Mustafa KABAKÇI

Mustafa KABAKÇI

Hayatını kültür, sanat, şiir, edebiyat, fotoğrafçılık ve de en başta eğitime adayan, yanı sıra ticarette marka olmayı başaran, sosyal ve ticari kuruluşlarda zirveyi gören, ayrıca siyasi yapısı ile de sevilen sayılan, gönül dostu:

Konya'nın Meşhur ve Meçhul Yüzleri


 


Mustafa KABAKÇI


 


Uğur ÖZTEKE


Bugünkü konuğumuz Cihanbeyli’nin İnsuyu kasabasında bir yaylada dünyaya gözlerini açan, ama zorlu hayat şartlarında hep ileriye, hep başarıya ve güzelliğe önce inanarak, sonra da sabrederek ulaşmayı başarmış, iş adamı, eğitimci, sanatçı ruhlu Mustafa Kabakçı...


ANNEME GÖRE, BABAM ARPAYI BİÇERKEN BEN DOĞMUŞUM


5 Nisan 1954 günü Cihanbeyli’nin İnsuyu kasabasının Uzunca Yaylası’nda doğmuşum. Resmi doğum kayıtları böyle yazılır. Ama anneme göre de babam arpayı işlerken doğmuşum. Tahmin ediyorum ki Haziran sonu, Temmuz’un başında doğmuşum. Doğumdan sonra yedi yaşına kadar köydeydim.


DEDELERİM SAĞIR HÜSEYİN, KÖR İBRAHİM DİYE ANILIRLARDI


İki gözlü, toprak damlı bir evde büyüdük. Babam, dedem tarımla, hayvancılıkla uğraşırlardı. Kendimize ait sürümüz vardı, çok fakir sayılmazdık, ama zengin de değildik. Emeği ile geçinen bir aileydik. En büyük dedemiz Sağır Hüseyin diye anılırdı, onun oğlu İbrahim dedem Kör İbo diye anılırdı. Onun bir gözünde sakatlık vardı. Dedemler de üç biradermiş. Ortancaları Kurtuluş harbine gitmiş ve bir daha gelmemiş. Mehmet. Onun küçüğü. Mustafa. Babamlar beş kardeşler. Babam en büyükleri. Babam Tahsin Kabakçı, annem ise Elife hanım. Annem İnsuyu kasabası, Kayı yaylasından. Babam İnsuyu’na bağlı, Uzunca yaylasından. Biz altı kardeşiz. Ayşe, Erdoğan, Hacı, Tezcan, Tülay.  İki odalı o evde altı kardeşle birlikte büyüdük.


KÜÇÜK KÖPEĞİM GIDI’YI UNUTAMIYORUM


Çocukluk denildiği zaman hemen aklıma gelen çok sevdiğim o küçük köpeğim gelir. Hayvanlarımız vardı, ister atlarla ister koyunlarımızla olsun duygusal ilişkiler kurabilen bir tipe sahip olduğumuz için, hayvanları çok seviyordum. Mahallemizde Gıdı ismini verdiğimiz küçük köpekle epey muhabbetimiz vardı. Hatta şunu hiç unutamıyorum. Cihanbeyli’de evimize yakın komşu olan iki ihtiyar amca zaman zaman beni çağırırlar - Mustafa şu Gıdı’yı anlat derlerdi. Ben de onlara heyecanla köpeğimi anlatırdım. Onlar da bu heyecana kapılmış süsü verirler ve benimle şakalaşırlardı.


SAÇKIRAN TEDAVİSİNE İMAMIN KARISI, BARUT İLE YAĞ REÇETESİ VERİNCE EVİNİ TAŞLAMAYA GİTTİK


O dönemlerdeki tedavi şekillerini hatırlıyorum. Kardeşim Erdoğan ile beraber saçkıran olmuş, kafamızda yaralar çıkmıştı. Annem imamın hanımından bunun için bir çare sorunca, o da anneme barut ile yağı karıştırıp başımıza sürmesini söylemiş. Annem bu yöntemle bizi tedaviye yöneldi. Bu tedavi ciddi acı verdi. Biz biraderle beraber ilacın derimizi tahrip ettiğini öğrendiğimiz zaman komşunun evini taşlamaya gittik. Ancak babamın son dakika müdahalesi ile operasyonumuz yarım kalmıştı.


