Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Mehmet Akif ve Çanakkale Destanı
Osmanlı’nın 1514’den 1918’e kadar, 414 yıl yönettiği bir coğrafyanın adıdır, Hicaz. Yıllarca İstanbul’da beslenen Şerif Hüseyin, İngilizlerle işbirliği halindedir. Hicaz’da bazı urbanlar para ve makam karşılığında kışkırtılarak Osmanlı yönetimine karşı isyanlar ateşlenmek üzeredir. İşte böyle bir atmosfer içerisinde şâir Mehmet Âkif başkanlığında bir heyet, teşkilat-ı mahsusa adına Hicaz’a, Necid ve Yemen’e kadar gidecekleri uzun bir yolculuğa çıkarlar. Amaç, bölge insanlarına güven vermek ve emperyalizmin oyununa gelmemeleri konusunda onları uyarmakla birlikte ayrıca bölgede olup bitenleri payitahta rapor etmek gibi özel görevleri yerine getirmektir.
Bilindiği gibi Sultan II. Abdülhamit Han, İstanbul’dan Medine’ye kadar raylar döşeterek Hicaz demiryolu yaptırmıştır. Demiryolu ağı; İstanbul, Bağdat, Şam, Medine üçgeninde uzayıp gidiyor. Mehmet Âkif ve arkadaşları İstanbul’dan Medine’ye giden trene biniyorlar. Şam-ı Şerîf’i geçip Tihame çölünde bulunan el-Muazzam’a tren istasyonunda duruyorlar. Burası, M. Akif’in ‘Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde:
“Üç ay "Tihame!" deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada.
Yetişmeyeydin eğer, ya Muhammed, imdada” dediği yakıcı çöl ortası..
18. Mart.1915. el-Muazzama tren istasyonu. Dışarıda kavurucu sıcakla birlikte kum fırtınası vardır. el-Muazzama, Medine tren istasyonundan bir önceki istasyonun adıdır. Tren mola verir. Bu istasyonda inen Mehmet Âkif ve arkadaşları sadece İstanbul, Şam ve Medine ile görüşme imkânı olan telefon kulübesine koşarlar. Akılları fikirleri geride bütün hızıyla devam eden Çanakkale savaşındadır. Epey bir uğraşıdan sonra İstanbul’la telefon bağlantısı kurulur. Karşıda Enver Paşa’nın gür sesi:
“Müjde! Müjde! Kahraman Mehmetçiklerimiz Çanakkale’nin geçilmez olduğunu yedi düvele gösterdi. Çanakkale Savaşında ordumuz muzaffer oldu. Düşman mağlup, mahcup ve mecruh (yaralı) olarak çekiliyor...”
el Muazzama tren istasyonundaki sevinç, muazzamdır. Orada bulunanlardan biri haberi duyunca Kuşbaşı Eşref Bey’in boynuna sarılır ve bir çocuk safiyetinde hıçkıra hıçkıra ağlamağa başlar. Bu hıçkıran vatanperver, yüreği yanık memleket evladının adı, Mehmet Akif’tir. Başta Mehmet Âkif ve arkadaşları büyük bir sevinç çığlıklarına karışmış tekbir ve gözyaşlarıyla kızgın kumların üzerinde şükür secdesine kapanırlar. Çoktan beri, zafer kavramına hasret kalmıştır, Anadolu insanı.
el-Muazzama tren istasyonu.. Mehmet Akif, büyük vatan sevgisi ve meftun olduğu istiklal ve hürriyet sevdasıyla yavaşça kalabalığın arasından sıyrılır. Gökte Ay, bedir halindedir. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahlar. Mehmet Âkif, çok dolu, âdeta şiire hâmiledir. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekilir. Arkadaşlarının anlattığına göre, uzaktan, sadece hıçkırıkları duyulur; içli, derin hıçkırıklar....önündeki çöl kumları yağmur yağmış gibi ıslaktır. Yönünü Medine’ye Ravzâ-i Mutahhara’ya çevirmiş, Muhammed Mustafa’ya (a.s) müjde verir gibi, gözyaşları içerisinde Çanakkale Destanı’nı yazmaya başlar. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde, “Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber/Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber” derken, manen Resûl-i Ekrem’i görür gibiydi.
Evet.. Çanakkale ya da Boğaz Harbi şiiri İstanbul’da değil, Hicaz’da, civar-ı Resûlüllah’da, el-Muazzama tren istasyonunda yazılmıştır. Sabah olunca vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığıyla Mehmet Akif, arkadaşı Eşref Bey’in yüzüne derin derin bakarak: “Artık ölebilirim. Gözlerim açık gitmez!” der.
Netice olarak söylemek gerekirse, bugün Çanakkale Destanı’nı okumaya ve muhtevasını kavramaya daha çok ihtiyacımız vardır. Çanakkale savaşlarının yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde Çanakkale’de destanlar yazdıran kahramanlarımızın güç ve destek aldıkları maneviyat kaynağını bir kere daha hatırlayalım. O rûha, o irfâna şuurlu bir şekilde sahip çıkalım.
Rûhunuz şâd olsun ölümsüz şehîtler, Cennet kuşları.
Senin de rûhun şâdolsun nur sakallı Âkif’imiz.