıyorum” dedi. Sonra bana “Sizin başvekili Konya’ ya davet ettiğinizden haberimiz var” dedi. “Niye başvekili Konya’ya davet ettiniz, niye onu övücü mesajları radyodan okuttunuz, bunun cevabını verin” dedi. Ben de “ben mimarım, geri kalmış bir Konya’yı imar etmek için başkan oldum,  başvekili de Konya’nın imarına katkı sağladığı için verdiği desteklerin nasıl hizmete döndüğünü göstermek için Konya’ya davet ettiğim” dedim. O millete hakaret eden başsavcı bana çok iyi davrandı.

Zaten Allah ecrini zayi etmesin ama hizmetten başka bir günahımız yoktu ki.

 

HOPARLÖRLE İSİMLERİMİZ OKUNDU

Aradan günler geçti, bir gün isimler okundu ve hoparlörden en sonunda “isimleri okunanlar falan yere gelecekler” dedi. Orada bulunan mebuslar bizlerin gitmesini hiç istemiyorlardı. Biz yine de o denilen yerde toplandık. Bir yarbay “hazır olun gideceksiniz. Burası ile ilgili hiçbir zaman sizden haber çıkmayacak, mektup çıkmayacak. Akşamüzeri buraya bir gemi gelecek o gemiye bineceksiniz ve buradan gideceksiniz” dedi. Akşam üzeri gemi geldi ve o gemiye bindik. Orada bizlerin adaya getirilişi sırasında çekilmiş olan resimlerin, gemilerin duvarlarına asıldığını gördüm.

 

CEMAL TURAL PAŞA’YA İHSAN SABRİ ÇAĞLAYANGİL’İN SÖYLEDİKLERİ

Dolmabahçe’nin oraya geldik, orada bir sürü subay vardı. Nereye gideceğimizi gerçekten bilmiyorduk Gavmumcu Askeri Kışlası’na girdik. Albay Orhan Yapku çok muhterem bir insandı, bize “hoş geldiniz” dedi, dosyalarımızı tek tek okudu ve bize “bu bizim içimizdeki bir sıkıntı, ihtilal yaptık” dedi. Burada da bir ay kaldık. Yani toplam 1 ay 20 gün. Bir sabah örfi idare kanunu okundu, Cemal Tural Paşa geldi. “Bugüne kadar bizim kendi içimizdeki iç ihtilaftan dolayı sizin serbest kalmanız gecikti. Komite ikiye bölündü, solcular sağcılar filan” dedi ve o da karşı tarafı suçladı.  19 vekil vardı. “Bize bir şey söylemek isteyeniniz var mı” diye sordu. Aramızda İhsan Sabri Çağlayangil de vardı. O da Bursa Valisi idi. Çok güzel konuşuyordu. Söz aldı ve “Biz bugün buraya hasbelkader getirildik. Memlekete hizmetten başka da hiçbir suçumuz yok. Haksız yere kaldığımız hürriyetsiz günlerimiz ordumuza helal olsun” dedi. Paşa da “biz de sizi üzdüğümüzü gördük” dedi. 13 Kasım 1960 tarihinde hakkımızda adliye hata hak hal görülmediğinden yüzden fazla arkadaşımız ile birlikte İstanbul örfi idare komutanlığı milli birlik komitesin tarafından serbest bırakıldık. Biz Yassıada’da bulunduğumuz sırada Konya Belediyesine gönderilen sayısız müfettişler yaptıkları çeşitli araştırmalarda hakkımızda bir usulsüzlük tespit edememişler.

