Mustafa Kemal YILMAZ
Bu haftaki konuğumuz İvriz Köy Enstitüsü mezunlarından çeyrek asra yakın öğretmenlik yapan Mustafa Kemal Yılmaz...
Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
M. Kemal Yılmaz
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Bu haktaki konuğumuz Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı Yelbeyi köyünde dünyaya gelen, ailesi ile birlikte tüm acımasız hayat şartlarını gören, babasının idealistliğiyle İvriz Köy Enstitüsü’nü imtihanla kazanarak eğitim yolunda ilk adımını atan Mustafa Kemal Yılmaz. Yılmaz, İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra çeyrek asrı aşan öğretmenlik ve idarecilik hayatında pek çok şey yaşamış. 12 Eylül askeri darbesinin öncesi ve sonrasında ülkenin geçirdiği en acımasız günlerden geçen Yılmaz, tavizsiz kişiliğiyle ülke ve eğitimin doğrularından asla taviz vermeyerek yaşadıklarını MEMLEKET okurları ile paylaştı.
YELBEYİ’NDE DÜNYAYA GELDİM
5 Nisan 1933 günü Bozkır ilçesinin Yelbeyi köyünde, Fatma ve Hasan Yılmaz çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam ‘Barut Hasan’ olarak bilinir. Anamın babası Ali dedem Kazım Karabekir Paşa’nın postacılığını yapmış. Babamın babası Ali Onbaşı da köyün ileri gelen ve Delibaş isyanlarında köyü koruyan isimlerden birisi. Babam köyün rençperi. Biz Zeynep, Ali, ben, Ahmet ve Hasan Hüseyin olmak üzere beş kardeşiz. Ama bugün Ahmet ve ben olmak üzere iki kardeş kaldık.
EVLENİNCEYE KADAR MUSTAFA CÜZDANIMDA YAZILI DEĞİLMİŞ
Balkan faciası malum arkasından Birinci Dünya Savaşı’nı gören sonra Cumhuriyet ile bazı sosyal ve siyasi değişimler yaşayan, arkasından da İkinci Dünya Savaşı’nın yoksulluğunu yaşayan bir neslin çocuklarıyız. O şartlarda doğmuşuz o şartlar içerisinde büyütülmüşüz. Cumhuriyetin tam ortaları ve işte 1933 yılındaki doğumumdan hemen bir iki gün sonra köye bir Nahiye Müdürü gelir. Köyümüz Sarıoğlan’a bağlı. Babama sorar ‘muhtar oğlanın adını ne koydun?’ der, babam da “Mustafa koydum” deyince ‘Kemal’i de ilave et’ der ve Kemal de ilave edilir. Nüfus kütüğüne Mustafa Kemal yazılmasına rağmen nüfus cüzdanında sadece Kemal yazılıdır. Ve bu iş evlendiğim tarihe kadar bütün evraklarda Kemal diye yazar. Babam burada itiraz eder, “adı Mustafa Kemal” diye. Bunun ortaya çıkması da bir tesadüf eseri oldu. Konya’da evlendim Konya’dan gönderdiğimiz evlenme evrakı geri gelir. “Hasan Yılmaz’ın, Kemal Yılmaz isimli oğlu yoktur” diye. Onun üzerine isim tashih edilir, o eski nüfus cüzdanın ilk baş sayfasına asıl adım Mustafa Kemal diye yazılır, mühürlenir. Ondan sonra bizim de Mustafa Kemal diye hayatımız yeniden başlar
DAĞDAKİ OTLARI TOPLARDIK
O yıllarda cumhuriyetin yeni kurulmuş olmasının sıkıntısı, sonraki yıllarda Birinci Dünya Savaşı’nın yokluğu yoksulluğu bizim köylerimizde daha çok hissediliyordu. Dağ köyü olduğu için öyle ahım şahım bir geçim refahlığı yoktu; o dağda biten otlar ve yeşillikler vardı. O otları toplarız, anam hamurun içine karıştırır haşlar, ekmek yapar biz de yerdik. İşte o devri gören babalarımız bir karar verir. Babam kendisini yetiştirmiş, askerliğini çavuş olarak Antalya’da yapmış bir insandı. “Çocuklarımızın hepsini okutacağım” der ve kendi kendine söz verir, zaten köyümüzde de ilkokul bile yoktu. Anadolu’da olduğu gibi iki kardeşi birlikte Bozkır’a götürecek orada okutacak, ancak kendisileri bizimle ilgilenemeyecek, yani bir oda tutulacak, odada ikimiz yaşayacaktık. Ve işimizi kendimiz yapacağız. Beni kayıt ettirdiğinde 10-11 yaşında idim. İlkokula başladığımız zaman abim ile aramızda sadece bir yaş vardı. Başöğretmenimiz Atatürk İlkokulu’nda Taşbaşlı Sıraç Aydıntaşbaş idi. Hocamız Bozkır’ın olduğu gibi bizim de velinimetimizdi. Ayağında çarık sırtında heybe ona gelirler, o Bozkırlıların önüne düşer, onların işine görür ama gün gelir Sıraç Aydıntaşbaş milletvekili adayı olur… Sarıoğlan köylerine gider “ayran içmeye geldim” der hitap eder ama sonuç tabi boş; eli boş döner gelir.
AZIĞIMIZI BELİMİZE SARAR DAVAR GÜDERDİK
Köyde 10 yaşına kadar davar sığır gütmeye gideriz. Azığımız belimizde davar veya sığır önümüzde dağa gideriz ama öğlene kadar su filan yoktur. Dağlarımızda güttüğümüz mallarla kendimizde öğleye kadar susuz durur, öğleyin uzak bir çeşmeye kadar götürür hayvanları ve kendimizi sular, yüzümüzü tekrar dağa döner, akşama kadar da öyle vakit geçiririz. Ancak bir şey ilave edeyim: Askerliğini bitirmiş Mehmet Ali diye bir köylüm bu arada da okuma yazmayı bana öğretti. Hatta Karacaoğlan diye kitapçıklar vardı; ondan alırım, dağda yüksek sesle bağıra bağıra okurum. Okula gitmeden önce de okuma yazmayı öğrenmiştim.Ve tabii ekin ot zamanı ana balarımızla birlikle onlar ne iş yapıyorsa onların yanında biz de çalışırız. Ve hayatımız öyle devam eder. Gerçi ilkokul ve öğretmen okulu sıralarında da bu devam eder, kışın okul yazın iş; işten kurtuluş yok yani….
