Nail Bülbül
Yaşayan basın çınarlarımızdan, yürüyen arşiv, ayaklı gazeteci olarak tanınan spor camiasının tanınan, sevilen ve sayılan ismi…
Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Nail Bülbül
Hazırlayan: UĞUR ÖZTEKE
Nail Bülbül 30 Eylü 1938 günü Nafiye ve Mustafa Bülbül çiftinin ilk çocukları olarak dünyaya gelir. Doğduğu ev Kerim Dede Mektep Mahallesi’ndeki dedesinin evidir. Bu evi Nail Bülbül şöyle tarif ediyor: “Koyunoğlu Müzesi’ne varmadan 50- 60 metre solda cumbalı, kafesli, pencereli eski bir Selçuklu evi idi. 48 yaşına kadar bu evde kaldım. Bu arada Küçük Kumköprü Fatih karakoluna giderken sekiz köşe camiye varmadan sağ köşede bağ evimiz vardı.”
Nail Bülbül ailenin ilk çocuğudur daha sonra Ahmet Naim, Ali Nadir dünyaya gelir. Baba tarafından dedesi Ahmet Çavuş Yatağan köyündedir. Anne nenesi Huri Hanım, anne dedesi Ahmet Özkibrit ve nine Hasibe Özkibrit’tir. Ninesi aynı zamanda Küçükköylü Hacı Recepler soyundandır ve Nuri Küçükköylü dayısının oğludur. Baba dedem yaz aylarında o civarda yani Yatağan köyü civarındaki Beyşehir köylüleri gibi, Doğanbeyli, İnliceli diğer insanlar gibi İzmir’e giderler. İzmir’de tütün depolarında limanda işçi olarak çalışıyorlarmış. Bu insanlar kışın da köye gelirler, o para ile geçinirlermiş. Köy bağlık bir köy olduğu için ziraat yapılacak alan yokmuş
YATAĞAN KÖYÜNDEN KONYA’YA
Babam Yatağan Köyü’nden 12 yaşında iken yani 1931’de Konya’ya gelmiş. Bulgur Tekkesi’nin demirciler içindeki bitişiğinde, tornacı dökümhanesinde hurdalığı bulunan eniştesi Yatağanlı Hacı Ahmet Ağa’nın yanında çalışmaya başlamış. Orada çalışırken de evlenmiş. 1949’dan itibaren de Hacı Ahmet Ağa vefat edince eski at pazarının Larende’de olduğu yerde bakkal dükkânı açtı, hayatının geri kalan kısmını da bakkal olarak devam ettirdi. Ben okul tatillerinde babamın yanına giderdim. Çocukluk günlerimiz Demirciler içinde geçerdi. O günlerden hatırladığım esnaflar Mehmet Apka, Rahim Başak Lalebaçeli İbrahim usta, Mehmet Hotamışlı, Civeleklerin Mehmet Ağa Ali ve Muzaffer Kocaman, Şamil Günhan Demirci, tornacı Palabıyık Mehmet ağa idi. Kumköprü caddesi tozlu bir yoldu. Kerpiç evler, duvarlı bağ duvarları, kaldırımı olmayan yollar. Yolun çeşmesi bile yoktu, sol tarafa hayırseverler pompalı bir çeşme yaptırdılar, içinde deriden tıpası vardı. Önce suyu dökerler, aynı emme basma tulumba gibi çalışır, su öyle akardı. İlerimizde bir de Fatih karakolunun yanında cıngırık vardı. Onun da suyu kullanırlardı.
TOPRAKLIK CADDESİ’NİN SAKİNLERİ
Topraklık Caddesi gelişi güzel döşenmiş taşlı bir yoldu. Koyunoğlu Müzesi’nin sahibi Ahmet Rasif İzzet Koyunoğlu’nun annesi Naciye Hanım teyze ile rahmetli ninem Hasibe Özkibrit akrabaydı. Mahallemizin tanınmış eşrafı Başaralı Oteli ve çarşının sahibi Haydar Ağa, Kundurucalar içinde Büyük şirketi kuran Kadıoğlu Hacı Mehmet Ağa idi. Kadıoğlu Hacı Mehmet Ağa aynı zamanda bu adam Üçler Mezarlığı’ndaki dikili ağaçların dörtte üçünü diken, o havuzu yaptıran sulayan, ağaçların yetişmesini sağlayan bir insandı. Mahalle muhtarı Keçeciler içinde dericilik yapan 31’lerin Mehmet Ağa, Böğetlinin Hacı Mehmet Ağa, Zerafetlerin Mehmet Ağa, Bakkal Hoca Osman Efendi, Kasap Çavuş namı ile Maruf Mehmet Telliler, Başaralı çarşısının köşesinde kaynakçılık yapan Mehmet Ağa, Göksü çukurların Şükrü ve Kazım… İki kardeş Koyunoğlu Müzesi’nin karşısındaki çeşmenin üzerindeki evin sahibi aynı zamanda Koyunoğlu Müzesi’nin sahibi İzzet beyin eniştesi öğretmen Hasan Efendi bu insanlar hep bizim mahallenin insanlarıydı. Müzenin olduğu yerde evi bulunan ninemin abisi Mesçi Hacı Mustafa Telliler, müzenin karşısındaki Hacı Hasan Büyük Cami’nin bitiğinde oturan boksör Mustafa Güzelipek’in babası aynı zamanda caminin imamı İpek Hoca Mehmet Efendi. Onların bitişiğinde eski zabıta müdürlerinden Niyazi Küçükköylü’nün babası hacı Recep ağa. Sağda sıra ile Küllükçünün Hacı Dede namı ile Maruf Mustafa Efendi ile DDY eski sendika Başkanı Nuri Pekkarpuz’ un babasının evi. Müzenin bitiminde sol köşede bekçi Hasan ağa. Zabıta memuru Mustafa onun yanında Ulusoy eczanesinin sahibi İbrahim Ulusoy’ların evi. Tömbekinin Mehmet ağa futbolcu Hasan Karpuzcunun evleri. Bunun bitişiğinde terzi Nuh Kuşçu, Göçülü Halil ağa, Terziler Derneği eski başkanı İsmail’lerin evi. Onun bitişiğinde Körükçü Mustafa ağa. Hadimli Mehmet Ağaç kunduracı cavlanın Seyit Mehmet ağa, gömlekçi İhsan ağa. Ağır bakım da tornacı İsmail ağa, Balcan Ali ağanın evi, eski tellal pazarının yanında bakkaliyesi bulunan Avcının Himmet Ağa. Kardeşi Kazım ağa ve türbe önünde bisiklet tamirciliği yapan ve çok iyi kanun çalan Avcının Mevlüt ağanın evleri vardı.
ALIÇ TOPRAĞA GÖMÜLÜRDÜ
O yıllarda komşuluk münasebetleri çok iyi idi. Kadınlar hemen hemen her gün erkekler ise uzun kış gecelerinde her gün bir evde lamba ışığında gaz lambasının ışığında otururlar; kadınlar el işleri, erkekler sohbet ederlerdi. O zamanlar misafirlere ikram edilen başlıca yiyecek ve içecekler: Kahve, çetnevir türünden kuruyemişler... Kavurga denilen süte ıslatılmış buğday ve bunu dibekte döverler kavut derler içerisinde toz şeker karıştırıp yenirdi. Yine yaz aylarında kurutulan kayısı kurusu dilimlenmiş elma kakı, erik kuru erik tabii, tavan arasına asılan üzümler kavunlar alıç yenirdi. Alıcı tazeliğini kaybetmesin diye toprağa gömerlerdi nemini kaybetmesin diye. Kışın da tavuklar yumurtlamadığı için son olarak biriktirilen yumurtalar toz kirecin içinde saklanır kışın lazım olduğu zaman kullanılırdı. Portakal tane ile satılırdı evdeki nüfusa göre tane ile portakal alınırdı. Portakalın tanesi 5 kuruştu bir kış boyunca iki veya üç defa portakal ancak yenirdi. Ve kış günlerinde mesela mahallenin hemen her yerinde buz satılırdı. Biz de takunyalar ile buzda kayardık çelik çomak yedi kiremit, uzun eşek genellikle harman biç oynardık.
