S. Mehmet Buğa
İş dünyasında ortaya koydukları ile bir dünya markası ortaya çıkaran İttifak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Seyit Mehmet Buğa ile...
Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri-91
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Şehrimizin oturması, konuşması, yaşantısı ile mütevazı, felsefi, sosyolojik yönü çok derin, iş dünyasında kısa dönemde ortaya koydukları ile dünya markası olmayı başarmış, inançları için çile çekmiş, ama yılmamış bir isim:
Seyit Mehmet Buğa
Seyit Mehmet Buga 25 Mart 1952 günü Araplar Nehri Kafur mahallesindeki mütevazı evlerinde dünyaya gözlerini açar. Kunduracılık yaparak geçimini sağlayan ve Leblebicilerin Ahmet olarak bilinen Baba Ahmet ve Ev hanımı Anne Şerife hanımın üç kız çocuğundan sonra dünyaya gelen erkek evlatlarıdır. Dede Seyit Efendi de Leblebicilerin Seyit olarak anılmaktadır. Minik yavruya da dedenin ismi verilir. Minik Seyit Mehmet’in sağlıklı olarak dünyaya gelmesi Buga ailesinde o gün apayrı bir sevinç ve mutluluk rüzgârlarını estirir. Zaten Seyit Mehmet büyürken de üç kız kardeşten sonra ailenin tek erkek evladı olarak oldukça nazlı yetişecektir.
MAHALLE KONYA’NIN TANDIR KEBABI İLE EN ÜNLÜ MAHALLESİDİR
Buga ailesinin evi Akif Paşa İlkokulu, İğdeli Cami ve Mescitbaşı diye bilinen bölgede klasik bir Konya evidir. Buranın en büyük özelliği ise meşhur Konya tandır kebabının yapıldığı, dolayısıyla tandır kebabıyla ünlü mahalle olmasıdır. 1950’li yıllarda mahalle sakinleri en az ayda bir cuma geceleri yatsı namazını müteakip toplanır yapılan tandırı neşe içerisinde birlik beraberlik dostluk duyguları ile afiyetle yerler. Dahası 1960 ihtilalinden sonra Konya merkezinde faaliyet gösteren siyasi partilerin yöneticileri bile bu toplantılara katılır, hangi partiden olurlarsa olsunlar, hangi görüşten olurlarsa olsunlar buradaki sohbete katılırlar, ilahiler okurlardı.
TOZUN İÇİNDE KOŞAR TOZ BÖCÜSÜ OLURDUK
O çocukluk yılları dediğimiz zaman konuğumuzun aklına hemen toz toprak içerisinde geçen günleri gelir ve yüzünde her zamankinden farklı bir tebessüm oluşarak başlar anlatmaya: “Mahallede en eski köklü ailelerden birisi imişiz. Özellikle yaz günleri tozun içerisinde koşar çıkardığımız tozun içerisinde kaybolurduk. Tabii en sonunda da toz böcüsü gibi olurduk. Yine Konya’da bu mahalle asfaltlanan, yolu asfalt olan ilk mahalle idi. Araplar caddesi o yıllarda Konya’nın en lüks yeri idi. Burada evler tek katlı, bahçeli idi. Komşuluk ilişkileri güçlüydü. Bizim kapı numaramız ise 63 idi.”
EV SAHİPLERİNİN ZENGİNLİĞİ BAHÇE DUVARLARININ KALINLIĞINDAN ANLAŞILIRDI
Konya’da o yıllar evler sille taşı görünümlü idi. Evin temel taşları ise farklıydı. Kerpiç yapılar vardı, kalın duvarlar zenginin evi olduğunu gösterirdi. Zengin insanların evinin duvarı iki ana bir kuzu, orta hallininki iki ana, zayıf olanınki bir ana bir kuzuydu. Evin duvarının kalınlığından o evin zenginliği belli olurdu. Etrafa bakıldığı zaman gözünüzün alabildiği kadar bağ ve bahçe idi. Konya suyunun kıymetini geç fark etti. O zaman Konya gerçekten yeşillik idi. Keşke vahşi sulamanın yerine damlama sulama yapılsaydı. Konya ovası o zaman susuz kalmazdı. Konya’nın çevresi su deposu idi. Bence en büyük hatalardan biri de yeraltı sularının havzanın dışına aktarılmasıydı. Bölgede bataklık kurutma metotları da yanlış yapıldı.