 

SERBEST KALINCA KONYA’YA TELEFON ETTİM, KIZIM SESİMİ DUYUNCA BAYILIP DÜŞMÜŞ

Serbest kalmıştık. İstanbul’da Beşiktaş Barbaros Bulvarı daha yeni yapılıyordu. Dışarıya çıktım, üzerimde bir pardösü elimde de çantam vardı. Üzerimde bir kuruş para kalmamıştı. Beni tekrar görürler götürüler diye de içimde bir korku oluşmuştu. Pazar günü olduğu için yollar çok tenha idi. Oraya yeni bir PTT yapılmış. PTT’ye girdim Konya’yı arayacak para isteyecektim. Memura ‘hemen acele bir Konya’ dedim o da herhalde benim parasız olduğumu anlamış olacak ki beyefendi niye acele istiyorsun, pahalı olur, normal bağlayayım dedi ve hemen Konya’yı bağladı. Ben ‘alo’ deyince kızım burada heyecanından sevincinden bayılmış. Bizimkiler ertesi gün geldiler. Hep birlikte Konya’ ya çekip geldik.

 

SIDKI BİLGİN BU DEFA ADALET PARTİSİ’NDEN BELEDİYE BAŞKAN VEKİLİLĞİNE SEÇİLİR

Sıtkı Bilgin 1961 yılı yerel genel seçimlerinde bu defa Adalet Partisi’nden Belediye Meclis üyeliğine ve Belediye Başkan vekilliğine seçildi. Ve 1977 tarihine kadar yapılan genel seçimlerde yine aynı görevlere seçilmek suretiyle takriben 20 yıl süre ile Konya Belediyesine hizmette bulundu. Bir memleketin kalkınmasında en büyük unsurun insan olduğuna inan Sıtkı Bilgin bu tarihten sonraki çalışmalarında avukatlık görevini ifa etmekle beraber yoğun çabasını Konyalının orta ve yüksek eğitim-öğretimine vererek dernek çalışmaları ile halka ve öğrenciye yardım kuruluşları olan dernek vakıf çalışmalarında toplamış…

 

KONYA’NIN İLK ALT GEÇİDİNİ (BATTI ÇIKTI) MERAM YENİ YOL’A YAPTIK

İlk alt geçidi Meram Yeni Yol’da yaptık daha sonra bu alt geçide bizim ismimizi verdiler. O zaman DDY ve Karayollarından büyük destek aldık. Ama o günkü şartlarda teknoloji araç gereçle inanın o alt geçidin açılması çok zor oldu. Bizi çok uğraştırdı teknik imkânsızlıklar vardı.

 

BURADAN ÇIKAP TOPRAĞI ALAADDİN TEPESİNE YIĞDIK

O zaman buradan çıkan çok miktarda toprağı götürdük Alaaddin tepesine yığdık. Burası bir yılda ancak yapıldı. Hatta biz Yassıada’ya gittiğimiz için buradaki çalışmalara kızan dönemin Konya Valisi “burayı kapatıverin, buna gerek yok” filan demiş.

 

KONYA CEMİYETİ HAYRİYE VAKFI, TÜRK ANADOLU VAKFI, BÜYÜK KOYUNCU HİZMET VAKFI KURLUYOR

Sıdkı Bilgin bu arada Konya Cemiyeti Hayriye Vakfı, Türk Anadolu Vakfı ve Büyük Koyuncu Hizmet Vakfı gibi vakıfların kuruluşunda bulunmuş ve bunların binlerce aileye para ve mal yardım yapılması ve öğrenci yetiştirmesi ve huzurevinin yaptırılması gibi çalışmalarına fahri olarak yardımcı olmuş.

BİLGİN AYNI ZAMANDA SELÇUK  ÜNİVERSİTESİ’Nİ KURMA VE YAŞATMA DERNEĞİ’NİN KURUCUSU VE 2. BAŞKANIDIR

 

