Nezih DAĞDEVİREN

Nezih DAĞDEVİREN

Elektrik-elektronik tutkunu, bilişimci, sporcu, siyasetçi, sanatçı ruhlu, başarılı hukuk adamı...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

 

Nezih Dağdeviren

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Bu haftaki konuğumuz ailesi ve geçmişi ile pek çok yakın akrabasının dışında belki de hiçbir yerde duymadığınız, bilmediğiniz özellikleri ile şehrimizin ‘meşhur ve meçhul yüzleri’ne konuk oldu. Meramlı Dağdeviren ailesinin en büyük özelliği kuşkusuz dedelerinden bu yana zekâ olarak üstün bir farklılıklarının olması. Öyle ki konuğumuzun tüm kardeşleri ABD’ de eğitim yapıp doktora ve mastırlarını tamamlarken, büyük abi ABD hükümeti tarafından bilim alanında devlet ödülü almış bir beyin. Ama ne yazık ki tüm bunları ABD ve teknolojide gelişmiş süper ülkeler bilmese de kentimizde ne acıdır ki belki ilk defa biz sizlere duyuruyoruz. Gelin konuğumuz Nezih Dağdeviren’in hayat öyküsünü kendisinden dinleyelim.      

 

YERLİ KÖKLÜ MERAMLI BİR AİLE

 

3 Mayıs 1966 tarihinde Konya’da doğdum. Dedem marangozdu. Baba dedem Ceviz İmam diye bilinen medrese hocası ve cami imamı idi. İmam hatip lisesinin ilk yıllarında da bu okulda öğretmenlik yapan Mevlüt İrgin’dir. Dedem kamu hizmetinde insanların bekletilmemesi gerektiğine inanan o yıllarda ‘namaz gecikebilir ama görev varsa insanların bekletilmemesi gerektiğine inanan’ devlet sistemi üzerinde varlıklı bir adam imiş. Yine rahmetli dedem öyle hacıya gitme zamanı geldiği zaman o hac parası ile bir araba alıp Belediyeye hibe etmiş. Şöyle ki: Eskiden o tarihlerde Konya’nın çöpü at arabaları ile toplanırmış. Dedem de bu çöplerin toplanması için o arabayı alıp Belediyeye vermiş. Rahmetli dedem küçük yaşta yetim kalmış ve bir aile tarafından erkek evlat edinilerek Güvenç köyünden Konya’ya gelerek buraya yerleşmiş. Babam doğma büyüme Konyalı. Benim de öyle köyüm möyüm yok. Yerli köklü Meramlı Konyalıyız.

 

ÜÇ MÜHENDİS KARDEŞ

 

Babam inşaat mühendisi… 1933 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’ni bitirmiş. Babamlar üç kardeş üçü de mühendis. Amcalarımdan Yılmaz Dağdeviren TRT’de Daire Başkanlığı görevinde bulunmuş bir isim. Mevlüt Doğan Dağdeviren ise bir dönemler şehrimizin tanınmış insanlarından Ali Güneri ile de ortaklık yapmış olan ve ilk defa yurt dışında Libya’da, Yunanistan’da helva ve şeker üzerine fabrika kurmuş Hacı Bekir şekerlemelerinin de fabrikasını kuran, Konya’da GESAŞ’ın fizibilitesini hazırlayan mühendis. Annem Fatma Hanım ise Konyalı; Göçü köyünden. Rahmetli İsmail Doğan dayım. Yine bir diğer dayım Hacı Bey Doğan. Diğer dayım ise Muammer Doğan’dır.

 

MERAM’DA ÜÇ YAŞINA KADAR KALDIM

 

Meram’da dünyaya geldikten sonra üç yaşına kadar burada kalmışız. Daha sonra Şirin Hanım Çeşmesi’nin olduğu mahalleye geldik ve lise 1, lise 2’ye kadar bu semtte kaldık. Karacihan nüfusuna kayıtlıyız. Bir dönem de Kınacı Sokak Namdar Rahmi Çıkmazı’nda üç katlı bir konakta oturduk. Bu konak baba-dedeme aittir… Babam bu konakta doğmuş. Ben üç yaşına kadar Meram’da kaldığım için o çocukluk hatıralarım ile bana Meram dendiği zaman ben de korkunç bir yeşillik, müthiş bir sessizlik gözümün önüne geliyor. Şirin Hanım Çeşmesi’nin orada ise tarihi bir evin birinci katında 5-6 yıl oturduktan sonra ben yedi yaşında iken bu evin tam karşı tarafında bulunan Çocuk Esirgeme Kurumunun apartmanının 5. katına geçtik. Mümtaz Koru İlkokulu’nda okudum. Daha sonra Meram Ortaokulu’na, daha sonra da Gazi Lisesine devam ettim.