ABİMLE HADEMEYE SÖZ VERDİK
Birinci sınıfın sonuna doğru başöğretmen Sıraç Aydın Taşbaş aynı köyden üç kişi olan bizi bir gün kapıda durdurur. Bütün arkadaşlar çıkar bizi çıkartmaz, tahtaya üçümüzü de sıralar, biraz da peltek konuşurdu. “Yazın bakalım” der abimden başlar “Bozkır Yelbey köyünden Hasan oğlu Ali Yılmaz yaz”, “öbür arkadaş Bozkır’ın Yelbey köyünden Ali oğlu Ahmet Ali”, bana da “Bozkır Yelbey köyünden Hasan oğlu Kemal Yılmaz yaz” der… “Ahmet Ali ölü oğlu Ali” diye yazmaya başlar ona ‘geberrrr kara canavar’ diye çıkışır. Rahmetli abim tahtaya biraz fazla yaklaşır ona da ‘sokul domuz sokul’ diye çıkışır. Ben yazıp çekilirim okuma yazma bildiğim için. Okulda ikinci bir unutamadığım anı ise o günlerde Çarşamba Çayı Sorkun’dan çıkar, Bozkır’ı böler ve geçer. Okulun yakınında Çarşamba Çayı’nda yüzmek üzere abimle suya gireriz. Meğer başöğretmen Sıraç Aydıntaşbaş da hademe vasıtası ile bizi takip ettirirmiş. Bir gün yine suya girmiştik ki hademe çamaşırlarımızı alır, “ben bunları başöğretmene götürürüm siz de ne haliniz varsa görün” der ve gerçekten de orada öyle kala kalırız, çocuk hali işte. Sonra hademe geriye döner “hoca tembihledi eğer bir daha suya girmeyecekler ise çamaşırlarını ver dedi” der. Biz de hademeye söz verince çamaşırlarımızı geri aldık, giydik ve bir daha Çarşamba Çayına gerçekten de girmedik.
İVRİZ’İN YOLUNU TUTTUK
Bozkır’da beş sene izbelerde, camı olmayan, rutubet kokan, havalandırmasız, ısıtılması ise mümkün olmayan, ekmeğini kendi yapıp yiyen iki kardeş olarak geçirdik. Okuldan sonra İvriz yolculuğu başlar. Ve gerçekten o yıllarda Köy Enstitüleri yoksul aile çocuklarının okuması ve Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunması açısından çok ilginçtir. Ancak ben bunu hep bir şarta bağlarım; bugün de dâhil o okullara götürülen, orada eğitim-öğretim gören Anadolu, daha doğrusu köylü çocukları kökeninden koparılmadan yetiştirilmeliydi. Bu nokta hala tartışma konusudur. Köy Enstitülerine kayıt olabilmek için köy okulu mezunu olmak gerekiyordu. Oysa biz ilçe merkezinde okumuştuk. Köy okulundan diploma almak gerekiyordu, ben de o yüzden Çumra’nın köyünden diplomayı aldım. Bunun hikâyesi de şöyle: Beni Yelbey’den bir katıra bindirdiler, Apa Köyü’nü bir başıma buldum, hayret bir şey nasıl buldum? Peki, niye Apa köyü, niye yakın bir köy değil de burası? Bu da ilginç; Apa köyü öğretmeni babamın yakın tanıdığı da onun için. Bakın hala Türkiye bu noktayı aşamadı. Ve diplomayı aldıktan sonra da o yıl Köy Enstitülerinde imtihan açıldı, ilk imtihanla girenlerdenim. Beş seneden altı seneye çıkartıldı, altı sene mezunlarındanım. Yani öğretmen okulu mezunuyum.
ÇAYI TABAKLARDA İÇER DONMUŞ DERENİN BUZUNU KIRARAK ELİMİZİ YÜZÜMÜZÜ YIKARDIK
Orada hayat daha ilginç… İvriz’e ilk vardığım zaman o kalabalık meydanda gözüm hep birilerini arar, o rahmetli abim Ali Yılmaz’dır. Benden bir sene önce İvriz’e gitmişti, uygulama okulu beşinci sınıfa kaydolmuştu. Beşinci sınıfı orada okudu tabii. Ben de beşinci sınıfı aynı zamanda yalnız başına okudum. O meydanda buluştuk, kucaklaştık. Beş yıl birlikte olduğumuz, son yılı ayrı yaşadığımız hasreti öyle gidermiş olduk. “Anamın babamın selamı var” derken de hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum. Karavanalarda sabahları çayı tabaklarda içerdik, bardak yoktu su donar o şırıl şırıl akan donmuş derenin buzunu kırar, elimizi yüzümüzü yıkarız, geceleri üç katlı ranzalarda yatarız. Soba yoktur, ısıtma yoktur ama üşüdüğümüzü de hatırlamıyorum. Ancak teslim etmek gerekir ki öğretmenlerimiz Türkiye şartlarına göre tam bir idealist yetiştirme gayreti içerisinde idiler. Bir misal olarak göstermek gerekirse bir müdür yardımcısı vardı; Allah rahmet eylesin Hamit Özmenek … Bir kapı kolu kırıldığında bütün öğrencileri meydana toplar “Bu millet malı, nasıl kırarsınız köpekler?” diye azarlar, bağırır… Milli servet üzerinde bu hassasiyeti öğrencilere kazandırmaya çalışırdı. Bu noktalar da gözden hep uzak tutulmuştur. Ancak köy enstitülerinin menfinin üzerinde fazlaca durulmuş ve bu bakımdan da çok önemli olan eğitim konusunda ikilimler yaratılmıştır. 1953’lerde bunu gören zamanın Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Köy Enstitülerini 6 yıla çıkartarak öğretmen okulları ile eşleştirmiştir. Aslında şehir öğretmen okulları köylere gitmemekte, köylerde öğretmensiz kalmakta idi. İşte Köy Enstitüleri’nin kuruluş gayelerinden birisi buydu. Amacına ulaştı mı? Kapanmasaydı da daha akademik hale getirilseydi. Ve o idealle öğretmen yetiştirmeye devam edilse idi acaba eğitim dış etkilerden daha mı çabuk kurtulurdu diye de diye düşünüyorum.
