Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
ŞEHREMÂNETİ
Toplum olarak kaybettiğimiz değerlerin arasında “güvenilir” oluş vasfı, başta gelir. Güven, bir başkasına cesaret ve itimat telkin etmek demektir. Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden birisi de “el-Mü’min”dir. Bu isim; iman, emniyet ve güven verici anlamı taşır. Kullarından her türlü tereddüdü gideren, gönülden isteyenlere iman, korku içinde olanlara güven veren O’dur. Allah’a inanan ve O’na güvenen kimseler, yegâne güven kaynağına tutunmuşlar, demektir. Bu ismi kendisine nitelik yapan bir mü’min de kendisini ontolojik anlamda güvende hissettiği gibi, aynı şekilde başkalarının da kendisinden güvende olduğunu hissettirir. Sonradan Müslüman olanlara, niçin Müslüman oldunuz? diye sorulunca, ekseriyeti, “kendimi güvende hissetmek için” cevabını vermişlerdir. Gerçekten de inançlı insan, bu anlamda güçlüdür. Hiçbir zaman kendisini yalnız hissetmez.
Her türlü güvensizliğin yaygın olduğu bir toplumda belirsizlik, sahtecilik, yalan, dolan ve karamsarlık ortaya çıkar. Bu durum kendisini, aile hayatından iş hayatına, siyasetten eğitime vb. varıncaya kadar hissettirir. Birey ve toplum hayatında “güven” duygusunun ne büyük bir değer olduğunu kavramak için, Kureyş Suresi’ni yeniden okumak ve anlamak gerekir. Surede, iktisadi hayatın niteliği üzerinde durulur. Açlık ve korkunun kaynağına dikkatler çekilir. Bu belirsiz atmosferden çıkış olarak da kişinin Allah’la bağlantı kurması önerilir. Açlığın, yoksulluğun ve sefaletin olduğu yerde güven olmaz. Çünkü insanı açlıktan doyuran ve korkudan emin kılan Kabe’nin rabbi olan Allah’tır. Önce insanın iç dünyasında güven olması lazım. İçte barış ve güven yoksa dışta barış ve güven tehlikeye girer. Onun için Müslüman, elinden ve dilinden insanların “güvende” olduğu kimse olarak tanımlanmıştır.
Bilindiği gibi, bütün peygamberlerin ortak sıfatlarından birisi de “emanet”tir. Emanet, güvenilir olmak anlamını taşır. Bunun tersi olan ihanet ve hıyanet, asla peygamberlerde bulunmaz. Güven, bütün peygamberlerde bulunması gereken vacip sıfatlardan birisidir. Çünkü Peygamberlerin Allah’tan aldıkları ilahi mesajı toplumlarına iletmede, alıcı durumunda olan muhatap kitlenin kendisine sonsuz güven duyması gerekir. Bunun için peygamberlerin ‘güvenilirlik’ vasfını taşımaları çok önemlidir. Bu sebeple bütün peygamberlerin toplumlarıyla ilk temaslarında kendilerini, onlara; “ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm”[1], “güvenilir bir konumu olanım”[2], “ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim”[3] şeklinde tanıtmışlardır. Toplumun kendilerine olan güven duygusunu tazeledikten sonra, Allah’tan aldıkları ilahi mesajı onlara sunmuşlardır. Bu bize, her türlü meşrû alış-verişin güven atmosferinde başarılı olacağının en büyük delilini oluşturmaktadır.
Hz. Peygamberin sıfatlarından birisi de “el-Emin” oluştur. Bu sıfat ona, “ahlakî değerleri” hayatında yaşadığı ve savunduğu için cahiliye ehli tarafından verilmiş, risaletle birlikte de Allah tarafından te’yid edilmiştir. Toplumun ona olan sonsuz güven duygusu, onu içinde yaşadığı toplumun “hakem”i ve “yed-i emin”i yapmıştır. Efendimizin, risalet öncesi Mekke’de bir grup insanla insan hakları alanında mücadele vermek üzere “Faziletliler Topluluğu”nu kurması her renkten, her coğrafyadan, her inançtan insanın hakkını ve hukukunu savunması bu yüksek güven temelinde başarılı olmuştur. Böylece “güvenilir belde” olması istenen Mekke’nin bütün sokak ve çarşılarına güven, bu kurum sayesinde gelmiştir.
El-Emin’in, insanlar arası ilişkilerde “güven” ve “adalet” ilkelerini hayata geçirmesi, Hz. Hatice ile hayatlarını birleştirmelerine sebep olmuştur.
Kâbe’nin tamirinde kabilelerin toplumsal bir değer nişanesi olan “hacer-i esved”i Kâbe duvarına koyma konusundaki kargaşayı sona erdirmede toplumsal uzlaşı ve barış, ancak, Efendimiz el-Emin’in hakemliğine duyulan sonsuz güven sayesinde yeniden sağlanmıştır.
El-Emin, aman ha emanet demiş, düşmanları, kendi aralarında birbirlerine güvenmedikleri halde ona güvenerek emanetler bırakmıştır.
El-Emin, veda hutbesinde, aman ha, kadınlar size Allah’ın emaneti demiş, onların haklarının gözetilmesini vasiyet etmiştir.
El-Emin, daima emanetleri ehline vermemizi istemiştir. Çünkü “emanetler” ehline verilmezse, o toplumda her türlü kıyamet kopar.
Toplumsal düzenin sağlanmasında güven duygusu büyük önem taşır