 

ELEKTRİK VE ELEKTRONİĞE MERAKLIYDIM

Ben ilkokulda iken devre elektrik tasarımları yapardım. Elektrik ve elektronik eğitimi almamama rağmen yurt dışından getirttiğim elektrik devrelerinin şemalarına bakarak elektrik alıcısı vericisi yapıyordum. Lise 1 ve 2. sınıfa kadar bu böyle devam etti. Belki de Türkiye’de ilk defa bilgisayar ile tanışan şanslı insanlardandım. Çünkü 1977-1978 yıllarında benim bilgisayarım vardı. O zamanlar oyun programları hazırlamaya çalışıyordum. Bizim ailede herkes Maarif Kolejli, Ankara Fen Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmesine rağmen sadece ben sosyal bilimci-hukukçu idim. Haylazlığımdan dolayı da babamın bütün ısrarına rağmen askeri sınavlara girmedim. Hep eğitimde yandan yandan işin keyfini çıkartmaya çalıştım.

 

EKMEKÇİ HAYIK VARDI

 

Bir de ekmekçi Hayık vardı. Atların çektiği ekmek arabasının arkasına biz asılırdık. O bizim arabaya arkadan asılmamamız için kamçı vururdu kısaca yarı köy yarı şehir bir yaşantımız vardı. Bir de 3 tekerlekli dolmuşlar. Göz göze denilen triportör denilen dolmuşlar. Mahallemizdeki kıraathaneleri hatırlıyorum bezik ve briç oynanırdı. Kıraathanelerde bilardo masaları çoktu. Yine bölgemiz okullar mıntıkası idi. Bizim bu bölgede Mimarlık Mühendislik Akademisi vardı. Kız Yetiştirme Yurdu,  Kız Ortaokulu, Pratik Kız Sanat Enstitüsü, Gazi Lisesi hep buradaydı. Cemiyeti Hayriye apartmanının arkasında güvercin beslenirdi. Balkonlara çiçek ekilir çiçeklerin toprağına soğan tohumları sokulurdu.

 

BELEDİYE OTOBÜSLERİNİ UNUTAMIYORUM

 

Konya’da o dönemde bilinen çok katlı iki apartmandan biri olan Yonca Apartmanı bizim mahallede, diğeri de Nalçacı da Yeşil Meram sitesi idi… Mahallemizde esnaf bulunuyordu; çiçekçiden tuhafiyeciye kadar… Herkes birbirine inanırdı, ben bile çocuk halimle insanları tanıyordum. İnsanlar birbirlerine ödünç borç para verirlerdi. Esnaf, ihtiyaç durumunda dükkânlarını bize bırakır, biz de tezgâhın arka tarafına geçerdik. Tosba burunlu önü olmayan belediye otobüslerini hatırlıyorum.

 

FOLKLOR VE SPOR İLE TANIŞMAM

 

İlkokuldaki öğretmenim Muazzez Kaya’ydı. Öğretmenimizin kızı Aynur Kaya ile aynı sınıftaydık, öğretmenimizin eşi de kara yolcu idi. Öğretmenim herkesin ilkokul öğretmeni gibi benim için de çok kıymetli idi. Öğretmenimiz bire bir sosyalleşmemiz için bizimle ilgilenirdi. Yerine göre otoriter yerine göre merhametliydi. Nezaketli bilgili bir insandı. Folklor ile öğretmenimizin sayesinde tanıştım. Masa tenisi için branş beden eğitimi öğretmeni okulumuza gelmişti. Daha sonra masa tenisinde milli olan Selda Doğan sınıf arkadaşımdı. Okul müdürümüz Hüseyin Pekmezci idi. Onun gayreti ile ilkokulda atletizm, basketbol masa tenisi ve folklor ile tanıştım. 3. sınıfa geçtiğimiz zaman spor ve folklor ile sosyal bir öğrenci idim. 3. sınıfta yine öğrendiğim bir şey ise ‘dersi derste öğrenme metodu’ oldu. Bir de ilkokulda iken beslenme ile ilgili hatırladığım bize süt ve peksimet dağıtılması idi. Biz de bazen evden meyve getirirdik. O dönemde folklora çok yoğunlaştım Artvin ve Kafkas oyunlarını oynadım, lise 1’e kadar da buna devam ettim.