OKULA GİTMEDEN OKUMA YAZMA BİLİYOR, DÖRT İŞLEMİ YAPIYOR, HAVUZ PROBLEMERİNİ ÇÖZÜYORDUM
Okula gitmeden önce 4 işlemi yapabiliyordum. 3. sınıf problemlerini çözüyordum Hatta havuz problemlerini bile çözüyordum, tabii okuma yazmayı da biliyordum. Akif Paşa İlkokulu’na gittim, 9 öğretmende okudum. Çünkü o yıllar ihtilal yıllarıydı. Çok öğretmen değiştirdik. 1958’de ilkokula başladım, 1963’te bitirdim. Güler hanım diye bir öğretmenimiz vardı, çok iyi bir öğretmendi, okulu bitirdiğimiz zaman matematiğim çok iyiydi, hala da matematiği çok severim .
BAYAN ÖĞRETMEN TOKAT ATINCA BABAM BÜYÜK TEPKİ VERMİŞTİ
Babam rahmetli dayak ile terbiye karşıydı. Okulumuzda bayan bir öğretmen vardı o dövmeyi çok seven bir hocaydı ihtilal dönemiydi ve de üstelik eşi de subay idi. Çok iyi hatırlıyorum adı Reyhan hoca hanımdı. Bir gün kızdı herkese vurdu bana da vurdu. Bende bunu babama söyledim. Babamın medeni cesareti yüksekti hatırlıyorum öğretmene o gün büyük tepki göstermişti. Babam 40’lı yılların sonundan 50’li yılların başına kadar mahallemizde muhtarlık yaptı. Benden önce de ablalarım o okul da okuduğu için öğretmenlerle içli dışlı idi. Bir daha olmaması için Celal öğretmene şikayetini bildirdi.
DİNDAR BİR AİLEDEN GELİYORDUM, KÜÇÜK YAŞTA MÜEZZİNLİĞE BAŞLADIM
Dindar bir aileden geliyordum, çok küçük yaşta müezzinliğe başladım. Çok iyi hocalarda Kuran-ı Kerim’i hatmettim. Kapı caminin eski müezzinlerinden Hüseyin hocada Kuran’a çıktım, Sarı Hüseyin derlerdi. Ali Karayel hoca da vardı. Rahmetli Derbentli Mustafa efendi, Sivaslı Topal Hoca bana emek verdi. Babam rahmetli titizdi. Hocaların beni dövmelerine müsaade etmezdi. Ben de dayaklı eğitime hep karşı oldum. Mahalle camiinde mahallenin çocuklarının ayaklarını yıkar, onları camiye alır okuturdum. Ceza yerine mükafatla iletişim kurardım.
BABAM BENİ BİSİKLETİNE BİNDİRİR, KURAN-I KERİM EZBERİMİ DİNLEYEREK SÜRERDİ
Babam ilerleyen yıllarda bisiklete binip beni gezdirirdi. Hatta bisikletinin önüne oturtması ve benim de Kur’an-ı Kerim ezberimi dinleyerek bisikleti sürmesini unutamıyorum. Babamın bana özel bir ilgisi vardı ama tek oğlan olmama rağmen yine de yerine göre sert yerine göre yumuşaktı. Zaten bizi dövmesine gerek yoktu, sözü bizim için emirdi, yüz ifadesi ile bakışıyla ne demek istediği anlardık
SOFRALAR ÇOK ZENGİN OLURDU
Genelde evde tek çeşit yemek nadir yenirdi, komşular pişirdikleri yemekleri birbirlerine gönderirlerdi, sofralar çok zengin olurdu, ayda bir de mahallede kuzu yenirdi.
Bizde misafir geldiği zaman yemekler özel yapılır ve çok çeşitli olurdu. Öyle misafirin gelme arası uzun sürdüğü zaman bulgur tarhanaya talim ederdik. Bilhassa kıştan çıkıp ilkbahara girildiği dönemlerde Konya’nın yemek menüsü zayıf olurdu. O zamanlar Konya’ya dışardan böyle meyve sebze gelmezdi. Konya’nın meyve sebzesi de Haziran ayının sonunda çıkardı, kışlıklar bitmeden yaz çeşidi gelmezdi. Dolmalar, sarmalar, su börekleri, etler ana menülerdi. Bunlar misafir geldiği zaman ortaya çıkardı. Böyle bir gün misafirin gelmesinin arası açılmıştı. Annemden su böreği istemiştim. O da misafir gelsin, öyle yapalım dedi. Ben de ağladım. Hep eniştemler gelince ablamlar gelince mi yapılacak diye sitem ettim. Annem ertesi gün su böreğini yapmıştı.
