Popülizim yapmadım

Popülizim yapmadım

Son yıllarda Konya’da en çok konuşulan isimlerden birisidir Sayın Prof. Dr. Sami Güçlü. AK Parti’nin kurucuları arasında yer aldı, milletvekili ve Bakan oldu. Sonra ansızın bütün Türkiye’nin gözü önünde Bakanlık görevinden alındı.

Tabi Konya da Bakansız kalmış oldu. Günlerce bütün medyada o konuşuldu.  Sami Bey’le merak edilenleri konuştuk. Bu söyleşide Tarım Bakanlığı’nı, Sayın Sami Güçlü’nün siyasete bakışını, tarım ve ülke gerçekleriyle ilgili çarpıcı ifadeler bulacaksınız.


 


 


-İlk olarak Bakanlıktan ayrılmanızdan başlayalım. Bir açıklamanızda türkü söyleyerek ayrıldım, demişsiniz?


 


Bu sembolik bir ifade, benim için gerçekten rahattı. Sayın Başbakan doğal olarak beni telefonla aradı ve ‘köşke gidiyorum’ dedi. Bende, ‘içiniz rahat olsun, nasıl uygun görüyorsanız öyle hareket edin’ dedim. O konuşmada zaten kamuoyuna medya aracılığıyla farklı farklıda olsa yansıdı. Ben bakanlığım sırasında aklım, kabiliyetim ve bütün zamanımla çalışmaya gayret ettim. Çalışmalarım sırasında popülizm yapmamaya özen gösterdim. Ben göreve başlarken, gelecek endişesi olmayan bir insanım, yapılması gereken ne varsa, şu ana kadar hayata geçirilemeyen hangi doğru proje varsa getirin yapalım, nasıl olsa bir gün bitecek, bittiği gün gönül rahatlığı ile ayrılalım, dedim.  Ben çalıştığım gibi ayrıldım Allah’a çok şükür hiçbir şaibede hakkımda olmadı. Bugün bunun anlaşıldığını görüyorum ve buna da şükrediyorum. Hiç hastalanmadım, hep işime gittim, bir gün işimden uzak kalmadım. Yüzümü kızartacak hiçbir olayla karşılaşmadım. Bana hiç kimsenin olumsuz bir yaklaşımı olmadı.      


 


-Kırgın olduğunuz kimse var mı?


 


Hayır. Siyasi hayatta görevlerin bir süreyle sınırlı olduğunu, kurallarının çok belirgin olmadığını, zaman zaman bu tip gelişmelerin olabileceğini ve olduğunda vicdanen rahat olmam gerektiğini biliyorum. Ayrılışımla ilgili yaşadığım olaylar, ortaya çıkan tutum ve davranışlar, söylenen sözler için Allah’a şükrediyorum. Yaşadığım gibi ayrıldım. Hani nasıl yaşarsan öyle ölürsün var ya, ben çalıştığım gibi ayrıldım.


 


-Pekiyi Türkiye’de Bakanlık nasıl yapılıyor? Sorumluluğu ne ölçüde? Kırmızı plakasıyla, itibarıyla…


 


Kendi başına hükümet olmuş bir kabinede olmanın rahatlığı var. Bir koalisyonda Bakanlık yapmak var bir de tek başına iktidar olmuş bir hükümette. Görev almış olduğunuz kabine içerisinde bir anda sektörle karşı karşıyasınız ve o sektörle ilgili yapılası gerekenler bir anda sizin sorumluluğunuza geçiyor. Ben Bakanlık’ı çok büyük bir sorumluluk olarak algılıyorum. Bir politika üretmek için çok büyük bir otorite kaynağına ulaşıyorsunuz. Daha önce düşünce üretseniz, bu konuda çalışsanız, gerçeğe ulaşsanız onun hayata geçirilmesi birçok şartlara bağlı ama Bakan olarak bir konuda karar verdiğinizde bunu hayata geçirebilme ihtimali diğer hiçbir otoritede olmadığı kadar yüksek. Dolayısıyla hem sorumluluklarınız çok yüksek, hem de yapmak istediklerinizi hayata geçirebilmeniz için kaderin size sunduğu bir imkân. Burada mizaçların ve karakterlerin öne çıktığını görüyoruz. Herkes için bakanlık aynı anlama gelmiyor.   


