Mevlânâ hutbesi okunsa ne güzel olur...
Prof. Mahmut Erol Kılıç, bugün Mevlana’nın görüşlerinden istifadeyle oluşturulmuş bir müfredat programımızın olmadığını, camilerimizde ise hala Mevlana hutbesi okunmadığını söylüyor.
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın Makaleler ve Konferanslar serisinin ilk iki kitabı yayınlandı. Tasavvuf Düşüncesi yazarın yurtiçi ve yurtdışında sunmuş olduğu tasavvuf merkezli tebliğler ve farklı zamanlarda kaleme aldığı makalelerden oluşuyor. Mevlana Üzerine Konuşmalar ise büyük bilgeyi anlama yolunda açılmış önemli bir kapı. Altı kitapla sonlanacak olan seri kapsamında önümüzdeki ay Tasavvuf ve Sanat yayınlanacak.
Yeni kitapları ve Şeb-i Arus’u vesile edip konuştuğumuz Mahmut Erol Kılıç, Mevlana’yı semaya indirgeyen rahatsız edici tutumları, Osmanlı’daki Tasavvufi İslam anlayışını ve talep üzerine yazılan ama hiç okunmayan Mevlana hutbesini anlattı.
- Mevlana Üzerine Konuşmalar kitabının kapağında semazen resmi olmaması bilinçli bir tercih mi?
Mevlana bir ilim adamı, düşünür ve bir sufi derviş... Onun hayatında bazı pratikler var: Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’an ve hadis okumak gibi. Bunlardan biri de sema etmek. Hayatında iki kere sema etmiştir. Mevlana’yı semaya indirgemek rahatsız edici bir durum benim için. O nedenle kapakta semaya dair bir şey olsun istemedim. Bunun tüketildiğini düşünüyorum.
DİNLER ÜSTÜ YAPMA GAYRETİ
- Maalesef Mevlana her zaman çok somut semboller ve ezber bilgiler üzerinden konuşuluyor.
Tasavvuf, ontolojisi ve epistemolojisi olan bir mekteptir. Bugün Mevlana’yı ait olduğu ontolojiye oturtmadan ele alma modası var. New York’ta ayrı, Konya’da ayrı, Tahran’da ayrı bir Mevlana... Herkes kendine uygun bir Mevlana üretmekte. Onu hümanist ya da dinler üstü bir düşünür yapmak gayretinde olanlar var. Kendilerine benzetmek istiyorlar aslında. Bu durum Muhyiddin İbnü’l- Arabi’nin insanların Allah’ı kendine benzetmesi tespitiyle örtüşmekte. Modernist selefi anlayışta Allah’la kul arasına giren aracılar birer put olarak görülüyor. Oysaki klasik sufi sünni ve şii itikatta vesilesiz hakikate ulaşılamıyor. Bizim Allah’la olan ilişkimiz ‘öteki’ ile olan ilişkimiz gibi değildir. Allah bizim yabancımız değil. Tasavvuf böyle bakıyor meseleye.
- Kitaba dahil ettiğiniz Mevlana hutbesi ilk kez mi yayınlanıyor?
Evet.
- İlginç bir hikayesi var bu okunmayan hutbenin.
Almanya’da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in de davetli olduğu bir toplantıda bu konu hakkında konuştuk. İmamlarımızın irfani İslam’dan uzak olduklarını, hiçbir tasavvufi beyit okumadıklarını, cuma hutbelerinde, ne Yunus’tan ne Mevlana’dan bahsedilmediğini, camilerimizin çok soğuk olduğunu anlattım. “Şeb-i Arus geliyor. Keşke ülkemizde imamlarımız Mevlana haftasında Cuma hutbesinde Mevlana’nın vefatının sene-i devriyesi için böyle bir hutbe okusalar” dedim. “Ah hocam ne kadar doğru söylüyorsun. Ama biz nelerle uğraşıyoruz bir bilsen” cevabını verdi. Ardından benden Mevlana hutbesini iki gün içinde yazmamı rica etti. Fakat okunmasına dair bir söz veremeyeceğini belirtti. Yazdım ama bu hutbe hiç okunmadı. Ümit ederim ki 2014 yılının Şeb-i Arus haftasında Mevlana’nın hayatından bahseden hutbeler okunmaya başlar. Bu belgeyi yakın tarihimize düşülmüş bir not olarak bu kitaba koydum.