SANDIK ODALARININ HAVASI BİR BAŞKA OLURDU
Evlerde bir sandık odası olurdu, kışlıklar buraya konurdu, buranın tavanı hasırdı, lüks evlerde 12x12 kirişler normal evlerde çaplı kavaklardan kirişler atılırdı tavana. Kirişlere çiviler çakılır bunlara da iple kavunlar armutlar asılırdı, üzümler helkelerde asılırdı. Her evin bademliği olurdu elma, kayısı, erik saklanabilirdi ceviz olurdu. Kayısıların çekirdeği tatlı olurdu çekirdekler atılmaz saklanırdı. Kayısı kurusu, pestil, etlik yapılırdı. Etlikler çömleklere doldurulurdu sucuk pastırma yine evlerde yapılırdı. Umumiyetle 29 Ekim Bayramlarında soba kurulurdu evin içinde mangal yanardı anam rahmetli çok iyi yemek yapardı babamın eşine karşı aşırı bir tutkunluğu vardı sertliğe rağmen sevgi ve muhabbeti vardı.
BABAM TİCARİ AHLAKI BEĞENMEDİĞİ İÇİN TİCARET YAPMAK İSTEMİYORDU
Çocukluğumda babamın işi yoktu kira ile geçiniyorduk. Bahçeyi ekip biçiyorduk babam kendisi çok iyi aşı yapardı öyle ki bir ağaçta 5-6 çeşit meyve olurdu. Armut yazlık şeker güz armudu diye 5-6 çeşit armudu olurdu. Ağaç ilk meyve ile başlar son meyve ile biterdi çok iyi bakardı babam. O yıllarda ticari ahlakı uygun bulmuyordu. Bitpazarı’nın köşesinde eskicileri görmeye giderdik, evde durmamak için babam çarşıya giderdi. Evlerin, dükkânın kirası ile geçinirdik, babam ilkokulu dışardan bitirmiş yaşadığı dönemi karanlık olarak ifade ederdi.
BABAM ÖZGÜVENİMİ KAZANMAK İÇİN ÜZERİME TİTREDİ
Evlerde tatlı sular içilirdi. Tatlı suyu tatlı su çeşmelerinden doldururduk. Babam bisiklete ağaçtan bir odun parçasını arka seleye gelecek şekilde bağlardı. Ben o zamanlar 10 yaşındayken Özgüzarlar’ın yurdunun oradaki çeşmeye veya Şirin Hanım Çeşmesi’ne gider gelirdim. Benim özgüvenimin oluşmasında babamın payı çok büyüktü akşamüstü bile çeşmeye su doldurmaya gider gelirdim. Özgüvenimin oluşması için babam büyük özen gösterdi, pazara çıkardık.
İLK HATİM DUAMDA VERİLEN PARAYI BABAMA VERMEK İSTEYİNCE
Çocukluktaki bir anımı hiç unutamıyorum. Cenazeyi defnettikten sonra mevtanın evinde hatim inilir, alt üst görülür. Ben ilk hatime gittiğimde 11-12 yaşlarında idim. O gün bize verilen parayı eve getirdim ve babama vermek istedim. Babam bu paranın nereden geldiğini sordu ben de anlattım. Hiç unutmuyorum babam aynı miktar parayı cebinden çıkartıp bana verdi. Bunu bir daha para ile yapma, bunu karşılıksız yap. Bu aldığın parayı da fakire ver bir daha olmasın bu doğru bir şey değil, bu para fakirin hakkı dedi.
MAHALLEDE BAZILARI VASİYET ETMİŞLER BİZİM MEVLİDİ SEYİT MEHMET OKUSUN DİYE
Mahallede bazıları vefat ettikten sonra benim dua etmemi vasiyet etmişler. Hatim inmemi istemişler. Şimdi de aynı şeyleri düşünüyorum. Güzel şeylere ihtiyacımız var. Mevlütden para kazanmayı kendi kafamda din üzerinden para kazanma olarak görüyordum. Ve artık her çağrıldığım yere gitmiyordum. Gittiğim yerde ise okuduğumuz duanın karşılığı olarak da para almıyordum. İhtiyaç sahibinin ise böyle bir hizmeti görmese bile yardım almasının hakkı olduğunu düşünüyorum.