SABUN OLMADIĞI İÇİN
Topraklık meydanında top oynamaya başladık. Şimdiki Topraklık İlk Mektebi’nde ilk üç sene öğretmenim Tahir Gürdağ idi. Leman hoca hanım, Naciye hoca hanım son olarak da Konyasporlu Nazmi Meriç’in kayınvalidesi İffet Erdil vardı. O zamanlar şimdiki Akçeşme İlkokulu’nun olduğu yer mezarlıktı. Ve Koyunoğlu’nun müzesine giden türbe caddesi açılmadan önce oraya cenazeler defnediliyordu. Yol açılınca üçgen ada kaldı… Biz de o çocukluk aklı ile mezar taşlarının arasında top oynuyorduk. Bu arada kömür pazarı olarak kullanılan ve Belediye Başkanı Özkafa’nın Karatay Belediye Başkanlığı zamanında Saman Pazarı parkı yapılan yerde çukurlar vardı. Buradaki kırmızı toprakları kazıp satılırdı. O kırmızı toprak sulandırılır, cila şekline getirilir, evlerin dış duvarları renkli kırmızı toprak ile sulandırılır, buna aşı toprağı derlerdi. Hemen karşısında da develik vardı. Develik denilen yer üç tarafı kapalı önü açık, Karapınar’dan Konya’ya çeşitli eşyalar getiren deve kervanları idi… Geceyi de o develikte geçirirlerdi. Biz de o develeri seyrederdik ayrıca Sulutas gibi, Çayırbağı, Gödene, Kozağaç gibi köylerden eşek üzerinde köylüler gelirdi. Bunlar mahalle aralarında dolaşırlar, toprak satarlardı. Bunlar beyaz toprak, ak toprak, kırmızı aşı idi. Ak toprak var, kırmızı aşı var baş killi var diye bağırırlardı. Tuzcuların içerisinde hala satılan katran zift satan kişiler bulunur. Yeşilimtırak kaya parçaları vardı bunlarla insanlar başlarını yıkarlardı sabun olmadığı için. Çamaşır kazanlarının içine atarlardı çamaşırın kiri çıksın diye.
CENAZELER KİLİME SARILIRDI
Alıç satarlardı, onun yerine bir tas buğday fasulye alırlardı. Para yoktu. Sıtmadan, zatürreeden vefat edenler olurdu. Bunun ilacı olan kinin dahi bulunmazdı. Kaput bezi, zeytinyağı, çay, gaz yağı, şeker, ekmek karne ile satılırdı. Muhtar vasıtası ile gaz yağı satılırdı, karneler her kapıya gelir verirlerdi. Gazyağının bir tenekesi 200 liraya satıldığını işitirdik. Şimdinin 200 milyonu desem yalan olmaz. Köylerde cenazelere kefen yapacak bez bulunamadığı için kilimlere sarıldığını, defnedildiğini söylerlerdi. Bahsettiğim Alman harbinin olduğu 1940- 1945 arası yıllardır. Karne ile ekmek aldığın için her gün kişi başına bir ekmeklik pul verilirdi ikincisi Sümerbank nüfus kâğıtlarımızda kırmızı damgalar vardı; “şeker verilmiştir”, “kaput bezi verilmiştir” diye. Bu arada ninem Küçükköylü olduğu için köydeki babasından kalan tarlaları icara verdiği için tarlasından kalkan mahsul olan buğday çuvallarla gelir, buğdaylar eve iner, mahalledeki Tımbıllının Bekir Ağa’nın arabası ile dereye götürülür, maarif değirmende un öğütülür, tandır ve ekmek yapar yerdik.
TOPRAKLIK MEKTEBİNE GİTTİM
Çocukluk yıllarımızda okula devam ederken öyle bir kar yağardı ki. 1945’te öyle bir kar yağdı ki ona büyük kar dediler. Koca kar dağları oluştu. Evlerin damları toprak olduğu için kar yağdığı günlerde sabah erkenden dama çıkılır, damlar kürünürdü. Bu karlar tahta küreklerle yola küründüğü için yolun ortasına birikir, karşıdan karşıya gidenler karın yüksekliğinden birbirini göremezdi. Ben okula başladığım zaman ilk iki sene birinci ve ikinci sınıfa Kumköprü’den yürüyerek Topraklık Mektebi’ne gelir, buradan tekrar bağa giderdim.
DEMİR DİREĞE DİLİM YAPIŞINCA
İlkokulda unutamadığım bir hatıram var. Bir arkadaşla iddiaya girmiştik. Okulun önünde demir direk vardı. Bir kış gün idi. Dilimi demir direğe yapıştırdım ama dilim soğuktan direğe yapışıp kalmıştı. Bütün çabama rağmen dilimi direkten bir türlü çıkartamıyordum. Bu vaziyette 10 dakika filan uğraştıktan sonra dilimi ancak kurtarabildim. Öyle ki dilimin derileri filan soyulmuştu. Okulun çeşmesi donduğu için okuldan çıkıncaya kadar su içemezdik. Arkada Akçeşme vardı, orada su içerdik.
VALİ SOYER KEP VE DOLMA KALEM VERMİŞTİ
En büyük eğlencemiz kışın okulun arkasındaki avlu içerisinde buz kaymaktı. Bir de beşinci sınıfta sınıfın en güzel resim yapan, en çalışkan üç talebesi seçilmişti. Bunlardan bir tanesi de bendim. Törenle Vali Soyer, Hatice Sır, Mustafa Terzi ve bana en çalışkan öğrencileriz diye birer kep ile birer dolma kalem vermişti. Çalışkan öğrencileriz diye erkeklere kumbara kızlara da hasırdan sepet içinde Kızılay rozeti verirlerdi. Kızlar sepetlerdeki rozetleri takar biz de bize verilen kumbaralara o rozetlerin parasını toplardık. Bize de bu çalışmamızdan dolayı 25 kuruş verirlerdi.
AŞIKLAR KAHVESİ VE…
Yatağanlı Hacı Ahmet ağanın hurdalığının bulunduğu yere daha sonra Tuzcular içindeki mevcut pasaj yapıldı, oranın olduğu yer hurdalık idi. At pazarının olduğu yerde at satarlardı, oranın civarında yıkılan buğday pazarının dış tarafında Şakirkaraağaçlıların dükkânı vardı. Burada ayrıca atlar için ahırlar vardı. Vakıflar çarşısının olduğu yerde de bir Âşıklar Kahvesi vardı. Aziziye Camii’nden kadınlar pazarına giderken tuzculardan çıkışta sağ köşede araştırmacı yazar Hasan Özönder’in babasının helvacı dükkânı, onun bitişiğinde de gazyağcı kebapçı Mehmet Ağa’nın dükkânı vardı. Eski Vali Seyit Faruk Önder iş hanı mütevellisi olduğu vakfa sol köşedeki şimdi kuru yemişçi bulunan yerde Veysel ağanın kebapçı dükkânı ilk kebapçı idi.
DİĞER ESNAFLAR
Ve nefis somun francala dil ekmek pişiren fırınlar vardı. Amele pazarında Sürmegözün fırını, Larende’de Çingenoğlunun fırını, Demircilerin sokağında ağzında Tırısın fırını, Aziziye caminin kıblesinde Ömer Civelek’in babasının Salih Civelek’in fırını, Ali Ganer’in babasının dükkânı, Rıza efendinin helvacı dükkanı hattatların bakkaliyesi, Kirkor ve Panosun Özarat’ın babaları Artin ustanın dökümhanesi vardı. Şimdiki Hayra Hizmet Vakfı’nın bulunduğu yerin altında iki tane manav dükkânı vardı. Bir tane kasap ve kuru gıdalar satan dükkânlar vardı. Bu iki manavdan hâkimler, vali ve belediye başkanları gibi üst dereceli bürokratlar alış veriş yapıyorlardı. Konya halkı, yerlisi çıkıncaya kadar sebze meyve alış verişi yapmazdı. 1940- 1945 arası hatta 1950’ye kadar da bu böyle sürdü. O dışarıdan gelip satılan meyvelerden Konya yerlisi tek yiyecek olarak ham tatlı dedikleri yeşil erik idi.
KEBABIN PORSİYONU 1 LİRA
O günlerde en küçük para birimi sarı 10 para idi. 40 para 1 kuruş idi. Daha sonra kirtikli 1 kuruşlar çıktı. Kâğıt 50 kuruşlar vardı. Etin kilosu Aziziye Caminin arkasındaki kasapta koyun eti 145 kuruş idi. Kebabın porsiyonu 1 lira idi, ekmek 20 kuruştu. Tuzun kilosu 7 kuruştu. Üzüm bağlarını bellemek için amele yövmiyesi 1 lira idi. Alaadin Caddesi’nde foto Hamit’in, Kutay’ın bitiğindeki bakkal yedi kuruşluk tuzu 12 kuruşu sattığı için dükkânı bir hafta kapatılmıştı. DP devrinde 1955-1956 yıllarında Amale Pazarında arabacı Şemsettin Usta demir testeresini 50 kuruşa sattığı için milli korunma kanunu gereğince ceza yazılmıştı.
