'Sezer bağırırken Ecevit titriyordu'
Bülent Ecevit komaya girmeden iki gün önce Oran'daki evinde neler yaşandı?
Devrim Sevimay'ın röportajı:
Ahmet Tan, Zeki Sezer’in 17 Mayıs’taki kurultayda aday olup koltuğuna döneceği söylentileri çıkınca “Sezer, Ecevit’in komaya girmesinden önceki son 24 saati hatırlasın” dedi. Herkes merak etti, Tan açıkladı: “Sezer ’artık çalışamıyorum’ diye bağırmaya başladı. Rahşan Hanım ‘bu yaptığınız çirkinliktir’ deyip çıktı. Ecevit ise titriyordu”
29 Mart yerel seçimindeki başarısızlık, DSP’de uzun süredir devam eden kaynamayı artık saklanamaz ve giderilemez bir noktaya getirdi. 11 Nisan’da Zeki Sezer genel başkanlıktan istifa etti. 14 Nisan’da Ahmet Tan DSP’den ihraç edildi. 23 Nisan’da olağanüstü kurultayın 17 Mayıs’ta yapılması kararı alındı ve tabii hemen ardından genel başkan adaylarının isimleri kulislerde dolaşmaya başladı.
Adı en çok anılanlardan biri ise yine Zeki Sezer oldu. Kurultayda aday olacağı, koltuğuna döneceği söylentileri çıkınca Tan’dan 28 Nisan’da şöyle bir açıklama geldi: “Sezer, Ecevit’in komaya girmesinden önceki son 24 saati hatırlasın!”
Ne anlama geliyordu bu söz, herkes merak etti. Dolayısıyla biz de bu hafta Tan’la hem son saatlere ilişkin iddiasını hem de biraz DSP’yi konuştuk:
Ecevit’in 18 Mayıs 2006’da komaya girmeden önceki son saatlerinde ne oldu?
Müthiş üzücü şeyler oldu. Biliyorsunuz, DSP bir aile. Aile derken, Rahşan Hanım’la Bülent Bey manevi anne-baba; biz de çocukları... Ve yine biliyorsunuz, Bülent Bey Temmuz 2004’te varis olarak Zeki Sezer’i tayin etti.
Yani çocukları arasında en sevdiği Sezer’di?
En sevilen oydu demeyelim, çünkü aslında siyasette sevgiye yer yok. Bir lider birini seçiyorsa onunla rahat çalışacağı için, ona tavsiyelerini dinletebileceği için seçiyordur.
Ulusal Danışmanlar Grubu
Peki, böylesine bir güven ortamından müthiş üzücü şeylerin yaşandığını söylediğiniz güne nasıl gelindi?
Ecevit Türkiye’de çok hızlı bir karanlığa gidiş olduğunu düşünüyordu. Hatta komaya girmeden iki gün önce verdiği son demecinde bu karanlıktan bahseder. Tabii Ecevit, 50 yıllık siyasi yaşamı sayesinde insanların kapasitesinin nereye kadar olduğunu da çok iyi görebiliyordu.
O nedenle DSP’de yeni bir yapılanmaya karar verdi ve bunun da ilk adımını Yılmaz Büyükerşen çerçevesinde yapmayı planladı. DSP çatısı altında, merkez sağı da içine alan yeni bir yapılanma... Bu amaçla Yaşar Okuyanlar, Tantanlar, Karayalçınlar, herkesle görüşüyordu.
Oran’daki evini bir anlamda temas karargâhı, kendi özel genel merkezi gibi kullanıyordu. Bu arada “Ulusal Danışmanlar Grubu” diye de bir grup oluşturmuştu.
Nasıl bir grup bu?
Sayın Denktaş, Savcı Talat Şalk, Eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Prof. Dr. Hasan Ünal, Prof. Dr. Alemdar Yalçın, Eski Kabil Büyükelçisi Müfit Özdeş vs. Malum savcının belki gözünden kaçtı, ama Ecevit o zamanlar “bir numara” olarak bu toplantıları yapıyordu.
