Seyyar satıcılıktan Belediye Başkanlığına Refik TUZCUOĞLU
Kafkasya göçmeni bir ailenin çocuğu olan Başkan'ın seyyar satıcılıkla başlayan iş hayatı daha sonra tavuk çiftliği ve İstanbul'daki öğrenim hayatı ile birlikte medyada devam etti...
Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Refik Tuzcuoğlu
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Tuzcuoğlu ailesi Kafkaslar’dan Erzurum’a, Erzurum’dan da 1915 yılında Konya’ ya gelmiş. Sedirler’e yerleşen Tuzcuoğlu ailesinin geçim kaynağı çerçicilikmiş. Daha sonraki yıllarda tuz ticaretine de başlayan ailenin büyükleri ülkenin içinde bulunduğu seferberlik yıllarını, yokluğu ve yoksulluğu en acı şekilde yaşamış.
Refik Tuzcuoğlu 4 Ekim1967 günü Sedirler’de Polatlar Mahallesi Nazarlık Sokağı'nda dünyaya gelir. Ve 14 yaşına kadar da dünyaya gözlerini açtığı bu evde oturur. Refik Tuzcuoğlu’na çocukluk, geride kalan yıllar denildiği zaman aklına ilk olarak etkisi altında kaldığı mahallesi ve mahallelinin ilişkisi geliyor:
Çocukluğumda çok iyi hatırladığım mahalle büyüklerimiz vardı. Mesela babam bu mahalle büyüklerindendi. Rıza Dayı, amcam Mevlüt Ağa, Mavı Mehmet amca önde gelen isimlerdi. Evlerde mahalleyle ilgili toplantılar yapılırdı. Mesela mahalleye biri gelmiş, komşu olmuş. “Kimdir, necidir, nereden gelmiş? İyi mi kötü mü? Ne iş yaparmış?” diye konuşurlardı. Yine çok iyi hatırlıyorum, mahalleye bir gün kötü bir kadın gelmişti. Mahallenin ahlakı bozacak diye o kadın mahalleliler tarafından mahalleden gönderilmişti. Ayrıca mahallenin fakirine bakılır, ona yardım edilirdi. Bir de mahallemizin köpeği vardı; sokak köpeğiydi ama çocuklar olarak ona biz bakardık. Her gün öğle yemeğini, akşam yemeğini birimiz evden getirirdi. Ama tabi evden habersiz gizlice onu beslerdik. Çok akıllı bir köpekti. Bütün mahalleliyi bilirdi. Gece sokağa bir yabancı girdiği zaman onu asla sokmazdı. Babamın çok uğraşması sonucu bir gün evimizin karşısına çocuk bahçesi yapılmıştı. Bu o zaman bu mahallede olay olmuştu. Öyle büyük bir hizmet değildi ama çok konuşulmuştu. Çocuk bahçesi de demirden bir kayak ile dönen bir şeydi. Futbol takımımız vardı, tabii bu okul takımıyla birlikte idi. Evimiz tam eski halı fabrikasının arkasında bir evdi. Kerpiçtendi, eski bir Konya evi idi. Babam ticaretle uğraşıyordu ve tuz ticareti yapıyordu. Bir süre sonra bu kerpiç evi yıktık, yerine çok iyi bir ev yaptık. Tabii o zamanki şartlarda iyi bir evdi. Mahallede samimi olduğumuz 8-10 çocuktuk. Rahmetli annem Zekiye Hanım, kardeşlerim Celalettin, Ahmet, Ali, Kemal ile birlikte zor ama mutlu yıllar geçirdik.
MAHALLENİN EN BİLİNDİK İSMİ ABDURRAHMAN HOCA İDİ
Sedirler Okulu’nda okudum. Mahallenin belki de en bilindik ismi Abdurrahman hoca idi. Bizi çok severdi. Kendisi eğitim hayatıma da katkıda bulunmuştu. Mesela Kuran-ı Kerim’den sonra bizim okulun derslerine yardım ederdi. Türkçeme katkısı vardı. Konya’daki bu dönemde mahallelinin birbirine büyük yardımı vardı. Konu komşuya yardımcı olunurdu. Ben bu yardımlaşmayı çok iyi gördüm.