İLKOKULA BAŞLADIĞIM GÜN BABAMIN BENİ SINIFTA BIRAKIP GİTTİĞİNİ GÖRÜNCE AĞLAMAYA BAŞLAMIŞTIM


Birde ilkokula başladığım o günü hiç unutamıyorum. O gün büyük bir heyecanla babamla birlikte okula gitmiştik. Babam beni Cemal Bilo isimli Seydişehirli öğretmenimize teslim etti Ben sınıfta otururken babamın gidişini pencereden gördüm. Ve birden babamı görmem ile beraber ağlamaya başladım. 7 yaşında idim ve babamla geri gitmek istiyordum. Öğretmenin bana kızması ile birlikte sesimi kestim ve yerime oturdum.


HAYATIMIN EN AĞIR GURBETİNE 7 YAŞINDA ÇIKTIM


Yaylamızda okul olmaması sebebi ile babam Cihanbeyli merkezde benim okumam için bir ev tutmuştu. Bu tuttuğu tek gözlü evde ilkokula başladım. Çok gurbet gezdim. Ama hayatımdaki en ağır gurbeti ailemden ayrı kaldığım o 7 yaşında çektim. Tek gözlü evde üç çocuk bir arada kalıyorduk. Ben birinci sınıfa, diğerleri 4. ve 5. sınıflara gidiyorlardı. Biz aynı zamanda yemek yapmak, bulaşık yıkamak ve okula gitmek zorundaydık. İlkokul ve ortaokulu Cihanbeyli’de tamamladık


BAYBURTLU İMAMIN’ DELİ DEVE GİBİ SENİ ÇİĞNERİM’ TEHDİDİYLE, HAYATTA DERLİ TOPLU OLMAYI ÖĞRENDİM


O evde mesela bulaşık yıkama vazifesi ortalığı toplama vazifesi benimdi. Benim bu görevimi zaman zaman aksattığım olurdu. Bu tek gözlü evimizin sahibi olan Bayburtlu imama bu durum bir gün şikayet edilmiş. İmam bana gelip evimizi derli düzenli kullanmamı söyledi ve bağırarak beni şöyle tehdit etmişti “Seni deli deve gibi çiğnerim...” Bu beni çok etkilemişti. Bir daha işimi aksatmadım o günden bu yana da derli toplu olmayı öğrendim ve bu işleri yapmayı severim.


CİHANBEYLİ’DE ÇOK HOŞ ARKADAŞLIKLARIMIZ OLDU


Ortaokulda çok hoş bir hayatımız oldu. Cihanbeyli merkezde AK Parti İlçe Başkanı Rıfkı Koyuncu, İlyas Önal, Nedim Torun, Dr Taner Karadığı ve pek çok şu anda ismini hatırlayamadığım bir sürü arkadaşımız oldu. Ve bunlarla çok hoş günler geçirdim.


MAHALLELER ARASI BASKINLAR, TEKSAS, TOMMİKS OKUMAK BÜYÜK ZEVKTİ


Ama inanın en büyük zevkimiz Teksas, Tommiks kitaplarını okumak ve onları arkadaşlarla değiştirmekti. Mahalleler arası baskınlar da ayrı bir keyif verirdi, böyle bir şey vardı o zamanlar. Orada 2. sınıfta üç çocuk olarak evimizden ayrılıyoruz, anamın dayısı Cihanbeyli’ye bağlı Damlakuyu köyünde Atlantı’nın Bulduk Tekino’nun yanında okumaya başladım. Onun büyük desteğini gördüm. Onun da torunu olan Rıfat Tekin ile çok hoş günlerimiz oldu.