Benim için kesinlikle Bakanlık sorumluluk demekti. Ben Bakanlık nedir dediğimizde dışa dönük kırmızı plaka, protokol, bir yere gittiğinizde sizi karşılayan insanlar, geniş bir çevre olarak değil çok büyük bir sorumluluk olarak algıladım.


 


-Tarım Bakanlığınız dönemine gelelim. Nasıl bir yol tercih ettiniz, burada? Stratejiniz neydi?


 


Bakanlık ve o kurumun çalışma şekli, günlük olaylar ve sorunlarını size aktarmak isteyen birçok insan. Çok yoğun bir taleple karşı karşıyasınız. Bakış açısı itibari ile bir tercihte bulunuyorsunuz. Kendi karakter ve mizacınızdan kaynaklanan bir tercih bu; önünüze gelen konuya ya teknik bakacaksınız, ya da siyaset kısmına ağırlık verecekseniz. Ben teknik bir bakanlık yapmayı tercih ettim. Bu tercihim içinde nedenim şuydu; ben köy hayatını ve tarımın zorluklarını biliyorum. Ben bu zorlukları yaşayan bir aileye mensubum. Kader bana bu ülkede Tarım Bakanlığı yapma fırsatı verdi. Belli konulara yönelmeliyim ve durmadan çalışmalıyım, dedim. Siyaset yönüne az önem verdim. Teşkilatla ilişkilerimi iyi tutma gayretim olmadı.  Benim çevremdeki insanlar bu tercihimi doğru bulmadılar. Ama ben kendi tercihimin doğru olduğuna her zaman inandım, bu yönde hareket ettim. Ben bakanlığa sorumluluk diye baktım, prestij diye bakmadım. Çok önemli konularda çalıştık, bunların içerisinde çok başarılı olduklarımız oldu. Belki öncelik sıralaması itibariyle bazı şeyler söylenebilir. Ben bakanlıktaki teşkilatımı biraz hızlı değiştirdim. Bunu daha yavaş değiştirmemin daha doğru olacağı kanaatine vardım. Basına ve yaptıklarımızı anlatma konusuna başlangıçta fazla önem vermedim, şimdi olsam daha çok önem veririm.


 


-Üzerinden en çok siyasetin yapıldığı yer değil mi burası? Dışarıdan göründüğü kadar kolay olmuyor o zaman?


 


Tarım Bakanlığının Türkiye’deki rolü konusunda, başlangıçta ayrıldığım zamana göre çok farklı bir bakışım vardı. Tarım Bakanlığının Türkiye’deki en zor Bakanlık olduğunu öğrendim. Bu konudaki kanaatinde çok yaygın olduğunu öğrendim. Türkiye’de politikanın yapıldığı Bakanlıkların birincisi Tarım Bakanlığı. İktidarı da muhalefeti de oy politikasını birinci dereceden Tarım Bakanlığında yürütüyor. Üç dört tane bakanlık var ki, politika buralarda yürüyor. Başlangıçta böyle düşünmüyordum. Politikanın birinci derecede yürütüldü bir Bakanlıkta teknik çalışmak çok zormuş. Muhalefet partisi sizin nasıl çalıştığınızı görüyor, çok derinden de takdir edebiliyorlar ama politikaya çok elverişli bir alan olduğu için, o takdiri hiçbir zaman yüksek sesle söylemiyor, çok kuvvetli bir eleştiri yapıyor, tabi her zaman malzeme bulunabilecek bir alan burası.


