Mehdi geliyor, savaşa hazır olun!

Mehdi geliyor, savaşa hazır olun!

İran dini lideri Ali Hamaney'in; "Mehdi geliyor, hazır olun" çağrısından ne anlamalıyız? Hamaney, bu çağrıyı İran halkına mı yaptı, Şii dünyasına mı yaptı, Ortadoğu'ya mı yaptı yoksa bütün İslam dünyasına mı?

İran dini lideri Ali Hamaney'in; "Mehdi geliyor, hazır olun" çağrısından ne anlamalıyız? Hamaney, bu çağrıyı İran halkına mı yaptı, Şii dünyasına mı yaptı, Ortadoğu'ya mı yaptı yoksa bütün İslam dünyasına mı? Bu kadar açık ve net bir çağrı yapılıyorsa, bu çağrının muhatapları kadar, yapılış sebebi üzerinde de ciddi biçimde durmak lazım. İran rejiminin en üst otoritesi, böylesine bir meydan okuma yapıyorsa ve Türkiye'yi de bu savaşta taraf olmaya davet ediyorsa ortada çok ciddi bir durum var demektir.

Yakında Mehdi'nin geleceğini belirterek, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı İslam ülkelerine "askeri güçleri birleştirme" çağrısında bulunan İran dini liderine atfedilen cümleler şöyle:

"Türkiye, Irak, Lübnan, Pakistan ve Afganistan, güçlerini birleştirip el Mehdi-el-Muntazar'ın dönüşü ve kökten değişikliklere hazırlıklı olmalıyız."

"Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi'nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney'e bağlıdır ve Mehdi'nin emirlerini yerine getirecektir. Hamaney, Mehdi'nin doğrudan temsilcisidir, ruhani lidere itaat etmek, Mehdi'ye itaat ve bağlı olmak anlamına gelir."

Mehdi'nin gelişinin Şii inancındaki, Müslümanlar arasındaki yerini tartışacak değiliz. Mehdi tartışması bu yazının konusu da değil. El Arabiya televizyonu tarafından duyurulan, Hamaney'in sözcüsü Ali Saidi üzerinden yapılan açıklama (Hürriyet, 19 Ağustos 2009), bu ifadelerdeki gibiyse, İran'ın bugünkü pozisyonu çerçevesinde ciddi biçimde tartışılmayı hak ediyor.

İran çatışmadan güç devşiren bir ülke. Küresel bölünmüşlüğü iyi kullanan, bunu siyasi ve askeri güce dönüştüren, bölgesel nüfuz alanını her geçen gün daha da genişleten, Şii dünyasını denetleyen, her yönden kuşatma altında olmasına rağmen sınırları dışındaki istikrarsızlıkları kazanca çeviren, enerji projelerinden yeni bölgesel projelere kadar bir çok şeyi etkileme hatta belirleme gücüne sahip olan bir ülke. ABD'nin ve genel anlamıyla Batı'nın 21. Yüzyıl hesaplarını tersine çevirme gücüne sahip, kontrol altında tutulamayan bir ülke. Bu yüzden de bölgesel gerilimlerin, küresel düzeyde kırılmaların tam ortasında bir ülke. Yeri geldiğinde, kendisine yönelen tehditleri sınırlarının çok uzağına atabilen, başka bölgelerde krizler yönlendirebilen bir ülke.

Dış tehdit kavramını etkili bir şekilde kullanan, bu tehditle içeride istikrarı sağlayan, bu tehditle dışarıda başarılı olan bir ülke. Tahran yönetiminin, ABD ve İsrail'le düşmanlık tezine bu yüzden ciddi biçimde ihtiyacı olduğu bir gerçek. İdeolojik gerekçeler bir tarafa, Tahran bu yöntemi son derece etkili biçimde kullanmaya devam ediyor.

Bir süredir Cumhurbaşkanı Mahmud Ahbedinejad'ın dile getirdiği "Mehdi gelecek" söyleminin bu sefer dini lider tarafından kullanılması, üstelik bir siyasi söylem olarak kullanılması, bölgesel bir saf tutma, küresel bir savaş hali çağrısı gibi sunulmasının gerekçesini Şii inancındaki Mehdi düşüncesiyle değil, İran'ın bugün içinde bulunduğu pozisyonla, iç istikrarıyla, bölgesel stratejik hesaplarıyla birlikte ele almak bu yüzden önemli.

Benim algılamam şöyle:

Bu sözler öncelikle İran iç kamuoyuna söyleniyor. Son seçimde yaşananlar, sonrasında iç isyan hazırlıkları, bazı Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından bunun bir rejim değişimi haline sokulmaya çalışılması, muhalefetin gaza getirilip bir çeşit iç darbe girişimi tezgahlanması, rejimin olayların üzerine sertlikle gitmesi ve iç huzursuzluğun açığa çıkması… Dini liderin, gerilimli günlerde Tahran'daki Cuma hutbesinde söylediği o tehditkar sözler bu açıklamayla birleştirildiğinde, "mehdi geliyor, kenetlenin" türü bir söylemin öncelikle İran halkını sakinleştirmeye, devletle kenetlenmeye, iç huzursuzluğun üstesinden gelmeye dönük olduğu ortada.

İkincisi, Şii dünyasına yönelik bir açıklamadır bu. İran'ın nüfuzunu daha da pekiştirmek, Afganistan'dan Lübnan'a uzanan kuşak içindeki Şiiler üzerindeki kontrolü sağlamak için yapılan bir açıklama.

Böyle bir cepheleşmeye Türkiye'nin de davet edilmesi ise son derece şaşırtıcı. Bunu, İran'ın Türkiye ile ilişkileri konusunda ne kadar hassas olduğunun bir göstergesi kabul etmek gerekiyor. Bir çok sorunla yüzleşirken, Tahran'ın en büyük uğraşlarından biri Türkiye'yi yanına çekmek, hiç değilse tarafsız kalmasını sağlamak olduğunu biliyoruz. Daha önce burada sözünü ettiğim, Batı'nın yeni "Doğu Sınırı"nın Türkiye İran sınırına kaydırıldığı gerçeğinden hareketle, Tahran'ın Türkiye ile gerilim yaşama riskinden ciddi oranda endişe ettiğini söyleyebiliriz.