Servet Özince
Konya ticaretinin, siyasetinin çok yakından tanıdığı, hobileri ve yardımları ile bilinen hayırsever başarılı insan Servet Özince bu haftaki konuğumuzdu. İnce ile başarıya giden yolları konuştuk.
Söyleşi: Uğur ÖZTEKE
Servet Özince
Bu haftaki konuğumuz Servet Özince Konya’da manifaturacılık, tuhafiyecilik, konfeksiyon, şehirlerarası taşımacılık, televizyon ve beyaz eşya ticareti derken sattığı bir arabadan elde ettiği kâr ile bütün işleri bırakıp kendisine galericiliği meslek edinen, tabiat ve hayvan sevgisi ile örnek, çevresine özellikle de öğrencilere yaptığı yardımlar ile bilinen bir insan. Hayat felsefesinde insana, tabiata ve hayvanlara olan sevgisi her şeyin önünde olan konuğumuz aynı zamanda yaptığı her işteki titizliği ile de dikkatleri çekiyor.
TAŞKENT’TEN KONYA’YA GÖÇ
Bu haftaki konuğumuz Servet Özince’nin babası ile dedesi 1938’de Taşkent’ten Konya’ya göç ederler. Çünkü o yokluk yıllarını düşündüğümüz zaman Toroslar’ın zirvesinde doğan insanların yaşayabilmek için iki yol vardır. Ya okuyacaklar ya da ticaret yapacaklar. Ve bu ikisi için de Taşkent’ten ya da yöredeki diğer ilçelerden Hadim’den, Bozkır’dan, Ermenek’ten çıkacaklar ve önlerinde kendilerini bekleyen o iki zor yolda kendi kaderleriyle baş başa mücadele edecekler. Özince Sülalesi de böyle yapar ve Konya’ya, Hacı Fettah Mahallesi’ne yerleşirler.
HACILAR SÜLALESİNDEN EMİNİN OĞLU MEHMET BABA OLUYOR
Servet Özince 1 Ocak 1948’de Taş Camii’nin yanındaki evde dünyaya gelir. Baba Mehmet ve anne Süheyla’nın ilk çocuğudur. Babası Hacı Mehmet 1950’li yıllardan itibaren manifatura ve tuhafiye işiyle uğraşmaktadır. Minik Servet, Mehmet ve Süheyla çiftinin ilk çocuklarıdır. Daha sonra üç kız kardeşi daha dünyaya gelecek ve ailenin zorlu, ama mutlu yılları başlayacaktır.
DEDEM BİLİNEN, ARANAN BİR BAYTARMIŞ
Servet Özince ailesini anlatırken her kelimesinde onlar ile gurur duymanın hazzını yaşamaktadır:
Dedem yıllar önce Konya’ya geldiği zaman eski adı ile baytar, şimdiki adı ile veteriner imiş. Hem de Konya’da bilinen, aranan dört kişiden birisiymiş.
BİR YAŞINDA ÇUMRA’YA GİDİŞ
1950 yılında, yani ben bir yaşındayken ailecek babamın ticareti için Çumra’ya gitmişiz. Ben ilkokulu ve ortaokulu Çumra’da okudum. Bizim çocukluğumuzda bugünkü gibi öyle modern oyuncaklar filan yoktu ki. Biz büyürken çelik çomakla, bilyelerle büyüdük. Ama şu anda bile o çocukluk günlerimi keyifle anıyorum.
KARIN İÇİNDE KAYBOLUNCA OKULA GİDEMEDİM
İlkokulu Çumra Merkez İlkokulu’nda okudum. Öğretmenimiz Hacer Hanımdı. O zamanlar Çumra’da çok kar yağardı. Hiç unutmuyorum belimize kadar karın içinde okula gidip gelirdik. Bir gün yine böyle soğuk ve karlı bir kış gününde evden çıktım. İlkokul talebesiyim. Kara batıyordum, kar boyumu geçiyor. Bata çıka yürümeye çalıştım. Ama olmuyordu. Baktım, ilerleme şansım yok, gerisin geri eve döndüm. İlkokul dendiği zaman o günü hiç unutamam.
ORTAOKULDA ÖĞRETMENLERİMİZ AKŞAM EVE GELİR, BİZİ KONTROL EDERDİ
Ortaokulu Çumra Cumhuriyet Ortaokulu’nda okudum. Müdürümüz İbrahim Erdoğan’dı. Hala sağ ve ailecek görüşürüz. O zamanlar eğitim çok güzeldi. Öğretmenlerimiz bizlerin iyi yetişmemiz için çok büyük uğraşlar verirler, üzerimize adeta titrerlerdi. Dürüstlüğü, doğruluğu bizlerin beynine adeta işlerlerdi. Öyle ki öğretmenlerimiz geceleri bile bazen evimize gelir, ders çalışıyor muyuz diye kontrol ederlerdi. İlgi konusunda öğretmenin alakası inanın veliden daha etkili oluyordu.