Şunu kabul etmek gerekir ki eğitimimiz hala ileri güçlerin, kalkınmış devletlerin etkisi altında. Globalleşen dünyada güç sahibi ülkeler kalkınmakta olan ülkeleri ve insanlarını denetimleri altında idareye çalışmaktadır. Bu da dünyanın nereye doğru götürüldüğünün bir göstergesi olsa gerek… Bundan da galiba kimliğini, milli varlığını milli benliğini, inançlarını, Türklüğünü bilen ve daha doğrusu yaşayan bireylere bundan oluşan millete şiddetle bugün her zamandan daha fazla ihtiyacımız vardır, bunu da tespitte yarar görüyorum.
KÖY ENSTİTÜLERİ CHP İDEOLOJİSİNDE İSTİSMAR EDİLDİ
Köy Enstitüleri ilk defa açıldığında köye öğretmen, sağlık memuru, hemşire yetiştirmek üzere açıldı. Bir süre bu program uygulandı, öğretmen mezun olup köye döndüğü zaman çiftçilik ile geçinen köylüye örnek olmalı idi. Tarlasının nasıl işleneceğini, nasıl daha çok verim alınacağını bilmeli, uygulama ile köylüye göstermeliydi. İlk mezunlarda öğretmenlere köyde bir miktar tarla verilerek uygulamalı bir şekilde hayata geçirildi. İnşaat işlerinde, ziraat işlerinde olduğu kadar becerikli bilgi sahibi insanlar köy öğretmeni olarak gönderildi ve onlar da o yerlerin yapımında imarında da öncülük yaptı. Bu hal 1941-1942’lere kadar devam etti ancak hayat şartları ve dünya konjöktörü içerisinde bilgiye, genel kültüre de daha çok ağırlık verilmeye başlandı. Diyelim ki geçmişteki koyun sürüleri giderek tasfiye edilmeye başlandı. Ziraat bahçeleri vardı, ziraat bahçelerinde sebze meyve yetiştiriliyordu. Her türlü fenni meyveler sebzeler yetişirdi, öğrenciler de çalıştırılır uygulama yaptırırlardı… Bizim devrimizde 10 tane fidan dikeceğiz, 10 fidanın çukurunu da kendimiz kazacağız. Öyle ki arazi sert kazma ile kazarken ellerimiz şişer ve patlardı ama on çukur kazılacak, 10 fidan dikelecekti… Uygulama bu idi ne var ki 1950’li yıllardan itibaren bu iyiden iyiye değişmeye başladı. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi devrinde Köy Enstitüleri nasıl kendi ideolojileri yönünde istismar edildi ve kullanıldı ise 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’de oy toplamak kaygısı ile “Köy Enstitüleri kapatacağız, kızlarla erkeklerin bir arada da okumalarını önleyeceğiz” gibi propagandaların taahhüdü altına girdiler ve 1950’den sonra da değişikliğin bir ana sebebi de bu olsa gerek, bu sözlerini de yerine getirdiler öğretmen okullarının şekillerini çevirdiler.
ÖĞRETMEN İKEN EVLENDİM
Mezuniyet sonrası ilk tayin yerim Hatunsaray Detse. Detse’de öğretmenken Hatunsaray nahiyesi müdürü Konyalı ağazadelerden Abdurrahim ve Konyalı avcılardan Fatma Konya’nın kızı Emine hanımla evlendik. Lojmanda oturuyoruz ve tabii bütün düğün masrafımı o günkü mütevazı maaşımla kendim temin etmek durumundayım. Nahiye başöğretmeni rahmetli Hüseyin Kemal Bilgiç dünür başımız oldu, annem babam nahiye müdürlerine kız istemeye gittiğinde babam biraz havadan hareket eder… Pırlanta küpe, pırlanta yüzük gibi her türlü şeye söz verir. Başöğretmen bir ara babamı ikaz eder “Hasan ağa sen mi alacaksın Kemal kendisi mi alacak?” der. Babam da “kendisi alacak” dediği zaman babama “öyleyse sen dur” der. Fakat babam söz verdiği için de borçla olsa da bunları tek tek yerine getirdi. Bu evlilikten üç çocuğumuz dünyaya geldi. Metin, Mefkure ve Meşkure. Mefkure’nin doğumu öğretmen olan fakat altı ay kadar ancak öğretmenlik yapabilenin abimin ölümüne rastlar. Onun için de hatırlayalım diye mefkûreci muallimden esinlenerek adını Mefkûre koyarız. Meşkure de ben Eğitim Enstitü’nde öğrenci iken dünyaya gelir. Dedesi ona benzesin diye o ismi koyar. Her üçü de okudu. Birisi mühendis biri Türkoloji mezunu, Meşkure’de Gazi Üniversitesi’nde tarih doktoru öğretim üyesidir. Bu çocuklarımın evliliklerinden de beş torun sahibiyim.
1951’DE ULUIRMAK ŞAKALAĞIN KÖPRÜSÜNÜN ORADA BAĞ ALINIR VE KONYA’YA YERLEŞİLİR
Her anne baba evlatlarının en iyi şekilde yetişmesi için ve en yüksek seviyede yaşaması için kendi hayatlarını hiçe sayarak gayret sarf ederler… Köyümüzde ilkokul olmadığı için başlangıçta bahsettiğimiz gibi Bozkır’da okurken kışın odun satılmaz, sadece yazın satılırdı. Yazın da biz köydeyiz ve dolayısıyla okullar başladığı zaman bir miktar odun gelir ama o da biter. Babam o kış kıyamette sırtında bir heybenin iki gözünde odun getirip bizi okuttu. İvriz’e gönderir öğretmen yapar; bu da yetmez köyde neyi var neyi yoksa satar, “çocuklarımız efendi olsun, efendilerle oturup kalksın, iyi bir hayat yaşasınlar” diye gurbet ellerin yolunu tutar. Konya Uluırmak Şakalağın köprüde 20 bin metre kare bir bağ alır, oraya yerleşirler yıl 1951 veya 1952 idi.
