Güngör Gökdağ
Müslüman Dünyasının Acınacak Durumu
Müslüman dünyasının ahvâli gerçekten içler acısı bir durumda. Her tarafta zulüm, her tarafta kan ve gözyaşı. Müslüman coğrafya, küresel emperyalizm ve Siyonizm karşısında işgal altında bulunuyor. Adeta etrafı çepeçevre sarılmış ve ateş çemberine dönüştürülmüş.
İslam ülkelerinin haritaları, demografik yapısı sırayla değiştiriliyor ama Müslümanlar bu değişime karşı direnemiyor.
İslam ülkeleri, toprakları üzerinde sahnelenen oyunlarda, reji tarafından kendilerine verilen rolün dışına çıkamıyor. 57 İslam ülkesi küfrün karşısında tek ses ve tek güç olamıyor. Yaklaşan tehlikeler sezilemiyor, gereken tedbirler alınamıyor.
Yine Müslüman ülkeler; Avrupa Birliği devletleri ve Amerika ile yaptıkları anlaşma ve ittifakları, aynı tevhid inancına sahip olduğu kardeş bir Müslüman ülkeyle yapamıyor.
Gayri müslimler çok rahat dost ediniliyor ama Müslümanlar, hasım ve rakip olarak görülüyor. Araya girmiş olan düşmanlık ve fitne tohumları, yapılacak işbirliğini de engelliyor.
Öte yandan Şii'si, Sünni'si, Alevi'si, Selefi'si ile aynı ümmetin bir parçası olunduğu ve el ele vermenin zorunluluk ve vücubiyet olduğu anlaşılamıyor.
Mezhebsel ve ideolojik farklılıklar Müslümanlar arasında bir çatışma nedeni sayılıyor.
Kendinden olmayanı öteleyen ve tekfir eden bir din anlayışı benimseniyor.
Daha da ötesi Hac ibadetinde bir karıncayı bile incitmeyen Müslümanlar, Suriye, Yemen, Libya gibi İslam beldelerinde, 'Allah'u Ekber' diyerek, din kardeşini ve komşusunu öldürebiliyor. Birçoğu da niçin öldürdüğünü dahi bilmiyor.
İslam dünyasında yanlış giden hususlar yalnız bunlarla sınırlıda değil....
Yüce kitabımız Kuran, evrenin ve yaşamın incelenmesini birçok ayetle bizlere işaret ederken, Müslüman dünyası bu işaret doğrultusunda hareket etmiyor.
Bugün birçok İslam ülkesi çağa ayak uydurmada hayli zorlanıyor. Çağın gerekliliği olan eğitim, bilim, araştırma, üretim ve teknoloji gibi alanlarda yapılması zaruri olanları, dini yönden teşvik olmasına rağmen öncelikli politikaları arasına alamıyor.
Bu nedenle de Fizik, Kimya, Matematik, Biyoloji, Tıp ve Mühendislik gibi daha birçok farklı bilim dallarında İslam dünyası neredeyse yok hükmünde, esamesi dahi okunmuyor.
Bu zikredilen bilim dallarındaki etkinlik çok uzun zaman önce Yahudi ve Hristiyanlara bırakılmış.
Onlar birlik ve beraberlik içerisinde çalışıp, üretip gelişirlerken, Müslüman dünyası birbiriyle didişiyor, ihtilaflar üzerinden birbirini suçluyor, gündelik, sıradan, basit meseleler üzerinden çatışıyor.
Bunun neticesi olarakta 57 İslam ülkesi yaklaşık 1.6 milyar nüfusu ile 14 milyon Yahudi'nin ürettiği bilimsel makale, icat ve patenti üretemiyor.
Bu 14 milyon Yahudi son 105 yılda, bilim dalında 100'ün üzerinde Nobel ödülü kazanırken, buna mukabil 1.6 milyar Müslüman dünyası yalnızca 3 tane Nobel kazanabiliyor.