ALTI YAŞINDA OKULA GİDİNCE BENİ KAYIT ETMEK İSTEMEDİLER
Sedirler İlkokulu’nun müdürü Mevlüt Büyükkara idi. Kendisi annemin köylüsü İçeri Çumralıydı. Evde abimler okula gittiği için ben de onların arkasından okula gitmek istiyordum. Artık okula gideceğim diye tutturmuştum. 6 yaşındayken annem beni okul müdürüne götürdü. Müdür anneme kızmıştı. ‘Biz burada çocuk mu okutacağız? Bu çok küçük’ demişti. Gerçekten de benim hemen kaydımı yapmadılar. 15 gün sonra derslerdeki durumuma, okula uyumuma bakıp benim kaydımı öyle yapmışlardı. Öğretmenimiz Nuriye Akman idi. İyi bir hanımefendi idi. Bize çok katkısı oldu. Derslerim iyi idi. Çalışkandım. O zaman böyle defter kitap yoktu. Sınıfa dergiler gelirdi. Herkese bir dergi verilirse bana 3-4 dergi verirlerdi. Müzikle aram iyi idi, sesim de iyiydi. Önemli günlerde çalışmalarda okulun türlü faaliyetlerinde türkü söylerdim.
RAHMETLİ BABAM, MEHMET GÖZÖNÜ’NÜN TEŞVİK VE ISRARI İLE TAVUK ÇİFTLİĞİ KURDU
Rahmetli babam tuz ticaretinin yanı sıra rahmetli Mehmet Gözönü ile sıkı bir ahbaptı. Tuz işi tekel ürünü olduğu için kayıt tahsisli veriliyordu. CHP döneminde Konya’da tuz işi yapan babam zamanla zarar gördü. Bunun üzerine Mehmet Gözönü’nün ısrarı ile yumurta ve tavuk çiftliği kurdu. Bunları da evdeki konuşmalardan duyuyordum. Karahüyük’teki çiftlik ile Mehmet amca ilgilendi. Projeyi falan yaptırdı. İzzet Küçükbezirci babamın eski ortağı idi. O da bize yardımcı oldu. Babamlar bir süre sonra yumurta işine geçtiler. Abimler de büyüyordu. Askerlik öncesi çiftliğin başına abimler geçti. O zaman çiftlik evi yaptık. Tabii o zamanki çiftlik evi kerpiçtendi. Sedirlerden buraya taşınmıştık.
12 EYLÜL ÖNCESİ KARIŞIKLIK HAFIZAMDA DERİN İZ BIRAKMIŞTI
İlkokuldan sonra İmam Hatip Lisesi’ne gittim. Bir de 12 Eylül öncesi yaşanan karışıklıklar hafızamda derin iz bırakmıştı. İmam Hatip’te Kuran-ı Kerim dersinden çıkıyorduk, ortalığın nasıl karışık olduğunu görüyorduk, daha çocuktuk tabii. Sabahleyin okula gidiyorduk. Öğrenciler derse girmeyecek diyorlardı. Derse girmiyorduk. Bu acayip bir korku veriyordu. Kavga gürültü çok kötü idi. Mahallede yaşça büyük olan ağabeyler, yani 5.,6., 7., sınıfta okuyanlar bir süre sonra anarşik olaylar yüzünden hapislere giriyorlardı. Bunlara şahit oluyorduk. Okulda da hocalarda otorite yoktu maalesef. Karmaşanın Türkiye için ne kadar kötü olduğunu o zaman gördüm. Bu bende derin izler bıraktı. İnsanlar şu veya bu nedenle taraf oluyorlardı. Bölünmüşlük, gruplaşmalar vardı. Okul akıncılar-ülkücüler diye ikiye bölünmüştü. Dışarıda da komünistler vardı. ‘Derse girmeyin’ deniyordu ve derslere girilmiyordu. Biri bağırıyordu şu sloganı at diye, herkes o sloganı atmaya başlıyordu. İhtilal sonrası askerin baskısını da unutamıyorum. Orada da eli sopalı devlet görüntüsü vardı. Ben asla taraf olmuyordum, sadece kendim gibi olmaya çalışıyordum.
TAEKVANDO VE BOKS YAPTIM
O tarihlerde sportif faaliyetlere katıldım. Tekvando yaptım. Miniklerde, yıldızlarda en yüksek derecedeydim. Metin Şahin vardı. En yüksek derecede kemer sahibi sporcu idim. Lisede tekvandoyu bıraktım. Hocam Ahmet Coşkun federasyona görevli olarak gitmişti. O benim dünya şampiyonu bile olacağıma inanıyordu ama o gidince biz Konya’da sahipsiz kaldık. Kırmızı kemerde sporu bıraktım. Arkadaşlarımdan milli takıma dahi gidenler oldu. Babam sporuma da karışmadı, bana hiç mani olmadı. Özgür büyüdüm. Okuldan sonra akşam 8’e 9’a kadar açık tribünün altındaki salonda antrenman yapardık. Saat 10’da eve giderdim. Spora gittiğim için kötü alışkanlıklarım olmadı, ailemi hiç mahcup etmedim. Spordan kalan güzel alışkanlıklarım oldu. Bu arada boks yaptım. Boksta Ali Kılınçoğlu antrenörümüz idi. 8-9 ay boks yaptım. Ama boksun mantığını almıştım. Ali hoca kendini yetiştirmiş çok iyi bir insandı. Antrenman yaptırırken bize nasihatler ederdi. Ahlaki hayat dersi verirdi. “Buraya gelmişiniz spor yapıyorsunuz” derdi. Bir de Ali Hoca sigara içeni hiç sevmezdi.