Tarım Bakanlığı örgütsüz bir kesimin Bakanlığı. Tek lazım olduğu dönem seçim dönemi, onun dışında o kesimden haklarının, hukuklarının korunması konusunda bir talep yükselmiyor. Seçim zamanında gönülleri hoş edilmesi gereken bir kesim, sonra çok fazla da ilgilenilmesi gerekmiyor. Tabi ben kesinlikle böyle bakmadım. Onlarda biliyorlar ki o dönem gelinceye kadar fazla konuşmayacaklar, o zaman gelince de telafi edilecekler. Bu çok zor bir bakanlık, ben kırsal kesimden gelen bir insan olduğum için çok rahat söylüyorum; maalesef sektörümüzdeki eğitim seviyesi çok düşük olduğu için neyin kendilerinin lehine, neyin aleyhlerine olduğunu da tam bilemiyorlar. Yıllarca bu nedenlerle sorunlar o kadar birikmiş ki? Hatta yıllar önce halledilmiş sorunlar tekrar soruna dönüşebilmiş. 1940’larda çözülen bir sorun 2000’li yıllarda yine soruna dönüşmüş. Sürekli ihmal edilmiş, takip edilmemiş. Bu dönem içerisinde öyle konularla uğraştık ki; elli yıldır yapılmamış, tahılda tohumculuk, yem bitkisi ekim alanları, hayvanların ıslahı bunlar yıllar önce bitirilmesi gereken sorunlar.


Ankara’nın doğusunda hayvanların yüzde sekseni yerli ırk, bu yerli ırkla ne ette, ne sütte verimin arması mümkün değil.


Dolayısıyla çok zor bir sektör; ayrıldığım gün, gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerine mensup milletvekillerinden takdir gördüm. Hepsi ‘hayırlı olsun’ dedi; Çok özel bir ayrılış oldu. Biliyorsunuz, mecliste tarımla ilgili bir kanun çıkarken haber geldi, ben -bu çok güzel bir ayrılış- dedim, sektörün 50 yıldır konuştuğu bir kanunu çıkarırken ayrılıyorum, işimin başındayken ayrılıyorum ve Allaha çok şükür Allah bana çalıştığım gibi ayrılmayı nasip etti.


 


-Dediklerinizden sanki tarım sektörünün sorunlarının gerçekten çözülmek istenmediği neticesini çıkarıyorum, yanılıyor muyum?


 


Hepimiz istiyoruz, ama hiçbir şey istemekle olmaz, tarımın sorunlarının çözülmesini istemek başka şey, bunun için kararlılık göstermek başka şey. Bu sektör çok popülizme açık bir sektör, onun için popülizm yapılmış fakat hizmet yapılmamış. Bu toplumun talepleri var, ama çok ciddi bir kaynağı gerektiriyor. Şimdi düşünün organize sanayi değil, Türkiye’de üç milyon çiftçi aile var. Çiftçiyi eğiteceksin, bu çok irade isteyen, kararlılık isteyen önem verilmek isteyen bir iş. Buna Türk yönetim tarzının pek tahammülü yok. Kolaycı bir yaklaşımla bugüne kadar gelinmiş.


 


-Peki, tarım nasıl çözülecek öyle ise? Bu şartlarda hiçbir zaman bu problemleri çözemeyecek miyiz?


 


AK Parti tarıma önceki iktidarlardan daha çok önem verdi ve veriyor. Türk toplumunun bir yönetim tarzı var. İktidar ol, muhalefet ol sorunlarını öncelik sıralamasına göre belirlemede, bunun için düşünce üretmede maalesef başarılı değiliz. Bir sorun çıktığında hemen çözüm üretiyoruz, ama bu çok kuşatıcı bir çözüm olmuyor, üzerinde çok fazla düşünülmemiş oluyor, bir müddet sonra da yaptığımızdan cayıyoruz ve geri adım atıyoruz, bu çok olumsuz bir şey. Bazı noktalarda bir değişim istense bile kurumlar arası bunalımlar gerekli adımların atılmasını engelliyor. YÖK de buna en güzel bir örnektir. Türk yüksek öğretiminde çok önemli adımların atılması gerekiyor ama maalesef atamıyor. Niye? Çünkü maalesef konu ideolojik bir noktaya kayıyor ve gerekli adımlar atılamıyor. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirecek değişimi gerçekleştiremiyoruz. Kurumlar birbirlerini bloke ediyor. Enerji maalesef heba oluyor. Ama herkes biliyor ki YÖK’te değişim şart. Türkiye’nin iç dinamiği atılım yapmaya yetmiyor, bugüne kadar başaramadık. Maalesef 200 yıldır önemli sayılabilecek değişimler dış etkenlerle sağlandı. Rahmetli Turgut Özal bile böyle yaptı; Amerika’da Reagan’ın, İngiltere’de Thatcher’in yeni ikinci liberalleşme (globalleşme) atılımlarına Türkiye’yi monte edebildi.