KONYA’YA İLK KEZ ÜSTÜ AÇIK KAMYONLA GELDİM
Son öğretmen okulunun iki yıl yaz tatilini biz de bu bağda da geçirdik. Daha doğrusu İvriz’e giderken ilk defa Konya’ya geldiğimde Mengene’deki eski garaja üstü açık kamyondan indik o zamanlar otobüs yoktu. Yollar toz stabilize bile değildi kum dahi değildi. Garaja indiğim zaman kendi kendime demek ki burası Konya diyordum kaldırım taşlarına bakıyorum köyümüzde yollarımızda görmediğimiz kaldırım taşları seyyar satıcılar simitçiler köyden daha kalabalık bir yer yani kocaman bir köy. Gene velinimetim diye ifade ettiğim oraya yakın bir yerde Sıraç Aydıntaşbaş oturuyordu. İsmet Paşa İlkokulu başöğretmeniydi. Bir tahta bavul içinde köyümüzde yetişen üzümün en güzeli dolu. Sıraç beye hediye olarak getiriyoruz. Ve o gün beni bırakmazlar, evlerinde misafir ederler, ertesi gün de İvriz’e yolcu edilirim.
BURSA EĞİTİM ENSTİTÜSÜNDE ÖĞRENCİYKEN KIZIMIN OLDUĞUNU SÖYLEDİLER
3 sene Detse, 3 sene Hatunsaray İlkokul ve baş öğretmenliğimden sonra Bursa Eğitim Enstitüsü öğrencisi olarak buraya gidiyordum. Enstitüde öğrenci iken sınıfta “Mustafa Kemal sana bir haber var” denir… Edebiyat dersinde bir kızımın olduğu söylenir. İlk şiir kitabım ‘ikindi çağrıları’nı ithaf ettiğim edebiyat öğretmeniz Mehmet Aydın da sınıftadır. Bana izin verir, dışarıya çıkarım, telefon görüşmesi yaptıktan sonra rahatlarım. Unutulmayan anılarımdan birisidir bu. Karapınar’da bir süre ilkokul öğretmenliği yaptım Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Sivas Kız Enstitüsü’ne Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandım. Ama Tarih dersinden takmıştım. Ve altı ay daha Karapınar’da ilkokul öğretmenliğine devam ettikten sonra tarih dersini verdim ve Eğitim Enstitüsü diplomamı aldım
KARAPINAR’DAN SONRA 2 YIL SİVAS ENSTİTÜSÜ
Sivas’ta iki yıl kaldım. Baş muavin oldum, bir matematik öğretmeni vardı. Yağışlı bir kış gününde telaşla beresi ve mantosu ile derse girdi, dikkatimi çekti. Dersten sonra konuştum yakındı müdüre hanım meslek dersleri öğretmeni idi. Dedi ki ‘müdüre hanım kendi branşlarındakileri yanına alır çarşıya gider, dersler saatlerce boş geçer ama kültür dersleri öğretmeni bizler gecikmemiz halinde bizi azarlar, “muhatap olmamak için böyle girmek durumunda kaldım” der ve bundan sonra müdüre hanım ile anlaşmazlığımız arttı. Soyadı Varilli olan bir valimiz vardı, sonradan Danıştay üyesi oldu. İlçelere Kız Enstitüsü sergilerinin açılışına müdüre hanımı ve beni birlikte götürürdü. Belli saatte yol güzergâhına çıkardık, müdüre hanım bir gün gecikti vali bey kendisini arabaya aldı ama ikaz etti. İkinci kez bir defa daha gecikti bekledi “kendisine ikaz etmiştim” dedi ve arabaya almadan yoluna devam etti. Bu okulda bir diğer anım ise okulda iki tane erkek öğretmen vardık. Kız Enstitüsünde birisi ben bir diğeri ise Fransızca öğretmeni idi. Fransızca öğretmeninin nöbette olduğu bir gün kendisini merdivenin çok yakınında durduğunu ve uygunsuz olarak öğrencileri seyrettiğini gördüm. Kendisini çağırıp ikaz ettim. Hatta “sizin eşinizi ben böyle seyretsem siz de görseniz razı olur musunuz” dedim güldü ve “siz bunu yapmazsınız muavin bey” dedi. Tabii valiyle görüşerek bu öğretmeni bu okuldan başka yere naklettirdim. Sivas’tan askere ayrılırken yazık ki müdüre hanım ile vedalaşamadık.
ASKERLİK İÇİN ÖNCE ANKARA SONRA DİYARBAKIR
Ankara Etimesgut’ta tankçı taburunda yedek subay öğrencisi olarak altı ay vatani görevime başladıktan sonra Diyarbakır Beşinci Tank Taburu’na keşif takım komutanı olarak gönderildim. Disiplinli ancak insancıl bir tabur komutanım bölük komutanım vardı. Bir süre sonra ekspres tatbikatı vardı, bu Birleşmiş Milletler çapında bir tatbikat idi. O tatbikatın keşif takım komutanlığını ben yaptım. Çok yoruldum. Türk ordusunun disiplinini, yiğitliğini, gerçekten niye zaferden zafere koştuğunu o tatbikat ve sonrasında merasimde de gördüm. Gurur duydum. İşte o tatbikattan sonra da tabur komutanım beni kantin subaylığına getirdi. Bunu istemesem de getirildim. Bir astsubay bir yüzbaşı bu kantini yönetiyordu. Yüzbaşının haberi yok astsubay kantinde suiistimale bulaşıyor, faturalar tamam defter tamam ama piyasada borç var. Bu sebeplerden dolayı devir almak istemedim ama tabur komutanım boğazını göstererek “Yılmaz şuradan aşağı inmez ise korkma” dedi. Bir dilekçe ile bunu yapamayacağımı af edilmemi arz ettimse de tabur komutanı “bu bir emirdir” dedi. O suiistimalli kantinin her ay o günkü para ile 200-240 lira kasa fazlası verdiğini gördüm. Hatta bir gün tabur komutanım paranın fazla olduğunu görünce kendi paran ile karışmış olmayasın diye takılmıştı. Aldığım maaş belli idi ve o kantinde askerliğimi tamamladım. Hatta emekli General Faruk Güventürk kolordu komutanı idi. Faruk Güventürk ilk defa Demokrat Parti kurulduktan sonra ihtilal komitesi başkanlığına getirilen birisi idi. Ancak sonradan değiştirilir ihtilaldan sonra da Demokrat Parti’de biz destekledik, ne var ki iktidar olduktan sonra yapacakları bir iş kalmamış gibi Atatürk devrimlerine el attılar. Bir de misal dendiği zaman ezanı Arapça okuttular misalini verir, emekli olur aradan yıllar geçer. Umur bey de Celal Bayar müzesini gezer ,müze anı defterine aynı general şunları yazar: Atatürk etrafındaki küçük adamları almamış. Celal Bayar’ı bize yanlış tanıtmışlar işte kolordu komutanımız bu idi. Askerlik bu şekilde devam ederken tabur komutanım Faruk Güventürk tabura teftişe gelecek Atatürk ile ilgili bir broşür hazırlamamı emretti uygun dille uygun olmayacağını komutanımıza arz ettim ise de yine kantinde olduğu gibi bu bir emirdir Yılmaz dedi. hazırladım erata bunları dağıttık. Bir gün bir yüzbaşı üsteğmen ali ve ben onbaşı imtihanı yapıyoruz yüzbaşı sordu onbaşı adayına İstanbul’ u kim fetih etti asker ‘Mustafa Kemal Yılmaz komutanım’ cevabını aldı üsteğmen Ali bir taraftan gülerek yerlere yatarken bir taraftan da “Yılmaz sen ne yapıyorsun bu çocuklara” diyordu elindeki broşürler çocukları bu hale getirir Faruk Güventürk tabura teftişe geldiğinde tabur komutanı bir tank beresi ile bu broşörü hediye etti. Kolordu komutanı bozulur gibi oldu çünkü kendisinin Atatürk ile ilgili eserleri vardı ve taburda onlar okutulmalıydı.