ABİMLE SEYYAR SATICILIK YAPTIM
Bu arada evimizin işlerine yardım ediyordum. Ekmeye, biçmeye anneme destek oluyordum. Bir müddet sonra rahmetli annemin ektiklerini; sebzeyi meyveyi büyük abim ile seyyar arabada satmaya başladık. Mevsimine göre bahçede hangi ürün çıkıyorsa artık onu satıyorduk. Yine hiç unutmadığım bir kış günü var. Abimle seyyar araba ile sebze meyve satıyorduk. O gün ayaklarım o kadar çok üşümüştü ki adeta donmuştu. Abim beni arabanın tezgâhın altındaki o tahta yere soktu, “Sen burada biraz ısın” demişti. Pazar günleri Muhacir Pazarı’nda da satış yapardık. Bizim belli bir yerimiz vardı. Daha sonraları büyük pazarda çiftlikte üretilen yumurtaları cumartesi-pazar satmaya başladık. Muhacir Pazarı’nda çok çalıştık.
YAZARLIK YETENEĞİMİ YAZDIĞIM BİR KOMPOZİSYON SONRASI FARK ETTİM
Okulda derslere karşı iyi idim, fakat lisede iken hocam edebiyat dersinde yazdığım kompozisyon sonrası beni inanılmaz derecede tutmuştu. Yazarlık yeteneğimi o dönemde fark ettim. Edebiyat derslerine ilgim vardı ve artık bu artarak devam ediyordu. Tabii bu arada arkadaşlarımızla özel çalışmalarımız da oluyordu. Kitap okuyor, konferansları takip ediyor, gelecek ile ilgili olarak mülahazaralar yapıyorduk. Mesela sıra arkadaşım Hasan Arıkan, Doç. Mehmet Azimli, dershane öğretmeni ve TÜMAY’ın kurucusu Emrullah Özkaya, Mehmet Demirkuzu, Halil Şahin bizim o grubun elamanları idi. Babam eğitim hayatında da aşırı yönlendirici olmadı. Yapabileceğimizi hep yapmaya çalıştık. Mesela babama “beni dershaneye gönder baba” dediğim zaman hemen parayı verdi ve gönderirdi. Okul zamanındaki arkadaşlarım ile son derece iyi dostluklarımız oldu. Bunlar para ile makam ile alakalı değildi. Bunlar gerçek dostluklardı. Ve hala bu arkadaşlarımız ile samimiyetimiz devam ediyor. Eskisi gibi bir araya gelemesek de birbirimizin duygularını biliyoruz.
İMAM HATİP’TE İKEN UMRE’YE GİTMİŞTİK
İmam Hatip’te 5. veya 6. sınıftaydım. Okul ile birlikte Umre’ye gittik. Tabii Umre’ye gitmek için önce babama rica ettim babam da beni kırmadı ve razı oldu. Karayolu ile gittik. Irak’ ı o zaman gördüm. Saddam’ın heykellerini o zaman gördüm. Bağdat’ın caddelerinde hep Saddam’ın heykelleri vardı. O anda kendimi ihtilal sonrasıyla kıyasladım. Irak’ta imkânlar çok kısıtlı idi. Kadınlar tek bir elmaya dahi muhtaç idiler. Bizden tek bir elma istiyorlardı. Yokluk vardı. Bir gün hazır çorbadan yemek yapmış yiyorduk. Hiç unutmuyorum bir kadın geldi, bir kaşık istedi. İmam Hatip’te okuduğumuz için çatpat da olsa Arapça’dan anlıyorduk. Bu arada hep top sesleri geliyordu. İran-Irak savaşı vardı. Yeni bir gün çölü geçerken ihtiyaç molası vermiştik. Ay çok güzeldi. Ayın 14’ü gibi her taraf aydınlıktı ama güm güm top sesleri geliyordu. Yine Bağdat, İran tarafından bombalandıktan sonra şehirden geçerken bombalama sonrası yıkıntıları gördük. Daha sonra Umre’ye gittik. Ali Ulvi Kurucu hoca bizi misafir etmişti. Kendisinin çok güzel bir kütüphanesi vardı. Okul müdürümüz ile orada bir-bir buçuk saat konuştu, bize kahvaltı yaptırdı. Orada Türkleri pek sevmiyorlardı. Çoluk çocuk bizi görünce “kimsiniz neden böyle çoluk çocuk geldiniz?” diye sormuşlar biz de ‘Türk’üz’ demiştik. Yıl da 1984-1985 idi... Tanıştığımız güzel insanlar oldu. O dönemlerde kendimi araştırmaya verdim. Haftalık sohbetlere katıldım. Arkadaşlarla toplanıyorduk. Kim falanca kitabı okuduysa o kitabı anlatıyordu. Ahmet Haşim’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerini okuyup birbirimize anlatıyorduk. Böyle geliştik, yazarlık genel yayın yönetmenliği böyle oldu.