Tarım sektöründe de aynı, Türkiye dış etkiye maruz kalıyor. Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği’nin zorlamasıyla Türkiye bu değişimi gerçekleştirmiş olacak.


 


-Türkiye’de nüfusun çok ciddi bir bölümünü tarımla uğraşanlar oluşturuyor. Uzun vadede sorunları çözmek yine de çok zormuş gibi görünüyor?          


 


Dünya’da Tarım ürünleri 1995’e kadar bütün ülkelerde korunuyordu. Sanayi ürünleri için serbestlik vardı ama tarım ürünleri bütün ülkelerde her türlü korumaya tabi tutuluyordu. Şimdi bütün ülkeler bu korumaları kaldırıyor, Türkiye’de dâhil tabi. Türkiye kendisi istediği gibi ithalat yasakları getiremeyecek, gümrüklerde korumalar oluşturamayacak. Bunun anlamı rekabet. Zaten AB ülkelerinde tarım ürünlerinin dolaşımı serbest. Türkiye’de üye olunca bu ortak pazara dâhil olacak. Türkiye AB ülkeleriyle tarım ürünlerinde rekabete girişecek. Geleneksel politikaları sürdürme imkânı bitmiştir, mecburen değişecek. Kırsal kesimlerde yeni birlikler oluşturulacak ve yeni istihdam alanları oluşacak. Hayvancılıkta, sulamada değişiklikler yapılacak. Birçok değişimin amacı bu tarım sektöründeki nüfus yoğunluğunun azaltılması içindir. Türkiye’de tarımda çalışanların fert başına geliri bin doların altındadır. Türkiye’de normalde fert başına gelir dört bin dolar. Bu insanlar verimli olmayan üretim yapmaktadırlar. Tarımda dönüşüm zorunludur, aksi halde çok ciddi sosyal sorunlar başlayacaktır.


 


-Biraz da siyaseti konuşalım. Türkiye’de siyaset nasıl bir zeminde yapılıyor? Bugünkü siyaseti nasıl değerlendiriyorsunuz?


 


Evvela siyaset çok önemli bir aktivite, o bakımdan bu alan çok önemli ama illa yapılması gereken bir iş değil. Türkiye’de siyaset daha doğru kurallarla yapılmalıdır. Ankara’da olan her şey Türkiye’nin en ücra köşesinde bilinmektedir. Bu kadar kolay iletişimin olduğu bir yerde siyasetin değişimi mecburidir. İnsanlar yaptıkları işleri daha özenle yapmak zorunda kalacaklardır. Türkiye’de siyasetin daha çok olumsuz yönleri ile gündeme geldiğini görüyoruz. Dıştan da bazı etkiler geliyor ama bu herkes tarafından daha iyi anlaşılıyor, asıl problem siyasetin kendi kendine güvensizliği oluşturmasıdır. Bu tip şeylerin azalacağını düşünüyorum. Türkiye’de siyasette değişim zorunludur. Bu siyasi partiler yasasında ve seçim yasasında da bir değişimi getirecektir. Toplum kendi tercihlerini daha rahat yapabilmelidir, daha demokratik katılım olmalıdır. Tabi bunun birde dış dinamiği var, AB’de bunu zorunlu kılacaktır. Türkiye ne yazık ki yapması gereken reformları kendi iç dinamikleriyle yapamıyor.


 


-AK Parti için neler söyleyebilirsiniz?


