Mehmet Tuzcuoğlu

Mehmet Tuzcuoğlu

Çerçilikten rençperliğe, hamallıktan önce ambar sahipliğine, ardından tuz patronluğuna uzanan 93 yıllık dev bir çınarın öyküsü

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE


 


Mehmet Tuzcuoğlu

 


 


Bugünkü konuğumuzu size sunarken 10 bin nüfuslu Konya’yı, Meram Yeni Yol’un nasıl sadece Halk Partililer’in kullandığı ve ‘Dayaklı Yol’ olarak anıldığını, Haciveyiszade Efendi’ye tokat atan Polis Tahsin’in öyküsünü, yokluk ve kıtlık yıllarından, Delibaş’a, dahası Rus harbine kadar pek çok anısını paylaşacağız


 


 


Tuzcuoğlu sülalesi Kafkaslar’dan önce Erzurum’a, oradan da Konya’ya gelmişler. Seferberlik yıllarında Konya’ya gelip yerleşen Tuzcuoğlu ailesi Sedirler’de Polatlar mahallesine yerleşmiş. Ailenin tek geçim kaynağı çerçicilikmiş. Ailenin reisi Baba Ahmet Tuzcuoğlu çerçicilik yaparak eşinin ve dört yavrusunun nafakasını çıkarmaya çalışıyormuş. Anne Behiye Hanım ise o yokluk ve kıtlık yıllarında üzerlerine titrediği çocuklarının karnını doyurabilmek, onları aç ve açıkta bırakmamak için didiniyormuş.


TUZCUOĞLU AİLESİ KONYA’YA 1915 YILINDA YERLEŞİRKEN MİNİK MEHMET YOLDA DÜNYAYA GELMİŞ


İsterseniz bundan sonrasını kaderin her türlü çilesini çekmiş, o yılların yorgunluğuna rağmen konuşurken bile heyecanlanan Mehmet Tuzcuoğlu’na bırakalım: Bizim ailemiz Konya’ya tam tamına 1915 yılında gelmiş. Annem de beni buraya gelirken yolda doğurmuş. 1332 doğumluyum.1965 yılından 1984 yılına kadar babamların ilk gelip yerleştiği Sedirler’de Polatlar mahallesinde oturduk. Biz dört kardeşiz. Kardeşlerim sırası ile Galip, Medine ve Yunus.


Tam bunu söylerken babasının dizinin dibinde sanki minik bir çocuk gibi nefes almaya bile adeta çekinen Refik Tuzcuoğlu lafa giriyor ve ‘Baba hayırdır isimleri sayarken niye düşündün?’ deyiverince dev çınar o sakin yasının altından espriyi patlatıveriyor ‘Dur beee oğul sen de bizi yaşlandırıp hemen kapıya dayayıverdin’ diyordu.


POLATLAR’DA HEP MEŞHUR HOCALAR OTURURDU, HACI EYVAZ BİZİM MESCİDİN HOCASIYDI


Bizim mahallede, yani Sedirler Polatlar mahallesinde hep meşhur ve çok iyi hocalar vardı. Hacı Eyvaz bizim mescidin hocasıydı. Tam 40 yıl bu mescitte hocalık yaptı. Mesela o dönemde bilinen diğer meşhur hocalar da Hacı Eyvaz’ın Mustafa Efendi, Hacı Veyiszade efendi, Arifin Mustafa efendi, Murtaza hoca… Murtaza Hoca Ali Fıkıf’ın Mustafa efendinin ilk damadıdır. Hem Arapça’yı hem de Farsça’yı çok iyi bilen alim bir adamdı doğrusu.


O ZAMANLAR EVLER HEP KERPİÇTİ, TAŞ EVİ YAPACAK PARA DA KİMSEDE YOKTU


O zamanlar memlekette yokluk vardı, para pul yoktu ki. Şimdiki betonarme binalar ne gezer.


Betonarme binalar daha dünkü mesele. Bütün evler kerpiçti. Her taraf kerpiçti. Taş bina parmakla gösterilecek kadar azdı. Hem olanların da çoğunun temeli taş üstü kerpiçti. Çünkü taş bina para ile olurdu. Para meselesi bu. O da kimsede yoktu.