ODTÜ’YE GİRMEK İSTERKEN İSTANBUL SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİNİ KAZANMIŞTIM
Üniversite imtihanına ben arkadaşım olan Emrullah Özkaya ile birlikte hazırlandım. Emrullah matematiğe meraklıydı; “ya tıp ya da matematik okuyacağım hatta dershane hocası olacağım” diyordu. Benim hedeflerim ise siyaset bilimi, kamu yönetimi, uluslar arası ilişkiler yönündeydi. Bir de dökümcü Ahmet amcanın oğlu Bülent Arı vardı. İngilizcesi iyiydi, bize İngilizce çalıştırırdı. ODTÜ’de uluslar arası ilişkilerde okuyordu. Bana hep ODTÜ’yü methediyordu. Bir gün ODTÜ’ye gittik. Beni gezdirdi. Bana ‘Burası Amerika’ diyordu. Dershaneleri, yurtları gezdiriyordu. O sene üniversite imtihanlarında ODTÜ’ye girmek için çalıştım. Ama o sene üniversite sınavında sistem değişti. İlk defa alan seçimi başlamıştı. İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandım. O tarihlerde bizim üniversitenin kaymakamlık hakkı yoktu. İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne hatır için girmiştim. İlk sırada ODTÜ uluslar arası ilişkiler, ikinci sırada yine ODTÜ kamu yönetimini yazmıştık. Hem Ankara Konya’ya yakındı. 3. sıraya da Siyasal Bilgileri yazmıştım. ODTÜ’yü çok az bir puanla kaçırdım. Biz okula girdiğimiz yıl okulumuza kaymakamlık hakkı verilince okul birden flaş bir okul oldu. Artık mezun olunca kaymakam olabiliyorduk. Okul ikinci senede adeta uçmuştu. İstanbul Siyasal Bilgilere girdikten sonra hayatım boyunca “Allah iyi ki bana bu okulu nasip etmiş” dedim. Büyük haz aldım. İyi ki ODTÜ’ ye gitmemiştim. İstanbul bana dünyayı görmemi sağladı, ufkumu açtı. Bu ortamı Ankara’da yakalayamazdım.
TÜRKİYE’Yİ İSTANBUL İLE TANIDIM
İstanbul’da Vefa Yurdu’nda İlim Yayma Vakfı’nda kaldım. Okul için gidişim İstanbul’a ilk gidişimdi. Bir arkadaşımla birlikte gitmiştik. İstanbul bana çok garip gelmişti, bir yokuş aşağı iniyorsunuz bir tepelere çıkıyorsunuz. Hiç alışık olmadığımız bir şehir idi. Okulun tarihi kapısı beni çok etkilemişti. Televizyonlarda, gazetelerde gördüğümüz o kapının içinden Hukuk Fakültesi İktisat ve Siyasal Bilgilere geçiliyordu. Bu sembol bir kapı idi. Prestij okulda tarihi binadaydık. Bu binalar tarihte Bekir Ağa Bölüğü diye bilinen, bölük olarak Osmanlının son dönemlerinde tarihe tanıklık etmişti. Bu binalarda ciddi olaylara imza atılmış, suikastlar planlanmıştı… Eğitim kadrosu hakikaten çok iyi idi. Okul bittikten sonra bunu daha iyi anlıyorsunuz, içinde iken bunu fark edemiyorsunuz. Erdoğan Teziç’in kitaplarını okuduk. Burhan Şenotolar maliye dersimize giriyordu. Sabri Ülgen’in asistanı Ahmet Güner Sayar hocamızdı. İstanbul’a gidince özellikle yurt ortamında fikri ortamlar bulduk. Türkiye’yi İstanbul ile tandım. Türkiye mozaiği İstanbul’da idi. Konya’da bunlara rastlayamazdınız. Konya’da bir komünist ne der, ne döker, ne düşünür bunu bir Konyalı bilmeyebilir. Niye böyle diye düşünmez, işin mantığı ne bilmez. Bilmek de istemez. Mesela Konya’da alevi yok. İstanbul’da aleviler ile karşılaşırsınız, konuşursunuz. Öğretmenler, sıra arkadaşlarınız çok enteresan insanlar olabiliyor. Üniversitede örgütlenmeyi ilk defa orada görüyordum. Orada siyaset hep hareketli idi. Siyaset hep o yapının içindeydi. Tanıdıklarımız bize ‘onlara takılmayın’ diye uyarmışlardı. İçeriye girer girmez bize niye geldiğimizi soruyorlar, biz de ‘okumaya geldik’ diyorduk. Ondan sonra onlar bize yardımcı olmaya çalışıyorlar, ‘akşam kalacağınız yer var mı?’ diye soruyorlardı. Türkiye’yi işte orada gördüm. Düşünce sistematiğini gördüm. Onların dünyasını anlamak için okumalarımız oldu. Bu insanlar kimdir, hedefleri nedir? Onlarla çok tartışmalarımız oldu. Kendi fikirlerinin temeli yanlıştı. Üniversite yıllarında derslerimizde iktisat tarihi, siyasal düşünceler tarihi okuyorduk. SSCB’nin çöküşünü görmüştük. Bir profesörümüz hep bize bu dönemin önemini anlatmıştı. O yıllar 12 Eylül sonrası Türk solunun toparlanma dönemi idi. Anayasa hukuku, siyaset bilimi derslerinde çok tartışırdık. Biz bu tarihi yaşadığımız için çok şanslıyız. Hissettiklerimiz en önemli tarihi bir olaydı.
