Derviş Argun
Ortadoğu da değişim mümkün mü?
Bugün itibariyle seçim sathı mahallinden çıktık sayılır. Artık birkaç gün daha seçim sonuçlarına dönük yorumlar yapılır ve ülke tekrar rutin işlerine döner ve nehir yatağını bulur. Bulur bulmasına da suyun berraklığı ve bulanıklığı konusu hep bir problem olarak kalır. İçeride bu muhalefet, dışarıda bu düşmanlık oldukça suyun berraklığını stabil tutmanın tutabilmenin de imkanı yoktur. O sebepledir ki bir süre daha gözlerimizi açamadan, el yordamıyla dalış yapmaya devam edeceğiz.
Rivayetlere göre batı, Osmanlı coğrafyasını dağıtabilmek için tam üç yüz yıl uğraşmış. Battı dedikleri günden sonra bile 2. Abdülhamit eliyle bu coğrafya otuz üç yıl dimdik ayakta kalmış. Ta ki 1. Dünya savaşı ile Osmanlı coğrafyası talan edilmiş ve coğrafya itilaf devletleri arasında pay edilmiş. Fransa Ortadoğu'su ve İngiltere Ortadoğu'su olmak üzere Ortadoğu coğrafyası ikiye ayrılmış. Batı kendi coğrafyasında demokrasi ve seçim kültürünü yerleştirirken, işgal ettiği Ortadoğu coğrafyasına babadan oğula geçen sömürge bir sistem dayatmış.
İlk atamasını kendi yaptığı bu sistem sayesinde de tam yüz yıldır, kendileri fiziksel olarak orada yokken bile ruhları teslim alınmış uşaklarının fizikleriyle, o coğrafyaya sahip olmaya devam etmişler. Eğer bugün gönül coğrafyamız diye isimlendirdiğimiz bu coğrafyada sular bir türlü durulmuyor ve bulanık akmaya devam ediyorsa, zulüm tariflere sığmaz şiddette devam ediyorsa, sosyoloji çok sıradan sebeplerle birbirini yok etmekten zevk alıyorsa, en büyük sebep, bu ruhlarını satmış diktatörlerledir. Onların inşa ettiği eğitim sistemi, ötekileştirme kültürü ve empatiden yoksun bencil davranışlara sahip yönetim biçimidir.
Bunu değiştirebilmek mümkün mü?
20. yüzyıl başında emperyalist bölüşüm sonucu büyük oranda yapay olarak ortaya çıkan ve üzerinde işlem yapılan bu ülkelerin, Türkiye ve İran dışında köklü bir devlet geleneği yoktur. O sebeple de neredeyse hiç biri, egemenlik, devlet kurumları, siyasal ve ekonomik sistemleri açısından devlet olma niteliklerini taşımamaktadır.
1. Dünya savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğunun tasfiye edilmesi sonrasında Ortadoğu, İngiliz ve Fransız kontrolüne girmiştir. Sonuçta, Fas (İspanya’yla ortak), Tunus, Cezayir ile Suriye ve Lübnan toprakları Fransız sömürgesi ya da mandası olurken; Güney Yemen, Mısır, Irak, Ürdün dâhil Filistin, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (o dönem 11 ayrı emirlik) İngiliz mandası ya da himayesi altına konulmuştur. Kalan kısım ise, her ne kadar Arap Ortadoğu'su diye isimlendirilse de ABD hâkimiyeti altına girmiştir. Ağır hastalık, ölüm ya da darbe dışında bir ihtimalin iktidar değişimine sebep olamadığı bir ortam oluşmuştur.
Yakın zamanda yaşanan Arap Baharı da göstermiştir ki, Ortadoğu coğrafyasında değişim çok zordur. Bu zorluk rejimlerin kendilerinden menkul güçleri sebebiyle değildir. Tam da Trump'ın dediği gibi ABD'nin desteği olmasa bir hafta bile iktidarda kalamazlar. Yani Ortadoğu'daki değişimin anahtarı en azından şimdilik ABD ve batının elindedir. O eli kesmeden değişimi sağlayabilmek ancak Suriye'de yaşandığı gibi sosyolojiyi birbiriyle savaştırmak olarak ortaya çıkar.
Sonuç olarak Arap Monarşilerinden kurtulmanın yolu, öncelikle bu ülkeleri ABD ve batının elinden kurtarmaktan geçmektedir. Bunun zor olduğu muhakkak, imkânsız olmadığı kesin. O sebepledir ki, imkânsız olmayan zoru becermek, belki sadece Türkiye’nin altından kalkabileceği bir yük olarak önümüzde durmaktadır.