 

BASKETBOL OYNADIM

 

Atletizmde 5.000 ve 10.000 metrelerde koştum. Basketbolda Yolspor’un alt yapı takımında oynadım ancak bir süre sonra kaslarımda meydana gelen rahatsızlıktan dolayı bu spora olan ilgim azaldı. Ama okul adına yarışlara katıldım. Kendi imkânlarım ile spor yaptım. Mesela lisede de atletizm yaptım. Ama düşünün, lisede bizi atletizm yarışlarına götüren müdür yardımcımız din bilgisi öğretmenimizdi. Bizi yarışlara götürürdü ‘ısının’ derdi. O gün yarışlar gecikince biz zaten ısınırken yorulmuştuk. Yani spor o yıllarda bilinçli olarak yapılmıyordu. Liseye İlhami Coşkun’un gelmesi ile sporun şekli değişmişti.

 

MERAM ORTAOKULU’NA GİTTİM

 

İlkokuldan sonra Meram Ortaokulu’na gittim. Kök olarak zaten Meramlı idik... Özel okula gitme gibi şansım yoktu. O zaman zaten bir tek Hastaş Koleji vardı. Spor dışında elektrik elektronik bölümleri dikkatimi çekmeye devam ediyordu. O dönemlerde siyaset yoğundu; evden okula okuldan eve gidip geliyordum. Ülkü Ocakları o dönemde etkindi. Ama ben elektrik işine kafayı takmıştım. Bir ara elektrik elektronik dergisi çıkartmaya karar verdim. Matbaalara gittim, fiyatlar aldım reklam almalıydım aksi takdirde çıkartamayacaktım. Yaşım küçüktü. İnsanlar da bana gerekli sıcak ilgiyi göstermediler.

 

BABAM ÖZÜ VE SÖZÜ BİR İNSANDIR

 

Babam serbest müteahhitlik yapıyordu. Babalık sokakta bürosu vardı; gerçekten çok özü ve sözü bir doğru bir insandı. Kat karşılığı inşaat yapıyordu. Mesela bir daire 52 bin liraya mal oluyordu ama güzel olsun düzgün osun diye o daire 62 bin liraya mal oluyordu. Babam 52 bin lira dediği için zarar etse de bu dairenin fiyatını artırmıyordu. Mesela SSK binası hastanesi inşaatının kontrolörü inşaat mühendisi idi. Hükümet meydanındaki Eski Tapu Müdürlüğü’nün bulunduğu yerin pasajını da babam yapmıştı. O yılda Türkiye’de 11 tane SSK hastanesi inşaatı yapılmış en ucuzunu da babam yapmış. Ama ucuz yapıldığı için istihkaklar ödenmemiş. Bir Pazar günü iki müfettiş eve gelerek babamı çağırmışlar.

 

Babam hemen durumu anlayınca kapının eşiğinden bir adım dahi dışarı atmadan ‘Sizin ne demek isteyeceğinizi siz demeden ben kendim istifa ediyorum’ demiş. O yıllarda TRT’de daire başkanı olan amcama durumunu belirtip kendisinden iş istemiş. Amcam da ‘TRT’de 5 inşaat mühendisi kadrosu var hepsi dolu’ deyip babama yardımcı olmamış. Babam ilk anda gücenir gibi olsa da daha sonra amcama ‘Ben de senin yerinde olsaydım aynısını yapardım’ diyerek destek vermiş. Bu titizlik ve dürüstlük babamın anlatmasına göre dedemden gelen bir aile yapısı. Babam bir gün evde beyaz bir dosya kâğıdına ödev yapıyormuş, dedem içeriye girmiş babamın elindeki dosya kâğıdını almış. Işığa tutmuş. Dosya kâğıdında T.C. yazıyormuş. Babamın kulağından tuttuğu gibi bir tokat patlatmış ve ‘Devletin kâğıdına niye yazıyorsun?’ diye azarlamış.