İMAM HATİPLİ YILLAR
Çok kitap okuyordum. İmam-ı Gazali’nin İhya’sını, Seyyid Kutup’un tefsirini. Elmalılı’yı bitirmiştim. Böyle okuduğum çok kitaplar vardı, fıkıh okudum, cilt cilt kitaplar okudum. O yıllarda kitaplığıma giren kitapları mutlaka okurdum.
MATEMATİĞİM ÇOK İYİ İDİ
İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmında matematiğim çok iyiydi. Hep yedinin üzerinde notlar aldım, hiç bir zaman zorlanmadım. Matematiği çok sevdiğim için bir ara din ile çatışma kanaati oluştu, 5’lik bilgiyle yetindim hocalarım sadece bildiğini yap derlerdi.
MUSTAFA YILMAZ’IN TAHTAYA YAZDIĞI CÜMLE BENDE DERİN İZ BIRAKMIŞTI
Matematik öğretmenimiz Mustafa Yılmaz’ın bir gün tahtaya tebeşirle yazdığı bir cümle hayatımı değiştirdi. Bir gün matematikçi Mustafa hocaya arkadaşlar ile itiraz ettik. Cenab-ı Hakk’ın kanunlarını kabul ederiz diğer fen bilimleri ile ilgili kanunları kabul etmeyiz dedik. Kanunları Cenab-ı Hak koyar, bunları istediği zamanda değiştirir, bizi bu sizin yazdığınız kanunlar bağlamaz onlar ancak sizi bağlar filan dedik. Öfke ile hocanın karşısına dikildik.
O da tahtaya “Hiç bir şey yoktan var olamaz, var olan bir şey de yok olamaz” yazdı. Bu bende iz bıraktı.
KOPYA ÇEKMEYİ HIRSIZLIKLA EŞDEĞER OLARAK GÖRDÜM
Birde Şükran Hanım vardı. O da unutamadığım hocalardandır. Bir gün coğrafya dersinde kopya çekmeye niyetlendim. Ama kopya çekmenin hırsızlık ile eşdeğer olduğuna inandım ve ömrüm boyunca bir daha kopya çekmediğim gibi çekmeye de tenezzül bile etmedim.
BOKS GÜREŞ KIYAFETLERİNİ GİYMEMİ BABAM DİNİ YÖNDEN UYGUN BULMADI
İmam Hatip Lisesi’nde okuyup da boks güreş yapmayan öğrenci olamaz. Ben de yapacaktım ama babam bu sporcuların giydiği kıyafetlerin dini yönden uygun olmadığını söyleyerek benim asla spor yapmama izin vermedi. Bir seferinde Türkiye Şampiyonası vardı. Bizim arkadaşlardan Mehmet Elma 73 kiloda Türkiye birincisi, yine İbrahim Koyuncu 63.5 kiloda Türkiye birincisi oldular. Hatta rakiplerini öyle dövdüler ki adamlar bir daha ringe bile dönemediler.
İÇİMDE OKULLARA, SİSTEME KARŞI BİR BURUKLUK VARDI
Biz çocukken din dersini öğrenebilmek, Kur’an-ı Kerimi hatim edebilmek için mahallenin imamına gidiyorduk. Mustafa Efendi bizi okuturdu. Okuldan gelir, ikindileyin hocaya okumaya giderdik. İlkokulda okurken hiç zorlanmadım. Ama okumak için de derslere öyle özen gösterdiğimde pek söylenemez. Çünkü içimde okullara, sisteme karşı bir burukluk vardı, İmam Hatip Lisesi’nde bu okulun sistemi sayesinde ben sistemle barıştım.
DİNDAR KESİMİN CEHALETİ KESİNLİKLE ÖNLENMELİDİR
Dindar kesimin cehaletle boğuşmasının önünü kesen okul ve akılla baş edilebilmesidir. Dindar kesimin cehaleti kesinlikle çok önemlidir. Bu insanlar cahil olmamalı, cahil olarak kalmamalıdır. Geniş bir kitlenin beyin gücü bu okullarda İmam Hatip Liselerinde yetişti. Çok geniş bir kitle orada yetişti. Zaman zaman insanlar cahil bırakılarak Türkiye istenmeyen noktalara çekilmeye zorlandı. Hangi inanç hangi siyaset olursa olsun cehaletle mücadele etmemiz gerekir. Yanlış bir siyaset yanlış bir strateji ile İmam Hatip Liseleri ile uğraşıyorlar. Başörtüsü yüzünden sıkıntı çeken çocuklara haksızlıklar yapılıyor.