AHMET TAŞGETİREN’İN YANINDA GAZETECİLİK DÜNYASINA GİRDİM
Gazetecilik fikri bu dönemde gelişti. İlim Yayma Vakfı’na bir takım yazarlar geliyordu. Edebiyatçı gazeteciler geliyordu. Bunlar hep popüler isimlerdi. Ali Bulaç, Mehmet Ali Birand gibi isimler geliyordu... Bu benim için önemli bir fırsattı, kocaman kocaman olan adamlarla tanışmak istiyordum. Onlarla oturup konuşuyordum. Sempozyumlarını konferanslarını diniliyordum. Derken Ahmet Taşgetiren’in yanında stajyer olarak çalışmaya başladım. O da şöyle oldu. Ahmet abi 5-6 tane öğrenciyi stajyer olarak seçmiş. Beni de çağırdı. Durumu, düşüncelerini anlattı “Hayatının kararını vereceksin. Kaymakam olma hayalini yok etmen gerekir. Bu konu ciddi bir konu bizde emeğimizin boşa gitmesini istemeyiz. Hayatının kararını vereceksin. Ailene de danış karanını ver” demişti. Konya’ya telefon ettim. Durumu babama söyledim. Ahmet Taşgetiren ismini tanıyordu, yani zihninde vardı. Babam da “Zaten yazmaya çizmeye merakın alakan var, iyi düşün. Sen ne karar veriyorsan biz bir şey demeyeceğiz” dedi ve böylece yazarlık başladı. İlk önce yayın dünyasına adaptasyon sağladık, muhabirlik yaptık. Böyle 6-7 ay çalıştım. Haftalık bir dergi için pazartesi günü yayınevine geliyor yazıyor, Cuma günü toplanıyorduk. Ama yayın kurulunda hep bu hayali dergi için tartışıyorduk. “Türkiye gündemine kapak ne olmalı? Kapak da ne yazmalı?” diye… Ahmet abi dosya kapak görevi veriyordu. Sen yazını yaz diyordu. Cumartesi günü tekrar 5 arkadaş buluşuyorduk. Bunlar da Selman Tan, Halil İbrahim Kurucan, Murat Karaman, Lütfi Arslan.
TURGUT ÖZAL VE KORKUT ÖZAL İLE RÖPORTAJ YAPMIŞTIM
Daha sonra biz ev tutmaya karar verdik. Bir gün eski Konya milletvekili Abdullah Özbey ile karşılaştık. Durumu anlattık. Kendisinin İskender Paşa Mahallesi’nde bir evi varmış. Kiraya vermiyormuş. Ama bize ‘benim bir evim var’ deyince biz kirasını sorduk. Bana ‘Ne kirası yıllardır eve kimse girmedi. Evi temizleyin oturun’ dedi. Ev gerçekten çok kötüydü. 15 günde evi ancak temizleyebildik. Ev toz toprak içindeydi. Gazete arşivlerim vardı. Biz yine Pazartesi günü yayın kurulu olarak toplanıyorduk. Ahmet abi tek tek bizi bir güzel yıkayıp yuğuyordu. Ve cumartesi pazartesi o moral bozukluğunda yazılarımız gelişmeye başladı. Bizi o geliştirdi. Artık dergide yazılar yazıyor, röportajlar yapıyordum. Aktif gazeteciliğe başlamıştım. Önemli kültürel toplantılara katılıyordum. Mesela bir röportaj için rahmetli Turgut Özal’a gitmiştim. Yıl 1988 idi. Korkut Özal ile röportaj yapmıştım. Ahmet abi ile gittiğim bu görüşmelerde sadece iki kişinin bir araya gelip konuşabileceği çok özel bilgilere de sahip oluyordum. Çok önemli memleket meselelerini duydum. Ahmet abi yeteneğimi anlatıyordu. Burası benim için bir hayat okulu olmuştu. Diyarbakır’a, Kayseri’ye, Kütahya’ya birlikte gidiyor, hem onu izliyor hem de anlatılanlarını, dinleyenleri, halkı izliyordum. Tabi bu beş stajyer arkadaştan beşimiz de sıra ile askere gidiyorduk. Birimiz askere gittiği zaman dergi boş kalmıyordu. Okulu da sıra ile bitiriyorduk. Önce Halil İbrahim gitti. Ben de tek dersi bırakmıştım. İkinci sene dersimi verip ben askere gittim. 3. sene Selman, 4. sene Murat askere gitmişti.