TERHİS OLABİLMEK İÇİN KOMUTANIN EŞİNE GİTTİM
Terhis olacağız, tabur komutanımız da bu arada değişti. Özel istekleri olurdu, bu özel istekleri yerine getirilmesi bizim yetişmemizin icabı değildi. Nedir bunlar o arazi tatbikatına tabur çıktı ben kışla komutanı olarak kaldım. Yüzbaşılardan birisi komutan ile öğle yemeğini taburda yiyeceğini yemeğin hazırlığının buna göre yapılmasını emretti. Ben de karavanaya ilaveten bir yaz günü idi kavun salatalık yoğurt ilave ettirdim. Yemeğe oturdular, etrafa bakındılar galiba istenilen vardı ama masada yoktu. Masa terk edildi yemek yenmedi. Ve bir ay bizim üç defa yedek subaydık terhisimizin geciktirilmesi ihtimali doğdu, kolordu komutanın eşi öğretmen idi. Gittim durumu kendisine arz ettim, “siz tabura ulaşmadan sizin kağıtlarınız hazır olacak” dedi ve geldiğimde gerçekten de bizim izin kağıtlarımız hazırdı. Ve bu şekilde ayrıldık, yıl 1966 idi.
ASKERLİK SONRASI ÖNCE NEVŞEHİR ARDINDAN BEYŞEHİR ÜZÜMLÜ
Askerlikten sonra ilk tayin yerim Nevşehir Kız Enstitüsü oldu. Kız enstitüsü müdürü odasına girdim kendimi tanıttım. “Türkçe öğretmeni M. Kemal Yılmaz”dedim. Müdüre hanım yerinden fırladı “benim Türkçe öğretmenine ihtiyacım yok” karşılığını verdi. Ben de “peki bir yazı yazın ben Ankara’ ya döneyim” dedim. Yazıyı yazdı havalesini yaptırdık, Ankara’ya döndük. Kızılay’da bir lokantaya girdim; at nalı şeklinde çok neşeli bir masa vardı. O masadan bir ses yükseldi “Ankara da küçük bir yermiş, bak kimlerle görüşüyoruz” diyordu. Bu sesin sahibi Sivas Adalet Partisi İl Başkanı Tevfik Koraltan’dı. Tevfik Koraltan’ın eşi Günal Koraltan ile aynı okulda birlikte çalışıyorduk samimiyetimiz de vardı. Masaya bir servis ilave ettirildi, durumu anlattım. Yemekten sonra Milli Eğitim Bakanlığına birlikte gittik. Konya’da orta öğretime geçeceğiz, fakat “idarecilik olsun” diyen Tevfik beydi. Beyşehir Üzümlü Ortaokul müdürlüğünden başka da müdürlük yoktu. Kararname elden çıktı ve Nevşehir’deki görevimiz de bir ay 22 gün sürdü. İstasyon gibiydi indik bindik.
BOZKIR’I DUYUNCA İÇİME BİR ATEŞ DÜŞTÜ
Üzümlü de 1966-1967 ders yılında çalışırken Bursa Çekirge Kurucu ortaokulu müdürlüğü teklifini aldım. Fakat bu sırada Bozkır ortaokul müdürünün tayini İstanbul’a çıkmış içimde bir ateş hissettim. İçim alev alev yandı. Bursa çok güzel bir ilimizdi. Ama Bozkır da benim doğup büyüdüğüm, yoksulluklar içinde sırtında babamın odun taşıyarak beni okuttuğu ilçemdi. Bunun bedelini ödemem gerekirdi. İlk düşündüğüm; Bozkır’a ortaokul müdürü olarak gideceğim ve orada liseyi açacağım. Genel Müdüre gittim durumu arz ettim hemen düğmeye bastı ve “aklı başına gelmeden kararnamesini getirin” dediler. Yine kararnameyi elden aldım ama milletvekili Necati Kalaycıoğlu’nun buraya bir başka öğretmenin müdür olması için çalıştığını öğrendim. İlköğretim müfettişi okul arkadaşıma telefon açtım. Mehmet Doğan’a “Bozkır’a geliyorum bana bir ev kirala” dedim. “Ne hayır” dedi. Ortaokul müdürü olarak geleceğimi söyledim. “Olmaz” dedi. Sebebini sordum “Necati Bey Kemal için uğraşıyor ( Kemal Karakaş)” dedi. “Kararname cebimde sen evi kirala” dedim ve de öyle oldu. Bu arkadaşımız da benim yerime üzümlü ortaokuluna müdürü oldu.