59’DA BABAMIN ALDIĞI LACİVERT BİSİKLETİ UNUTAMAM
1959 yılıydı.10 yaşındaydım. Bir gün babam Umber marka lacivert bir bisiklet alıp gelmişti. Mesela çocukluk da unutamadığım günlerden bir gündür o. Çok sevinmiş, inanılmaz mutlu olmuştum.
BABAMIN ÇIKARTMA SABUNLARINI FIRLATMASI
Ortaokul birinci sınıftım. Bizim orada o zamanlar Pazartesi günü pazar kurulurdu. Ben de o gün harçlığımdan biriktirdiğim paralarla 1 liraya 4 tane, yani tanesi 25 kuruşa 4 tane çıkartma sabunu aldım. Yani bunu alıyorsunuz böyle elinizle bastırdığınız zaman o zamanların Fatoş’u filan gibi resimler kağıda çıkıyor. Ben de aldıklarımın resmini kâğıda çıkartıyordum. Büyük de keyif alıyordum. Birden içeriye babam geldi. Bu ne dedi. Ben de dilimin döndüğü kadar ne olduğunu anlattım. Sonra “Bana peki bunlar ne işe yarar?” dedi. Yine anlattım. Sonra bana ‘Bir daha böyle kötü şeylere para harcama’ diyerek kâğıtları aldığı pencereden dışarıya fırlattı. Ve hiç unutmuyorum bir süre sonra babam geldi ve bana kasanın anahtarlarını teslim ederek tutumlu olmanın cimrilik olmadığını, israfın boşa giden para olduğunu söyledi. Yani bana güveniyordu, ama parayı boşa harcamayacaktım. İşte o zaman çok şey öğrendim. Hala bir kâğıdın küçücük bir kâğıdın bile hem önünü, hem de arkasını kullanırım. Çünkü bunun bir milli servet olduğunu düşürüm, israfa karşıyım.
KİMYAYI HİÇ SEVEMEDİM
Ortaokulda kimya dersini hiç sevemedim. Ama tarihi ve matematiği çok severdim. Tarihi, geçmişimizi, imparatorlukları keyifle zevkle okurdum.
1964’TE ÇUMRA’DAN KONYA’YA TEKRAR DÖNÜŞ
1964’te Konya’ya geldik. Konya Ticaret Lisesi’ne kayıt oldum. Babamın o zaman manifatura işinin yanı sıra ek bir iş, yani ikinci bir iş olarak da Konya Meram Şirketi’nde iki otobüsü vardı. Ticaret lisesine kayıt oldum. Aynı zamanda bu iki otobüsün kontrolünü ben yapacaktım.
BİR EVİMİZ OLSUN DİYE HEP DUA ETTİM, YALVARDIM
Öğretmenevleri’nde kiralık bir evde otururduk. Bana kimsin, ne yapıyorsun, adın soyadın dedikleri zaman söylüyordum. Ama arkasından sohbet sırasında nerede oturuyorsunuz, sizin mi dedikleri zaman ‘kira’ demekten son derece rahatsız oluyordum. Ben küçük yaşlardan itibaren namazımı kılarım, İslam’ı yaşamaya çalışırım. O çocukken bile her namazımın arkasından ‘Allah’ım ne olur bize de bir ev ver’ diye dua eder, yalvarırdım. Dualarım zaman içerisinde kabul oldu. Yakınlarıma bile 4 ev aldım, hediye ettim. Çok şükür, bu günleri gördüm, dualarım kabul oldu.
BANKA MÜDÜRÜ OLMAYI HAYAL EDERDİM
Bu arada otobüsün işlerini kontrol etmek için lise 2’de okuldan ayrıldım. Çocukken hep sorarlardı büyüyünce ne olacaksın diye, ben de ‘Banka müdürü olacağım’ derdim. Çünkü çocuk aklı ile bankadaki bütün paraların müdürün parası olduğunu sanırdım. Ama ticaret lisesine gelince paraların müdürün parası olmadığını anlamıştım artık.’ (Diyor ve o sakin, ağır insan, kahkahayı patlatıyordu.)
