Şenol Metin
OKULSUZ TOPLUM ‘KİTLESEL EĞİTİM ÇAĞININ SONU MU?’
İvan İllich Okulsuz Toplumu 1970’li yılarda yazdığında bugün EBA üzerinden yapılan uzaktan eğitim uygulamalarını görse idi, ne düşünürdü merak ediyorum. Corona Virus salgını sonrası eğitim alanında yaşananlar eğitim sistemi üzerine tekrar düşünmeye sevk etti. Düşündüğümüzde John Taylor Gatto’nun tespitine ‘Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı’ ne diyoruz? ‘Kitlesel eğitim bir silahtır’ demek daha doğru mu?
Öncelikle modern çağın eğitim sisteminin Bizdeki uygulamasını konuşmak lazım…
Eğitim bir sistem olarak toplumun diğer sistemleriyle ekonomik, sosyal, toplumsal, siyasal, hatta uluslararası ilişkilerle de doğrudan bir ilişkisi var. Hem etkileyen olarak hem de etkilenen… Çok temel bir düzeyde örneklendirmek gerekirse işgücü piyasasının talebi doğrudan sizin mesleki eğitiminizi dizayn eder ya da mesleki eğitiminizin kalitesi doğrudan iş gücü kalitenizi ortaya koyar.
Türkiye’de sıkıntımızın temelinde de bu var; 'Niçin Eğitim?' sorusuna cevap vermeden 'nasıl bir insan kaynağı arıyoruz?' sorusuna cevap vermeden eğitim sistemi üzerinde tartışıyoruz, Siz 'nasıl bir insan istiyoruz?' sorusuna cevap vermeden eğitim sistemi üzerinde yapacağınız herşey palyatif kalacaktır.
Türkiye son iki yüzyılında Batılılaşma macerası ile beraber eksenini kaybetti, yörüngesini kaybetti, belki daha eskiye götürülebilir ama 200 yıl çok barizdir. Insan Tasavvuru altüst oldu. İnsan tasavvurumuz, insani insan yapan değerleri üzerinden değil, insanı yetenekli bir makine gören paradigma üzerinden okumaya başladık. Eğer öğrenciyi yazılım yüklenecek bir makina olarak görürseniz, eğitim sisteminizi ona uygun dizayn edersiniz. Ama Siz insanı, tüm kainatın yaratılmasına vesile olan bir varlık olarak görürseniz, eşrefi mahlukat olarak görürseniz, ontolojinizi bunun üzerinden oluşturursanız başka bir sistem tasarlarsınız. Türkiye bu konuda kafası karışık, son yıllardaki gelgitleri yaşamamızın arkasında da bu var. Yani insan yetenekli bir makina mıdır? öğrenen bir makina mıdır? yoksa insan yaradılış kodları itibariyle eşrefi mahlukat olan, kaynatın en erdemli varlığı mıdır? sorusunun cevabında saklı. Cumhurbaşkanımızın 'dindar nesil' mottosundan anlaşılması gereken de budur. Yaratılış kodlarını bilen fıtrat üzerindeki nesil anlaşılması gerekir. Bu gün de zaten Türkiye de ki tartışmanın arka planda bu var; Türkiye’yi, Asımın Nesli mi yönetecek, Tevfik Fikret Haluk'u mu yönetecek. Haluk biliyorsunuz; Batı'ya gidip papaz olarak Türkiye'ye gelen evladı. Eğer Haluk yönetecek diyorsak siz farklı bir eğitim sistemi dizayn edersiniz, hayır Asım'ın Nesli yönetir derseniz farklı bir nesil dizayn edersiniz.
Değerler Eğitimi: İnsanı eşrefi mahlukat olarak gören bir bakış açısı, bir yandan da makine olarak gören bir bakış açısı var. Batı'dan apardığımız değerler eğitimi stratejisinin arka planında insanı yetenekli bir makine olarak gören ve bu şekilde yetiştirmesi gerektiği düşünen bir bakış açısı var. Ama bunu yaparken de anarşist olmasın, kurallara uysun, sıkıntılı işler yapmasın işte toplumsal düzene uyum sağlasın, iyi bir dünya vatandaşı olsun gibi bir değer yüklemesi gerekiyor. Bu mümkün mü? Mümkün.
Zaten Türkiye biçtikleri rol bu. Biz batı paradigması ile eğitim sistemimizi dizayn etmeye devam ettiğimiz sürece olacak olan şu; Türk insanı piyasanın istediği becerilerle donatılmış olacak ancak sistemin temellerini de sorgulamayacak. Muti, yönetilebilir bir Türkiye tahayyül ediliyor. Bunun için de eğitim sistemi üzerindeki tartışmalarda kıyamet kopuyor. Türkiye'nin son yıllarda eğitim üzerine tartışmaların arka planında bu var. Müfredatın demokratikleştirilmesi paketi ile de ortaya çıkan tartışmanın da arka planda bu var. İsteniyor ki; bin yıldır dünyaya adalet dağıtan bir milletin, artık dünyaya adalet dağıtma potansiyeli, umudu kalmasın. Bunu bizim kabullenmemizi istiyorlar. Biz kabul edeceksek kabulleniriz, bu bir tercih meselesi ama Türkiye, özellikle son 20 yıldır ürettiği güçle artık bunu kabullenemez. Bunu ta Lozan'a kadar götürebiliriz. Lozan neydi? Türkiye’nin Anadolu coğrafyasında kendi içerisinde homojen bir toplum, ama o coğrafyası dışındaki coğrafyalarda ilgilenmeyen bir devlet modeli öngöriyordu. Bugünkü korkuların temelinde bu var. Türkiye sosyal genetiğinin farkına varacak, diye öyle korkuyorlar ki. Korkmakta da haklılar. Bu coğrafyanın sosyal genetiğinde içe kapanıklık yoktur, dünya ile barışıklık vardır, Nizamı Alem vardır, adalet dağıtma görevi vardır. Bir retorik olarak söylemiyorum, ‘Türk beklenen adamdır.’ Hikmetinin karşılığı vardır. Beklenen insan nasıl yetiştirilir? İnsanı bu kristal formuna ulaştırmak için eğitim sistemimizde ne yapmalıyız? Beklenen İnsanı yetiştirecek eğitim sistemi nedir? Bugünün eğitim sistemi, o beklenen adamı yetiştirebilir mi? Eğitimde reform arayışlarını bunun üzerinden okumalıyız. Farabi'leri yetiştirir, Yavuzları yetiştirir diyebileceğiniz bir modelimiz maalesef yok. Ama arayışımız var. İlk kez Batı paradigmasına alternatif paradigmanın olabileceğini düşünmeye başladık. Bu çok önemli bir aşama. Türkiye ilk kez farklı bir bakış açısının olabileceğini gördü ve kendi içinde yanan közün varlığını hissetti.
Olabilir mi? Neden olmasın…