KARDEŞLERİMİN DE OKUMA MECBURİYETİ ORTAYA ÇIKINCA BABAM CİHANBEYLİ’DE EV YAPTIRDI


İlkokuldan sonra diğer kardeşlerimin de okuma mecburiyeti ortaya çıkınca babam bunun için Cihanbeyli’de bir ev yaptı. Bu evimiz 4 odalı, fakat ortadan ikiye bölünmüştü. Yarısını kiraya vermiştik. Yarısında da kardeşlerim ile ben kalıyordum. Bir müddet böyle kaldıktan sonra babamlarda Cihanbeyli’ye göçmeye karar verdiler. Ve Cihanbeyli’ye göçtük. Yıl 1967’ydi. Babam burada bakkallığa başladı. Ben orada ortaokulu bitirmiştim. Tabii burada şunu da çok açık olarak söylemeliyim ki bugün bu şekilde yaşamam annemin ve babamın bizi okutmak için yaptıkları fedakârlıklar sayesindedir. 


HİÇ TİCARET KAFALI OLMADIM


Ticaret kafalı olmadım ama babam hep anlatırken güler. Bir gün babam beni bakkal dükkânına bırakmış, bir yere gitmiş. Gelen müşteri Antepfıstığı almak istemiş, fiyatını bilmiyormuşum, ona daha önce kaça aldığını sormuşum ve o fiyattan Antepfıstığını vermişim. Babam geldi bir şey satıp satmadığımı sordu, Antep fıstığının fiyatını bildin mi dedi. Ben de kendisine sordum, eski fiyatından verdim dedim. Tüccarlığımın zayıf olduğu konusunda hep konuşur, gülüşürüz. Hatta, mesela Almanya’ya gitmeden önce öğretmenlik yapmıştım. Bu süre içerisinde artırdığım para ile zetina, siyah beyaz TV, bir de delta radyo ve bir av tüfeği ile sayısını bilemediğim kadar kitap aldım. Bunların dışında hiçbir şeye yatırımım olmadı. Ama hayatımın hiçbir döneminde paraya sıkılmadım.


OTEL PARASI OLMAYAN GEDİZ DEPREMZEDESİ


Mesela yine unutamıyorum. Karatay Lisesi’ne devam ederken İstanbul caddesinde otelde kalıyordum, yanımda Nedim Torun vardı. Gediz depremi oldu Kütahya’da. Akşam otel sahibinin odasında oturuyoruz. İçeriye yaşlı bir adam girdi, deprem bölgesinden geldiğini parasının olmadığını, ama otelde kalmak istediğini söyledi. Otel sahibi razı olmadı, adam boynu bükük çıktı. Adamın arkasından gittim. Ona 2.5 lira para verdim “Amca sen bu parayı al otelde kal” dedim. Çok kısa boylu ve sapsarı benizli bir çocuktum. Adam “oğlum senin başka paran var mı?” dedi. Param yok ama yarın memleketime, Cihanbeyli’ye gideceğim, orada para alırım dedim adamın o anda ağladığına şahit oldum. Bunu hiç unutamıyorum. Ve o hafta sonunda Akşehir Öğretmen Okulu’nu kazandığımın belgesi geldi.


ÖNCE KARATAY LİSESİ SONRA AKŞEHİR ÖĞRETMEN OKULU


Konya Karatay Lisesi’ne başladım. Daha sonra kazandığım Akşehir Erkek İlköğretmen Okulu’na geçtim. Okula 1969’da girdim ve 1972’de okuldan mezun oldum. Akşehir’de sosyal bilimlerde iyiydim. Fakat son sınıfa kadar okulun en kısa boylu, en zayıf ve en çelimsiz öğrencisiydim. O dönemde de çok yakın olduğumu arkadaşlarımız oldu. Mezun olduktan sonra Diyarbakır’da göreve başladım.