Bu çalışmalar arasında kayda değer olanlarından en büyüğü ise Konya’nın yıllardır arzuladığı Selçuk Üniversitesi’nin kurulması oluyor. Konya Selçuk Üniversitesi Kurma ve Yaşatma Derneği’nin kurucularından olup 2. Başkanı olur. Bu dönemde fiilen derneği yöneten Sıtkı Bilgin ve arkadaşları DMMMA’sinin muhtelif bölümlerini kurmuşlar ve daha sonra zamanın valisi Oktay Başer ilk kurucu rektör olarak tayin edilen Prof. Dr. Ali Rıza Çetik ile birlikte üniversitede kuruluş kanununun belirlenmesi üzerine henüz ödeneği olmayan Konya Selçuk Üniversitesi’ni filen eğitim ve öğretime başlayabilmesi için bütün Konyalılar ve çeşitli kuruluşlardan dernek kanalıyla yardım almışlar. Milli Eğitim Bakanlığınca üniversite binası olarak tahsis edilen kız ortaokulu binası ile rektörlük binasını, dernekçe kiralanan Meram yolundaki binaların tadilatını ve düzenlemesinin yapılmasını sağlamıştır. Buralarda fizik ve kimya laboratuarlarının gerekli araç ve gereçleri tamamlanmış, öğretim üyeleri ve rektör lojmanları tahsis edilmiş ve Ankara’dan gelen öğretim üyelerinin yollukları dernek tarafından ödenmek şartı ile büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu çalışmalardan sonra üniversite artık fiilen öğretime hazır hale gelmiş ve ilk defa Fen Edebiyat Fakültesi olarak 28 Ocak 1977 tarihinde zamanın Başvekili Süleyman Demirel tarafından hizmete açılmıştır. Selçuk Üniversitesi’nin 20. kuruluş yıldönümü için düzenlenen törende dönemin Rektörü Prof. Dr. Halil Cin,  Sıdkı Bilgin’den bir konuşma yapmasını ister. Ve bu konuşma metni çok büyük beğeni kazanır, rektörlük tarafından belge olarak saklanmak üzere kendisinden alınır.

 

BAŞVEKİL SÜLEYMAN BEY KONYA’YA GELDİĞİ ZAMAN BİZİM EVDE KALIYORDU

Başvekil Süleyman Demirel her karşılaştığımızda bana hemen ismim ile hitap eder ve ‘Merhaba Sıtkı Bey’ derdi. Konya’ya geldiği zaman da bizim evimize gelirdi. ilk seçimde Adalet Partisi Genel Başkanı seçildi. Konyalıların koca reisi vardı.  Haydar Koyuncu hatta sitem etmiş ve “Süleyman Bey geldi mi Sıtkı abinin evinde kalır” demiş. Faruk Sükan ile birlikte bizim şu anda oturduğumuz odanın yanında, yan odada kalırlardı. Hatta bir seferinde oğlum Ali daha küçüktü. Odaya girdi, Süleyman beyin elini öptü. Ama o da bize biraz sitem ederek lafı çarptırarak “Konya bizi sevmiyor ama Ali bizi seviyor” demişti.

 

BODRUM’DA VAPURDAN İNERKEN DE SÜLEYMAN BEYİ KARŞILAMIŞTIM

Dayımın oğlu Bodrum’ da askeri daire başkanı idi… Zabit Kalfa. Onu ziyarete gitmiştik. Bir gün “bir vapur geliyor içinde de Başvekil Süleyman Demirel var” dediler. Biz de hep birlikte karşılamaya gittik. Vapurdan inip bizi görünce şaşırdı ve “Hoş geldiniz. Burada ne yapıyorsunuz, ne işiniz var?”deyiverdi. Ben de “sizi karşılamaya geldik efendim” demiştim.

***

İlerleyen yıllarda emekli bir hukukçu Konya ve Konyalı sevdası olarak pek çok yardım kuruluşuna fahri olarak hizmet eden bu haftaki konuğumuz Sıdkı Bilgin bir sürede başında çocuklarının bulunduğu Küçükarmağan AŞ’ de Genel Müdür olarak çalıştıktan sonra bugün artık eşi ile birlikte mutlu, sağlıklı, geçmişe göre daha sakin ve sessiz bir yaşam sürmektedir.