BOZKIR’A GELDİM AMA
Konya milletvekillerine rağmen Konya’nın 119 kilometre ilerisindeki Bozkır Ortaokulu Müdürlüğüne geldim. 26 Eylül 1967. Yeni bir heyecan ancak eski mekanda hayallerimi gerçekleştirmek için çok çok çalışacağım. Okul binasına1952 yılında taşınmış, şimdi yıl 1967… Okulun açılışıyla birlikte aniden gelen bakanlık müfettişleri (!) ama onlar da haklı çünkü üslendikleri görevleri yapacaklar. Okulun ihale duvarını yapar bitiririz Atatürk büstünü Eskişehir’den getiririz. Ama bana göre Bozkır bir lise istiyordu. Ben bunu bir gazetede yazdım. “Vay sen misin bunu yazan”, bunu okuyan siyasiler kızar bürokratlar da azarlarlar. Politika yapmakla suçlandım. Olsun kızsınlar. Okula laboratuarlar kurulur, okul olma yolunda önemli adımlar atarız, kitaplıklar yaptırılır. Öğrenciler mutlu, veliler mutlu, sevgi yumağı gibiyiz. Dev Genç ve Dev Sol’un TÖS’ün tahriklerine rağmen, eksik öğretmen kadrosuna rağmen bir önceki ders yılının eğitim düzeyini yükseltecek öğretmenler de bunu iyi değerlendirecektir. Sınava katılan öğrencilerden 21’i yatılı okul sınavını kazanarak okul tarihinde rekor kıracaklardır.
SİYASET ORTAOKULA KADAR İNMİŞ
Bu arada bir öğretmenin ilmi yetersizliği dikkatimi çekmişti.stajyerliğinin kaldırılması konusunda şüphelerim vardı. Bunu kendisine söyleyince beni tehdit edercesine “İyi düşündünüz mü bakanlığın tecrübeli bir müfettişi yarın sizi üzer” der. Tüm iyi niyetime rağmen stajyerliği kaldırılmamalıydı ama kaldırıldı. Aynı öğretmen bu kez karşıma dikildi “Müdür bey komünizme karşısınız bilimsel sosyalizme ne dersiniz?” dedi. Milli Eğitim Müdürlüğüne kişiye özel gizli bir yazı gönderildi ve bu öğretmen takibe alındı. Bu olay yalnız Bozkır’da değil Türkiye’dedir. Dünyada başlayan öğrenci hareketleri Türkiye’yi de sarsmaktadır. Üniversitelerde boykot başlamıştır milli servete acımasızca zarar verilmektedir.Dev-Genç, Dev-Sol,olayları sokağa indirmiş,olaylar mitingler başlamıştır. Siyaset orta dereceli okullara kadar uzatılmış, Dev-Lis adıyla örgütlenme başlamıştır. Adam kaçırmalar para toplamalar hatta banka soygunları. Bilinçli ama bilinçsiz kimi öğretmenler öğrenciler mülki amirlerin desteğini alarak bu işleri başaracaklarına kendilerini iyiden iyiye inandırmaktadırlar. Bir ders yılı böyle geçtikten sonra 1969-1970 ders yılı daha da karmaşık ve gergin geçecektir. Türkiye Gizli Komünist Partisinin Prag’ da basılan yayın organı Çağ dergisinde 3-2-1969 tarihinde şu direktif verilmiştir:Savaş parlamento dışında verilecektir. Bu savaşın durakladığı yerden legal bir şekilde devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu sosyalist akımı legal teşkilatlı devrimci sendikalar devrimci yurt sever öğrenciler sonuçlandırma niteliği taşımaktadır. TÖS ve Konya Öğretmenler Derneğinin müşterek bulundukları ve derneğe ait binanın zemin katındaki odayı Konya da kurulu bulunan Dev-Genç paralelinde faaliyet gösteren Konya Gençlik Birliğine vermiş ve buranın üyeleri de TÖS ve Dernek Lokaline üye olmadıkları halde binaya serbestçe girip çıkmaktadırlar.
MİHRİ BELLİ TÖS’ÜN DAVETLİSİ OLARAK KONFERANS VERMEK İÇİN KONYA’YA GELİR
19 Aralık 1970 günü tanınmış komünistlerden Mihri Belli, TÖS yöneticileri tarafından Konya’ya davet edilir ve burada Milli Demokratik Devrim konulu konferans verir. Ve bunun sonucunda tasarladıkları olayların genel rövanşı sayılan fakat başarısız olan bir öğretmen boykotu düzenlenir. Düzenlenen boykot afişleri dağıtılır ancak cumhuriyet savcılığı kararı ile toplatılır yakalananlar gözaltına alınır. Boykotun üçüncü günü Selçuk Eğitim Enstitüsünün boykota katılmayan öğretmen ve öğrencileri sloganlarla diğerlerini boykota teşvik ederler. İlerleyen aylarda Konya’da Kurulu olan Mihri Belli’yi Konya’ya davet eden gruplar sınıflarda Deniz Gezmiş’i öven ve benzeri faaliyetler gösterirler. Bunlardan bazıları Ankara ve Eskişehir sıkıyönetim komutanlıklarınca tutuklanır, hukuki tahkikat başlatılır.
BİZ BOZKIR’A LİSE AÇMAYA ÇALIŞIRIZ
Şehir ve ülke bu hareketli karmaşık günlerden geçerken biz de Bozkır’a lise açılmasını gündeme getiriyoruz. Nerek nereden çıktı bu lise? Ya ortaokula dayalı bir lise açılırsa? Ortaokul müdürü lise müdürü olursa? Bu gibi gerginlik başlatılır. Bir yanda ben öte yanda kaymakamın yönlendiği ilçe yöneticilerinin bazıları ve TÖS yöneticilerinin içinde bulunduğu grup. Bu arada Bozkır Ortaokulu Yardımlaşma Dayanışma Koruma Bozkır Lisesi açtırma Derneğini düşündüm tüzüğü hazırladım bir avukata da takibi için teslim ettim. Kasabanın bazı büyüklerince bu uygun görülmez. Bozkır Lisesi Yaptırma Yaşatma Derneği kurulmalı binası yapıldıktan sonra lise açılmalı telkinleri başladı. Bu arada olaylar yön değiştirdi, ortaokul müdürü liseye karşı imam hatip okulu istiyor, denmeye başlandı. Dernek kurulur ve ilk toplantısını yapar. Ve 1 Ağustos1969 tarihinde Bozkır Lisesinin açılışı bayram havasında gerçekleşir. Ancak yaşanan olaylar nedeni ile 10. Kasım 1977günü düzenlenen Atatürk’ü anma törenlerinde bazı öğrenciler jandarmalar tarafından alınıp karakola götürülür. Disiplin kurulu çalıştırılır. Olayları perde arkasında yöneten yöneticilerden birinin yeğeninin evinde Dev-Genç mitingine yataklık etmek üzere 8 lise öğrencisinin Dev-Gençli Ankara Tıp Fakültesinden olduğu sanılan birisinin başkanlığında toplandıkları belirlenir. Bunun üzerine Lise Müdürü olarak tehdit edildim olayı vilayete bildirdik. Ancak olaylar çığırından çıkmıştır.