MESLEK DERSİ HOCALARI DESPOTÇA BİZLERİ TERBİYE ETMEK İSTEDİLER
Bizler İmam Hatip Lisesi’nde öğrenci iken bazı meslek dersi hocalarımız yüzünden Yüksek İslam Enstitüsü’nü geleceğimiz olarak özenle bekledik. Ama pek çoğumuzun bu geleceği hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Öğrenciler bu işe muhabbetle yönlendirilmelidirler. İnancımız vardı. Despotça tavırlar ile bizi terbiye etmek istediler. Hâlbuki o dönemde İmam Hatip Okulları’nın hepsi hürriyet mücadelesi veriyorlardı. Onlar istedikleri gibi yaşamak isteyen bir nesildi. Ama hocalar hürriyeti kısıtlayarak sadece ahlak dayatmaya çalıştılar. Bizi irademiz ile değil, korku ile kendi istekleri ve istedikleri doğrultuda değiştirmeye çalıştılar. Biz bunu hazmedemedik. Çünkü bizler irademiz ile vardık. İmam Hatip Lisesi öğrencileri olarak özgürce bazı şeyleri yapmak istiyorduk.
İHL’DE BOCALAYINCA SANAT OKULUNA GİTMEK İSTEDİM
O dönemde büyük bir bocalama oldu. Hatta ben de Sanat okuluna geçmek istedim. Birçok arkadaşım İmam Hatip Lisesi’ni bırakıp Sanat okuluna geçmişti. Ama rahmetli babam buna izin vermedi. Benim İmam Hatip Lisesi’nde okumamı söyledi. Şimdi düşünüyorum iyi ki babam böyle yapmış. İHL’de kalmışım. Okul olarak bize fazla bilgi yüklendi. Alışkanlıklar ile bize özgüvenimiz özgür ve özgün kalacak değerler kazandırıldı. İmam Hatip liselerini önemsiyorum, keşke o zamanlarda bunun değerini tespit edebilmiş olsaydım.
GAZİ LİSESİ FEN BÖLÜMÜNÜN İLK MEZUNLARINDANIM
İHL’ni bitirdikten sonra Konya Erkek Lisesi’ne gittik. Bizim gittiğimiz sene okulun adı Gazi Lisesi oldu. Bizde Gazi Lisesi mezunu olarak okulu bitirdik. Çünkü o yıllarda da İML mezunları üniversite sınavlarına giremiyordu. Üniversiteye girebilmek için normal lise mezunu olmak gerekiyordu. Bend e Gazi Lisesi Fen bölümü mezunuyum.
AKADEMİ YILLARI
Liseden sonra DMMA’yı kazandım. O dönemde Akademide kitaplık kurduk. Ayhan Ersöz ile. O kütüphane bizim düşünce dünyamızın iç kalesi idi. Akademide Talebe Derneği’nde görev almıştım. Daha sonra Talebe Derneği’nden ayrıldım. Burada şunu demek istiyorum: Sizin bu yazı dizinizde okudum bir kaç kere. Buralarda benim ismim kullanılarak bazılarına haksızlık yapılmış olabilir. Ben kimseye siyaset olarak da haksızlık yapılmasını istemem. Ve hiç istemedim. Mertçe mücadele ne ise onun için çalıştım. Hiçbir insana farklı görüşte de olsa eziyet etmeyi düşünmedim.
75’TEN 78’E MSP GENÇLİK KOLLARI
BAŞKANI İDİM
1975’ten 1977’e ye kadar MSP Gençlik Kolları Başkanlığı yaptım. Sonra bıraktık. Gençlik Kolları Başkanı iken kendi yaptığınız en büyük yanlışı bile yanlış olarak göremediğinizi anladım. Siyasette bir yere geldiğiniz zaman kendi düşünceniz insanı yanıltıyor.
78’DEN BU YANA HİÇ BİR SİYASİ KADRO İLE ÇALIŞMADIM
Bir siyasi görüşüm olsa da siyasi partinin o yapısına sıkı sıkıya hiçbir zaman bağlı kalmadım. 78’den bu tarafa da herhangi bir siyasal kadro ile çalışmayı düşünmedim. Evet, siyasete desteğim olmuştur ama herhangi bir partide görev alarak çalışmadım.