YÜKSEK LİSANSI KAZANMIŞTIM
Bu arada yüksek lisans işi çıktı. Yüksek lisans için Ahmet Davutoğlu hoca ile küreselleşme konusunda bir röportaj yapmaya gitmiştim. Konusu Yeni Dünya Düzeni’ydi. Ahmet Davutoğlu ile röportaj yaparken kendisini tanıdım. Ama bu çok uzun sürdü. Sohbetler ediyorduk. Rahmetli Özal özel destekle Marmara Üniversitesi’nde Ortadoğu Enstitüsü’nü kurdurdu. Burası birden flaş hale geldi buraya niyetlendim. İmtihanına girdim. İmtihanda üç soru soruldu. Bunlardan birisi küreselleşme ile ilgili düşüncemizdi. Ahmet abiden duyduğum ne varsa hepsini yazdım. Dışarıda arkadaşlarla konuştuk. Bizim kitaplarımız çok kalındı. Onlar o kalın kitapları gösterip hepsini beşer sefer okuduklarını söylüyorlardı. Okula aşırı ilgi vardı, prestij hale gelmişti. Burayı çok iyi bir puanla kazandım ama okuyamadım. Çünkü dergiden zaman bulamadık dersem yanlış söylememiş olurum. Hatta Ahmet Davutoğlu hoca benim derslere giremediğimi gördükçe bana ‘Bu talebelik nasıl bitecek?’ diye takılıyordu.
YEMEK YAPMAYI, ÇAMAŞIR YIKAMAYI ÖĞRENİYORDUM
Beraber kaldığımız evde yemek yapmayı ben çok seviyordum. Halil İbrahim Kurucan’a “bulaşık yıkamayı ben sevmiyorum, yemeği ben yapayım bulaşıkları da sen yıka” diyordum. Güveç, kuru fasulye, pilav yapıyordum. O ev bana çok şey öğretti, her şeyi kendi başıma öğreniyordum. İlk defa çamaşır yıkamayı orada öğrendim. Okulda o zaman bütün çamaşırlar haftada bir toplanıyor ve çamaşırların hepsi bir arada yıkanıyordu. Bu aklıma yatmadı. Renkler matlaşıyordu. Deterjan alarak elimle çamaşır yıkamaya başladım. Hatta anneme telefon ediyor, suyun sıcaklığını soruyordum. Annem yünlülerin sıcakta yıkanmamasını söylüyordu. Şöyle yapma elbiselerini bozma diyordu. Tabii bozduğumuz elbiseler de oldu. İlk yemek yapacağım zaman da anneme telefon açmıştım. “Kuru fasulye yapacağım nasıl yapayım?” diye sormuştum. Annem de ‘Salçayı soğanı şöyle yap suyunu şöyle koy’ diye telefonla anlatmıştı ve ben de yapmıştım.
1994’TE İSTANBUL’DA RABİA HANIMLA EVLENDİK
Bu arada dergide yayın işletme müdür yardımcısı oldum. Artık işim, yüküm iyice ağırlaşmıştı. 1994’te evlilik oldu. Okul bitti, çalışıyoruz. Evlilik hiç aklımızda yoktu. Evlenmek gündemimde yoktu. Ben İstanbul’da idim. Ya annemlere haber verecektim, teyzem ile konuşacaktım ‘şöyle kemikli biri olsun’ diyecektim. Ama evlendiğim insan İstanbul’a gelir miydi? Murat Karaman’ın bir kız kardeşi varmış. Dergimizin sahibi onu bana düşünmüş. İlk başta ben utandım, ne de olsa ev arkadaşımızın kız kardeşi idi. Ama sonunda talip olduk, nasipmiş. Rabia Hanım ile İstanbul’da evlendik. Nikâhımız Üsküdar’da kıyıldı. Bu evlilikten Abdullah, Mehmet Sami ve Abdurrahman dünyaya geldi. Bu arada askerliğimi İstanbul Hatsal Kışlasında 26. Zırhlı Tugay’da yaptım. Burası sürgün yeri idi. Cephanelik, depo, zırhlı araçların tüm anahtarları hep bendeydi.