 

Babam durumu daha sonra amcama anlatmış. Meğer o gün okulda imtihan varmış ve kendisine iki dosya kâğıdı verilmiş. Babam o kâğıtlardan birine imtihan sorularının cevabını yazdıktan sonra diğer ikinci kâğıdı da almış ve öğretmeninin verdiği ödevi yapmak için eve getirmiş. Babam SSK inşaatında istihkak meselesinden işinden istifa ettikten sonra esnaflık yapmaya karar vermiş. Mahallemizdeki bir bakkal dükkânını satın almış. Ama esnaflık babamın işi olmadığı için 6 ay annem bakkal dükkânına gidip gelip uğraşır. Ama babam verdiği paraları alamaz. Ve 6 ay sonra dükkânı kapatır yine işsiz kalır. Babam işsiz kalınca Kütahya’ya gitmiş. İnşaat kontrolörlüğü yaptıktan sonra karayollarına işe girmiş. 12 Eylül’den sonra Ecevit hükümeti döneminde erken emeklilik hakkı çıkınca 21-22 yıllık bir hizmet döneminden sonra emekli olmuş. O günden bugüne babam evinde gazete kitap okuyor. Televizyon seyrediyor.

 

ALAADDİNDE MİLLİ MAÇA ORHAN GENÇEBAY’IN BİR TESESELLİ VER ŞARKISININ SESİNİ VERİYORDUM

 

Ülkeye televizyon yeni girmişti. Akşam saat 6’da 7’de televizyon açılır. 2-3 saat yayın yapılırdı. Televizyon açılırken çizgi film olurdu, daha sonra büyüklere programlar yapılırdı. Bizim yaşımız ne çizgi film yaşı ne de büyük programlarının izleneceği yaş olduğu için televizyona ilgim yoktu. Ben proje üretmek, laboratuarlar kurmak istiyordum. Kimde televizyon varsa önemli bir şey oldu mu televizyonun olduğu yere gidiliyordu. Ben de yine onlara haylazlık yapıp eğleniyordum. Mesela dünya kupası maçlarını izlemek için herkes Alaaddin tepesinde toplanıyordu. Ben de vericiyi cebime koyup masaya oturuyor, çay içerken orada milli maçın sesine Orhan Gencebay’ ın ‘Bir teselli ver’ şarkısını çaldırıyordum.

 

Haylaz çocuktum. Bir teyze vardı; Hasan Angı’nın dünürü. Kulakları çınlasın yine duyduğum süt banyosu işini denemek için bu teyzenin havuzuna sütleri dökmüştüm. Fen dersleri okuduğum için kimya dersinde otlar ile ilgileniyordum. En sevdiğim ders ise elişi dersiydi. Kontrplaklar keserek elişi yapıyorduk. Fen derslerim çok iyiydi. Hep okul birincisi idim. Ama okul birincisi olabilmek için özel bir gayret göstermiyor, kendimi sıkmıyordum bile. Sadece dersleri derste çok iyi dinliyordum. O dönemde yine siyaset vardı. Okullara baskınlar yapılıyordu.

 

Gün Sazak’ın öldürüldüğü gün bizim okul da basılmış ve bütün okul boşaltılarak yürüyüş yapılmıştı. Ama ben fazla önlere çıkmadan arka sokaklardan eve kaçmıştım. Yine o dönemlerde okul bittiği zaman yürüyerek Merama girmek yürürken bahçelerden erik çağla alıp yemek keyif veriyordu. Arkadaşlarla yeşil içinde nerede ise 10 kilometre yürüyorduk. Yine boş zamanlarımda stadyumun içindeki açık alanlardaki basketbol alanlarında top oynuyordum. Bir de çocukken plastik arabalara dümen yaparak oyunlar oynardım. Almancı arkadaşların getirdiği kablolu arabaları kaldırımda yollar çizerek yarış yapardık. Mahalle maçlarında sohbetler yapardık.