BÜYÜDÜKÇE RENÇBERLİĞE DÖNDÜK BAYAT KÖYÜNDE 11 YIL KALDIK


Çok iyi hatırlıyorum. Biz çocukluktan çıkıp gençliğe doğru yönelirken babamda rençperliğe doğru yürümeye başladı Mesela Bayat köyünde tam 11 yıl kaldık. Büyüdüğümüz zaman köycü idik. Tarlaları ekip biçtik.


ASKERLİĞİMİ AMASYA’DA, İHTİYADI DA TEKİRDAĞ’DA YAPTIM, AMA O SALİH OMURTAK PAŞA VAR YAAA…


Askerliğimi Amasya’da yaptım. İkinci piyade taburundaydım. Daha sonra da ihtiyata çağırdılar. 2,5 sene askerlik yaptım. İhtiyatı da Tekirdağ’da yaptım. Tekirdağ’da bir paşamız vardı, Salih Omurtak Paşa çok iyi, mükemmel bir paşaydı. Muktedir insandı. Paşa biz Tekirdağ’da iken hep Osmanlı Bulgar harbini hatırlar, o zamanları düşünürdü, hatırladıklarını da bize tek tek üşenmeden anlatırdı. Osmanlı’ya yapılan zulmü yaşamış. Bunları anlatırken üzülür, heyecanlanır, babasının, atasının yerlerini, o toprakları yeniden görmek ister, hatta ordu ile sınırı falan geçip oralara gitmek istediğini bize söylerdi.


KITLIĞI GÖREN GARDAŞIM BENİM TENEKE TENEKE BUĞDAY DAĞITMAMA ÇOK KIZARDI


Konuğumuz sohbetimiz sırasında ilerleyen yaşına ve rahatsızlığına rağmen bir taraftan mütevazıce bize dönüp soruyor ‘Yaa oğlum benim neyim var da sen beni yazacan?’ diye soruyor, sonra da heyecanla anlatmaya devam ediyordu: O zamanlar yokluk vardı, ne var ki yine o zamanlarda kim sıkıntı çekerse insanlar birbirlerine yardım ederlerdi. Köyde buğday yetiştirirdik, bu yüzden evde de çok buğdayımız olurdu. Konya’da konu komşu aç kaldığı zaman kim ne kadar buğday isterse çıkarır verirdim.  Ama ben böyle dağıtıyorum diye gardaşım bana hep kızardı. Ben yokluğu hiç sevmezdim, ben sürekli olarak çoluğa çocuğa, eşe dosta ‘Verin kim ne isterse verin, kimse aç kalmasın derdim.’ Teneke teneke isteyene buğday verirdik, ama büyük gardaşım pencerenin önünde yatardı. Yatağı oradaydı. Ben millete böyle dağıttıkça bana çok kızardı. Çünkü o kıtlığı görmüştü. Kıtlıktan çok korkardı ben de hep çevreme ‘Yokluk kötü şeydir merhametli olun’ derdim.


O ZAMANLARIN İNSANININ ÇOK GÜZEL ADETLERİ VARDI


O zamanlar, insanlarımızın çok güzel adetleri vardı. Hele bayram günlerinde namazdan sonra mahallenin en büyüğünün evinde toplanılır, toplu olarak yemek yenilirdi. Tabii buraya giderken herkes evinde ne varsa oraya getirir, yemek burada toplu halde yenirdi. Yemek sonrası uzun sohbetler edilirdi. Gerçekten mahallemizde çok değerli hocalarımız vardı.


TABİİ YARAMAZ KOMŞULAR DA VARDI


Doğruyu söylemek gerekir. Tabii arada bir yaramaz komşularımız da olurdu, ama mahalleli onları sevmez dışlardı. Problem olanların, problem çıkartanların haylazlıklarını kast ederek büyüklerimiz ‘tez bunların önüne geçin’ diye tavsiyelerde bulunurlardı, nasihat ederlerdi. Aslında mahallenin iyi bir hali vardı, fazla sorunlu adam çıkmazdı.


HER DAMDA BİR YUVAK OLURDU


O yıllarda Konya’da kışları çok sert geçerdi, kar yağdı mı yerde 50-60 santim kar olur, kolay kolay da yerden kalkmazdı. Damlar karda kışta akmasın diye yuvak yapardık. O zamanlar herkesin damında taş yuvaklar vardı. Yağmurlar başlamadan damlara çıkar, damı yuvardık. Bu taş yuvakların kulpları vardı. Kulplarından çeker toprağı yuvardık, yuvak toprağı sıkar damın akmasını önlerdi.