KEÇİLİ DERESİ TÜM KONYA’YI DOLAŞIRDI
Akyokuş’un altından gelen Keçili deresinden akan çay İhsaniye’den şimdiki Hacıveyiszade Camii’nin önünden Beşyol’dan, Karma Ortaokulu önünden devam eder; İsmet Paşa İlkokulu’nun yanından Köprübaşı Yolu’na çıkar. Köprübaşı Karakolu’nun önünden bir kolu Sedirler tarafına bir kolu da İşgalaman tarafına devam ederdi. Rahmetli Kasım Gürçınar anlatırdı yine PTT’nin arkasından çay akarmış, o da çıkrıkçılar içinden Kapı Camii’nin arkasından, marangozlar içinden Larende’yi geçerek, Hakimiyet mektebini geçerek Uluırmak’a gidermiş.
MEZAR TAŞLARI VARDI
Benim çocukluğumdaki bugün Nene Hatun Çarşısı olan kadınlar pazarı, toprak damlı küçük küçük dükkânlardan ibaretti. 1952 senesinde Belediye Başkanı Rüştü Özal’ın zamanında yıktırıldı. Nene Hatun’dan önce kadınlar pazarı yapıldı. Kadınlar pazarının inşaatı devam ederken pazar yeri amele pazarı ile Hakimiyet mektebi arasındaki alanda idi. Orada mezarlık taşları vardı, Hakimiyet Mektebi’nin önünde. Şimdiki Kızılay Hastanesi’nin olduğu yer bitişiğindeki Verem Savaş Derneği, Gevraki Hanın olduğu yer de mezarlıktı. Ben 1954’te borsaya girdim. Sağ tarafta otopark olan yer mezarlık idi. 1952 yılında burası belediye otobüs garajı yapıldı. Mezarlık böylece ortadan kalkmış oldu.
ÖNCE KARMA ORTAKOLU’NA GİTTİM
Karma Ortaokulu’na gittim. Karma Ortaokulu’nda Almanca öğretmenimiz Şahabettin Uzluk, Türkçe öğretmenimiz avukat Fakir Uzman’ın babası Faik Bey, Tabiat hocamız Fethiye hoca hanım, coğrafya hocamız Emlak Bankası Müdürü Nihat Kalfanın hanımı Nazire hoca hanım idi. Beden eğitimi öğretmenimiz ise Boyacı lakabı ile bilinen Cevdet Şenyurt idi. Ortaokuldan sonra Konya Lisesi’ne gittim. Lise müdürümüz Nail Gökbudak, edebiyat öğretmeni Gündüz Gürgen, Kimya hocamız Kazım Köroğlu, Beden eğitimi öğretmenimiz ise Sabahattin Şengül idi. Lise 2’de okuldan ayrıldım. O zamanlar bir tarafta yoksulluk vardı bir taraftan da okula gidip gelmek bile mesele idi. Babamın sağdıcı Ahmet ağa vardı… Babam bana 140 liraya ona takım elbise diktirdi; ilk giydiğim takım elbise oydu. Ortaokul son sınıfta idim, elbise yaptıracak gücü yok, çok lastik ayakkabı giydik, fakir ailenin çocuğu idik.
CAMİYİ DEPO YAPMIŞLAR
Ortaokula giderken topraklıktan yürüyerek Karma Ortaokulu’na geliyordum. Şerafettin Camii’nin yanından Şems parkının önünden hapishaneye; Karma Ortaokulu’na geçiyordum. Şerafettin Camii’nin önünden geçerken kapalı olan caminin penceresinden içeriye bakardım. Zaman zaman camları kirlenmiş caminin içerisinde de askeriyenin katırların çektiği arabaları vardı. O katırların yemesi için de balya halinde otlar caminin içerisinde duruyordu, yani cami depo alarak kullanırdı, 1950- 1951 bu arada Postanenin yanındaki Hacı Hasan Camii de ibadete kapalı idi ve kütüphane olarak kullanılıyordu. Zaman zaman kapısından içeriye bakardım, kitap vitrinleri sıralanmış olarak içerde görürdüm. İplikçi Camii taş eserler müzesi idi. Alaaddin Camii kapalı idi. 1952 yılında tamir edilmeye başlandı, 1954 gibi de ibadete açıldı.
KARAGÜCÜNE KARŞI OYNADIM
1954 senesinde bisiklet sporuna merak sardım. Özmen Akkese meşhur bir isim İdmanyurdu kulübünde bisikletçi idi. Türkiye şampiyonlukları vardı. Ondan, Royal marka bisiklet aldım tam 145 liraya. Fakat parayı nasıl ödeyeceğim, henüz talebeyim ve en sonunda da ödeyemedim. Bisikleti geri götürüp verdim. Babam çok kızdı, ninem 150 lira verdi, gittim düz bisiklet aldım. Tabii bu bir yarış bisikleti değil düz bisikletti. Nuri Yenal vardı onun huzurunda pistte filan o bisiklette döndüm. Saim Kıyıcı, Necati Dorum, Ahmet Yağcıoğlu, Hasan Hüsnü Bayram bunları seyrederken çok heveslendim. Bu arada 1952 senesinde eski yeşil sarılı formalı Konyaspor vardı. Başkanlığını Ziraat Bankası’nda memur olan Süreyya Bey yapıyordu. O bana lisans çıkarttı antrenmanlara başladım, 1954 senesinde ilk defa Karagücüne karşı forma giydim, o maçta da 5-3 yenildik, o tek maçı oynadım ve futbolu bıraktım.
1954’TE MEMUR OLDUM
Ticaret Borsasına 1954’te memur olarak girdim. Mayıs’ın 17’si idi. İlk maaşım 100 liraydı ve elime kesintilerden sonra 91 lira 25 kuruş geçerdi. 25 sene 5 ay hizmetten sonra Ekim 1979’da emekli oldum.
1955’DE İLK HABERİM TÜRK SPOR’DA ÇIKTI
1954 senesinin sıcak bir Ağustos ayı idi. Spora meraklı olduğum için ve de spor yapamadığım için borsaya gidip geliyordum ama aklım hep spordaydı. Borsada on kişi çalışıyordu. Cumartesileri Türk Spor diye İstanbul’da bir gazete çıkardı. Oradan spor haberlerini okuyorum. Çeşitli illerden resim gönderiyor, yazı gönderiyorlar, özellikle İzmir, Ankara, Bursa’dan haberler çıkıyordu. Ben de onlara mektup yazdım, bana cevap geldi. “Sen de haber fotoğraf gönder biz de yayınlayalım” dediler. Kendi cebimden 25 kuruşa fotoğraf makinesi aldım haberi daktiloda yazdım ve gönderdim. Onlar da benim ismimle Konya haberlerini yayınlamaya başladılar. 13 Temmuz 1955’te Gül Kupası Atletizm Müsabakaları başlıklı ilk yazım Türk Spor’da çıktı.