İSTANBUL’DA KALSAYDIM BUGÜN POPÜLER BİR KÖŞE YAZARI İDİM
Artık ayın notlarını yazıyordum, dergide röportajlarım çıkıyordu. Araştırma Merkezi anketleri yapıyorduk. Kamuoyu anketlerimiz ulusal gazetelere manşet oluyordu. Muhtemelen İstanbul’da kalsaydım bugün popüler bir köşe yazarı olurdum. Üniversitede öğrencilere siyaset ile ilgili seminerler veriyordum. Dış politika, iç politika, terör gibi.
BABAM ÇAĞIRINCA KONYA’YA DÖNDÜM, SANAYİ ODASINA DERGİ ÇIKARDIM
Ancak o dönemlerde Konya’ya dönmem gerekti. Bunu rahmetli babam istedi. Abimlerle yaptığı çiftlikte meydana gelen mali sıkıntılar nedeni ile bana Konya’ya gel dedi. Ahmet abiye gittim, durumumu anlattım. Çünkü ayrılmayacağız diye kendisine söz vermiştik. Ama durumu anlatınca bana ‘baba hakkı önemli’ deyince 1998’de Konya ya döndüm. 10 yıl da İstanbul’da kaldıktan sonra Konya’ya dönüyordum. Aktif ticaretin içinde yer almamıştım. Piyasaya mal alıp satarken bile fikri dünyamda “buraya nasıl geldik? Neler yapılır?” gibi düşüncelerim vardı. Abim ile çiftliğin başındaydık, çiftlik işlerini yürüttük. Çiftliğe çok emek verdik. Zahmetlere katlandık, bir sürü para aktardım. Bu arada Hasan Angı MÜSİAD Başkanı idi. İstanbul’dan MÜSİAD’a seminer vermeye geldiğimizde kendisi ile tanışmıştım. Ben geldiğim zaman Hasan Angı Sanayi Odası Başkanı idi. Ahmet Şekeroğlu da vardı. Bir hayırlı olsun ziyaretinde yeni bir dergi çıkarma fikri gündeme geldi. İyi bir dergi olması için yapabileceklerimizi Şekeroğlu’na anlattım. Şekeroğlu bana inanamamış, “bunları yapabilir misin?” demişti. ‘Ben bu işin parasında pulunda değilim, bedava bile yaparım’ dedim. Hasan abi ‘Adam Yeni Şafak’ın başyazarının yanında çalışmış, elbette yapar’ dedi. Şekeroğlu’nda İstanbul’da dergi çıkarma, o büyük dergilere rakip olma fikri vardı. Ben Konya’daki bu derginin genel yayın yönetmeni olmuştum. Hala bana inanmayanlar vardı. Ahmet abiye ilk derginin demolarını verdim. Düşüncenin ötesinde yapılacakları ortaya koydum. Tabii bu arada İstanbul’daki arkadaşlarla görüşüyor, onlarla bilgi alışverişinde bulunuyordum. Konya’da yayın sürüyordu. İnanılmaz olumlu tepkiler aldık. Bütün sanayi odaları yayınlarını ve dergilerinin formatlarını bizim dergi yüzünden değiştirmek zorunda kaldılar. Rıfat Hisarcıklıoğlu bile tebrik edip “sizin çizginiz ‘forum’ da yok” dedi. Çiftlik işleri devam ederken biraderle ajans kurdum. Konya’da ilk ürünler ortaya çıkardık. Türkiye piyasasında fuarlara stand sistemleri kurduk. Çok zorluklar yaşadık. Belediye Başkanlığına 3-5 ay öncesine kadar bile yeni ürünler hazırlamıştım. Yaptığımız kalıpları bile harcadık.
ABDULLAH GÜL BEY İLE AB RÖPORTAJINI YAPTIM
Hasan Angı İl Başkanı idi. AB ile ilgili bir röportaj için çalışıyordum. Partinin kongre sürecindeydi… Fazilet Partisi’nde kongreler sürüyordu. Salih Kapusuz’u aradım. Abdullah Gül’le görüşmek istediğimi söyledim. Salih abi bu randevuyu ayarladı. “Ankara’da şu adrese gelin ama bu adresi kimseye söylemeyin” dedi. Ankara’ da PAM (Politik Araştırma Merkezi)’da Abdullah Bey ile AB röportajını yaptım. Bana ‘Konya’ya selam söyle’ dedi. Salih Bey işlerin yürütülmesi için ilgili arkadaşlara haber ver demişti. Ben siyasete girmek istemediğimi söylediğim zaman da bana ‘yok yok girin arkadaş kim yapacak bunları kardeşim’ dedi. Bu işi yapacak birkaç kişi buldum. Konya’da Fazilet Partisi kongresinde Salih abi o arkadaşlarla görüştü. Murat Latif Cem Baran’ı kendisi ile tanıştırdım. Abdullah Gül’ün çevresi ile tanıştım. İrfan Gündüz hoca ile tanıştım. Zaman geldi Fazilet Partisi’nde erdemliler hareketi başladı.