 

ANKARA HUKUKU KAZANMIŞTIM

 

Lise başında iken abim ABD’ye gitti burada okudu. Bana İngilizce ve matematik kitapları gönderdi ben de okuduktan sonra öğretmenlerime veriyordum. Lisede matematik öğretmenim Mahmut Özdemir ve Hüseyin Özdemiray idi. Bir abim de doktordu. Liseden sonra sınava girerken hukuk fakültesinin yazıldığından dahi haberim yoktu. Bunu abim yazmış, babam da abime ‘ailede her çeşit adam var bu oğlan kolaycı adam’ demiş ve tercih formuna 3. sırada Ankara Hukuk’ u yazmış.

 

O gün sınav sonucunu öğrenmek için otogara gittim, gazete aldım. Hukuku kazandığımı öğrenince şaşırdım, jetonla abimi aradım. “Burayı niye yazdın?” diye sordum. Nasip kısmet imiş böyle imiş… Üniversite 1. sınıfta 2. bir üniversite daha okumak için YÖK’ e dilekçe yazdım. Lisans okurken diğer lisans okumama izin verilmedi o yüzden sınava giremedim. Sınavda matematik fen puanlarım çok yüksekti; tercihim 1. sırada Boğaziçi bilgisayar, 2. sırada Boğaziçi elektronik idi. Yüzde 4 yabancı dil puanı ortalaması yüzünden Boğaziçi’ni kazanamadım.

 

GAZİ LİSESİ’NDE İKEN ESNAF OLACAĞIM DİYE OKULA BİR YIL ARA VERDİM

 

Lisedeyiken 12 Eylül ihtilali oldu. Bizim okulumuz ve mahallemizde sağ görüş hâkimdi. Stadyumdan ötesi ise solculara aitti. Kavgaların gürültülerin ortasında kaldık. 5. katta iken çok kurşunlamalara kavgalara şahit olduk.

Lise 1. sınıftan sonra kendi isteğim ile inadımla lisede eğitimime bir yıl ara verdim. O yıl esnaf olacağım diye bir sene boşa geçirdim. Lise 3. sınıfın 2. döneminde ise Şanlıurfa’ya gittik. O dönemde abim Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde mecburi hizmetini yaparken çocuğu olmuştu. Annem ve babam da torunlarına bakmak için Ceylanpınar ilçesine gittiler.

 

LİSEYİ BİRİNCİLİKLE BİTİRDİM

 

Onlar Ceylanpınar’a gidince ben de okuldan tasdiknamemi alarak Ceylanpınar lisesine gittim ve 2.5 ay bu okulda okuduktan sonra Ceylanpınar lisesinden diplomamı aldım ve Ankara Üniversitesi hukuk fakültesini kazandım. Ben hukukçu sosyal bilimci olurken ailemizin bütün fertleri, kardeşlerim, kuzenlerim hep elektronikçi ya da bilgisayarcı idi.

Şanlıurfa’ya gidince okul birincisi olarak bu okulu bitirdim. Üniversite sınavları için kontenjan hakkımı kullanmadım. Çünkü okul birincilerine özel kontenjan hakkı vardı. Ben bu birincilik hakkımı Fatih isimli bir çocuğa verdim. Ve üniversite sınavlarına kontenjan hakkını kullanmadan girdim…

 

AYDAN SİVAYUŞ’A YAZDIĞIM MEKTUP İLE ARKADAŞIM

SİNAN DİKER’İ ECZACIBAŞI’NA GÖNDERECEKTİM

 

Matematik öğretmenim Hüseyin Demiray hoca bir gün tahtada soru çözerken beni de sıranın altında dizimde TIME dergisini okurken yakalamış ve kulağımı çekmişti. Zaten derslerde genelde ya İngilizce dergiler okur ya da şiir yazardım. Hüseyin hoca benim adam olacağıma inanmıyordu. Lise yıllarında unutamadığım anılarımdan bir tanesi de sınıf arkadaşım Sinan Diker’i Eczacıbaşı basketbol takımına gönderme maceramdı. Sinan 1.92 boyunda basketbolcu bir arkadaşımdı. Eczacıbaşı Basketbol takımı o dönemlerde Türk basketbolunun yenilmez armadası Avrupa’da çok güçlü bir kulüptü. Yani basketbolun en popüler takımı Eczacıbaşı bu takımın koçu da Aydan Sivayuş hoca idi. Bizim Sinan’ın rüyaları ise bu takımda oynamak idi. Benim o dönemlerde de kendime çok iyi bir özgüvenim vardı. Oturdum Aydan hocaya bir yönetici gibi mektup yazdım.