TACETTİN ÖNEY’E HABERİMİ VERDİM
Yine o tarihlerde bir gün öğlen Yeni Konya gazetesine gittim. Yerleri Şahin Sineması’nın Nebi dayının orada idi. Ama idari hanelerinde kimse yoktu, matbaada da bir iki çalışıyordu. Oradan geldim eski matbaacılar sokağındaki şimdi Bolu Lokantası olan ve yıkılıp yol açılan matbaacılar sokağındaki Ülkü Basımevine, Yeni Meram gazetesine gittim. Ahmet Bahçıvan girince solda karşısında da bir yazıhane var. Yüksekliği başınızdan bir karış yüksekliğinde idi. Burada da Mustafa Ataman oturuyordu, onun üstünde de bir bölüm vard,ı oraya da tahta merdivenlere çıkılıyordu. Burası yazı işleri idare hanesi idi. Harf kasaları ve makine vardı. Mustafa Ataman, Mehmet Ali Uz, şeyhül muharrir Mustafa Ataman diye yazardı. Üst bölümde Tacettin Öney isminde İstanbul’da gazeteciliğe başlamış bir zat vardı, yukarı çıkıp bu beye dedim ki ‘Ben gazetede spor yazısı yazmak istiyorum’ o da ‘Peki yaz getir’ hepsi bu kadar. Mesaiden sonra dairede daktiloda bir yazı yazdım götürdüm. Zarfın içinde ilk hevesle de altına Yazan Nail Bülbül dedim. Yazı bir iki gün sonra gazetede çıktı ama ismim filan yok, tekrar bir daha yazdım yazı çıktıkça hevesleniyordum hemen her gün götürüyordum. Her seferinde kapıyı tıklatıyordum o da ‘gel’ diye sesleniyor giriyordum. Yazıyı veriyordum ‘peki’ diyor ama ikinci bir kelimeyi konuşmuyordu. Ben de çıkıp gidiyordum yazım çıkıyor ama yine ismim filan yok. Bir ay filan bu durum böyle devam eti. Ben de saygıdan utancımdan dolayı ‘abi benim imzam niye çıkmıyor?’ diye soramıyorum. Netice bir süre sonra bana kendisi sordu ‘Nail ismim niye çıkmıyor diye merak etmiyor musun?’ dedi. Ben de ‘siz bilirsiniz’ dedim. Bana ‘şımarmayasın diye imzanı koymuyorum. Hem ben seni denedim, bu çocuk hevesli mi ifadesi düzgün mü diye kontrol ettim’ demişti.
GAZETEYİ CEYLANİ SİNEMASININ MAKİNİSTİ DURMUŞ AĞA BASARDI
İşte böyle başladım gazeteciliğe… İlk başladığım sıralarda Yeni Meram Gazetesinde mürettip olarak İbrahim Sur’un babası Mehmet Suri, üniversite kütüphanesinin Müdürü Hasan Yürüğün babası Derviş Ağa, İstanbullu İsmail ağa mürettipti. Gazeteyi de tipo baskı ile basardık. Gazeteyi Yazlık Ceylani Sineması’nda makinist olan Durmuş Ağa diye birisi vardı, o basardı. Saat beşte basmaya başlar zaten altıda da bitirirdi. 700- 800 gazete basar, daha sonra motoruna atlar gece de sinemada makinistlik yapardı. Yeni Meram Gazetesi’nde yıllar ilerledikçe birçok tanınmış isimle tanıştım. Gazetede yazısı çıkan tanınmış şair yazar Mahmut Nedim Güntel vardı. Kuleli Askeri Lisesi’nde Konya’da edebiyat öğretmeni idi. 1946’da Kuleli Askeri Lisesi İstanbul Halıcı okuluna taşındı. O da okulla birlikte İstanbul’a gitti. Daha sonra Konya’ ya şimdiki Astsubay hazırlama ortaokulu geldi. O da bu okulla edebiyat öğretmeni olarak geri geldi. 1950’li yılların başında edebiyat şiir kitapları vardı bu zatın, Ankara radyosunda güfteleri bestelendi. Öğretmen Edip Yılmaz, Sıtkı Uluata gazetede yazıyordu. Ayrıca Karma Ortaokulu Türkçe öğretmeni Oğuz Tansel, Terzi Lütfi Göksu kendisi aynı zamanda Selçukspor kulübünün Başkanı idi. Bu isimler gazetede toplanırlar, sohbet ederlerdi. Ben de sohbeti, şiiri çok seviyordum. Sohbette öyle güzel Osmanlıca konuşurlardı ki, onlar sohbet ederken ben de kapının ağzına oturur onları dinlerdim. Bir gün Adnan Menderes’in Londra’da uçak kazası geçirdiği yıl, Mahmut Nedim Güntel bana bir gazete uzatarak ‘Bülbül şunu oku bakıyım’ dedi. Gösterdiği Londra uçak kazasında kurtulanlarla ilgili idi. Uçakla Türkiye dönmüşler, onunla ilgili resimli bir haberdi. Şöyle yazıyordu: Londra uçak felaketzedeleri yurda döndü.’ Ben bunu okurken Londra uçak felakatzadeleri diye okumuşum farkında değilim. Mahmut Nedim Hoca, bir daha okuttu. İkincisinde doğru okumuşum dedi ki nerede yanlış yaptın; felaketzade(!) Ne okuyup yazdığını biliyor musun diye seni kontrol ettim dedi.
Genç arkadaşlarım için bir örnek daha vermek isterim. Bir gün Yeni Meram Gazetesi’nde yine saydığım bu isimler sohbetlerini bitirdiler, merdivenden indim gidecektim. Baskı makinesinin orada bekliyorum, onların çıkmasını bekliyorum çünkü saygıdan en sona kalacağım, en son ben çıkacağım. Yarınki gazete basılmış. Oradan bir tane Yeni Meram Gazetesi aldım katladım elimde tutuyorum. Tacettin bey ‘o ne elindeki?’ diye sordu. Ben de ‘gazete basılmış bir tane aldım’ dedim. O zaman da 4 senelik gazeteciyim. Bana bir bağırdı ‘Sen daha yarınki gazeteyi bugünden matbaadan çıkaracak kadar oldun mu?’ dedi ve elime bir vurdu. Ama o anda ne oldum, büyük suç işlemiş gibi utandım. Hemen gazeteyi oraya bıraktım ve çıktım. 1959 senesine kadar beş kuruş para almadan çalıştım. Bu arada İstanbul’a gönderdiğim fotoğrafları Zafer’de Nuri Küçükköylü’nün apartmanının altında Konya Fotoğraf Ajansı diye bir yer vardı, oradan para ile alıyordum.
TÜRBE ÇEVRESİ BİR GECEDE GREYDERLERLE TEMİZLENDİ
Gene 1950’den önceki yıllarda şimdi köy ve kasaba otobüslerinin hareket etiği eski garajın olduğu yer, Hayvan Pazarı ve saman satılan pazar halinde idi. Pazar günleri de orada çevre semtlerden gelen gençler gelir birkaç yerde taştan kaleler yaparak top oynarlardı. Etrafı tahta parmaklıkla çevrili idi. Burasının daha önce Pisili Sultan Türbesi’ne kadar yağlı taş mezarlığı olduğunu öğrendim. 1950’li yıllarda bir gün Sultan Selim Camiin önüne askeri araçların top ve uçaksavar gibi silahlarının sergilendiğini gördüm. NATO’ya girişimiz münasebeti ile orada sergi açıldığını öğrendim. Sultan Selim Camii’nin önü, yani batı tarafı türbe önü adı ile anılan meydanlık halinde idi. Şimdi Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin köşesinde bulunan şadırvan o meydanın tam ortasında idi. Yusuf Ağa Kütüphanesi’nden sonra binalar devam ederdi. Yusuf Ağa kitaplığının bitişiğinde muvakkit yani zaman ayarı yapılan saatlerin bulunduğu yerdi. Sultan Selim Camii’nin müezzini Hacı Veyiszade merhum Mustafa Hoca efendinin damadı Süleyman Efendi namaz vakitlerinde muvakkit hanenin penceresinden bakar, zamanın geldiğini öğrenince ezan okumaya başlardı. Sultan Selim camisinin kıblesindeki yeşil alan olan yerde de çeşitli binaların yıkıntıları bulunuyordu. Aslanlı Kışla’ya doğru giden yol ise dar ve Mevlana Müzesi’nin duvarının kenarından devam ederdi. Sonradan mezarlığın bir bölümü alınmak üzere yol gidişli gelişli iki yol oldu 1957-1960 yıllarında DSİ Bölge Müdürü Osman Bibioğlu bir gecede türbe hamamını Yusuf Ağa kütüphanesine kadar olan bütün binaları greyder ile -tabii vali ve belediyenin kontrolünde- bir gece yıktı. Bibioğlu ayrıca Anıttan istasyona kadar iki tarafı büyük ağaçlarla bulunan istasyon caddesindeki ağaçları da yolu genişletmek için bir gecede söktürdü. Orada bayanlar şapkalı Konyalıların gezinti yerdi idi. Şimdiki DSİ idari binasının bulunduğu yerde de Kurtuluş İlk Mektebi vardı.