TAYYİP BEY‘ HASAN ANGI’YI İL BAŞKANLIĞINA DÜŞÜNÜYORUM, KENDİSİNE SÖYLEYİN’ DEDİ
AK Parti için Konya’dan Ankara’ya gittik. İrfan hoca ile bağlantımız vardı. Tayyip Bey ile görüştük. Tayyip Bey bize ‘Hasan Angı’yı İl Başkanlığına düşünüyorum kendisine söyleyin’ dedi. Aktif siyasetteki adamları götürüyordum. Salih Abi ‘Hasan Angı’yı İl Başkanı yapalım’ dedi. Ankara’da AK Parti kuruluyordu. Hasan Angı’ ya bu teklif götürüldüğü zaman ‘Memlekette benden başka adam yok mu? Sanayi Odası Başkanlığı yeter’ demişti. Hasan Angı tevazusundan mütevazı duruyordu. Daha sonra İl Başkanı olarak teşkilatı kurdu. İlk çalışma ofisi karargâh olarak kurulmuştu. Hasan abi İl başkanlığını götürürken bana ilçe başkanlığı teklifi geldi. Bu Ankara’da söylendi, “Refik’i İlçe Başkanı yapın” demişler. Hep siyasetin dışında olmayı tercih ettim. Parti ile alakalı birtakım çalışmalara sürekli yardımcı oldum. Seçime gidilirken bayrak bastırmak, yeni çalışmalar yapmak için uğraşacak adam yokken bunları ben organize ettim. Bu organizasyonlarımı kimse bilmez. Bunlardan kimsenin haberi bile yoktu ancak Hasan Angı, Murat’ın aracılığı ile bir kısmını bilir.
BELEDİYE BAŞKAN ADAYLIĞIM PLANLI DEĞİLDİ
Belediye Başkanlığı adaylığım da planlı değildi. İstanbul Ankara cenahında bana Konya’da ne kadar aday adayı olduğunu sordular? Ben de “o kadar çok ki işin suyu çıktı” demiştim. Sonra bana “sen niye aday olmuyorsun?” dediler. Bu konuda düşüncem bile olmamıştı, bana illa aday ol dediler. Ben olmayayım dedikçe istişare ettiğim insanlar olmamı söylediler. Ankara Konya siyasetinde belli noktalardaki insanların ısrarı ile aday adayı olduk. Nasibimizde varmış ve başkan olduk.
BÜROKRASİ BENİ ÜZÜYOR
Hala beni üzen en büyük şey bürokrasidir. Hem üzüyor hem de bunu nasıl azaltırız diye düşünüyorum. Türkiye’de güzel şeyler yapılmak istenirken bu işler yıllarca sürüncemede kalmamalı... 4 yılda yapamadıklarımız, işin içinden çıkamadıklarımız oluyor. Zamanla bile çözülmüyor. Sosyal hizmetler binasının yıkım olayı bile 3-5 yıl sürdü. Bu ciddi engel, bunun bir şekilde azaltılması lazım. Hukukun yerindelik denetimi netleştirilmeli. Kamu reformu yapılmalı, yargı reformu yapılmalı. Zihnim sürekli dolu yeni işler planlıyorum. Gelecek ile alakalı stratejik şehri düşünmek zorundayım. Hayal etmek zorundayım. Bu yaptığımız problem olur mu? Günü kurtaracak çalışmalar ile belediyecilik olmaz. Evimde şehircilik üzerine bir kütüphanem var, sürekli okuyup çalışıyorum. Konya, Türkiye’de belediyecilik açısından şehirlerin öncülüğünü yapıyor. Konya çok şanslı, burada yeni bir medeniyet merkezi olabilir. Böyle bir inancım var. Konyalı çok farkında değil. En planlı şehirlerden biriyiz. En hızlı gelişme gösteren şehiriz. Bu belediyecilikte, sanayide, ticarette de böyle. En şanslı geleceği olan iliz. Şehrin biraz daha mantalite değişikliğine ihtiyacı var. Sürekli okuyorum. Sohbetleri severim. Belediye dışı sohbetlerde çok ilginç konular çıkıyor. Müzakereler yapıyoruz. Antalya yolundaki damla sulama hattı böyle bir müzakereden çıktı. Burada 20 yıllık çalışma var. İstişareye önem veriyorum. Hiçbir zaman statükocu olmadım. Bize böyle olmaz dedikleri zaman bile risk alıyoruz. Yenilikçiyimdir. Yeni ihale usulleri getirdik. Bunu müfettişler bile tebrik etti.