Fatma Şeref
Ölürsem ben, mezarıma...
Ben yandım aşkın narına...Meyletmem dünya malına... Ölürsem ben, mezarıma...Gelme gayri gelme leyli leyli ... Gelme !
Neşet Ertaş'ın bu güzel türküsü radyodan yayılırken Konya ile Çatalhöyük arasındaki yolda hızla ilerliyoruz. Belki de insanın içine işleyen yukarıdaki türkünün nağmesinin etkisi ile acaba Höyük Sakinleri mezarlarına gelinmesini ister miydi diye düşünüyorum. Evet , şu anda bir grup arkadaşla kazı heyetinin davetlisi olarak gidiyoruz.Ama asıl ziyaretgah bizden on bin yıl önce yaşamış insanların evleri ve o evin içinde bulunan kabirleri değil mi? Onlar bizi istiyor mu yoksa ruhlarını rahatsız mı ediyoruz ?
On bin ( 10.000) yıl, insan bazen aklına sığdırmakta zorlanıyor. Kendimi alıştırmak, gideceğimiz zamana intibak etmek için saatleri değil , asırları da değil bin yılları geri alıyorum zihnimde. Milada kadar 2 bin yıl geri, Bilinen Mısır uygarlığına kadar 3 bin yıl daha geri gideceğiz... Ondan da önceye, bundanda önceye...Gibi bir çok zihin egzersizi yaptım.
Konya merkezden güneydoğuya doğru yaklaşık kırk kilometre mesafede bulunan Çatalhöyük'e yarım saatte ulaşabiliyorsunuz. Ondan sonrası bir zaman tüneli girişi adeta. Ağustos sıcağında üstü kapalı kazı alanlarında süren çalışmanın her ferdi takdire şayan gözüktü gözüme. İçerisi bir sauna adeta . Rehberimiz büro bölündeki sergi ve salayt gösterili tanıtımdan sonra canlı yayın gibi kazı alanını anlatırken tam karşımdaki evde titizlike çalışan iki arkeolog ilişti gözüme . Sonra özellikle Kadın olanın üstünde kaldı gözlerim . Rehber bunu fark edince oradaki cesedinde kadın olduğunun bu sabah anlaşıldığını arkeologun bu yüzden çok heyecanlı olduğunu anlattı. Hiç zedelemeden çok özenli çıkarmak istiyormuş buluntusunu ve bu yüzden bir kaç gün yemek yemeyi bile unutabilirmiş. Burada benzer şeyler sık sık yaşanıyormuş. Paylaştığım görselde söz ettiğim yeri görebilirsiniz.
Bunlar konuşulurken o anda öldüğümü , gömüldüğümü ve bizden on bin yıl sonra bir kadının zarif parmaklarının kafatasımda dolaştığını hissettim. Benim gibi meraklı bir başka kadın da seyir balkonundan ona bakıyor ve hikayemi merak ediyordu. Beni anlayabilir miydi bilmiyorum. Rahatsız olur muydum peki ? Bir başka arbesk nağme kulağımdan geçiyor o sırada :
Demek buraya kadarmış, söylemeyin öldüğümü...
Mezarıma yar gelmesin, topragıma el sürmesin...
Kimi yarine kıyamaz üzülmesin ister kimi sitemdedir nazdadır türkülerimizde şarkılarımızda... Bu aslında " Seni seven öldü gel gel ! " in farklı söyleniş şekilleridir. Herkes bilinmek ister , herkes anlaşılmak sevilmek ister. Mümkünse yaşarken ama hiç oladıysa öldükten sonra bile . O yüzden ufalanmak üzere olan kafatasımı zarifçe tutan o parmaklardan hiç rahatsız olmadım onu izleyen meraklı gözlerden de...
İçimdeki bu engeli aşınca , izlediğim çalışmadaki iskelet canlanıp yerinden kalktı . Arkeologlar kayboldu. Ev belirginleşti. Az önceki ceset uzun boylu ince açık kumral bir kadın siluetinde evde dolaşmaya başladı. Elinde toprak bir kase vardı içinde tahıl yığını . Üstünde sade açık renk düz bir elbise. Necip Fazıl'ın bir şiirindeki tasviri hatırlatıyor bana : "Yarim ince uzun saz benizlidir..." Sonra elindekini ocağın önündeki sete bırakıp dama çıktı. Bozkırın rüzgarı saçlarını dağtıyor elini güneşe siper ettiği gözleri ile Çumra ovasına bakıyordu. Sevdiği adam oralarda bir yerde olmalıydı.
Damın diğer yanına yürüyor oradan bir başka açıyı gözden geçiriyordu. Endişeli miydi biraz , sevdiği geç mi kalmıştı ona yemek mi hazırlayacaktı bilmiyorum.