BUGÜNKÜ İHL’NİN KAPISI MİLLET BAHÇESİNİN KAPISIDIR
Şimdiki Devlet Tiyatrosunun bulunduğu yer Millet bahçesi idi, bir sahnesi vardı orada İstanbul’dan gelen şarkıcılar konser verirlerdi. Millet bahçesiyıkıldıktan sonra kapısı bugünkü İmam Hatip Lisesi’nin bahçesindeki yere getirildi ve bugünkü giriş kapısı o bahçenin kapısıdır. İHL olduğu yerin bahçesi de futbol sahası idi. 1951 senesine kadar maçlar da burada oynandı. Daha sonra İdmanyurdu İHL yapılacağı için sahanın yerini kulüp 92 bin liraya İHL Yaptırma Derneği’ne sattı ve kendisi de bugün Zafer’deki Konyaspor kulübünün bulunduğu alandaki üç katlı binayı satın aldı. İdmanyurdu sahasında giriş biletleri ücreti 15 kuruş idi. Ninem ya da babamdan 25 kuruş alırdım, pazarları sahaya gireriz 10 kuruşa da simit alırız, maçı seyrederdik.
1945’DE TRİBÜN AĞIRLIKTAN ÇÖKTÜ
Sahanın etrafında engel filan yoktu sadece ince bir tel ve demirler vardı. İki taraflı insanlar onun kenarında ayakta maç seyrederlerdi. Bir de sahanın güney tarafında tahtadan küçük bir tribün vardı, o tribün de 1945 senesinde ağırlıktan çöktü. O gün Dinarlı Mehmet Pehlivan ile Yunanlı Karadimo’nun yaptıkları güreş müsabakası vardı. İnsanlar kenarda seyrederler ama en ufak bir taşkınlık yapmazlardı. Konyaspor- İdmanyurdu rekabetinde bile kimse sahaya girmezdi.
ASKERLİĞİ ANKARA’DA YAPTIM
Askerliğimi yapmak için 30 Eylül’de 1959’da Ankara’ya gittim. Ankara Mamak Muhabere Okulunda yazıcı olarak orada birinci tabur telsiz bölüğünde askerlik yaptım tam 24 ay.
61 Ağustos ayında terhis olarak Konya’ya geldim Salı gecesi geldim Çarşamba günü saat 11 de borsaya gittim. Ben teskere aldım dedim. Genel katip yardımcımız rahmetli Reşit Tatlıdil ‘Geldin mi?’ dedi. Yıllık bir ay izne geldiğim zamanda bile harçlığımı çıkartacağım diye borsada çalışmıştım bir gün dahi gezmemiştim. Burada da 1979 Kasım ayına kadar hiç arasız yıllarca 11 sene izin kullanmadan çalıştım.
3 ARALIK 1961’DE ZEHRA HANIMLA EVLENDİM
1961 senesinin 3 Aralık günü halamın torunu Zehra Bülbül ile evlendim. Kayınpederim halamın oğlu kayınpederi ile hala dayı çocuklarıyız. Demirciler içinde Demir tüccarı Mehmet Yatağanlıoğlu kayınpeder 1977’de vefat eti. Yedi kızı vardı, en büyük damadı ben olduğum için sağlığında beş kızını evlendirdi. En küçük iki kızını da vefatından sonra onun vekili olarak hem enişte hem velileri olarak ben evlendirdim.
KIZLI KAHVE, KAYIKLI KAHVE, TAHİR’İN SAZI, GAR GAZİNOSU
Şimdiki İş Bankası ile Tekel binasının arasında bahçeli bir lokanta vardı. İş Bankası’nın bitişiğinde İzmir Pazarı, Mustafa Bey’in apartmanının altında Konya’nın ilk modern restorantı vardı ve burayı restorant Mehmet çalıştırırdı. Şimdiki Şahin Oteli’nin önünde bir bölüm daha vardı. O zamanlar şimdiki gibi otelin önünden yol geçmezdi ve önünde dar bir sokak vardı. Sokağın içerisinde de Şahin Oteli’nin olduğu yerde ‘Kızlı kahve’ vardı. Ayrıca ‘Kayıklı kahve’nin üzerine de kızlı kahve de eğlence yeri idi. Bu arada Yeni Sinema’nın bitişiğinde üzeri Gençlerbirliği kulüp lokali olarak kullanılan binanın alt katında ‘Tahir’in Sazı’ vardı. Burada Gar Gazinosu’ndan da bahsetmek gerekir. Orayı da Kelleci Celal isminde birisi çalıştırırdı. İstasyonun yanındaki bu bahçe yaz aylarında faaliyet gösterir Ankara’dan, İstanbul’dan o zamanın en ünlü tanınmış türkücüleri ve şarkıcıları gelir konserler verilerdi. İnsanlar buraya ailecek sanatçıları dinlemeye giderdi, burası içkisizdi. Mesela ben burada Nurettin Çamlıdağ, Bedia Akartürk, Ali Can, Saniye Can, Hacer Buluş gibi ünlü sanatçıları dinledim.
İSMAİL DÜMBÜLLÜ, AVNİ DİLLİGİL ZATI SUNGUR KONYA’YA GELİRDİ
Millet Bahçesi kalktıktan sonra şimdiki Devlet Tiyatrosu’nun bulunduğu bina yapıldı. Burada İnci Sineması faaliyete geçti. Kaliteli yabancı filimler oynatırdı, sahnesinde de zaman zaman tiyatro grupları temsiller verirdi. Yeni Sinemanın bugünkü İş Bankası’nın karşısında bulunduğu yerde eskiden Muallimler Birliği binası yer alıyormuş. Daha sonra Yeni Sinema açılmış. Burada İsmail Dümbüllü, Avni Dilligil, Zatı Sungur ünlü sihirbazı seyrettim. Mesela Zatı Sungur Mevlana caddesinde yıkılan İş Bankasına girmiş. Para bozdurmak için gişedeki kadın yüz lirayı bozmuş fakat aslında uzattığı on lira imiş. Kadına fazla verdiniz diyor bayan bakıyor ki onun elinde ki para on lira nasıl olur da yüz lira oluyor. Zatı Sungur daha sonra kadına kendisini tanıtıyor ve yazlık Zafer Sinemasına temsile geldim diyor. Bankadan çıkıyor ileride İstanbul Caddesi’ndeki bir dükkana alış veriş etmeye giriyor. Kapıdan çıkarken sandıktaki bazı portakal gibi yiyecekler de tınkır tınkır arkasından yürümeye başlamış. Dükkanın sahibi adam kalkmış portakallar nereye gidiyor diye fırlamış o zaman da ben Zatı Sungur diye kendisini tanıtıyor. Tüm bu olanların canlı şahitleri vardı.
Türbe caddesinde Rafet Kızılok ile Hasan Kızılok’un dedeleri Beden Terbiyesi’nde muhasebeci Fahri Kızılok’un babası berber Nuh Mehmet ağaya sakal tıraş olmak için koltuğa oturmuş. Berber Nuh Mehmet Ağa yüzünü sabunlamış sağ tarafını ustura ile traş etmeye başlamış. Burası bitmiş sola geçmiş bir de bakmış ki tıraş ettiği taraftan yine kıllar çıkıyor. Burayı bitirmiş tekrar öbür tarafa geçmiş ama bu sefer daha önceki kazıdığı yerden yine kıllar çıkıyor.Zatı Sungur berbere bak demiş böyle olmayacak en iyisi ben şu kafayı tezgâha bırakıyım der ve kafasını çıkarır o anda berber Nuh Mehmet Ağa düşer bayılır. Buradan çıkıyor. Dericiler sokağına giriyor. Cıvıl Camiye doğru gider, sağa sola selam verir bir et dükkanın önündeki dükkan sahibine elini uzatır yardım ister. Dükkân sahibi bakar utanmıyor musun dilenmeye kılığın kıyafetin yerinde diye kızar ve Allah versin der. Bir dönerken kasap dükkânındaki deriler o adamın arkasından yürümeye başlamış. Bunlar hep anlatılırdı. Sineme tiyatro reklâmları da çok değişik duyurulurdu. Bir Arnavut İbrahim ağa vardı. Saray çarşısının girişinde kantarlı adam tartardı bu Kör İbrahim Ağa sinema afişlerini alır tahtadan boynuna arkasına önüne afişleri geçirir elinde de bir çan bunu çalarak yollarda yürüyerek reklam yapardı bir taraftan da bağırırdı ‘Şahin sinemasında bu akşam tekmili birden üç kısım Bay Tekin filmi oynayacak’ diye Konya’yı gezerdi. Zafer’deki bahçenin tam köşesine tahta koymuşlar üzerinde sinema afişi vardı bundan tam 60 sene önce.