‘Gönlümün bir numarası’
Ne demek “bir numara”?
(Gülerek...) Hayır, benim gönlümün bir numarası olarak diyorum yani.
Peki ne toplantıları bunlar?
Daha çok dış politika ve Türkiye’nin ulusal sorunları. Tabii AKP de konuşuluyordu.
“AKP’den nasıl kurtuluruz” konuşuluyor muydu?
Hayır, AKP’den kurtuluruz değil, AKP’ye gölge bir diplomasi grubu, akil adamlar grubu gibiydi. Ecevit’in kendi seçtiği fikirdaşlık çerçevesindeydi, ama hükümet kesinlikle hedef değildi.
Siz her toplantıya katıldınız mı?
Zaten partiden katılan tek kişi bendim ve bir tür raportör gibiydim.
Kaç toplantı olmuştur böyle?
3 Kasım seçimlerinden 2006’ya kadar 15-20 toplantı.
Mesela Atasagun 15-20’sine de katıldı mı?
Hayır, bir kere katıldı, Denktaş birkaç kez katıldı, konuya göre. Bir kez Ankara Palas’ta Atatürk’ün çalışma odasında yaptık.
O sıralarda başka yerlerde de başka toplantılar yapılıyormuş; sizin onlardan haberiniz var mıydı?
Hayır, belki bize katılanlardan bazıları oralara da katılıyordu ama bizim onlardan haberimiz yoktu. Kaldı ki onların da açık toplantılar olduğu söylendi.
‘Partide kapasite sorunu vardı’
Peki, komadan önceki o malum son saatlerle bu toplantıların ilgisi nedir?
Ecevit bu toplantıları hem 50 yıllık bir devlet adamının sorumluluğu olarak görüyordu, çünkü gidişata ilişkin kaygıları vardı. Hem de DSP’nin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyordu, çünkü partide bir kapasite sorunu olduğunu, beklenen açılımı yapamadığını görüyordu.
Ortaya çıkan fikirleri zaman zaman kendisi kamuoyuyla paylaşıyor, zaman zaman da metne döküp partiye telkin ediyordu.
Kriz de bu yapılanma ve mutfak çalışmalarından mı çıktı?
Evet, Zeki Sezer bunlardan huzursuz oldu. Giderek huzursuzluğu dışarı yansımaya başladı. Bir yandan Büyükerşen partinin başına gelecek deniyor, bir yandan “Başbakan Sezer” sloganları atılıyordu. Örgüt de ne yapacağını şaşırdı. Bu çatlamayı hissetti Zeki Sezer ve 16 Mayıs günü Ecevit’lerden randevu istedi. 19.30 için randevu verildi, gittik.
Kimler var?
Sezer, ben, o zaman genel sekreterim, genel sekreter yardımcısı Hasan Erçelebi, sayman Hasan Suna, eski milletvekili Hasan Macit ve Melda Bayer var. Gittik; Rahşan Hanım bilinen, “Niye geldiniz” der gibi sorgulayarak bakıyordu bize.
Siz tam olarak niye gitmiştiniz?
Şahsen ben Ecevit parti için nasıl bir model öngörüyor, onu merak ettim. Seçimler de yaklaşıyor, Alman modeli mi uygulanacak, genel başkan artı bir başbakan adayı mı çıkarılacak, bunun açıkça ilan edilmesi gerektiğini düşünüyordum. Söze de ilk ben girdim zaten. Ben bitirdim, sonra herkes kendi üslubunca artık partinin örgütüyle bir sıkıntı yaşadığı, bu sıkıntının aşılması için Sezer’in durumunun ne olacağının kesinleşmesi gerektiğini anlattı. Derken bir ara birinin ağzından Yılmaz Büyükerşen lafı çıktı ve olan oldu.