O sırada arkadaşlara başka bir şey anlatan rehberin sözünü kestim farkında olmadan " Burada bildiğimiz anlamda bir evlilik ya da aile düzeni yok değil mi mesela çocuklar evde değil ?" diye sordum. Oldukça yetenekli olan genç ilk anda şaşırdı. "Kesinleşemeden bazı şeyleri anlatmamız doğru değil takdir edersiniz ki" dedi. Hemen takdir ettim tabi ve " Ben bilimsel kesinlikle ilgilenmiyorum , onlar yazılıp yayınlanıp tartışılıncaya kadar bekleyemem lütfen tahminlerden de söz edin" diye ekledim.
Zaten , Çatalhöyük yerleşmindeki yaşamda bir hiyararşi olmadığı bir tür komün hayatı yaşadıkları daha önce çok yazılıp çizilmişti. Fakat sosyal hayat ve aile anlayışı henüz tespit edilememiş. Ama son zamanlarda toplu bir alanda çocuk mezarları bulununca çocukların toplumsal dayanışma içinde ortaklaşa büyütüldüğü düşünülmeye başlamış. Araştırmlar devam ediyormuş. Yetişkin kadın ve erkek mezarları evlerin içinde biliyorsunuz.
Bunun dışında oldukça ilgimi çeken çok hareketli ve güzel duvar resimleri. Yazıyı bilmediklerini de sanmıyorum çünkü damgalar var. Ama fazla gerek duymamış olabilirler.
Dünyanın ilk bilinen haritası
Daha da dikkate değer olan : 1963 yılındaki kazılarda, tapınak olduğu anlaşılan bir bölümün kuzey ve doğu duvarlarında, Çatalhöyük’e ait bir harita ortaya çıkartılmış. Haritanın büyük bölümü (yaklaşık üçte ikisi) kutsal yerin uzun kenarını oluşturan kuzey duvarına, kalan bölümü (yaklaşık üçte biri) ise kısa kenarı oluşturan doğu duvarına resmedilmiştir. Harita 1-1,5 cm. kalınlığında, perdahlanmış duvar sıvası üzerine yapılmıştır. Haritanın uzunluğu 3 metre, yüksekliği ise 0,9 metre.
Günümüzden yaklaşık olarak 8.200 yıl öncesine tarihlenen (14C yöntemi ile saptanan yaşı M.Ö. 6200 ± 97) ve Çatalhöyük’ün kuş bakışı planını gösteren bu duvar resmi dünyanın bilinen ilk haritası. Haritanın en şaşırtıcı özelliği 140 km. uzaktaki volkanik Hasan Dağı’nın, sahip olduğu iki krateri ile lav püskürürken tasvir edilmesidir.
Harita, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor ve Anadolu’nun insanlık tarihindeki o muazzam yerini türünün bilinen ilk örneği olarak gözler önüne sermeye devam ediyor.
NOT :
Ben tarih derslerinde öğretilen taş devri , tunç devri diye sıralanan çizelgeye ya da kronolojik tarihe inanmadım hiçbir zaman. Bunun adına en fazla bizim bildiğimiz tarih falan demeli tarihçiler . Bilinen tarih buzdağının görünen kısmı sadece. Belki bu yüzden çoğu insanın , canım orada burada bir kaç taş duvar vardı diye anlattığı , harabelere, ören yerlerine , tarihi kalıntılara bunca ilgi duymam.
Bilinmeyen insanlık tarihi neden bu kadar ilgi çekici bir çok neden sıralayabilirim. Ama kişisel merakımın dışında şu kadarını söylemeliyim. İslamiyet öncesi tarihe ilgisizliğimiz ya da turizm kaynağı olduğu ölçüde ilgimiz kutsal kitabımızın evrensel mesajına tamamen zıt düşüyor.
Sizden önce gelip geçenlerin sonuna hiç bakmaz mısınız oysa harabeleri yolununuz üstünde duruyor !...Anlamındaki ayet aklıma ilk anda gelenlerden sadece birisi. Merak eden sırf bu konudaki ayetleri tarayıp bir bakmalı. Hatta müzelerin kapılarına yazılmalı , Cuma hutbelerinde anlatılmalı. Kuran'ı Kerim'in insanlık tarihini bir bütün olarak gördüğü , Hz. Adem'den Hz. Muhammed (s.a.s) 'e kadar sayısını bilmediğimiz peygamberler gönderildiği mutlaka bu dinin mensuplarına öğretilmeli. İnsanlık nerede ve hangi dönemde hak dine tabi ya da ne zaman ondan uzaklaşıp dejenere inanışlar oluşturdu veya bunları birbirne karıştırp yaşadı bilmiyoruz.
Dilleri, sembolleri , kavramları bizden çok farklı olabilir ama ruh dünyalarında bizden çok daha ötede olmalarına engel değil bu.
Ve Son Söz : İnanın bir yazıya sığmayacak deneyimler sunuyor Çatalhöyük Sakinleri ve sizleri de bekliyorlar eminim çünkü o sade, yalın, abatısız, çekişmesiz, savaşsız iki bin yıl süren uygarlıkları ile bize söyleyecek çok sözleri var.