12 MART MUHTURASI İLE BİZİM İŞİMİZ ARTIK BİTMİŞTİR
Bu arada okul aile birliğinde konuşan klasik CHP’li olduğu bilinen avukatın tabanca ruhsatı bulundurmaya çevrilir. Bizim karşımızda bulunan bir öğretmene de tabanca ruhsatı verilir. Beni bıçaklamaya teşebbüs eden bir genci bu işten vazgeçiren maliye memurlarından biri makama çağrılar bu işi niye yaptın diye azarlanır(!). Dev- Genc’ in, Dev-Solun, Dev-Lis in karşısında olduğum için kaymakamın tavrı resmileşmiştir ve saldırılar artmaktadır. Cumhuriyet savcısına yapılan suçlamalar ve dilekçeler takipsizlikle sonuçlanır. Bu kez grup ağır ceza mahkemesi hâkimliğine itiraz eder. Bu itirazdan da ret kararı çıkar. 12. Mart. 1971 muhtırası verilmiştir. Bozkır lise müdürünün de işi bitmiştir. Bakanlık naklen atanmasını ister ve açığa alındım ve Maarif Kolejine atandım.
MAARİF KOLEJİ BANA SUS PAYI MI İDİ?
28 Ekim 1971’de Milli Eğitim Müdürünü teklifiyle vali yetkisini kullanır ve Konya Maarif kolejine atandım. Bu okula öğretmen olarak atanan lise müdürü için burası bir sürgündür ama bu sürgün niye böyle seçkin bir okula yapılmıştır. Yoksa ben bunun bir sus payı olduğunu düşünüp susmalı mıydım?. Ancak göreve başladığım zaman buranın durumunu da çok çabuk öğrendim. Bir tarafta müdür ve yardımcıları diğer tarafta yönetime karşı bir öğretmen grubu. Dört yıl boyunca bu okulda çalıştım. Ancak sürekli olarak Milli Eğitim Bakanlığına yazılar yazarak tayin gerekçemi öğrenmeye çalıştım. Bu arada bana müdürlük teklifi yapıldı bunu da kabul etmedim kararnameyi iptal ettirdim Genel müdür’ idareciliğinize diyecek bir şeyimiz yok ancak Konya’da idarecilik vermemiz mümkün değil. Çünkü Konya Valisi ve Milli Eğitim Müdürü ‘engel’ diye yazı yazdı. 1971 yılında 12 Mart muhtırası üzerine 4 öğretmen arkadaşım ile birlikte istifa eden başbakana gittim. Olayları anlattım istifa eden başbakan aynen şunları söyledi ‘bana bunların aksi bilgi akıyor’ dedi. O zamanki Konya Milli Eğitim Müdürü kısa bir süre sonra başka bir ile atandı Ve ben de rahatlamıştım. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığınca benim Konya Milli Eğitim Müdür yardımcılığına atanmam düşünülür. Ama beni lise müdürlüğünden açığa alan Vali hala Konya’dadır. Milli Eğitim Müdürü ile görüşmememe rağmen vali görevinde olduğu için bu atamada gerçekleşmez. (Vali İhsan Tekin.)
İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ OLUŞUM
24 Temmuz 1975’de Konya Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tayin oldum. İlkokul öğretmenliği, ilkokul başöğretmenliği, ortaokul öğretmenliği, ortaokul müdürlüğü, meslek okullarında müdür başyardımcılığı, lise öğretmenliği, lise müdürlüğü ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü… 1975- 1976 ders yılı başlamıştır. İlköğretim müfettişlerini toplantıya çağırdım. İlk kez ilköğretim müfettişleri kurulu toplantısı yapılacaktır. Açış konuşmasının ardından öğretmenler arasında bölünmeye parçalanmaya sebep olan eğitimin her kademesinde zararlı hale gelen dernekçilik yerine öğretmenin ordu evi gibi öğretmen evi çatısı altında toplanmasını öğretmenler ve Türk milli eğitimi için bir kurtuluş olarak görmekteyim dedim. Konya’da TÖS ü kuran ilköğretim müfettişleri bu teklife itiraz ettiler çünkü onlar madem öğretmenleri bir çatı altında toplayacaksınız en çok üyesi olan en güçlü öğretmen örgütü olan TÖB DER çatısı altında toplayın dediler. Buna itiraz etmedim onlara içinde sizin de bulunacağız bir komite oluşturun ancak komite olarak ÜLKÜ-BİR i de ziyaret edin dedim. Kesin olarak buna da karşı çıktılar. Ama daha sonra bunun kesin bir talimat olduğunu ve öğretmenlerinde orduevi gibi öğretmen evi çatısı altında birleşeceğini söyledim.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULUŞU İÇİN VERİLEN YOĞUN MÜCADELE
Bu arada Yay-Kur la ilgili ön çalışmalar yapılmaktadır hazırlıklara başlanılmıştı Yabancı Diller Yüksek Okulunda eğitim ve öğretim devam etmekte idi... Konya’ya Selçuk Üniversitesi’nin kurulması için 20 yıl konuşulmaktaydı. Ancak bir türlü sonuç alınamamıştı. Zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in şahsında Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem’in talimatlarıyla ve Konya Valisi H. Oktay Başer’in koordinatörlüğünde Konya Selçuk Üniversitesini kurma ve Yaşatma Derneği üyeleri, siyasi partiler esnaf dernekleri ve basın temsilcilerinin öncülüğünde üniversiteyi açma çalışmalarına hız verildi Burada görevliler ve Konya halkı da üzerine düşeni yaptı. Üniversitenin açılışını Başbakan Süleyman Demirel yaptı aynı gün Meram Kız Meslek Lisesi binasında Kız Meslek Yüksek Okulunun açılışını da gerçekleştirdi. Yine o açılışın yapıldığı gün Milli Eğitim Müdürü iken 1980 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Bakanlık müşaviri iken Selçuk Üniversitesi yönetim kurulu kararı ile Genel sekreterliğe getirildim fakat bu görevi kabul etmedim, bu görevi yapmadım.