YILMAZ GÜNEY’İN YAZLIK SİNEMASI
Konya’daki sinemaların sayısı ondan fazla idi yazlık sinemalar vardı. 1950’li yıllarda halkın tek eğlencesi buydu. Fahrettin Paşa Parkı’nın karşısında sineme vardı. Verem Savaş Derneğinin arkasında ki dükkânların üzeri yazlık sinema idi. Arabaoğlu’nun arkasında Tahir Paşa camisine doğru giderken şimdiki dershanelerin olduğu yerde Yeni Sinemanın sahibi Tevfik Ceylani’ nin yazlık Ceylanı sineması vardı. Aslanlı Kışlanın karşısında Yılmaz Güney’in yazlık sineması vardı. Ferdi Tayfur da orada çalışırdı burada ayakçı olarak çalışırdı. Şimdiki Zindaklale Kız Öğrenci Yurdunun olduğu yer Orhan Selçuk’ların yazlık Selçuk sineması vardı. Meram’ da ki Sema otelinin olduğu yer de yazlık sinema idi. Buralarda tahta sandalyeler dizilirdi. Şimdiki Site köşkünün olduğu yer yani Ordu Pazarının karsısında da Sefa Odabaşı’nın Dünya Sineması vardı. Ayrıca Karatay medresesinin yanında İrfan Altınel’lerin Emek sineması bulunuyordu. Orduevinin yanında yazlık Alaaddin sineması bunun bitiğinde de eski Rum mektebi olan Belediye Halk sineması vardı. Yazlık Alaaddin sinemasının önünde ise şimdiki ordu evinin ilave kısmının bulunduğu yerde Halk evi binası yer alıyordu. İlk Mevlana’ yı anma törenleri bu halk evinde 1950 den önce başlamıştı. Bu törenlerde sadece konuşmalar yapılıyordu. İlk defada genişletişmiş halka açık olarak Mevlana anma törenleri 1954 senesinde Belediyle sinemasının sahnesinde yapıldı. Buraya gelen konuşmacılardan bazıları Anna Maria Schimmel, Cemile Tarı ‘Cemile bacı’ dedikleri kadın bu kadın daha sonra Müslüman oldu) ve bunun kocası Osman Tarı, Fevzi Halıcı, Refi Ceval Ulunay idi. Mesela bu zatın kabri şu anda üçler mezarlığında. Saman Pazarı’nın olduğu yere lunapark gelirdi. Buraya tel cambazları gelirdi. Karşıdan karşıya tel gerilir bu cambazlarda o telde yürürlerdi. İbrahim Hakkı Konyalı ile konuşan belki tek kişiyim. İbrahim Hakkı Konyalı 1980 senesinde Türkiye’de Yarın Gazetesine gelmişti. Bende 1979’da Türkiye’de Yarın Gazetesinde çalışmaya başlamıştım. Borsadan emekli olduktan sonra burada yaptığımız görüşmede kendisi bana ‘Refi Cevad’ın vasiyeti var Konya’ya Hazreti Pir’in karşısında cumbalı bir ev satın alıp hayatının kalan kısmını da orada geçirmek ve üçler mezarlığına defnedilmek arzusunda’ demişti.
KONYA’DA İLK SPOR SAYFASINI YAPAN GAZETECİ BENDİM
1964 senesinde babamın vefat etti; 45 yaşında ben de 24 yaşındaydım. Ahmet Nail Bülbül asker annem eşim çocuğum dört kişiyiz ailemi geçindiriyorum. Babamdan fazla miras kalmadı, fakir kalender bir insandı. Bu arada daha önce de spor foto çektiğim için bana gelir kaynağı oldu. Sahada foto çekiyorum müsabakalarda atletizmde basketbol futbolda sporcuların 25 kuruşa satıyordum bana bir kartta 10 kuruş kalıyordu. Bu şekilde geçinmeye çalıştık. Konya’da ilk spor fotoğrafları çeken benim. Konya’da gazetecilikte askerden sonra yine Konya’da ayrı bir spor sayfası yoktu zaten ilk spor sayfasını yapanda bendim. Benden evvel spor sayfasını yapan yoktu. Mesela Pazar günü bir maç oynanmış Salı günü birinci sayfaya tek bir satır olarak maçın neticesi yazılırdı. 1964 senesinde tahminen Yeni Konya’da ilk defa spor sayfası düzenledim. Ondan önce spor haberlerini üçüncü sayfaya yazıyorduk. Tam sayfa yaptık. İstanbul’da bir gidişimde İstanbul gazetelerinde spor muhabirliği yaptığım için enstantane klişeleri getiriyordum.
YENİ MERAM, YENİ KONYA ŞEHİR POSTASI VE SABAH TEK GAZETE OLARAK BİRLEŞTİ
Tahminen 1965’te Yeni Konya, Yeni Meram ve Şehir Postası ile Sabah gazeteleri birleşerek Yeni Konya adı altında tek gazete olarak yayınlanmaya başladı. Mustafa Naci Gücüyener Yeni Konya, Ahmet Bahçıvan Yeni Meram, Hayri ve Emin Ergene Şehir Postası, Rıdvan Bülbül Sabah gazetesi hepsi Yeni Meram gazetesinin adı altında şirket olarak birleşmişti. Tek gazete çıkmaya başladı, gazete idari hanesi, matbaası ve ilk defa Konya’ya klişe atölyesi getirildi. Fotoğrafhane kuruldu. O zaman resim çekmeye başladık. Erol İlday, Nejat Tekin Seçen yanımızda yetişti. Nejat daha sonra Hürriyet’in İzmir bürosuna sonra’da İstanbul’a gitti. Artık günlük resim çekiliyor günlük olarak da gazeteye konuluyordu klişeleri Kadir Fındık isminde biri yapıyordu. Burada 69 a kadar çalıştık. 1968 senesinde Konya olayları meydana geldi. Bu arada o gazetede daha fazla yaşamadı 69 da şirket lav edildi. Yeni Konya ve Yeni Meram kendi isimleri ile yayın hayatlarına devam ettiler. Sabah ve Şehir Postası Gazeteleri ise devam etmedi.
ADİL GÜCÜYENER BENİ YENİ KONYA’YA DAVET ETTİ
Bu arada 1961 askerlik dönüşü Yeni Konya Gazetesi yazı işleri müdürü Adil Gücüyener ‘Nail bizim gazetede yazı yazar mısın?’ diye teklif yaptı. ‘Yazılarından sana yazı başına 2.5 lira verelim’ dedi iki ay böyle yazdım. Ama Adil Bey bana ‘Böyle çok para tutuyor ayda 225 lira para tutuyor bunu aylığa çevirsek nasıl olur?’ dedi. Oysa ben tek sütunları dahi bu hesaba katmamıştım. Kendisine ‘Hay hay dedim ben parasında pulunda değilim.’ 250 lira aylık para almaya başladım hem de borsada çalışıyordum. Bu arada 1964 senesinde babam vefat etti.
Borsada çalışırken öğlenleri gazeteye geliyordum. 1.5 saatte bir şeyler yazıyorum mesai bitiminde motosikletimle gene geliyorum, kalan haberleri yazıyorum gazeteye veriyorum. Salonda bir şey varsa akşamda oraya gidiyor resim çekiyorum. Böyle böyle yarı profesyonel olarak devam etmeye başladım. Babamın vefatından sonra evimin geçim yükü üzerime bindi. Kardeşim Naim askerdi; Amasya’daydı. Hem ona harçlık gönderiyorum hem evimin ihtiyaçlarını karşılıyorum. Annem var, eşim var, bir de çocuğum var. Hayatı iade ettirmeye çalışıyordum o zaman 24 yaşındaydım. Bu arada İstanbul’dan 1960 senesinde 300 liraya adokx marka bir makine getirdim. Bununla resim çekip sporculara satıyorum oradan da her foto başına 10 kuruş kazanıyorum. Böylece spor salonlarında ilk fotoğraf çeken gazeteci ben oldum. Bu yıllarca devam ettiği için ben de çok kıymetli bir spor arşivi meydana gelmesine sebep oldu. Bu arada 1900’lü yılların başında doğmuş olan hayattaki futbolcularla yaptığım sohbetlerde Konya’da sporcu ve futbolu hakkında bilgileri topladım. Bunlar arasında Gençlerbirliği’nin sembol isimi Nuri Yenal, Kazım Özbay, Pomak Sadık, Beşiktaş kulübünün Divan Başkanı Rüştü Erkuş İdmanyurdu’nun futbolcularından avukat Suat Abanazır’ın dayısı ‘dayı’ lakabı ile meşhur Hasan Güngör, zabıta memuru Rıfkı Mendi, Mehmet Şan Gençlerbirliği’nin eski futbolcularından kuyumcu Ethem Tenekeci, gibi birçok isimle uzun uzun bilgilenme görüşmeleri yaptım. Yeni Konya çalışmalarımız devam ederken şirkete intikal ettik burada da bir müddet çalıştık. Daha sonra tekrar Yeni Konya’ya döndüm. 1978 senesine kadar bir fiil Yeni Konya’da görev yaparken Konya’da ilk defa spor sayfasını hazırladım. Bu Şehir Postası, Yeni Meram Gazetelerine örnek olduk onlar da bazı arkadaşları spor muhabiri olarak kadrolarına alarak spor sayfalarını hazırlamaya başladılar. Konya’da spor gazeteciliğini başlattığım ve bugün birçok genç arkadaşıma ekmek parasını kazanma yolunu açtığım için mutluyum.