 

Mektup’ta Sinan’ın yeteneklerini, aile durumunu, kişiliğini şu bu gibi özelliklerini belirttim. Bir süre sonra Aydan hocadan bana bir mektup geldi. Ama tabii bunu yaparken Sinan’ın arkadaşı bir öğrenci gibi kendimden söz etmemiştim. Hoca belki de beni Konya’da bir yönetici filan sanmıştı. Yıl 1981 idi. Aydan hocadan gelen mektubu Sinan’a verdim. (Nezih Bey bunları anlatırken o tarihte Aydan Sivayuş’un daktilo ile yazıp gönderdiği imzalı mektubunu da bize gösteriyordu) Sinan önce çok sevindi mektubu hemen koşarak İlhami Coşkun hocaya götürdü.

 

İlhami hoca da bunun Aydan hoca tarafından gönderilmediğini bunu benim yazdığımı söylemiş. Sinan bu kez üzgün vaziyette yanıma geldi, ben de İstanbul’dan gelen mektubun mühürlü zarfını Sinan’ a gösterdim. Ama annesi izin vermediği için Sinan Eczacıbaşı’na gidemedi. Ama şimdi aynı Sinan Diker, Kanada’ da yaşıyor.

 

BİZİM AİLE HEP SÜPER ZEKÂLI

 

Bizim ailede herkes okuduğu gibi de süper zekâlıdır. Mesela abim Atilla Dağdeviren doktor. Hacettepe’de üniversitesinden emekli oldu şimdi Başkent Üniversitesi’nde. Diğer bir abim Nuri Ruhi Dağdeviren. Fizikçi ama abim 5 yıllık Boğaziçi Üniversitesi’ni 3 yılda bitirdikten sonra ABD’de yüksek lisans ve mastır yaptı. Burada fizikten elektronik alanına kaydı. ABD’nin en büyük teknoloji şirketini kurdu, cep telefonlarındaki fax modem kartını geliştirdi. ABD hükümeti tarafından bilim adamı olarak bu ülkenin başarı ödülünü aldı. Bu abim hala Boğaziçi Üniversitesi’ne zaman zaman bilgisayar ve elektronik alandan faydalanarak ABD’den üniversiteye seminerler veriyor. Şu anda da ABD’de çip tasarımı geliştirmek için özel bir şirketi var. Diğer kardeşim Şengül ise Boğaziçi İktisat mezunu. ABD’de mastır yaptı. İktisatçı.

 

FLİM DUBLAJ STÜDYOSUNDA ÇALIŞTIM

 

Ankara Üniversitesi hukuk fakültesini 1989’da bitirdim. Ama fakülteyi 5 yılda bitirdim. Çünkü Devlet özel hukuku diye bir ders vardı; o zamanlarda siyasi olaylar da vardı. Ben olaylara karışmamıştım ama bir gün arkadaşlarımıza yapılan bir haksızlığa dayanamadığım için bu Devlet Özel Hukukuna giren hocaya karşı geldim. Tabii hoca da bunu bir yere yazmış.50 puan alıp geçeceğim dersten 49 ve 47 alıp sınıfta kaldım. Ama bu üniversite hayatım boyunca hep çalıştım TRT’de Daire Başkanı olan Yılmaz amcamın eşinin filmlere dublaj yapan bir stüdyosu vardı.

 

Tiyatro sanatçıları gelir bu stüdyoda filmlerin dublajını yapıyordu. Ancak o tarihlerde amcam artık TRT’de çalışmıyordu, emekli olmuştu. O da Ankara’da elektronik işi yapıyordu. Amcam Türkiye’de ilk defa Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sunduğu program ile ülkede yedi büyük ilçe bugün mobese dediğimiz kamera sistemini kurdu. Bizim stüdyoda filmlerin Türkçe dublajını yaparken şirketler bu filmleri Almanya ve Avrupa’ya pazarlıyorlardı. Bunu pazarlayan firma bunun yabancı dilinin dublajını da bizim yapmamızı istedi, biz bu kez bunu yaptık. Mithatpaşa’da filim prodüksiyon şirketi kurduk. Burada çok iyi para kazandım. Hem okuyor hem iyi bir ticaret yapıyordum. Ancak burada sanat dünyasını gördükçe sanat dünyasındaki insanları tanıdıkça okuldan sonra Konya’ya döneceğim diye tutturdum. Bir milliyetçi tarafım vardı. Ben ayrılınca amcam da bir süre sonra bu stüdyoyu kapattı.

