Salih Sedat Ersöz
Mayıs ayının hatırlattıkları
T.C. tarihinde demokrasiye, milletin tercihine ve halkın inancına vurulan ilk askeri darbe 27 Mayıs 1960 darbesidir. Halkın oyuyla 10 yıldır ülkeyi yöneten Demokrat Parti iktidarı, halkın verdiği silah gücünü yine halka karşı kullanan dönemin askerlerinin zorbalığı sonucu bir gecede devrildi.
Darbe sonunda, 18 yıl boyunca okutulan Türkçe ezanı aslına çevirmek ve ülkedeki manevi baskıları ortadan kaldırmaktan başka bir suçu olmayan Başbakan Adnan Menderes ile iki Bakanı idam edildi. Bu ilk darbe, halkın seçtiği meşru hükümetlere her 10 yılda bir askerlerce müdahale etme sürecini doğurdu. Ülke daha sonra 1971’de, 1980’de ve 1997’de askeri darbe veya müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Seçilenler, atanmış eli silahlı zorba ve cuntacı güçler tarafından alaşağı edildi ve her defasında ülke karanlıklara sürüklendi.
Son 12 yıldır normal bir süreçte ve halkın tercihi ile yönetilen ülkemizin, bundan sonra da darbelere maruz kalınmadan, halkın seçtiği iktidarlar eliyle idare edilmesi en büyük arzumuzdur.
Günümüzde olduğu kadar, o dönemde de çok önemli bir konumda ve gözde bir şehir olan Konstantinopolis, Peygamber müjdesine nail olmak amacıyla, 1453 yılındaki fethe kadar defalarca kuşatılmış ancak sonuç alınamamıştı. Son olarak Konstantinopolis’i kuşatan Sultan 2. Mehmet’in, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesi teklifi reddedilince, Osmanlı ordusu 6 Nisan 1453’ de ilk saldırıyı başlattı. Haftalarca toplarla surlar dövüldü, yapılan taarruzlarda ciddi çatışmalar yaşandı ve nihayet 29 Mayıs 1453' te surlar aşılarak İstanbul’a girildi.
Fethin önündeki maddi ve fiziki engelleri Sultan Mehmet, manevi engelleri de, Akşemseddin aşmıştır. 53 gün süren kuşatmada bir netice alınamaması sonucu ümitlerin tükendiği noktada Akşemseddin Hz. devreye girmiş ve gerek verdiği müjdeler, telkinler gerekse yaptığı tazarru, niyaz ve dualarla İstanbul’un manevi Fatih’i olmuştur.
Sultan Mehmet, fethin ilk günü Ayasofya'ya giderek namaz kıldı ve "Bundan sonra tahtım, İstanbul'dur!" diye ferman buyurdu. Fetihle birlikte Konstantinopolis İstanbul, 2. Mehmet ise Peygamber sözüyle “ne güzel kumandan” mazhariyetine ulaşmış ve çağ açan hükümdar unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmet olmuştu.
Yeri doldurulamaz büyük iman şairi, örnek mücadele insanı ve büyük fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde dünyaya gelmiş, 25 Mayıs 1983’ de hayata veda etmiştir. Necip Fazıl’ın bunalımlı hayatı 1934 yılında değişikliğe uğramış, Abdülhakim Arvasi Hz. ile yaşantısında yeni bir dönem başlamıştır. Üstat, hayatında meydana gelen değişikliği şu mısra ile özetler:
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...”
Necip Fazıl; 1934 den önceki ilk döneminde mutlak hakikatten uzak, kendine nizam bulamamış bir halde iken, Abdülhakim Arvasi’nin yol göstermesi ile kendisini kurtarmış, iç dünyasını düzene koymuş daha sonra da cemiyetteki bozukluklarla mücadele etmeye başlamıştır. Necip Fazıl; süfli boyuttan ulvi boyuta, bunalım ve sıkıntı dolu materyalist anlayıştan, Büyük Doğu davasının nurlu iman yoluna geçişin örneğini göstermiş bir büyük şairdir. O maddi bakımdan oldukça rahat olan yaşantıyı terk edip, dünyada çile dolu olsa da, ebedi saadet hayatını tercih eden dev bir iman şairi ve büyük bir fikir adamıdır. Üstadın ortaya koyduğu hayat ölçüsünü, şu mısra ne de güzel açıklıyor:
“Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!”
1.Dünya savaşı sonrasında Osmanlı toprakları İtilaf devletleri tarafından işgal edilince, İstanbul’dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahdettin Han, kurtuluş mücadelesini Anadolu’dan başlatmak ister. Dönemin Erkan-ı Harbiye Reisi (Bugünkü Genelkurmay Başkanı) Fevzi Çakmak ile Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin Cumhuriyetçi olması hasebiyle karşı çıkmalarına rağmen Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya göndermeye karar verir.
Sultan Vahdettin’in pencereden İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek söylediği şu tarihi sözleri meşhurdur: “Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Benim saltanatımın önemi yok, Memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun. Mustafa Kemal Paşa’yı bekliyorum.”
Davetine icabet eden Mustafa Kemal Paşa’ya da şunları söyler: “Paşa! Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, ancak asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühimdir, devleti kurtarabilirsin.”
Sonuçta Sultan Vahdettin, çok büyük yetkilerle donatarak ve büyük maddi imkânlar vererek Mustafa Kemal’i 16 Mayıs 1919’ da Anadolu’ya gönderir. Böylece İstiklâl mücadelesi başlamış olur.
NOT: Konya İl Müftülüğüne atanan Prof. Dr. Ali Akpınar hocamı tebrik ediyor, olumlu hali, güzel kavli ve düzgün istikameti ile lâyık olduğu bu görevinde Konya’ya hayırlı hizmetler vereceğine ve başarılı olacağına inanıyorum. Allah muvaffak etsin. Mutlu yarınlar efendim.