HALİT KIVANÇ GİBİ İSİMLERLE TANIŞTIM
Burhan Felek’i ilk kez İstanbul’da Cumhuriyet Gazetesi’nde gördüm. Konyaspor muhabirliğini yaptığım dönemde yani 1964 senesinde İstanbul’a gittiğimde spor servisine geldiğinde kendisi görmüştüm. Konyalı bir gazeteci olduğumdan bahsettim ve birkaç saat sohbetini dinledim. İlk tanışmamız böyle olmuştu. Eski gazetecilerden Esat Mahmut Karakut romancı ile tanıştım. Samim Var, Namık Sevik, Nemci Tanyolaç, Halit Kıvanç halen Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi genel sekreteri ve Uluslar arası olimpiyat komitesi fair play komitesi başkanı Erdoğan Arıpınar, Abdülkadir Yücelman, İsmet Gümüşdere, Kahraman Batçum ve daha birçok tanınmış gazeteci ile tanışma şansını buldum. Bu arada 1999 senesinde Türkiye’de yılın Fair Play ödülüne laik görülen tek gazeteci olarak Ataköy’deki Milli Olimpiyat komitesinin Olimpiyat evinde merhum Başkan Sinan Erdem’in elinden Fair Play ödülünü aldım
TSYD TEMSİLCİLİĞİNİ KONYA’YA AÇTIM
Gençliğimde bisiklete karşı özel bir ilgim vardı bilfiil de yapamamıştım gazeteci olarak bisiklet yarışlarını takip ettim. Bu arada 1964’ten itibaren Marmara ve sonradan ismi Türkiye turu olarak yarışları pek çok defa gazeteci ve hakem olarak takip ettim, görev aldım. 1970’den itibaren Hamdi Ayvalı, Feridun İncula, Ergun Hiçyılmaz, Yavuz Çakır, Ünal Tolun, Cemil Ergen’in başkanlıkları döneminde bisiklet federasyonunda çeşitli görevler yaptım. Bu arada 12 sene bisiklet federasyonu merkez hakem komitesinde üye ve başkan olarak çalıştım. Ayrıca Türkiye Akdeniz ve Karadeniz turlarında yarış komiserliği, yurt dışında da Yugoslavya, Romanya, İsviçre, Bulgaristan, Kıbrıs’taki uluslar arası yarışlarda hakemlik yaptım. 1962 yılında Konya’da Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin temsilciliğini açtım. Erol İlday, Oğuz İyioldu ve ben ilk üç üyeyiz. 1987’ye kadar TSYD Konya temsilciliğini yaptım. Cihat Yazıcı, Ahmet Sarı, Nizamettin Yetişen’i derneğe üye kayıt ettim. 23 sene temsilcilik yaptıktan sonra bu görevi Galip Yenikaynak’a devrettim. Bugünkü TSYD Konya Şubesi’nin temelinde harcım olduğu için çok memnunum.
İSTANBUL’DA CUMHURİYET GAZETESİNDE ÇALIŞMAM TEKLİF EDİLDİ GİTMEDİM
Bu arada 1960’lı yıllarda Cumhuriyet Gazetesinin Konya spor muhabirliğini yaparken Cumhuriyet spor servisi müdürü Erdoğan Arıpınar’dan İstanbul merkezinde görev almam istendi. Çok arzu etmeme rağmen günün şartlarında İstanbul’a gitmem mümkün olmadı. Şöyle ki; Erdoğan bey bu teklifi yaptığında kendisine cevabım şöyle oldu ‘Teklifinize teşekkür ederim. Bana bin 400 lira maaş teklif etmişlerdi. Altı ay sonra maaşım bin 800 lira olacak, yılbaşında ise para 2 bin 400 liraya yükselecekti. Oysa ben Konya’da Borsadan bin lira maaş alıyorum. Ev kirası vermiyorum; domatesin kilosu Konya’da 3 lira İstanbul’da 30 lira… İstanbul da en az 300 lira ev kirası vermem gerekiyor. Bu para ile İstanbul’da geçinemeyeceğim için teşekkür ederim” dedim. Ben ilk gazeteciliğe başladığım zaman Türk Spor ve Türkiye Spor gazetelerinin Konya muhabirliklerini yaptım. Ben dört senelik gazeteci iken Hıncal Uluç ve abisi Ankara’da Yeni Gün Gazetesinde gazeteciliğe yeni başlamışlardı. Necmi Tanyolaç Milliyet gazetesinde henüz muhabirdi. Daha sonra Milliyetin spor müdürü oldu. Reha Urus şimdi İtalya’da her İstanbul’a gittiğimde beraber köfte yeme daveti yapardı. Konya’daki gazetecilik sınırlıydı… Vilayet’ten haftada bir valinin faaliyetleri hakkında bülten gelirdi. İşte Vali Bey filanca ilçeye gitti gibi. Çok sonraları de Emniyetten ve Jandarmadan bültenler gelmeye başladı. Haberlerden oradan yapılırdı. Rıdvan abi (Rıdvan Bülbül) Ulus Gazetesinin muhabiri, Edip Yılmaz Zafer Gazetesi’nin muhabiri, Sıtkı Uluata Tercüman Gazetesinin muhabiri, Sofu Tuğrul Cumhuriyet Gazetesi’nin, Metin Berberoğlu Hürriyet gazetesinin muhabiri, Ahmet Petekçi Akşam gazetesinin muhabiri, Celal Özçelik Fenerbahçe Dergisi’nin muhabiri ve Ali İhsan Tuna’ da Milliyet gazetesinin muhabirleri olarak buradan haftada birkaç sefer İstanbul’da ki gazetelerine girebilecek haberleri telefon ile geçerledi.