 

SET ŞEKERLEME’DE ÇALIŞMAYA BAŞLADIK

Ben Konya’ ya geldikten sonra amcam da Konya’ya gelerek SET şekerlemeye ortak oldu. Yılmaz amcam helvacılık, reçelcilik öğrenmeye başladı bana da SET şekerlemede yanında yarım gün ortak çalışma teklifinde bulundu. Ben de kabul ettim ama işin içine girince bizim buraya harcadığımız mesai 24 saate çıktı. İki sene de bu ticarette çalıştım. Ben bu ticareti bıraktıktan sonra amcam da buradan ayrıldı ve İstanbul’a döndü.

 

ASKERE GİTMEDEN EVLENDİM

 

Avukat olmuştum. Askere gitmeden evlenecektim. 1989 Şubat ayında Konyalı olan Leyla Hanım ile evlendim. 1989 doğumlu oğlum Semih ve 1995 doğumlu kızım Merve dünyaya geldi. Askerliğimin öğrencilik bölümünü Konya’da Dutlukırı’nda Personel Okulunda yaptım. Personel okulunu dereceyle bitirdim, burada 3. olduğum için tercihli olarak Konya Karatay askerlik şubesinde kısım amiri olarak askerliğimi burada tamamladım. Askerlik o tarihlerde 16 ay idi. Ben izne ayrıldığım zaman askerlik12 aya indi. Ve bende 12 ay kısım amirliği yaparak vatani görevimi tamamlamış oldum.

 

AVUKATLIKLA BERABER SİYASET DE BAŞLADI

 

Avukat Zafer Uğur Eken’le SET şekerlemeden tanışıyorduk, askerlik tamamlandıktan sonra onun teklifi ile kendisiyle birlikte çalışmaya başladık. Yazıhanemiz Tevfikiye Çarşısı’nın orada idi. Ama birlikte çalışmaya başlarken buna bir ölçü koymamıştık, yani bu birlikteliğin bir ölçüsü yoktu.

 

MUSTAFA BEZİRCİ MİLLETVEKİLİ ADAYI OLUNCA DYP’ YE GİRDİK

 

DYP iktidara geldi. Rahmetli Mustafa Bezirci milletvekili adayı olduğu için İl Başkalığından ayrılınca Zafer abi İl başkanı oldu. 1993 kongresinde arkadaşların ısrarı ile DYP İl yönetimine genel listenin hemen altına yedek listenin 1. sırasına yazdılar. 1994 mahalli seçimlerinde yönetim kurulundan Kemal Kocaman da Belediye Başkanlığı’na aday olunca ben yedekten yönetime girdim. Ve yönetimde de basın ve propagandadan sorumlu Başkan yardımcılığı görevine getirildim. 1996’ya kadar bu görevde bulundum. 1996’dan 1999’a kadar da il sekreterliği görevini yaptım.

 

MEHMET ALİ YAVUZ HIZIR KAVAK’ IN İL BAŞKANI OLMASINI İSTİYORDU

İl başkanı Süleyman Akdemir milletvekili adayı olmuştu. İl Başkanlığı koltuğu boşalmıştı. Mehmet Ali Yavuz, Hızır Kavak’ın İl Başkanı olmasını istiyordu. 1999’da seçime 15 gün kala ben de il başkanlığına aday oldum. Başkanlık konusunda uzlaşma sağlanamayınca parti yönetimi ikiye bölündü. Savaş Kayhan abi de onlara karşı idi ve o da aday idi. Savaş abiye “çekil abi” dedim çekilmedi. Böylece 3 başkan adayı ile seçime girdik. Kongreden ben ikinci olarak çıktım. Ama burada önemli olan benim için Başkan adayı olmamdı. Bu konuda yanlış yapıldığını ispat etmek istemiştim. Ben artık misyonumu tamamladığıma inanarak siyasetten çekildim.