The Economist dergisinde yayınlanan bir makalede, 2005 yılında Harvard Üniversitesi'nde yayınlanan makale sayısının, 17 Arap ülkesinde yayınlanan toplam makale sayısından daha fazla olduğu belirtilmişti.
Esasında sırf bu durum bile sloganla, ideolojik klişeler ile bir yere varılamayacağını, Allah'ın ilk emri olan 'oku' lafzının tüm Müslümanlarca benimsenmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini yeterince açıklıyor.
Diğer yandan dünya ülkelerinin nitelikli ilk 500 üniversiteler sıralamasına, Müslüman ülkeler arasından giren üniversitenin olmadığı da dikkat çekici bir durumdur.
Yine ileri teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki payı Müslüman ülkeler arasından Kuveyt, Fas, Cezayir ve Suudi Arabistan'da % 0,3 iken, Müslüman olmayan Singapur'da bu oran % 58'dir.
İslam dünyası gayri safi milli hasılasının yalnızca 0,2'sini araştırma ve geliştirmeye ayırırken, Hristiyan dünyası % 5 oranında bir fon ayırmaktadır.
Müslüman ülkeler en basit ağrıyı dindirecek bir ağrı kesiciye bile ne yazık ki henüz sahip değiller.
57 İslam ülkesinin gayri safi milli hasılasının toplamı şu an için 2 trilyon dolara ulaşmıyor.
Oysa sadece Almanya 2.4 trilyon dolar, Japonya 3.8 trilyon dolar, Çin 8 trilyon dolar ve Amerika ise 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretiyor.
Günümüz şartlarında üretmeyen bir toplumun ilerlemesi, gelişmesi, bilim ve fende yol katetmesi, dünya üzerinde söz sahibi olması yahut dünya politikasına yön vermesi mümkün değildir.
Bir de hak, hukuk, özgürlükler, insan hakları, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, yoksulluk, işsizlik, terör, dağılan aileler ve savaş gibi daha birçok farklı sorunlar, İslam ülkelerinin kapısında çözülmeyi bekleyen sorunlar olarak durmaktadır.
Önemli bir hususta, Avrupa devletlerinde yaşayan Müslümanlar'ın mutlu oldukları, Müslüman ülkelerde yaşayan Müslümanlar'ın ise yeterince mutlu olmadıkları gerçeğidir.
Çünkü her yıl yüzbinlerce Müslüman daha rahat ve daha müreffeh bir hayat yaşayabilmek için Avrupa devletlerine gitmeye çalışmakta, hiçbiri Müslüman bir ülkeye iltica yapmayı tercih etmemektedir. Bu hususun üzerinde de Müslümanların düşünmesi gerekir.
Günümüzde Müslüman dünyasının neden bu kadar güçsüz ve zayıf olduğu ortadadır.
İslam dünyası bilgiyi üretebilecek ve işleyebilecek nitelikten yoksundur.
Kaliteli ve akılcı bir eğitimden mahrumdur.
Ayrıca savunduğu değerleri yaşamayı ihmal eden boyutuyla, geleneksel düşünce anlayışından milim şaşmayan yönü ile, fikri akımlara körü körüne bağlanan cihetiyle, yanlışların görülmek istenmediği gibi, örtbas etmek için uğraşılan tarafı ile düşünce sistematiğinin tümden değişmesi gerekir.
Daha doğrusu zihinsel değişimin sağlanması, dünya-ahiret dengesinin iyi kurulması Müslüman topluluklar için son derece önemlidir.
İnsanları düşünme ve tefekküre, çalışma ve üretmeye teşvik eden kitabımız Kuran'ın içindeki muazzam emir ve yönlendirmelerin esas alınmadığı, Kuran'ın emirlerinin hayatımıza yeterince yansımadığı ortadadır.
Zira Müslüman dünyasının kurtuluşu da batışı da, Kuran'a yaklaşıp uzaklaşma nisbetinde söz konusu olacaktır.