TÜRKİYE REKORUNU İSTANBUL’A TELEFONLA 2 SAAT 40 DAKİKA GEÇEBİLDİM
Gazetecilikteki ilginç hatıralarımdan birisi de 1956 senesinde Konya’da yapılan atletizm müsabakalarından. Bu müsabakalarda disk atmada Türkiye rekortmeni binbaşı Nuri Turan ki bu isim daha sonra Atletizm Federasyonu Başkanlığı da yaptı. Nuri Turan, Konya’da diski 61 metre 20 cm’ye fırlatarak yeni bir rekor kırdı. Ben de Türk Spor’un Konya muhabiriyim. Müsabakalardan sonra postaneye geldim, müracaatımı yazdırdım. 2 saat 40 dakika sonra bu rekor haberini İstanbul’a ulaştıran ilk ve tek gazeteci oldum. Gene Türkiye bisiklet turundayız ve Cumhuriyet Gazetesi’nin muhabirliğini yapıyorum. Tuncer Benokan ve fotoğrafçı Tulay Dimitçioğlu ile birlikte Cumhuriyet ekibi olarak turu takip ediyoruz. Tekirdağ’dan İstanbul’a telefonla haberi geçebilmek için tam 2 saat postanede beklemiştim. Bir ara memura dedim ki ‘çok af edersiniz tuvalet ihtiyacım var” dedim ve beş dakika oradan ayrıldım. Bu arada telefonu bağlamışlar ama ben olmadığım için postacı gişedeki memur ‘yok’ demiş. Geldim adam seni aradım yoktun dedi ve ben turun haberini geçebilmek için postanede bir buçuk saat daha bekledim. Biga’da Türkiye Bisiklet Turunu Yeni Konya Gazetesine bildirmek için postaneye gittiğimde buradan Konya’ya bağlantımız yok görüşemezsiniz dediler. Rahmetli Ramiz Arda Y.Konya’nın Yazı İşleri Müdürü idi. Bunun üzerine Biga kaymakamına gittim sağ olsun Kaymakam bey Biga’dan Çanakkale’yi aradı. Çanakkale’ye Yeni Konya gazetesinin telefonunu yazdırdı. Çanakkale Konya ile temas kurdu sonra Biga’da bağlandı öyle görüştüm. O günün şartlarında İstanbul’a haber geçmek Konya’da da haber yapmak son derece ilkeldi. İlkel şartlarda gazetecilik yapıyorduk. İstanbul’da Günaydın Gazetesi muhabiri iken İstanbul’a haber göndermenin en kıza zamanda bir yolunu bulmuştum. Bunu da Cumhuriyet Gazetesi Konya muhabiri olarak Sofu Tuğrul anlatmıştı. Herhangi bir olayı haber olayını diğer gazeteciler ile birlikle takip ediyordum, resmini çekiyordum veya emniyet fotoğrafçısından temin edip haberi yazdıktan sonra otogara gidiyordum. Ankara otobüsüne şoföre beş lira veriyordum. Ankara’ya gidince PTT’ ye atıverir üzerine uçak pulu yapıştırıyordum. Ankara PTT’ sinden veriyordum Ankara uçakla bir saat sonra ellerine geçiyordum ertesi günde benim haberim geçiyor diğer arkadaşlar normal posta ile gönderdiği için onlarınki bir gün sonra çıkıyordu ayrıca gece saat 3 de Adana’dan postayı alan posta arabası Konya’ya gelirdi Konya postanesinin önüne posta arabasının şoförüne beş lira verirdim zarfı da onun verirdim İstanbul adresini yazardım çünkü posta kutusuna atıver adam götürürdü kutuya atar saat 10 da kutuyu açarlar sabah 7 de Ankara’da Ankara’dan uçak biletini 11 de uçakla İstanbul’da benim zarf benim haberim çıkar diğer arkadaşların haberi bir gün sonra çıkar bana sorarlardı nasıl yetiştiriyorsunuz bizim ki bir gün sonra çıkıyor yine çok önemli mermi ve tabanca kaçakcılığı haberi olayı göndermek icap etti aynı yolla gönderdim resimlerini Nihat Kaner’in zamanında emniyetin fotoğrafçısından aldım haberleri Ankara İstanbul’a geçti ertesi gün çıktı mümkün değildi, yıllar sonra ben bunu gazeteciliği bıraktıktan sonra açıklamadım.
AFGAN KRALİÇESİ MEVLANA’DA KÜPELERİNİ KAYBETMİŞTİ
Afganistan kralı Zahir Şah Konya’ya geldi bütün gazeteciler muhabirler Mevlana Müzesini ziyaret etti. Bütün gazeteci arkadaşlarla biz de onları takip ediyoruz. Müzenin içini gezdik daha sonra müzenin içinde Sultan Selim Camii’ne bakan bir odada Kral, Konya Valisi, kralın eşi, kralın korumaları, emniyet müdürü, belediye başkanı, üst düzey protokol sohbet ediyorlar. Bu arada kralın hanımının yanındaki nedimesi ile fısıldarlaştılar. Kadının küpelerinden bir tanesi yoktu, eli ile kulağını işaret ediyordu hemen bir iki kişiye söylendi. Onlar süzülerek kapıdan çıktılar müzeye doğru gidiyorlardı. Ben de diğerlerine çaktırmadan müzeye gittim, müzenin içinde polisler yerde küpe arıyorlardı hemen ben de onların o arama resimlerini çektim. Biraz sonra küpeyi buldular kralın hanımına verdiler. Ben de daha önceden kralın hanımının kulağı küpesiz halinin resmini çekmiştim küpeyi taktı ben de bir de küpeli çektim ve aynı yoldan haberi İstanbul’a gönderdim. Haber iyi çıktı çünkü 250 bin lira değerindeki küpesi kaybolmuştu. Tabii ben diğerlerini atlatmış olmuştum. Bunun gibi birçok anımız var.
HAYDAR KUYUSU CİNAYETİ İLE GAZETE O GÜN 10 BİN SATMIŞTI
Konya’da Haydar kuyusu cinayeti oldu. Yıl 1957, katiller öldürdükleri adamı Sarayönü yolunda kuyuya atmışlar. Bu kuyu Haydar kuyusu diye bilinirmiş. Onun için cinayet hep bu isimle anıldı. Rahmetli Ali İhsan Tuna Yeni Meram gazetesinde ‘Katiller bulundu’ diye yazdı. Mahkemede adamlar resimlendikten sonra Ankara’da klişeleri yaptırıldı. Karar gününe hazır hale getirildi. Mahkemede karar verildiği gün gazetede birinci sayfada Haydar Kuyusunun cinayet haberi geniş geniş fotoğraflarla haber yapıldı. O gün saat gece 11’e kadar tipo baskı ile 10 bine yakın gazete baskısı yapıldı. Devamlı olarak kapının önünde 100’lerce kişi gazete alabilmek için bekleşiyordu. Biz de içerde gazeteyi basıp basılan gazeteyi kapın önünde satıyorduk, gazete adeta kapışılıyordu. Bu sayı o zaman Konya basınında bir rekordu.
KONYA’DA İLK DEFA YILIN SPORCULARINI SEÇTİK
Konya’da ilk defa Yeni Konya Gazetesinde yılın sporcusu anketini yaptım. O yıllarda milli bisikletçiler Mustafa Cengiz, Erol Küçükbakırcı, gol kralı Naci Renklibay, Konyaspor’ lu Mehmet Oktut, milli güreşçi Sümer Koçak gibi sporcular yılın sporcuları seçilmişti.
ERBAKAN HOCAYI İLK DEFA SABAH NAMAZINDAN ÇIKARKEN GÖRDÜM
1969, Ticaret Borsası’nda memur olduğum için TOBB Genel Sekreteri Necmettin Erbakın’ın siyasi nedenlerle görevinden alınıp mahkemenin görevini iade etmesinden sonra Sayın Erbakan’ın göreve tekrar başlayıp sonra istifasını vererek Konya’dan bağımsız adaylığını koyacağını öğrendik. Haber Konya da büyük bir siyasi hareket oluşturdu. Dediler ki bugün akşam falan yerde konuşacak halk merak ediyor. Biz de gidip kendisini dinliyorduk. Bir gün Sultan Selim Camii’nde sabah namazını kılacağını öğrendik, sabah namazını kıldıktan sonra kapının önünde bir chevrolet araba geldi. Kendisi bu arabaya binmek üzere yürüdü. Beyaz renkli bir araba büyük bir kalabalık toplantı idi. Halk kendisini tezaruhat yaptı, halkı selamlayıp arabaya binip ayrıldı. O zaman kendisi ile birlikte hareket eden Hanifi Çınar, Osman Özler vardı. Sille yolundaki Uğurlu villalarının karşısındaki kahvede ilk defa o zaman görmüştüm. Büyük oyla seçildi.
ÜSTAD’I BU MESLEK SAYESİNDE TANIDIM
Necip Fazıl’ı tanıma şansını yine bu meslek sayesinde edindim. Cıvıl Camii’nin yanındaki Türk Anadolu Vakfı’nın talebe yurdunun alt katındaki salonda konferans verdi.Kendisini orada dinledim, bir diğerinde de şimdiki Balıkçı Oteli’nin yerinde merhum Hasan Balıkçılar’ın evinin üzerindeki salonda kendisini dinledim. Eskiden orası düğün salonu idi. Gazeteciliğim boyunca Valilerden-Belediye Başkanlarından daima sevgi ve saygı gördüm, münasebetlerimiz çok iyi oldu. Vali Ali Rıza Aydos, İhsan Dede, Kemal Katıtaş, İhsan Tekin ve pek çok vali ile samimi münasebetlerimiz oldu. Bana gece gündüz arayabilirsiniz diye valilik köşkünün kendi masalarındaki özel telefonların numaralarını veriyorlardı. Mesela Vali İhsan Tekin ‘Bülbül yaza yaza Karapınar’a saha yaptırdın. Seni Karapınar’ın fahri hemşerisi yapsınlar’ demişti.
GAZETECİ YAZARKEN ÖLÜR
Şimdiye kadar okuyamadığım kitapları okuyorum, yazmakla geçiyor. Ahmet Kabaklı’nın bir sözünün hatırlıyorum, 1979 da emekli olduğum halde gazeteye yazmaya devam ediyorum. Bu yüzdendir, şöyle diyordu: ‘Gazeteci resmiyette emekli olsa da gazetecilikten emekli olunmaz yazarken ölür.’