KONYA İL MÜDÜRLÜĞÜNDEN HAKKARİ YÜKSEKOVA ORTAOKULU ÖĞRETMENLİĞİNE
Aradan yıllar geçti artık Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’dır Ama henüz bakan koltuğuna oturmamıştır Çünkü CHP azınlık hükümeti kurmuştur ama güven oyu alıp almayacağının şüphesi vardır hükümet güven oyu da alamayabilirdi. Onun için Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’ın acelesi vardır konuya Konya’da TÖB-DER’i ziyaretinde girer. Burada yaptığı konuşmasında “Konya’da ki Emniyet Müdürü değil emniyetsizlik müdürüdür. Milli Eğitim Müdürüne gelince biz bugün ki kıyımcıları sürgün etmeyeceğiz onları önce görevden alacağız sonrada mahkemeye sevk edeceğiz sizler onları ağır ceza mahkemeleri karşısında elleri kelepçeli olarak göreceksiniz bugünler uzak değildir altı ay ya da en geç dokuz ay sonra iktidara geleceğiz ve söylediklerimizi yapacağız” der. Bu cümleler aynen 26 Ocak 1976 günkü Yeni Konya Gazetesinde haber olarak yer alır. Ve biz Milli Eğitim Müdürlüğünden Hakkari’nin Yüksekova ilçesine ortaokul öğretmeni olarak gönderildik. Ancak hükümet güvenoyu alamadığı için bu tayin gerçekleşmedi daha sonra CHP iktidar oldu 8 ayın içerisinde 50 ilin Milli Eğitim Müdürü gibi Konya Milli Eğitim Müdürü olarak ben de yeniden tayin listesine girdim ama o anda eşim Ankara Tıp Fakültesi’nde tedavi görmektedir. Yıllık izindeyim. Vali de değişmiştir. Üç defa durum bildirilir ve 7 Mart 1978’de kararnamem tebliğ edilir; Gümüşhane İl Milli Eğitim Müdürlüğüne…
AĞIR CEZADA ELLERİ KELEPÇELİ YARGILAYACAKLARI İL MÜDÜRÜ BAKANLIK MÜSTEŞARI OLUR(!)
İki ayda bir tayinini çıkartıp burnundan getireceğiz iktidar partisinin genel sekreterinin söyledikleri doğrulanır yıllık izindeyken bir kararname de daha adresime postalanır Milli Eğitim Bakanlığı müşavirliği hani önceki bölümlerde aciz dedikleri yetersiz dedikleri kıyımcı dedikleri ellerine kelepçe taktıracağız ağır ceza mahkemelerinde yargılayacağız dedikleri Milli Eğitim Müdürü Milli Eğitim Bakanlığı Müşavirliğine atanmıştır. Hem de sürgün olarak işte çarpık düşünce ve çarpık düşüncenin sahibinin yaptıkları yeni görev yerimiz bakana yardımcı olmak şeklinde olsa ama hukuken böyle idi. Çokça müşavir odaları vardır sandalye bulabilenler oturur sohbete katılırlar. Daha sonra iktidar değişir ama eğitimde hayat devam eder 140’ın üzerinde Bakanlık müşaviri yeni görevlere yeni mekânlara doğru yolculuğa başlar. Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam Emekli generaldir emri bir kere verir. Bizim tayinimiz de eski adıyla Devrim ortaokulu Türkçe depo öğretmenliğine atanır. 2 yıldır Konya Ankara arasında gidip geldim çünkü evim Konya’da idi. Daha sonra Konya rehberlik merkez müdürlüğüne uzman yardımcılığına atandım. Ama bunu Milli Eğitim Bakanlığı kabul etmeyince bu kez Konya Anadolu Lisesi Türkçe öğretmenliğine atandım. Burası bana yabancı değildir eski adı ile görev yaptığım Maarif Kolejidir. Tabii bu arada bizi ağır cezada ellerimiz kelepçeli olarak yargılayacaklarını iddia edenler boş durmamış sürekli şikâyet etmişlerdir ağır cezalarda olmasa da mahkemelere gittik ama onların dediği gibi ellerimiz kelepçeli olarak değil ayrıca avukat ta tutmadık kendi hakkımızı kendimiz savunduk. Derken 12 Eylül ihtilali oldu.
KISA BİR SİYASİ MACERA
Tabii bu arada bizim eğitim mücadelemiz kendi inandığımız ilk gün yola çıkarken verdiğimiz sözlerden ilkelerden Milli eğitim ve ülke adına doğrulardan taviz vermeden asla eğilmeden bükülmeden hukukun çerçevesi içerisinde hep devam etti. Çok ama çok acı ve tatlı günlerimiz oldu. En nihayetinde 25 yıl 5 ay eğitim hizmetinin ardından sonra 4 Temmuz 1983 de emekli oldum. Dostların daveti bizim de idealistliğimizden dolayı DYP’den milletvekili aday adayı oldum. Ama siyasette de nasip buraya kadarmış.
BUNDAN SONRASI İÇİN ŞU ŞİİR EN GÜZELİ
Her insan doğar … / Yaşar… / Görür… / Çalışır / Başarır. / Yorulur / Dinlenir / Düğün kurar / sevinir mutlu olur / Ölümü görür ağlar / Acı çile çeker üzülür / Mutluluk mutsuzluk / Tatlı ile acı / Birlikte yaşanır / Doğumundan ölümüne kadar / Bunların içinde hangisini cımbızla çekip anlatsın insan /Anlatılanlar ancak cesaret edilebilenlerdir / Gerisi sır olarak hep insanın içinde kalır / Keşke anlatabilse.
…………..
Evet bugün bana gelince her sela verilişte ismim geçecek mi diye tikler dururum. Ama yine de okumaya yazmaya aralıksız devam ediyorum. Şu ana kadar İkindi Çağrıları,Vatanın Bağrında zalimler masumlar tanıklar ve yazabildiklerim, A dünya o dünya şiirler (1), A dünya o dünya şiirler (2) kitaplarım yayınlandı. Halen biten ve basılacak olan ‘Karanlık savaş sınır ötesi operasyon 2002 alo posta’ adlı eserim hazır.