ÖĞRETMEN OKULUNUN ÖĞRENCİLERİ ÇOK MUZİPTİ


Bizim okulumuzda muzip olanlar vardı. Okula ilk gittiğim gün benim yatağımda yatan birinin dudaklarını siyah ayakkabı boyası ile boyadılar. Cihanbeyli’den yeni gelmiştim, bana da aynısını yapacaklar korkusundan sabaha kadar uyumamıştım. Öğretmen okullarının kendine has havası vardı. Çok ders çalıştığım bir gün kimseyi rahatsız etmemek için yavaşça yatakhaneden içeriye girdim. Battaniyeyi kaldırıp ayağımı uzattığım an yatağımın göl halinde olduğunu gördüm ve yatağım çöp bidonlarından boşaltılan su ile tamamen ıslatılmış olduğunu ve bunun yatakhaneye geç gelenlere verilen bir ceza olduğunu öğrendim. Bir müddet sonra da herkes gülmeye başladı. Yapacağım hiçbir şey yoktu, artık bir yer bulup orada sabaha kadar uyudum.


DİYARBAKIR’DA GÖREVE BAŞLADIM, SELÇUK ÜNİVERSİTESİ’Nİ KAZANDIM


İlk görev yerim Diyarbakır Silvan ilçesi Tokluca köyü idi. 2 yıl orada çalıştım. Bu arada Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler’e girdim. Fakat devam edemedim. Öğretmenliğe Cihanbeyli’ye bağlı çeşitli köylerde devam  ettim.


ŞERİFE HANIMLA HİÇ GÖRÜŞMEDEN, KONUŞMADAN NİŞANLANDIM


1977 yılında evlendim. Şerife hanım kendi köyümüzdendi. Hiç görüşmeden ve konuşmadan nişanlandım. Daha sonra da Şerife hanımla evlendim. Elife ve Gülperi isimli iki kız çocuğum oldu. Mutlu bir aile hayatım var. Buna hep şükrediyorum. Şu an da kızlarım evli, onlardan üç torunum var şükürler olsun ki. Bayram Emir, Mustafa, Zeynep Sude isimlerinde torunlarım var.


ALMANYA’DA 6 YIL TÜRK ÇOCUKLARI İÇİN TÜRKÇE, TARİH VE DİN DERSİ ÖĞRETMENLİĞİ YAPTIM


1981 yılında Almanya’ ya gittim. 6 yıl Almanya’da, Alman okulunda Türk çocukları için Türkçe din ve tarih dersleri verdim. Orada bulunduğum süre içerisinde. 24 ayrı kursa katıldım çeşitli ülkeleri gezme imkânını elde ettim.


ALMANYA BENİM DÜNYAMI DEĞİŞTİRDİ


Almanya benim dünyamı değiştirdi burayı yeni bir eğitim süresi gibi algılıyorum. Orada çalışmanın ve disiplinli olmanın her işin başı olduğunu kavradım. Kendi milletimize inancım da güçlendi. Ve orada kalmayı hiçbir zaman düşünmedim. Şu anda oradan dönmüş olmaktan dolayı da çok mutluyum. Almanya bence ciltlerle anlatılacak oradaki insanlarımızın perişanlığı yazılmalı ve yine bence filmlere konu olmalı. Orada çok iyi bir öğretmenlik dönemi geçirdim. Bir yabancı dil öğrendim.


ALMAN MÜFETTİŞ BANA SİZ DOÇENT MİSİNİZ DİYE SORDU


Almanya’da öğretmenliğe başladıktan 3 ay sonra teftiş için alman müfettiş geldi. Almanya’da teftiş sistemi değişik. Gelmeden bir ay önce size bir mektup ile bu durum bildiriliyor. Gelen müfettiş sınıfın arkasına oturuyor ve sizin ders vermenizi takip ediyor. Üç saatlik bir dinlemenin sonunda da sizde bulduğu yanlışları,eksiklikleri ifade ediyor. Bu müfettiş birinci dersimi dinledikten sonra yanıma geldi ve ‘Mustafa bey, Türkiye’den geleli ne kadar oldu?’ dedi. Ben de ‘3 ay’ dedim. ‘ Siz doçent misiniz?’ dedi. Ben de ‘hayır’ dedim. Sonra bana ‘Burası üniversite değil, biliyorsun değil mi?’ dedi. Evet dedim, bana ‘60 dakikalık bir derste, Alman bir öğretmenin konuşma süresi 15 dakikayı geçemez, siz yeni geldiğiniz için ben size 25 dakika konuşmanızı normal karşılayabilirdim ama siz 45 dakika konuştunuz 60 dakikalık derste 45 dakika konuşan bir öğretmene biz öğretmenlik yaptırmayız’ dedi. Ve beni Alman sınıflarına ders dinlemek üzere eğitime aldılar. 3 ay sonra verdiğim ilk derste 60 dakikalık derste konuşarak 15 dakikayı dolduramadım ve öğretmenlik benim için bir keyif haline geldi. Sınıfın kapısını çalarak girmeyi, öğrencim geldiği zaman ayağa kalkmayı, maalesef 15 yıl sonra öğrendim.


