Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Mevlana ve Şizofreni
Yaşadığımız yüzyılda insanlık, gerek fert ve gerekse toplum olarak şizofrenik bir durum yaşamaktadır. Bilindiği gibi şizofreni, insanın davranışını, düşünme ve duygusunu olumsuz yönde etkileyen ruhsal bir hastalık türüdür.
Düşünce ve zihin dağılması şeklinde kendisini gösteren bu hastalık, insanlara olan güveni sarsar, kişinin kendi iç dünyasına kapanmasını ve sosyal ilişkileri kesmesini beraberinde getirir. İç dünyada yaşanan yalnızlık ve dışlanmışlık duygusu, kişinin aile ve çevresinden kopmasına yol açabilir.
Özellikle Batı toplumlarında şizofrenik hastaların tedavisinde ilaçtan daha çok psiko-sosyal yaklaşımlar denenmektedir. Bundan dolayı psikiyatrisiler hastaların durumuna göre ya Mevlana’nın Mesnevi’sini bizzat kendilerinin okumasını tavsiye ederler ya da hastaya Mesnevî üzerinden iyileştirme amaçlı sohbet yaparlar. Çünkü Mevlânâ’nın eserlerinde insanın değeri, insanın gönül dünyası, insanın diğer insanlara güven duyması ve kötülükler karşısında mukavemet göstermesi gibi konularda tatmin edici düşünceler vardır.
Şizofrenik bir durum yaşayan nice fert ve toplumlar, birbirlerine güven duymadıkları için komplocu bir yaklaşımla insan türünden nefret ederler. Bu nedenle sosyal çevresiyle olan ilişkileri tamamen koparma yoluna giden bu tür kimseler, kendilerini sadece hayvanlarla dostluğa ya da onlarla birlikte yaşamaya adarlar. Çünkü onlar, sadece çıkara ve menfaate dayalı yakın çevrelerinden beklemedikleri kötü muamele ve haksızlıklarla karşılaşmışlar, bu durumu genelleştirerek bütün insanları aynı kalıpla değerlendirmişlerdir. Kendi türlerinden ümidini kesen, dünyada her şeyin kendi aleyhine işlediği sanısına katılan ve samimi dostluklardan ümit kesen bu çevreler, kendilerini tamamen dış dünyaya kapatmışlardır. Bu durum onları korkunç bir yalnızlığın ve karamsarlığın girdabına yuvarlamıştır.
Bundan dolayı Mevlana, kendi iç yolculuğunu gerçekleştirmek isteyen her insana rehberlik yapabilir. Önemli olan insanın kendisine ben kimim, niçin varım, bu dünyaya geliş amacım nedir, sonum ne olacak, bu hayatta var oluşumun anlamı nedir? gibi soruları sormasıdır. Çünkü maddi ilimler varlığa, ‘nasıl’ sorusunu, din ve felsefe ise, varlığa ‘niçin’ sorusunu sorar. Eğer modern insan, varlığa ‘niçin ve nasıl’ sorularını birlikte sorarsa, hayata anlam katan şeyin ‘değerler’ olduğunu idrak edecektir. Ancak insan, bu değerleri içselleştirmesi sayesinde mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdürebilir. Bu bağlamda toplumların birbirlerini anlamaya ihtiyacı vardır. Bir arada, barış içerisinde yaşamanın ortak formülü nedir? sorusuna yüzyıllar ötesinden Mevlana, ‘kesrette vahdet/çoklukta birlik’ cevabını vermiştir. Bu model, ancak, değerlerin yaşandığı bir toplumda hayat bulabilir.
Yaşadığımız yüzyılda seküler zihniyet, insanın aklını ve kalbini paramparça etmiştir. Hâlbuki insan aklıyla, biyolojik yapısıyla, ruhi ve kalbi ihtiyaçlarıyla insandır. Onu; ne sadece ruhu öne çıkarmak, ne sadece maddeyi öne çıkarmak ve ne de sadece lüks hayatı öne çıkarmak mutlu edebilir. İnsan ancak, bu yapıların hepsini aynı potada erittiği zaman mutlu ve huzurlu olabilir. İşte Mevlana bir bütün olarak bu saydığımız hususların hepsini ‘tevhid’ çerçevesinde ele alıyor.
Yaşadığımız modern zamanlarda şizofreni hastalığının en büyük belirtisi, insanın kendisine güvendiği ve bu sebeple içini rahat bir şekilde dökecek dost bulamama sorunu yaşamasıdır. Mevlânâ’nın mektebinden geçen insanlar güvenilir sıfatıyla donanır. Bu insanın hem kendisine ve hem de çevresine pozitif enerji vermesi demektir. Mevlana mektebinde insan, gelecekten ümit kesme, hayattan dışlanma ve yalnızlaşma değil, ‘ümitvarolma’ ve samimi dostluk dersleri alır. Bu sebeple hayata güzel bakar. Güzel bakan, güzel görür. Küçük şeylerden bile mutluluklar çıkarır. O halde üzerinde yaşadığımız zengin hazinenin kıymetini bilelim ve Mevlânâ’nın eserlerini bir de bu gözle tekrar okuyalım, derim.
Sağlıklı günler geçirmek dileğiyle…