 


Ben Ak Parti’nin kurucularından birisiyim, Tarım Bakanlığı gibi sonradan zorluğunu çok fazla gördüğüm bir bakanlıkta, Bakan olarak görev yaptım. İç Anadolulu, Konyalı birsi olarak tarım sektöründeki sorunları görmüş birisi olarak sorumluluklarım var. Ama hiçbir zaman her şeye rağmen siyaset diye düşünmedim. Siyaset evet, etkili, verimli çalışabildiğimiz sürece, ama her şeye rağmen siyaset demiyorum. Çok güçlü bir desteğimiz var Ak Parti olarak, ilkelerimiz var, bir ahlakımız var, bir misyonumuz var, idealist bir duruşumuz var. Bu doğrultuda yapmak istediklerimizi hayata geçirmeye çalışacağız.


Merkezde kabul gören ve güven duyulan bir hareketiz. Toplumun farklı kesimlerini birleştiriyoruz ve farklı unsurlardan arınmış bir hareketiz. Marjinal kalmış, muhafazakâr hareketleri daha anlaşılır, daha kabul görür bir hale getiriyoruz ve aynı zamanda bu insanların topluma entegre olmasını sağlıyoruz. Ak Parti sosyal barışı sağlamak için çok önemli adımlar attı, özellikle yerel seçimlerde. Doğu ve Güneydoğu’da daha önce etnik bir azınlığı temsil eden şahsiyetlerin belediye başkanlığı yaptığı yerlerde Ak Partili Belediye Başkanları kazandılar. Ağrıda AK Partili Belediye Başkanının olması önemlidir, Diyarbakır’da yüksek oranda oy alması çok önemlidir. Bu Türkiye’nin huzur içinde yaşabilmesi için önemlidir, bizim bu rolümüz bile AK Parti’nin bu ülkede varlığının gerekçesi olarak yeter.


Toplumda artık sadece ben varım diyerek yaşama imkânı yoktur. Bu toplumda farklı anlayışta insanlar vardır ve biz birlikte yaşamalıyız, yani birlikte yaşama konusunda Ak Partinin gerek kendi ilkeleriyle, gerekse ikili ilişkilerinde ortaya çıkan tablo Türkiye’de havayı çok yumuşattı. Bizim iktidarımız döneminde kurumlar arası ilişkilerde yapıcı bir rol aldık. Tabi Türkiye’nin buna ihtiyacı vardı, bu yönüyle de siyasete tekrar itibar kazandırdı.                        


 


-Konyalı bir Bakanın olmaması Konya’da ciddi tepki gösterilen bir konu. Bu konuda Konyalı’nın düşüncesine katılıyor musunuz?


 


Türkiye’de AK Parti’ye en çok desteği vermiş insanlar olarak, bugün AK Parti bünyesinde, genel merkezinde, meclis grubunda ve hükümette temsili konusunda Konyalılar’ın rahatsızlıkları vardır.  Bence haklıdırlar. AK Parti yönetiminin bunu dikkate alması lazım. Ben kendim bununla ilgili gittiğim bütün köylerde, kasabalarda, ilçelerde halktan şikâyetler duydum, bunu genel merkeze yazı ile ilettim ve birebirde konuştum. Konyalıların bu konudaki kırgınlığını anlıyorum, tepkisini doğru buluyorum. Bundan önce bir muhafazakâr partiye 30 yıl destek veren bir şehrin birdenbire AK Parti’ye (bu konunun 2003 Kasım seçimlerinde çok yönlü konuşulduğunu hatırlıyorsunuz) destek vermesi önemlidir, dolayısıyla Konyalıların AK Parti’ye verdiği bu desteğin bir şekilde anlaşılması ve 2005 yılı da bitmeden bunun bir şekilde iyileştirilmesi gerekir. Ben Konyalıların bu talebini çok haklı buluyorum. Konyalı bir milletvekilinin Parti Genel Merkezi’nde, Meclis’te grup başkan vekili olarak meclis yönetiminde ve hükümette görev alması lazım.