TÜRK ÖĞRENCİ ERKAN BİR YANDAN AĞLIYOR, BİR YANDAN MASAYI  YUMRUKLUYORDU


Orada beni üzen bir hadisede bir gün okuldan çıkmış merdivenlerden iniyordum Alman öğrencilerin bir küme halinde olduğunu gördüm yanaştığımda Erkan Gündoğdu isimli bir öğrencinin yere oturmuş halde ağladığını gördüm. Bir Türk öğrenciyi o halde görmek çok canımı sıkmıştı. Onu kaldırdım, niye ağladığını sorduğumda ön sıraya geçmek istediğini Almanların bırakmadığını söyledi bunun doğru olmadığını ona söyledim, o saatte dersim boştu. Alman öğretmenin yanına giderek bu öğrenciyi bir sınıfa alarak konuşup konuşamayacağını sordum. O da müsaade etti. Erkan’ı alarak sınıfa gittim. Erkan’la konuşmaya başladım. Erkan Balıkesir Gönen’in Türkali köyündendi. Geleli bir yıl olmuştu Boynunda bir anahtar asılı idi. Annesi ve babası çalışıyordu. En büyük dostu Türk filmleri idi. Memleketini sormaya başladım. Orada büyük anneannesinden dayılarından bahsetti sıra anneannesine geldiğinde ineklerinden bahsetti ve birden bire hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ve hayatımda böyle bir ağlama görmemiştim Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan sırayı yumrukluyordu. Ağlayarak - ‘Öğretmenim memleketime dönmek istiyorum’ diyordu. Yapacağım tek şey beraber ağlamak ve bir gün döneceğimize dair ümit vaat etmekti. 15 yıl sonra aynı şehre ziyarete gittiğim de Erkan’ı sordum. Erkan eroin satmaktan ceza evindeyi.


ALMANYA’YA TÜRKLER ADINA MEZARLIKLAR ÜLKESİ DİYORUM


Oradaki insanlarımızın vebalini hep omuzlarımda hissettim. Bence dişimizi dişimize geçirmeli, susmalı, gece gündüz demeden çalışmalı ve gurbet ellerde heba ettiğimiz bu nesli Türkiye’ye bir an önce taşımalıyız. Ve Almanya’yı hiç abartmadan Türkler adına ‘mezarlıklar ülkesi’ olarak görüyorum.


ARKA ARKAYA YENİ ÜNİVERSİTELER VE ÖĞRETMENLİKTEN


SARRAFLIĞA...


1987 de Türkiye’ ye geri döndüm. Cihanbeyli merkezde öğretmenliğe yeniden başladım. Bu arada üniversite imtihanlarını girip Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okuluna girdim. Ama bu okula devam etme imkanı bulamadım. Bu arada  öğretmen olan kardeşim öğretmenliğini bıraktı onunla sarraflık yapmaya başladık. Cihanbeyli’de 1987’de ‘Sarraf Dergâh’ diyerek, levhamızı takarak bu işine başladık. Yine aynı şekilde 1990 yılında Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesine girdim. Devam mecburiyetim burada da mümkün olmadı. Daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi ön lisans programını tamamlayarak eğitim hayatımı noktaladım. 1997 yılında öğretmenlikten emekli olduktan sonra artık tamamen ticarete yöneldim.


