Doç. Dr. Murat Kayacan
Savaş ve tevekkül
Arapça و-ك-ل kök harflerinden türemiş olan tevekkül; acizlik göstermek, sığınmak ve dayanmak anlamlarına gelmektedir (İbn Manzur, ts., XI: 734). Tevekkül vekil kılma işidir (Ece, 2000: 708). Bu yazıda savaş bağlamında Kur’an’da yer alan tevekküle dair ayetleri nüzul sırasına göre ele alacağız.
Kur’an-ı Kerim’de ganimetlerden söz edilen bir bağlamda tevekküle ilişkin şöyle denilmektedir: “Mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rabblerine tevekkül ederler.” (Enfal, 8: 2). Yani müminler Allah’ın verdiği hükme razı olurlar, O’ndan başkasından da korkmazlar (Taberi, 2000, XIII: 385) ve sadece O’na yönelirler. İhtiyaçlarını sadece O’ndan talep ederler. O ne dilerse onun gerçekleştiğini bilirler. O, mülkünde tasarruf sahibidir ve ortağı da yoktur (İbn Kesir, 1999, IV: 12).
Selime oğulları ve Harise oğulları hakkında indiği söylenen bir ayette şöyle denilmektedir (Taberi, 2000, VII: 165): “Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Halbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a tevekkül etmeleridir.” (Al-i İmran, 3: 122). Savaşta mevzii terk edenler olsa da müminler bilmelidirler ki Allah’a tevekkül edip O’na yönelen kimseye veli, zafer veren ve yardımcı olarak Allah yeter (İbn Kesir, 1999, II: 364).
Uhud savaşı sonrası indiği söylenen bir ayette Hz. Peygamber (s)’e şöyle denilmektedir: “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran, 3: 159). Sebeplere sarılmak önemlidir. Ancak başarı için Allah’ın yardımı da gerekir. İşte Allah’a tevekkülün anlamı budur (Şimşek, 2012, I: 438).
Allah müminlerden diğer yaratılmış varlıklara değil Kendisine tevekkül etmelerini istemektedir (Taberi, 2000, VII: 347): “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran, 3: 160). Allah’a tevekkül edene her zorluk kolaylaşır (Zemahşeri, h. 1404, III: 548). Tüm işler O'nun kontrolünde (elinde) olduğu, O’nun verdiği hükmü geri çevirecek kimsenin olmadığı kesinleşince, müminlere düşen başkasına değil sadece O’na tevekkül etmektir. Ayrıca Arapça dil kuralları açısından Allah’a kısmının ayette öne alınmış olması, müminlerin “sadece O’na tevekkülde bulunabilecekleri” anlamına gelir (Râzî, h. 1420, IX: 411) .
Allah münafıkların faaliyetleri karşısında müminlerin O’na tevekkül etmelerini istemektedir: “Münafıklar sana ‘Baş üstüne!’ derler. Fakat yanından çıkınca, onların bir kısmı gece karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar kurarlar. Allah onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor. Onun için sen suçlarını yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 4: 81).
Allah kendisine tevekkül eden kimse(ler)i insanların şerrinden korur (İbn Kesir, 1999, III: 64): “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün, hani bir topluluk size saldırmaya kalkışmıştı da Allah onlara engel olmuştu. Allah’tan korkun. Müminler Allah’a güvensinler.” (Maide, 5: 11). Allah’ı doğru bir şekilde vekil edinmek O’nun şerî hükümlerinin, kozmik ve toplumsal yasalarının gerektirdiği hikmeti gözeterek olur. Sebepleri dikkate almayı terk eden kimse cahil ve kibirli bir kimsedir. Allah’a tevekkül eden kimse ise ilahi yardımın muhatabıdır (Reşid Rıza, 1990, IX: 8).
Sonuç olarak diyebiliriz ki müminler savaş ile ilişkili durumlarda da Allah’a tevekkülü ihmal etmezler. Sünnetullahı ve tabiat yasalarını dikkate alarak yapılan planlar da onların ardından Allah’a yöneliş de ve sözgelimi yarın yapılacak bir işi için Allah dilerse (Kehf, 18: 23-24) demek de tevekküldür.
***
Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., İst., 2000.
İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (ö. 1373), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim, 8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999.
İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn (ö. 1312), Lisânu’l-Arab, 15 c., Daru Sadır, Beyrut, ts.
Râzî, Fahruddin (h. 606/1209), et-Mefâtihu'l-Gayb, 32 c., 3. bs., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, h. 1420.
Reşid Rıza, Muhammed (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c., el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Şimşek, M. Sait, Hayat Kaynağı Kur'an Tefsiri, 5 c., Beyan Yay., İst., 2012.
Taberi, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an. 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.