KENDİ KESİMİMİZİ İŞ GÜÇ SAHİBİ YAPMADAN DEVLET İŞİNDE ÇALIŞMAYACAKTIM
Kendi kesimimizi iş güç sahibi etmeden devlette görev almayı hiç düşünmedim ve devlet işinde hiç çalışmadım.
30 YIL ÖNCE SEHA MÜHENDİSLİK KURULUYOR
Akademiyi bitirdikten sonra kendi özel büromuzu 3-4 arkadaş birlikte açtık. Ayhan Ersöz, Hüsamettin Yaldız, Hasan Süvarioğlu. Ama Hasan’ın birlikteliği kısa sürdü. 78’de Seha Mühendislik kuruldu.. Bugün artık Seha’nın kuruluşun 30. yılına giriyoruz. Seha Mühendislik Merkez Bankası’nın tam köşesinde idi ve tabii büromuz kiralıktı.
AKADEMİDE ÖĞRENCİYKEN EVLENDİM
Okulda iken evlendim. 1975’de. Akademiye 72’de girmiştim. 1976’da ilk çocuğum Ahmet dünyaya geldi. Daha sonra sırası ile Müşerref Saliha, Mustafa İsmail ve Ebru Sena. O yıllarda talebelik evlilik dernekçilik ve ticaret ile uğraşıyorduk.
ASKER OCAĞI ÇOK FARKLI BİR YER
79’da askere gittim. 3. tertip idim. Yani 79/3. tertip. Narlıdere İstihkâm okuluna gittim. Oradan da Manisa Akhisar’a yedek subay olarak gittim. Askerde çok rahattım. İnşaat işleri ile uğraşıyorduk. Asker ocağı gerçekten çok farklı bir yer. Mesela askerin mantığı ile sivilin mantığı bir değil. Ama burada her meslek erbabına aynı mantık dayatılır. Kışla asker mantığı ile yönetilir. Eğer kışla sivil mantığı ile yönetilirse en büyük zarar verilmiş olur.
ASKERE GİDERKEN ER DÖVMEYECEĞİM DİYE KENDİME SÖZ VERMİŞTİM
Askerde meslek kurası çekmiştim. Askere giderken bir tek er dövmeyeceğim diye kendi kendime söz vermiştim. Şimdi meslek kurası çektiğime dua ediyorum. Eğer bölüğe gitseydim, erlerle birlikte olsaydım, öyle askerlik yapsaydım, sözüme rağmen sözümde duramayabilirdim. İhtilal olduğu zamanda askerde idim.
ASKERDE ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM
Askerde çok şeyler öğrendim. O ocak güzel bir ocak, askere giderken para ile hiçbir şeyin olamayacağını, irade ile beden eğitimi ile olabileceğini anlamamız gerekir. Ama askerde kesinlikle siyasi görüş münakaşasına katılmayacaksın oranın siyasi yapısından zarar görmeden gidip geleceksin derim.
BÜNYEMİZDEN AYRILANLARIN KIRGIN YA DA KIZGIN OLMALARINI İSTEMEM
Biz büroda üç kişi devam ediyorduk. 82’de mi 83’de mi tam hatırlamıyorum.? Hüsamettin Bey bürodan ayrıldı. Biz Ayhan ile devam ettik. Bizim Ayhan ile dostluğumuz beraberliğimiz kardeşten bile ötedir. Bünyemizden ayrılanların kırgın ya da kızgın gitmelerini istemem. Biz daha sonra müteahhitliğe başladık. Bizde Ayhan ile daha sonra ayrıldık
RİBAT DERGİSİNİN YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ OLDUM, 8 AYRI DOSYADAN DGM’DE YARGILANDIM
Bu arada Ribat dergisinin Yazı İşleri Müdürü oldum. Oysa okul zamanında yazı yazmayı hiç sevmemiştim. Okul süresince yazdığım yazıları toplasanız 200 sayfayı geçmez. İmtihanlarda bile sorulara en kısa cevabı veren ben olurdum. Buna kompozisyon dersleri de dahildir. 15 satırı geçen bir kompozisyon yazmamışımdır. Yazı işleri müdürü iken 8 ayrı dosyadan DGM’den yargılandım. Bunların yedi tanesi 163. maddeden bir tanesi ise illegal örgüt kurma iddiası ile açılmıştı. Aslında en sonunda savcıda böyle bir iddia ile dava açıldığına üzülmüştü. O dönem bizim için gerçekten çok ağır geçti. Medeni ilişkilerin herkesimle olması gerekir. Çok enteresan safahatlar yaşadık. Yargıç hâkim savcı mantığı kazandık. Bir hadiseye savcının yargıcın hâkimin bakışı aynı değildir. Ama hepsi olmalıdır. Birisi şüpheyi esas alıyor öbürü suçsuza ceza verilmemesi için düşünüyor bu farklılaşmada hukuk kazanıyor. Ben 36 gün tutuklu kaldım.