NÜFUS 10 BİN FİLANDI, ŞİMDİKİ DOLMUŞ TAKSİ YERİNE


AT ARABALARINA BİNERDİK


Konya’da nüfus o zamanlar tahminen on bin filandı. Öyle motorlu araba falan yoktu, sadece at arabaları vardı, millet de tabii parası olanlar at arabaları ile gider gelirlerdi. Şimdiki dolmuşlar, taksiler yerine o zamanlar işte at arabaları vardı. Konya garibandı, böyle bakımlı değildi. Sulan Selim Camii falan perişandı. Hatta bir ara içinin falan cami olarak kullanılmadığı söylenirdi.


ASKERLİK DÖNÜŞÜ OFİSLERDE HAMMALLIK YAPTIM


Köyden askere gitmeden önce orada çobanlık falan yaptım, Ama askerlik dönüşü ofislerde hamallık ettim. Daha sonra bir ofisin talim işlerini yürüttüm. Bizim ofis işleri de hamallıktan başlamış oldu.


ALİ FAKİH MUSTAFA EFENDİ’NİN KIZI SABİRE HANIMLA EVLENDİM


Daha sonra Sabire hanım ile evlendim, ama nüfusta ismi yanlış yazılmış. Nüfustaki ismi Sabır’dı. Kendisi Ali Fakih Mustafa efendinin kızıydı. Sabire hanım daha sonraki yıllarda yatalak oldu. Yatağa mahkûmdu. Ben de daha sonra Zekiye Hanım ile evlendim. Zekiye hanım yatalak olan ilk eşim Sabire hanıma tam 11 ay baktı, ona hizmet etti. 11. ayın sonunda Sabire hanım vefat etti.


MEHMET GÖZÖNÜ’NÜN BABASI ALİ GÖZÖNÜ’NÜN MUHASEBECİLİĞİNİ YAPTIM


Ben daha sonra ofiste muhasebecilik işlerine başladım. Ofisin sahibi Mehmet Gözönü’ydü. (Ali Gözönü’nün babası) onun muhasebesini tuttum. Ben aşağı ambarında çalışırken bu ambar Mehmet Çorapçıoğlu’nundu. O zamanlar Konya’da çok büyük ambarlar vardı. Mesela İhsan Çörekçioğlu’nun Antalya ambarı vardı. Eröğütler vardı.


İNSANLARDA ÇEK SENET YOK, SADECE SÖZ VARDI


O zamanlar çok iyiydi. Çek senet falan da yoktu ki. Sadece söz vardı, insanlar birbirlerine inanırlardı. Sözlere inanılırdı. Sözü verdin mi de onu yerine getirirdin, yani o zamanlar böyle para oyunu yoktu.


ÇALIŞTIĞIM AMBARI DEVRALDIM KÜÇÜKBEZİRCİLER’İN İZZET’İ ASLA UNUTAMAM


Daha sonra bu ambarı ben devraldım. Ambarcılık yapmaya başladım. Küçükbezirciler’in İzzet vardı. Onun iyi parası vardı, bense ambarı işletiyordum. Ortak olmuştuk. O sermayeyi koymuştu, bense işletiyor, çalışıyordum. Hamdi hoca, Mehmet Gözönü, İzzet Küçükbezirci çok iyi insanlardı.


Bu cümleleri söylerken baba Tuzcuoğlu çok duygulanıyor, yeniden heyecanlanıyor ve mendilini aramaya başlıyordu. Babasının durumunu fark eden oğul Refik Tuzcuoğlu devreye giriyor ve babasının cümlesini tamamlıyordu ‘Biz babamla hala İzzet Küçükbezirci’nin  kabrine gideriz, fatiha okuruz. Babam rahatlar’ diyordu.