AT PAZARININ ORADAKİ VAKIFLARDA TUHAFİYE DÜKKÂNI AÇTIK
Konya’ya geldik. O eski at pazarı denilen yerde, şimdi Tevfikiye caddesinin ilerisindeki Vakıflar Çarşısı’nın orada babamın başkanlığında 100 tane iş yeri kiraya verildi. Biz de bir tanesini aldık. Manifatura, tuhafiye ve konfeksiyon işine devam ettik. 1966’dan 76’ya kadar buradaydık. Daha sonra TV ve beyaz eşya işine girdik.
ÖNCE ERZİNCAN, ARDINDAN POLATLI’DA ASKERLİK
1966’da Erzincan 59. topçu tugayına gittim. 45 gün sonra da Ankara Polatlı L-70 uçaksavar taburunda idim. Konya insanı çok sahipsiz. Herkes birbirine sahip çıkıyor, ama biz birbirimize sahip çıkmıyorduk. Askerde böyleydi. Hafta sonlarında eğlence ve dinlenme günleri tertip ettim. Bir gün nöbetçi çavuşu iken yeni evli 25 günlük bir hemşerimin firarına göz yumdum. Bu arkadaşım ile hala görüşürüz ve gelir, teşekkür eder.
MÜTEAHHİTLİK YAPTIM, ZARAR ETTİM
71’de askerden geldim. Daha büyük işler yapmak istiyordum. Mehmet Demircan isimli bir müteahhit akrabamız vardı, ona rica ettim. Birlikte çalışalım dedim. Kadınhanı Başkuyu kasabasının içme suyu işinin ihalesini 115 bin liraya adlık. Yüzde 22 kırımla aldık. Öyle bir zorlandım, öyle olumsuzluklarla karşılaştım ki o işten yüzde elli zarar ettim. O zaman anladım ki bildiğin, anladığın işi yapacaksın. Başka anlamadığın alanlara girmeyeceksin. Ve tekrar mağazaya döndüm.
70’LERDE SİNGAPUR’A GİTTİM
Beyaz eşya satıyorduk. ÖZİNCE Ticaret. İşlerimiz çok iyiydi birkaç ayrı depo tuttuk. Mesela o dönemlerde işimizin iyiliğinden bizi yurt dışına bile gönderdiler. 70’li yıllarda ilk kez yurt dışına gittim. Gittiğim ilk ülke ise Singapur’du. İş şevkim gittikçe artıyordu. Yurt dışına çıktıkça ufkum gelişiyordu. Bu arada TV satışlarında tanesinden bin lira para kazanıyordum. 5 bin liraya alıyor 6 bin liraya satıyordum.
72’DE 65 BİN LİRAYA İLK EVİMİZİ ALDIK
1972 yılında 65 bin liraya ilk evimizi aldık. Vakıflar Çarşısı’nın arkasında eski Çingenoğlu Fırını’nın orada bir evdi. 80 metrekareydi. 25 bin lirasını peşin ödedik. O günkü mutluluğumuzu hiç unutamıyorum. Dualarım kabul olmuştu. Artık bizim de bir evimiz vardı.
EVLENDİĞİM GÜNDEN BU YANA BUGÜNE KADAR ANNEM VE BABAMLA BİRLİKTE OTURDUK
16 Aralık 1972’de evlendim. O günden bugüne hep annem ve babamla birlikte oturduk. Eşim ve ben hep annemin babamın duasını aldık. O yüzden de hiç zor durumda kalmadım. 1975’de Aydınlıkevler’den ev aldık, oraya geçtik. Serap ve Serhat isimlerinde iki çocuğum var. Bu arada iki de torunum var. Yani dedeyiz.
OTOMOBİLDEKİ KÂR BANA MESLEK DEĞİŞTİRTTİ
İlk otomobilimi 1972’de aldım. 1968 model bir Anadol idi. Onu üç yıl kullandım. Daha sonra bir Murat 124 aldım, sattım.1976’da 74 model Mercedes aldım. 1 milyon 450 bin liraya. Bir müşteri geldi bunu sat, dedi bende 1 milyon 800 bin lira istedim. O da hayırlı olsun dedi. Hemen 350 bin lira para kazanmıştım. Bir TV satıyor, bin lira kazanıyordum, ama bir arabada 350 bin lira kazanmıştım. Yani 350 TV alıp satacağıma, bir otomobil alıp satıp o karı elde ederdim. Bir araba daha aldım 1 milyon 600 bin liraya onu da bir milyon 850 bin liraya sattım. İşte o zaman otomobil işine merak sarmaya başladım. 1983’te galericilere araba almaya gittim. Faruk Şık’ın dükkânı satılık dediler. 9 milyon liraya bu dükkanı aldık. İşte o zaman otomobil ticaretine resmen başlamış olduk.