SİYASİLER DEVLETİN KURUMLARINA ZARAR VERDİLER
Aslında gönlümde bir daha ortaklık geçmiyordu. O dönemler hatırıma geldiği zaman çok üzülüyorum. Çünkü ülkenin birinci sıkıntısı işsizlikti. Siyasi olarak kendi kesimlerini devlette iş sahibi yapmak için uğraşan siyasiler devlet kurumlarını hep zarar eder hale getirdiler. Rahmetli Özal bunu düzelteceğim diye çok çalıştı. Ama ondan sonra gelenler daha da fazla bunu yaparak daha büyük zararlar vermeye çalıştılar. DSİ, YSE, Karayolları gibi devlet kurumlarına 100 liraya giriyorsa bunun 85 lirası çalışanlara ya da çalışıyormuş gibi görünenlere gidiyor. Bu paraların ödenmesi dışında bir şey olmadı. Bu yüzden içimde işsizimize iş bulabilme isteğim vardı.
YİMPAŞ’I GÖRDÜK 20 ARKADAŞ TOPLANIP AHİTLEŞTİK İŞSİZLİK İLE MÜCADELE EDEN KESİM DİNDAR KESİM OLMALIYDI
Mustafa Özeskici ve M. Ali Korkmaz beni zorladılar. Hapishanede fıkıh kitaplarını inceledim. Düşüncelerime cevaplar aradım. YİMPAŞ kurulmuştu. Hayrettin Karaman, Orhan Çeker, rahmetli Hoca İsmail Kaya vardı. Onlarla görüştük, Konya’mızda bir söz vardır. ‘İşsizlik ipsizlik getirir’ diye. İşsiz insan ne yapacak? Kahveye gider, kâğıt tavla oynar. Bizim kesimimizdeki insanlar bile işsizlikten dolayı sizden kaçarlar. Hatta sosyal olarak bize düşman bile kesilebilirler. İşsizlik ile mücadele etmememiz gerekiyordu. İşsizlik ile mücadele eden kesimde dindar kesim olmalı idi. Bizim bu insanları kazanmamız gerekiyordu. Biz 20 kişi toplandık. Ahitleştik, şirket kara geçinceye kadar ortak olmayacağız. Şirket kar dağıtacak noktaya gelirse bunun sürekliliğine inanırsak halka açık şirket haline getireceğiz dedik.
DPT marifeti ile devletin teşvik verdiğini, bunun için de bir kısmının düşük faizli kredi bir kısmının ise belli şartlara bağlı hibe olduğunu gördük. Bilhassa hibe kısmından istifade edebileceğimizi gördük. Bunlarla ilgili olarak hoca efendilerden görüşler aldık. Primlerin kısa zamanda daha büyük olması için Konya’mızda çalışma başlattık. Şunu söyleyeyim, şirketi kurmadan önce arkadaşlar ile iki yıl özel sohbetler yaptık. Burada lisan birliğinin şart olduğunu, Türkçe’yi çok iyi konuşmamız gerektiğini dile getirdik.