İZZET KÜÇÜKBEZİRCİ’YLE TUZ İŞİNE GİRDİK


O zamanlar ortaklar arasında sevgi vardı, güven vardı. Kimse kimseyi incitmezdi. Biz hiç incitmedik ve de incinmedik. İzzet Küçükbezirci bir gün seninle bir iş yapalım dedi. Ben de ‘ne işi?’ diye sordum. Bana ‘Bende para var. Ben parayı vereyim. Sende de akıl var. Çalışkansın dürüstsün. Bu işe bilgini sermaye yap, hadi gel birlikte tuzculuk yapalım’ deyiverdi. Ondan sonra bu ambar işini bırakıp tuz işi yapmaya başladık. Konya’nın ve bu bölgenin en büyük tuzcusu olduk. Konya’dan Türkiye’nin dört bir yanına, güneydoğuya tuz gönderiyorduk. Erzurum’a, Adana’ya, Mersin’e, Van’a, Diyarbakır’a Konya’dan tuz gönderiyorduk. Adana’dan bir mektup gelirdi. Şu kadar ton tuz istiyorum diye. Biz de bu tuzu vagonlara yükler, gönderirdik. 2-3 ay sonra bu gönderdiğimiz tuzun parası gelirdi. Yani bizde güven vardı. Biz gönderirdik, tuzu alanlar da paralarını verirdi.


HACİVEYİSZADE EFENDİ AMELE PAZARININ ORAYA GELDİĞİ ZAMAN AYAKKABILARINI ÇIKARIR, ELİNE ALIRDI


Amele pazarının orada bir dükkânımız vardı. Orada bir yere gelindiği zaman Hacıveyiszade efendinin ayakkabılarını ayağından çıkartarak eline aldığını ve burada ‘peygamber yatıyor’ dediğini biliriz. Bu dediği yer türbeye yakın bir yerdi.


BABAM RUS HARBİ’NDE KAZIM KARABEKİR PAŞA’YA


KILAVUZLUK EDERMİŞ


1915 yılında babam Kazım Karabekir Paşa’nın ordusu ile savaşa çıkmış. Kazım Karabekir paşa babamı yanına çağırmış ve al orduyu götür demiş. Hatta babama sen o bölgeyi iyi bilirsin demiş. Babam orduyu almış, yola çıkmış. O zamanlar kış çok sert geçermiş. Ve çok kar yağarmış. Babam ordu ile doğuda bir vadiye girmiş. Vadinin sonunda iki ayrı yol varmış. Babam bu yollardan birine girmiş. Fırtına ve kardan bir süre sonra yanlış yola girdiklerini fark etmiş. Bunu Kazım Karabekir Paşa’ya söylemiş. Paşa çok kızmış öyle bir kızmış ki tabancasını çıkartmış ve babamın kafasına dayamış. Babam gayet metanetli ‘paşam öldürürsen öldür beni ölümden korkmam. Ama bu fırtınada yol bulunmaz. İstersen tekrar dönelim ve öbür yoldan ilerleyelim’ demiş. Paşa düşünmüş ve babamın teklifini kabul etmiş tekrar babam önde ordu arkada yola koyulmuşlar ve öbür yola girmişler. Ve bu yoldan çıktıktan sonra Rus ordusu ile karşılaşılmış.  Babam paşaya böyle 2- 3 defa yol göstermiş. Seferberlik bitiminde paşa babamı yanına çağırmış. Babama bir madalya vermiş. Ne zaman daralırsan, ne zaman bir sıkıntın olursa bu madalya ile gel ben olayım olmayayım önemli değil demiş. Ama babam hiçbir zaman madalyayı alıp paşanın yanına gitmemiş.


DELİBAŞ KOPUĞUN BİRİ İMİŞ


Konuğumuz tarihi anlattıkça eski Konya’yı anlattıkça biz de adeta kendimizi o yıllara kaptırıp gidiyorduk. Birden aklımıza Delibaş isyanları geldi. Dayanamadık, sözünü kestik. Delibaş’ı sorduk. Kısa ve net konuştu: Evet Delibaş diye biri varmış. O zamanlar anlatırlardı. Ama Delibaş kopuğun biriymiş, öyle derlerdi.


MERAM YENİ YOLUN ADI DAYAKLI YOLDU BU YOLU ANCAK CHP’LİLER KULLANIRDI


Meram Yeni Yol, Dayaklı Yol idi. Meram Eski Yol Dayaksız Yol idi. İnönü’nün yolu yeni yoldu. Dayaklı yoldan normal insanlar geçemez, o yolu kullanamazdı. Büyük insanlar, daha doğrusu partililer CHP’liler bu yolu kullanırlardı. Normal insanlar da bu yolu kullanmaz, Meram’a gitmek için Meram eski yolu kullanırlardı. Bu yoldan normal başka bir araba geçemezdi.