- Çok şaşırtıcı değil mi? Okunmamasının sebebi ne olabilir?
Geçtiğimiz hükümetler döneminde Diyanet, daha ulusalcı modernist selefi zümrelerin elindeydi. Yeni dönemde bu zihniyetin değişmeye başladığını ve daha geleneğe uygun, bin yıllık asli İslam anlayışına, tasavvufun baş tacı edildiği İslam anlayışına hürmet edildiğini görmeye başladık. Din özgürlüğü adına ülkemizde güzel kazanımlar elde edilmekte. Ama ontolojide hala bir sabite tespit edilememiş durumda. Örneğin Osmanlı İslam’ı, katıksız Tasavvufi İslam’dır. Saz evvel camilerin soğuk olmasından bahsettiniz.
Bu ne demek?
Osmanlı Devleti zamanında camiler bu kadar soğuk değildi. Zikirler yapılırdı, üstelik bazı zikirlere Padişah da katılırdı. Mesnevi okutulur, tütsüler yakılırdı... Şimdi bürokratik devlet dairelerine benziyor camiler. “Yapınız, yapmayınız” diye bazı kuralların öğretildiği askeri kampa dönüştü sanki. Bizi sekülerleştirdiler. Ruh eğitimi verilmiyor artık.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 741. ölüm yıldönümü ‘Şeb-i Arus/ Düğün Gecesi’ İstanbul töreni bu akşam Sinan Erdem Spor Salonu’nda yapılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla organize edilen programa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımı bekleniyor. Sunuculuğunu Ertem Şener ve Necip Karakaya’nın yapacağı gecede Taşkın Sabah orkestrası eşliğinde Yavuz Bingöl, Mustafa Ceceli, Alişan, Yusuf Güney ve Sami Özer sahne alacak. Yavuz Bingöl bu gece için özel olarak bestelediği Mevlana’nın Etme parçasını seslendirecek.
TUĞRUL İNANÇER İLE MESNEVİ OKUMASI
Konya’daki Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma etkinlikleri Mesnevi okumaları, konser, sergi ve konferanslarla devam ediyor. Mevlana’nın öldüğü gece olarak bilinen 17 Aralık’ta ise Konya üyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi’nde özel bir program gerçekleştirilecek. Saat 19.00’da Sema Ayini ile başlayacak olan Şeb-i Arus’ta Genel Sanat Yönetmenliği’ni Ahmet Özhan’ın yaptığı Türk Tasavvuf Müziği Konseri izleyiciyle buluşacak. Ömer Tuğrul İnançer’in ‘Mesnevi’den eçmeler’ başlıklı bir sunum yapacağı gece Sema Ayini ile son bulacak.
İslamcıların hayatında senkretik öğeler var
- Ruh eğitimi için nasıl bir yol izlenmeli?
Çok somut adımların atılması gerekiyor. Bugün Mevlana’nın görüşlerinden istifadeyle oluşturulmuş bir müfredat programımız yok. Yunus Emre’nin şiirleri hala vezin ve kafiye açısından inceleniyor. Yani sadece Türk Dili ve Edebiyatı dersinin konusu. Oysa Mevlana ruhunun milli eğitim müfredatına sindirilmesi gerekiyor. Şeyh Edebali, Mevlana, Muhyiddin İbnü’l Arabi, Davud-i Kayseri, Molla Fenari gibi kimselerin İslam algıları nasıldı, referans noktaları neydi? Bunların çok iyi bilinmesi gerekiyor. İslamcıların hayatında senkretik öğeler görmekteyim. Örneğin hafızlık partileri düzenlenebiliyor. İslamcılık siyasi bir harekettir. Siyasi hareket, bir ontolojiye tabi olursa ancak doğru çalışır. Aksi halde El Kaide Daiş gibi örgütler ortaya çıkar. Ben bundan dolayı tradisyonel Müslümanım.
- Kaç yaşından itibaren bir çocuk Mevlana’yı anlayabilir?
Yedi ve yedinin katları şeklinde her yaşta insan marifetten bir şeyler alabilir. Her birine hitap edecek bir Mevlana vardır.
- Peki Osmanlı’da bu sistem mi uygulanıyordu?
Evet. Zaten dedesinin Vahdet-i Vücut sohbetlerine katılan bir çocuk, bu kavramları duyarak büyüdüğünden 14-15 yaşına geldiğinde alim oluyordu.
Kaynak: Star - Hale kaplan Öz