M. Faik Özdengül
Rüyasında uyandı
Uyuyup rüya gördüğünü bilemeden. Uyanmayı sevdi. Rüyada da olsa. Çok terlemişti. Bedenini hafif hissetti. Toprak da ıslaktı. Sanki onunla birlikte her şey terlemişti. Hava, toprak ve su bile. Etrafı gerçek olmayan parlaklıktaydı. Buna bir anlam veremedi. Yürümeye başladı. Ayakları toprağa belli belirsiz deyiyordu. Buna da aldırmadı. Etrafına bir daha bakındı. Göremiyor sadece hissediyordu. Hissettikleri etrafını ve yaşadıklarını görünmez kılmıştı. Tatmadığı bu duygu hoşuna giderken ürpertti de. Belki de rüzgârdandır dedi. Terine dokununca rüzgar ürpertiyor diye düşündü. Korunmak için bir yer aradı. Önceden edindiği bilgileri hastalanacaksın ikazı yapmaya başladı. Birden etrafını bir mağara hayali çevirdi. Şimdi korunaktaydı. Isınmak istedi. Ateşi gördü. Yanan odunları görmedi ama yanarken çıkan çıtırtılarını duydu. Kenarına ilişti. Isınmaya ve yeniden terlemeye başladı. Gölgeyi gördü. Başını kaldıramadı. Sesini duydu. Kılavuzuydu. Gitti sandığı kılavuzu. Daha da terledi. Bir yandan da lezzet alıyordu. Başından ayak tırnaklarına dek yayılan bir lezzet. O konuşurken:
Tanrı buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
O, Tanrı sıfatlarına nispetle yoktur... fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
Bütün ruhlar onun tedbirindedir... bütün cesetler onun hükmündedir.
Bizim lûtfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.
Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey... Onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin fer’idir. (İnsan, yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz)
Lezzetten geçen gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur!(4/397–405.Mesnevi)
Kendine dokunamadı. Tekrar denedi. Kendini göremedi. Ateşe de dokunamadı. Aldığı lezzet dışında hiçbir şey yoktu. Kendisi de. Ses vardı sadece. Ses ve lezzet. Eğer kendisi yoksa hisseden kimdi?
İnsanda öküzün, eşeğin anlayışından ve canından başka bir akıl, başka bir can vardır.
O deme erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişide de, insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır.
Hayvani canlarda birlik yoktur... Sen bu birliği rüzgârın ruhunda arama!
Bu hayvani can, ekmek yese insani ruhun karnı doymaz; bu yük çekse o, sıkıntı çekmez!
Hatta onun ölümüyle bu hayvani ruh, neşelenir, sevinir... İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de hasedinden ölür!
Kurtların, köpeklerin canı, hep ayrı ayrıdır. Bir olan Tanrı aslanlarının canlarıdır.(4/409–415. Mesnevi)
Ben yok oldum diye düşündü. Yokum ben. Öldüm galiba. Kandil göründü birden aklına. Gözüne değil. Gözü de yoktu zira. Aklıyla baktı kandile. Vefası olmayan kandil. Fitili yağı bitince sönen kandil. Güneşi görünce zelil olan kandil. Ya ışığı. Işığı hem ondandı, hem ondan ayrıydı. Aklı yetmedi. Yine ses imdadına yetişti:
Geceleyin her eve bir kandil, bir mum korlar ve onun ışığıyla karanlıktan kurtulurlar ya...
O kandil, bu tene benzer, nuru da cana. Kandil, fitile, şuna buna muhtaçtır.
Bu duyguların o altı fitilli kandili, umumiyetle uykuya, yemeye, içmeye dayanır... o kandilin temeli, bunlardır. (4/425–42. Mesnevi)
Kandilim yanıp bitti galiba diye düşündü yine. O zaman ben neredeyim? Huzurda dedi. Huzurda mı?
A inatçı Kur’an’dan buna delil istiyorsan oku: “Onların hepsi huzurumuzdadır!”
Haklarında “Huzurumuzdadır” denenler yok olamazlar, iyi dikkat et de ruhların bekasını iyice anlayasın!
Bekadan mahcup olan ruh azaptadır, Tanrı’ya vasıl olan ruhsa baka âleminde hicaplardan kurtulmuş bir haldedir.
İşte bu hayvani duygu kandilinden ne murat edilmişse, bu kandilin hakikati neyse sana söyledim... Kendine gel de sakın bu hayvani duyguyla ruh arasında bir birlik tasavvur etme!
Çabuk, ruhunu, yolcuların kutlu ruhlarına ulaştır!
Yüz tane kandilin olsa ister sönsünler, ister yansınlar, değil mi ki hepsi ayrı ayrıdır... bir olamazlar!( 4/444–449. Mesnevi)
Hancıyı gördüm. Başım ucunda. Elindeki ıslak bezi alnıma koydu. Ürpertim ateştenmiş. Çok ateşlenmişim gece. Başucumda sabahlamış. Kendime dokundum. Kendimi hissettim. Gerçektim. Gülümsedim. Hancı da gülümsedi. Hangisi diye sordu? Hangisi gerçek?
Biliyor musun dedi? Bilmiyorum dedim daha ne soracağını bilmeden. Bilmemeyi tercih ettim belki de. Sabah oldu dedi. Bütün gece yağmur yağdı. Bir şeyler hazırladım yemek için. Bak bakalım lezzetli mi? Lezzetli mi derken gözünü kırptı sanki. Kapıdan çıkarken iskemleyi işaret etti. Sana bırakılmış bir pusula var burada. Az önce bıraktılar. Aceleyle kalktım ve giyinirken okudum:
Gemsiz ve serkeş ata pek yaklaşma... Kendine aklı ve dini kılavuz et, onlara uy vesselâm!
Bu azmini sakın hor görme, ehemmiyetsiz sanma... bu yolda sabır lazım, çekilecek mihnetlere tahammül gerek!(4/465–466. Mesnevi)
www.pozitifdegisim.com