MERAM’DAKİ BİR KAÇ EV ŞAHISLARIN DEĞİLDİ, RESMİ EVLERDİ


Meram’da Vali Konağı’nın orada, köprünün yanında da konaktan başka bir birkaç ev vardı. Ama bunlar şahısların evi değildi, resmi evlerdi. O zaman Meram’da hiç sivil yoktu, kimse de oralarda tutunamazdı. Genelde oralar Halk Partisi’nin emri altındaki bir yerdi.


ESKİ KONYA’DA MEDRESE ÇOKTU


İnce Minare, Alaaddin Tepesi, Türbe Önü pek bakımlı değildi. Oralarda medreseler vardı. Medrese çoktu. Yani o zamanki medreseler bugünkü Kur’ an kursları gibiydi.


O ZAMANKİ KOPUKLARIN KARI KIZ İŞLERİ VARDI


Tabii Konyamız iyiydi, ama arada bir de kötüler çıkmaz değildi. O zamanda kötüler, kötülükler vardı. Eksik değildi ki bunlar. Ama bizler tabii o işlerin içinde değildik. Kopuklar vardı kopukluk yaparlardı. Onların karı kız işleri vardı.


ESKİDEN SEDİRLER’İN ORTASINDA DERE AKARMIŞ


Eskiden Sedirler’in ortasından dere akarmış. Nalçacı’nın hizmet getirmesini istemek için makama gitmişler, Sedirler için kanalizasyon istemişler. Sedirler’in kanalizasyonunu Nalçacı yapmış.


TÜRBE ÖNÜ’NDEN SEDİRLER’E İŞGALAMAN’A GİDİLİRDİ


O zamanlar Konya çok küçüktü. Türbe’nin oradan Selimiye camiinin karşısından İşgalaman’a, Sedirler’e gidilirdi. Bir de öyle yeni ayakkabı filan alınmazdı ki. Ayakkabıları götürür, tamir ettirir, yeniden giyerdik.


MURTAZA HOCA’NIN OĞLU MEHMET EFENDİ İYİ KELİKÇİ, SARAÇ RIZA İYİ NALBANT, ŞAKALAKLAR’IN


ARİF AĞA İYİ KEÇECİYDİ


O zamanlar keçecilik, nalbantlık, saraçlık, dülgerlik, kelikçilik meslekti. Murtaza hocanın oğlu Mehmet efendi meşhur kelikçiydi. Saraç Rıza atlara koşumlar yapar, kayışı orada tamir edilirdi. İyi nalbantlar vardı. Keçeci de çoktu. Şakalaklar’ın Arif ağa en meşhuruydu


HACİVEYİSZADE EFENDİYE TOKAT ATAN POLİS TAHSİN


Hacıveyiszade efendi Aziziye Camii’nde namaz kıldırırdı. Rivayet bu ya, hep anlatırlardı. Polis Tahsin diye biri varmış. Hacıveyiszade namazlık okuturmuş, yani çocuklara namazlık öğretiyormuş. Bu polis Tahsin gelmiş, çocukları niye okutuyorsun diye hocayı tutuklamış. Konyalı bunu duymuş. Vilayetin önünde toplanmışlar. Vali durumu öğrenmiş ve hocanın bırakılmasını istenmiş. Hoca da bırakılmış. Fakat Polis Tahsin hocaya bırakırken bir tokat vurmuş. Hoca dönmüş Polis Tahsin’e demiş ki ‘Hakkını helal et, evlat belki elin acımıştır.’ Daha sonra polis Tahsin’in elinin çolak olarak kaldığı görülmüş ve çolak Tahsin türbe önünde filan halk tarafından hiç itibar görmemiş, halk onu hiç sevmezmiş.


REFİK ADINI ŞEHİT DAYISINDAN ALDI


Babasının yanında sessizce oturan ve gözünü gözünden ayırmayan Refik Tuzcuoğlu babasının ‘Bu Refik adını şehit dayısından aldı’ deyince söze girdi ve başladı anlatmaya: Osmanlı Rus savaşı sırasında Kafkaslar’dan inmişiz, Ermeni olayları başlamış. Türk köyleri Ruslar tarafından hep işgal edilmiş. O sırada bu işgali kırmak için Türk bölgelerinden de misiller oluşturulmuş. Zulme karşı savaş, direniş başlatmış bu milisler. Benim dayım da bu savaşta şehit olmuş. Dayımın ismi de Refik’miş. Bana da dayımın adını vermişler. Dayım bu savaşta binbaşı imiş. Kurtuluş savaşından sonra da dayımdan bir daha haber alınamamış.