DAYANIŞMAYI ÇATIŞMADAN DAHA ÇOK SEVMELİYİZ
Birinin şöyle dediğine diğerinin farklı mana çıkartmaması gerekiyordu. Aynı lisanı bilmeyen insanlar aynı lisanı konuşmayanlar, birbirleri ile anlaşamazlar. Bir kelimenin birçok mana içinde çatışmaya geleceğini biliyoruz. Bunu düzeltmek çok büyük titizlik ister. Aslında çatışma ortamında medyanın rolü var. Hâlbuki siyasi görüşü ne olursa olsun. Dayanışmayı çatışmadan daha çok sevmeliyiz. Mutedil olabilmek, iletişimin sağlıklı olabilmesi ile sağlanır. Hollandalıların bir sözü var, “Rüzgarın olduğu yerde akıllı adam yel değirmeni yaparmış, akılsız adam ise rüzgara karşı yürürmüş”
ANADOLU İNSANININ İŞ SAHİBİ OLABİLMESİ İÇİN ANADOLU’YA YATIRIM YAPMAK GEREKİYORDU
Konya’daki arkadaşlara devletin teşvik diye bir çalışması var, devletin bu teşvikinden istifade ederek Türkiye’de büyük diye bilinen kurumlar meydana geliyor. Bunlar devletten ciddi destekler alıyorlar. Tekel oluşturuyorlar. Anadolu’da işsizin iş bulabilmesi gelir dağılımından faydalanabilmesi ileri ülkeler seviyesinde gelir barajının aşılabilmesi için Anadolu’da yatırım yapılması gerekir. Ya bize ortak olun ya da yeni ortaklar bulun. Konya’ya yatırımlar yapın ve bunu şehre dönüştürün dedik. O zamanlarda 2. organize sanayi yeni kurulmuştu. Pek çoğu bunu anlayamadı. Bunu bizim peşimizden gitmek olarak algıladılar. Bazen de zaman için de sapmalar oldu. Konya’nın kaybettikleri oldu. Güzelliğin iki türlü zararı vardır. Varlığına zarar verir bir kısmı da bu varlıktan istifade etmeye çalışır, istismar olur. Bu zor bulunur. Biz o dönemde onu gördük. Bilgi ve birikime ortak olanlara cesaret verdik.
OLMASI GEREKEN YERDE OLAN PARÇALAR ÇOK KIYMETLİDİR
Hedefte siyasetini belirleyemeyenin stratejisi olmaz. Stratejisini belirlemeyenin taktiği olmaz. Taktiği doğru olmayanın ise uygulaması yanlış olur. Siyasette yaptığınız hatayı strateji ile kapatamazsınız. Stratejideki hatayı taktikle kapatamazsınız. Taktikteki hatayı uygulamada kapatamazsınız. Bu bir bütünlüğü ifade eder. Makrolar mükemmel mikro değerler mükemmel olmalı. Bunlarda uyumlu olmalı. Konya marka şehir olmak istiyorsa, aynı doğruları bulması ve buna bağla kalması gerekir. Türkiye şu anda kalitesiz mal ihracatının sıkıntısını yaşıyor. Ürettiğiniz malın hepsi kaliteli olur ama bunlar birbirleriyle uyumsuz olursa yine olmaz. Olması gereken yerde olması gereken parçalar çok kıymetlidir.
HAYAT DÜSTURUMDA BEŞ GÖREVİM VAR
Hayat düsturunda beş konuda işlerimi sıraya koymam gerekir. Her yaptığım işin mükemmeliyetçiliğine bakarım. Benim 5 tane görevim var. Allah ve Resulüne karşı görevim, kendime karşı görevim, ailem ve yakın çevreme karşı görevim, tanıyım tanımayayım insanoğluna karşı görevim ve insanların dışında kalan mahlûkatlara karşı görevlerim. Bir görevin sünnetini yerine getirdim diye diğerlerinin farzını terk edemem.
ÇOCUKLARIMIN İYİ VELİSİYİM
Çocuklarımın iyi bir velisiyim. Cenab-ı Hak iki şeyi affetmiyor. Bir; kendine şirk koşulmasını, iki; bana ait olmayan kul hakkı olanları affetmem diyor. Ben de hiçbir kulun hakkını istemedim, istemem de.
GÖZLERİM BOZULDUĞU İÇİN ESKİSİ KADAR OKUYAMIYORUM
Yakın zamana kadar 4- 4.3 saat uyuyordum. Ama zaman zaman aldığım haplardan dolayı daha fazla uyuduğum da olabiliyor. Gözüm bozuldu bu yüzden de eskisi gibi okumam yok azaldı diyebiliriz. Sosyolojik ve psikolojik eserleri çok severim. Nevzat Tarhan Hoca ve Üstün Dökmen’i zevkle izlerim. Taviz ile müsamahanın arasındaki farkı fark etmeliyiz. İstanbul kültürü, entelektüel yetiştiriyor diye düşünüyorum. Bana göre aydın değil, toplum gerçek manada aydınlar çıkartmalı.