OTOMOBİL İŞİNDE GÜVEN ÖNEMLİ
Her işte olduğu gibi bu bizim işimizde de en önemli olan şey güven meselesidir. Yalan söyleyip kar edeceğine doğru söyleyip zarar edeceksin. Biz de bu felsefe ile kendimize güven tesis ettik. Bu anlamda ticarette ve sektörde belli bir noktaya taşındık. Güven benim için önemlidir.
KÖTÜ ZİHNİYET 80’LERDE GALERİCİLİĞİ BİTİRDİ
Bir gün dostlarımla bir restoranda yemek yiyorduk. 4 de meslektaşımız vardı. Değeri 3 milyon lira olan bir aracı orada 10 sefer birbirlerine aldılar, sattılar. Hayretle izledim. 1980 yılında bu tür zihniyet ve çok para kazanma hırsından dolayı kötü dönemler yaşanmaya başladı. Prensip olarak peşin alıp vadeli satarım, ama vadeli alıp asla peşin satmam.
BİR AT ARABASINI SON MODEL ARABAYA DEĞİŞMEM
Hayvanları, doğayı çok severim. Hayvanları iyi gözlediğimiz zaman onlar bize çok büyük dersler verirler. Bir köpeğin bile yatması, ayağını ileriye doğru uzatması, kuyruğunu sallaması, kulaklarını kısması hepsi anlamlıdır. Meram’da bir bülbülün ötüşünde bile 13 ayrı nağme vardır. İnsanı veremden kurtarır, bu tıp tarafından da ispatlanmıştır. Mesela iki atım var. Biri araba atı. Alakova’da yerim var. At arabasına biner, atın o ter kokusunu hissederim. Bu bir başkadır. Son model araca binerim. O da bir zevk, ama at arabası bana çok daha büyük zevk verir.
ATTAN DÜŞTÜM, HAYVANIN AĞLADIĞINI HİSSETTİM
Bir gün yine ata bindim, eğersiz, çıplaktı. Hızlı bindim, evin önüne geldiğim zaman at aniden durunca boyundan aşıp o hızla yere düştüm. Hayvan da o hızla bir adım atsa karnıma basacaktı, ama hayvan o anda adım dahi atmadı. Sonra benim yerde acılı halimi görünce inanın gözlerinden yaş geldi. Kalktım, onun yüzüne yüzümü dayayarak onu mutlu ettim. Acımı unuttum. Şu anda bahçemde binek ve koşu atım, koyunlar, çin tavuğu, kurt köpeği alman kurdu, kangal, Sibirya kurdu, kediler, horozlar gibi pek çok çeşit hayvan besliyorum. Kışın fırınlardan kuru ekmekleri çuvallarla alır, bunları ıslatır, daha sonra sahipsiz hayvanlara dağıtırım.
AMERİKALILAR’A BENİ ATATÜRK’ÜN TORUNU DİYE TANITTILAR
1992’de Amerika’ya gitmiştik. Bina dış kaplaması ve kalıp makineleri ile filan ilgileniyorduk. Yeğenim Sedat Kurten aynı zamanda bizim tercümanlığımızı yapıyordu. Bir ara sohbet sırasında cebinden bir kâğıt para çıkardı paranın üzerindeki Atatürk resmini gösterdi ve Amerikalılara işte Atatürk’ün torunu dedi. Adamlar bir paranın üzerindeki Atatürk resmine baktılar bir bana ve inandılar.
İNSAN BEYNİ BURUŞMUŞ BİR KÂĞIT PARÇASI
Sohbetimiz sırasında Sayın Özince sık sık hayat dersleri de veriyor, hayat felsefesini anlatıyordu: İnsan beyni buruşuk bir kağıt parçası gibidir. Onu kullanarak iyi şeylere yönlendirebilirsen ütülü gibi olur, pırıl pırıl olur. Kullanmazsan buruşur kalır. Aklımızı doğru yolda kullanmalıyız, müspet işler için çalıştırmalıyız.
ÇOCUKLAR ANNELERİNİN KOÇU OLAMAZ, ONLAR HEP KUZUDUR
Bir de annemin bana kuzum deyişini hiç unutamam. Bir gün anacağım bak artık ben kuzu değilim, koç oldum dedim. Ama o, sen benim kuzumsun deyiverdi. Evlatlar annelerinin gözünde heh kuzu olmuşlardır. Koç olamazlar.
DUALARIM KABUL OLDU
Bugün hep duaları kabul olmuş bir insanım. Allah’tan ev istedim, eş istedim, hayırlı evlat istedim. Allah bana hepsini verdim. Anne baba duası aldım. Onları kırmadım, üzmedim. Bundan sonra da ben herkese yardımcı olmaya çalışıyorum.