 

BASKETBOL VE FUTBOL KURULLARINDA GÖREV YAPTIM

 

Siyaseti bıraktın sonra 2000 yılının sonlarına kadar şehrimizde basketbol hakem komitesi, futbol il disiplin kurulu ve futbol il ceza kurulu üyelikleri yaptım. Yine bu dönemde bir dizi sosyal etkinliklerde görev aldım

 

MEHMET AĞAR’IN BİRLİKTE ÇALIŞALIM TEKLİFİNİ EVET DEDİM

 

1999’da ara verdiğim siyasete 2005 yılında Mehmet Ağar’ın “birlikte çalışalım” teklifine ‘evet’ dedim. Mehmet Ağar hataları da olsa sevdiğimiz saydığımız bir insandı. DYP yüksek haysiyet divanı üyesi olarak Ocak’taki son genel kurulda katıldım. Aday adaylığım söz konusu olduğu zaman 12. sırada aday adayı gösterilince adaylıktan çekildim. DYP- ANAP birleşmesinin olmayacağını da gördüm. Onurlu bir duruş gösterdim.

 

KONYA BAROSUNDA VE BAROLAR BİRLİĞİNDE BİLİŞİM KURULLARINDA GÖREV YAPTIM

 

2000 yılında Baro’da Bilişim Kurulu’nu oluşturduk. Teknolojik çalışmalara başladık. 2001 yılında Barolar Birliği’nde gönüllü olarak 7 üyeden oluşan bilişim kurulunu oluşturduk. Ve burada çalıştım.

 

KONYA BARO BAŞKANI SEÇİLİYORUM

 

2002 yılında Baro başkanımız Abdullah Akçay’dan sonra arkadaşlarım benim baroya başkan olmam için çok ısrar ettiler. Ama ben Baro başkanlığı yönetim kurulu üyeliğine bile seçilemiyordum. Arkadaşlar çok fazla ısrarcı olunca baro başkanlığına aday oldum ve 2002 yılında başkan seçildim. İl seçim kurulu seçimi iptal etti. Yüksek Seçim Kurulu’ndan başkanlık kararı çıktı ve 2 sene baro başkanlığı yaptım. Bu arada Konya’da KOBİD Bileşim Derneğinin hukuk bilişim kurulu başkanı oldum. Burada e-baroyu kurduk. Ve yeni dönem için bir daha aday olmadım. Barolar Birliğindeki görevimi de 2007 sonu ile bitirdim.

 

TÜRK HAVA KURUMU BAŞKANLIĞI

 

2002 yılında Tük Hava Kurumu Konya Şube Başkanı oldum, bu görevimi halen devam ettiriyorum. Biz de hizmeti geliştirebilmek için Türk Hava Kurumu bünyesinde Konya Sivil Sportif Havacılık Kulübünü kurduk.

 

TÜBİFED DİSİPLİN KURULU ÜYELEĞİNE SEÇİLDİM

 

Şimdi merkezi İstanbul’da bulunan TÜBİFED’in Disiplin Kurulu üyeliğine getirildim. Bu arada şunu gururla söyleyebilirim ki yeni Adliye Sarayı için yer tahsisi ve yeni planlamalar için, İhtisas Mahkemelerinin kurulması, İcra mahkemelerinin rahatlaması için çok emek ve mücadele verdim. O dönemlerde yine dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek’ten sözler aldık ve destek gördük.

 

SANATÇI RUHLU BİR HUKUKÇU

 

Şimdi bu tür sosyal ve kültürel, bilimsel, teknolojik çalışmaların hukukçu kimliğimizin yanı sıra ney üflüyorum. Ritim dersleri alıyorum. Zaten uzun zamandan bu yana klavye çalıyorum. Klarnet çalmaya çalışıyorum. Konya Barosunun Türk Halk Müziği korosunda vurmalı sazlarda görev alıyorum… Hiç unutmuyorum Sayın Ahmet Kayhan ve eşi bir gün bizim konserimize geldikleri zaman beni korada gördüklerinde hayrete düşmüşlerdi…  Çünkü beni hep baro başkanı olarak protokolde ve özel davetlerde görüyorlardı. Ama konserde sanatçı olarak gördükleri zaman Kayhan çifti çok ama çok şaşırmıştı.