ELEKTRONİK HASTA ARAÇ  GEREÇLERİ İLE DÜNYANIN EN GELİŞMİŞ ÜLKERİNE GİRDİK


Sümerbank mağazasını özelleştirmeden aldım ama sarraflık işine devam ettim. Zahire işine de yazları girmeye başladım. Daha sonrada yeni kurulan 1997 medikal 2000 AŞ şirketi ile ortak olarak elektrik hasta araç gereçlerini üretmeye başladım. Şu anda bu işe devam ediyorum.


Ve bugün Türkiye’nin en kaliteli malzemesini üreten firmayız var. Bununla ayrıca gerçekten gurur duyuyorum. Çünkü daha önceden yabancılar bu ülkede 28 milyara kadar karyola sattılar. Biz şu anda üretimle onların fiyatlarını yüzde 50 oranında aşağıya çekmeye mecbur ettik ülke içinde 350 hastanede varız. Yurt dışında İngiltere’den Yunanistan’a Malezya’ ya başta olmak üzere 10 nun üzerinde ülkeye ihracata yapıyoruz. 110 insan ile birlikte çalışıyoruz.


SOSYAL KÜLTÜREL VE MESLEKİ ÖRGÜTLERDE ÇALIŞIYORUM


İlk 1975 de Cihanbeyli Kültür Yardımlaşma Derneği ile sosyal ve kültürel faaliyetlere başladık. Daha sonra faaliyetlerimizde mesleki örgütlerde çalıştık. KTO Başkan Vekilliği ve Meclis Başkanı, Dünya Ticaret Merkezi Başkan vekilliği, TOBB Sağlık Sektör Meclisi Başkan vekili, Kayseri Dünya Ticaret Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği, Konya Sivil Toplum Platformunda yönetim kurulu üyeliği gibi alanlarda görev aldım ve almaktayım.


TAŞIDIĞIM ROZET KENDİMDEM BÜYÜK OLMADI HEP İNSANLARIN, İNSANLIĞI  ÖN PLANDA OLDU.


Hayatımın en önemli dönemi ise hiçbir dönemde rozetim (taşıdığım rozet) kendimden ve kafamdan büyük halde olmadı. Hiçbir dönemde hiçbir kabileye kendimi ait hissetmedim. Benim için insanların insanlığı önde oldu. Çocukluğumdan itibaren hiçbir dostumu terk etmedim. Vefalı olmak bende bir din gibidir yani o kadar önemserim. Çocukluğumdan itibaren bütün arkadaşlarım ile dostlarım ile ilişkilerim devam eder.


CİHANBEYLİ’DEKİ EVİM KÜTÜPHANE VE DOST MECLİSİNE DÖNÜŞTÜ


1987 den sonra Cihanbeyli’de evimin 2. katını bir kütüphane haline getirdim 80 kişi alacak bir salonla 10 yıl süreli sohbetler düzenledim. Türkiye’nin seçkin kalemlerini orada misafir etme imkânını buldum. Profesör İlber Ortaylı’dan tutun da Profesör Oktay Sinanoğlu’na, Mehmet Doğan, Mehmet Niyazi Özdemir, Prof Ahmet İmam, Mustafa Çalık, Ahmet Turan Alkan’a kadar birçok kalemi misafir etme onlarla konuşma imkânını burada elde ettim. İnsanı ön planda görmeyi seviyorum. Öyle bir hayat anlayışını da yaşamaya çalışıyorum.


KİTAP, FOTOĞRAF VE TÜRK HALK MÜZİĞİ İLE DOLU DOLU


YAŞANAN BİR HAYAT


Kitap okuma, yazma fotoğraf çekmek Türk Halk müziğine karşı son derece ilgili ve duyarlıyım. İyi türkü söylediğime inanan epey de insan vardır. Yine fotoğraf çekme, yazma, okuma, şiir, yazılarla hayatım devam ediyor. Küçük bir talim terbiyeden geçmiş kitabım var eğitim ile ili yayınlarım var.