Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Özgürlükten de özgür olmak!

İslam düşüncesinin temelini “tevhid” inancı oluşturur. Allah’ın en önemli sıfatlarından ilki O’nun bir, tek ve eşsiz oluşudur. Şu halde biz de bir, yani kendi iradesiyle hareket eden olmayı istemeliyiz. Bu özgürlük, diğer bir deyimle insanın otonom oluşu aklın bir görünüşü değil, varlığımızın doğal yapısıdır. Biz farklı, ferdîleşmiş bir vahdetten yaratıldık ve her birimizin öbür âlemde dirilişi de ferdî olacaktır. Ama burada tanımlanan ferdîlik, Aydınlanma düşüncesinin evrenindeki her türlü mensûbiyet duygusundan tecrit olmayı beraberinde getiren, insanı güçsüzleştiren ve yalnızlaştırın ferdîleşme süreci değildir. Çünkü, ferdiyetçilikte insanın benliğini tanrılaştırması, kendi kendini bütün değerlerden müstağni sayması, ihtiyaç hissetmemesi vardır. Halbuki İslâm, insanı fert olmaktan çıkarıp şahıs haline getirmiştir. Biz bunu Muhammed Aziz Lahhabi’nin tanımında daha iyi görüyoruz. Gerçekten şahıs, toplumcu benliğe sahip bir varlıktır. İslâm, insanın yalnızlık hissini bir cemaat kavramı ile gidermiştir. İnsan ben demekle, başkalarını da ifade etmiş, diğerlerinin de varlığını tespit etmiş oluyor. Benliğimiz, bizin birbiriyle sıkı sıkıya bağlılığı içinde bağımsızdır.

Bir başka bilinmesi gereken önemli konu da İslâm’da insan, sadece kul/abd olarak değerlidir. Ne var ki buradaki kulluğu, Batı düşüncesindeki kullanıldığı biçimiyle kölelik şeklinde anlamamak gerekir. Eğer insan Allah’ın kulu olduğu hususunda bir bilinç taşıyorsa, Allah’tan başka, her şeyden özgürdür. Böyle bakınca insan, özgürlükten de özgürdür. Hiçbir zaman o, Batılı manadaki özgürlük adına, özgürlüğe köle olmaz. Bir defa insanın, her şeye karşı özgürlüğünü ilan ettiğini düşünsek bile, bu kez, özgürlüğüne karşı özgürlük ilanına kalkışan, bir yerde her şeye, ama her şeye karşı köleliğini açıklamış olur, fakat farkında olunmaz. Aslında İslâm’a göre özgürlük, bir istiğnâ disiplinidir. Bunu da en güzel şahâdet cümlesinde geçen “Allah’tan başka ilah yoktur” tümcesi ifâde eder. Yoksa hürriyet, insanın bütün aidiyet noktalarından soyutlanması değildir. Eğer hürriyet buysa –ki Batı düşünce sisteminde budur- bunun adı bir çeşit anarşizmdir, kaostur, başıboşluktur.

Nitekim Erich Fromm, insanda ferdîleşme süreci arttıkça hürriyet ve bağımsızlık düşüncesi gelişir, der. Fromm’a göre modern tarihte, Aydınlanma Çağı ile birlikte ferdin din, tarih, kültür, medeniyet gibi mensûbiyet bağlarından gitgide kurtulmasıyla özgürlüğü artmıştır. Batı toplumları söz konusu olduğu zaman sonuç doğrudur. Birey bilincine ulaşan insanın özgürlüğü artmıştır, ama beraberinde farklı kölelikleri de getirmiştir. Örneğin, belli bir süreçten sonra ailede meydana gelen savrulmalar neticesinde modern hürriyetin nedenli istenmeyen bir takım sonuçlar doğurduğu görmezden gelinmiş, gitgide insanın, hürriyet adına mensûbiyet ve ait olma duygusu veren sosyal ve manevî değerlerden koptukça, güçsüzlük ve yalnızlık duygusu derinleşmiştir. Bu yalnızlık duygusu, insanı farklı girdapların içerisine sürüklemekle kalmamış, çoğu zaman ‘değerlerin’ kurban edilmesini beraberinde getirmiştir. Batı toplumlarında ortaya çıkan alt kültür grupları bunun kanıtıdır.

Şimdilerde Kilise ve kendisini doğaüstü okült inançlara adayan dinsel akımlar aracılığı ile yalnızlık psikolojisine düşen bireylerin bir takım erdemlerle yeniden tanıştırılması amaçlanmış olsa da, nihai hakikatin yanlış yerde aranmasından dolayı kaos sona erdirilememektedir. İnsan doğasına aykırı yaşam biçimlerinin gelişme kaydetmesi, aslında modernitenin dayatmacı, jakobenci, tekçi, totaliter ve müdahaleci tavrının da bir sonucu olarak görülmelidir. Modernitenin yıkımlarını durdurma adına yerel değerlerin korunması, kültürel ve dini çoğulculuğun sağlanması, medeniyetler arası karşılaşma ve tanışma gibi post-modern söylemler geliştirilmeye çalışılmışsa da bu bakış açısı hala dumanlı olduğu için net açılımlar sağlanamamıştır.

Olaya, Batı-dışı toplumlar açısından yaklaştığımız zaman farklı sonuçlarla karşılaşırız. Her ne kadar Aydınlanmanın dünyasında hürriyet gibi efsunlu bir kavrama yer verilmişse de, -o kendi paradigması içerisinde bir anlam ifade eder- ötekisi için, hürriyet tuzağıyla, reel siyasette, bütün farklılıklara (din, kültür) son verip homojenleştirici bir siyaset izlenmiştir. Bunun uygulamasını biz Batının sömürge haline getirdiği İslam ülkelerinde daha iyi gözlemleyebiliriz. En açık kanıt, ABD ve koalisyon ortaklarının özgürlük ve demokrasi adına Irak’ta yaptıklarıdır.

Netice olarak söylemek gerekirse, İslam düşüncesinde ‘özgürlük’ kavramını en güzel tanımlayanlardan birisi merhum Necip Fazıl Kısakürek’tir. Üstad’a göre hürriyet, Hakk’a esarettir. Hakk’a esir olmayan, hürriyet adına, binlerce soyut ve somut olgunun kölesidir. Çünkü insan, Kur’an’ın diliyle, Allah’tan müstağni olduğu ve hevasını ilahlaştırdığı zaman birçok şeyin köleliğini de kabullenmiş olur. Bir nevi, kelime-i tevhidde anlamını bulan inancı onaylamak, insanın gerçek özgürlüğüne kavuşması anlamına gelir. Önemli olan kelime-i tayyibede anlamını bulan inancın ‘zihniyet ve davranış’ planında dönüştürülmesi ve anlamlandırılmasıdır. İşte, bütün peygamberlerin ilk mesajlarının sadece ve sadece Allah’a kulluğa çağrı olmasının hikmeti de budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.