Ne oldu?
Zeki Sezer hemen lafa girdi, “Efendim, artık durdu parti, ben çalışamıyorum, çalışma imkânı kalmadı...” diye yüksek sesle konuşmaya başladı. Sesi giderek yükseliyor ve öfkesi de sesine yansıyordu.
Ecevit ne dedi?
“Zamanında siz bana önerdiniz Büyükerşen’in adını” dedi. Gerçekten de Sezer 2005’te bir yürüyüş sırasında bana da “Başbakan adayı ben olmayayım, Büyükerşen olsun” demişti. Bunu Ecevit’e de söylemiş, hatta bir keresinde Büyükerşen’i alıp Ecevit’e gitmiş.
Sezer’in yanıtı?
“Ben” dedi, “Her türlü fedakârlığı yaptım sizin için, parti için.” Tabii Rahşan Hanım hemen “Ne yaptın?” diye sordu, Sezer “Partiye sahip çıkmak için başbakanlıktan vazgeçtim, genel başkanlıkla yetindim” dedi.
‘Başbakanlıktan fedakârlık’
Başbakanlıktan mı?
Evet, öyle dedi. Rahşan Hanım da “İnsan elindeki şeyden vazgeçince fedakârlık olur. Başbakanlık nasıl senin feda edeceğin bir şey ki” diye yanıt verdi. Sezer tabii çok zor durumda kaldı, ama bir kez sinirlenince insicamı gidiyor, sesi yine yükselmeye başladı. O kadar bağırıyor ki ben artık endişe etmeye başladım, çünkü Ecevit’in de çok sağlıklı olmadığı hissediliyor.
Sesini Ecevit’e duyurmak için olabilir mi?
Hayır, kendini Ecevit’e duyurmanın ötesine geçmiş bir tondu. Yani şöyle söyleyeyim, sesi evin içinde çınlıyordu. Derken birden kalktı ayağa, “Bildiğiniz gibi idare edin” dedi.
O böyle bağırarak bunu deyince bu kez Rahşan Hanım kalktı, çok sert bir tonda “Bu yaptığınız çirkinliktir” deyip salonu terk etti.
Ecevit ne yapıyor?
Ecevit titriyor, o da kalktı ayağa, bir şeyler söylemek istiyor, ama tam söyleyemiyor. Şimdi bakın, Ecevit’e silah çekilebilir, ateş edilebilir, ettiler de, her türlü siyasi saldırıya maruz bırakılabilir, bıraktılar da, ama Ecevit’in yüzüne karşı bağrılamaz. Ve bu sadece saygıdan değil, fiziki imkânlar da müsait olmadığı için yapılamaz. Nezaketi bir hayat tarzı haline getirmiş biri... Üstelik bu da hesaplı bir şey değil, doğal hali öyle.
Ressam bir anneyle doktor bir babanın tek çocuğu, aristokrat bir ailede büyümüş, şiirsel bir insan... Dediğim gibi ona ateş edilebilir, ama bağrılamaz. Şimdi böyle birinin o gece herhalde müthiş bir üzüntüye girdiğini hesap etmek zor değil.
Nasıl sona erdi o kriz anı?
Biz hemen Zeki Sezer’i tuttuk, oturtmaya çalıştık, ama tabii iki üç dakika sonra kalktık. Her zaman kapıya kadar uğurlayan Ecevitler gelmediler, çok soğuk bir biçimde ayrıldık evden.
Herkes ne düşünüyordu evden çıkarken?
Hepimiz çok üzülmüştük. Sezer’in çift başlılıktan rahatsız olmasına hak versek bile Ecevit’e karşı tepkisinin bu tarz olması, kendini kontrol edememesi çok yanlış oldu. Zaten sonra hepimiz o akşamı unutmaya çalıştık. Çünkü hakikaten ailenin babasına karşı bir başkaldırı, büyük bir saygısızlık yaşanmıştı. Zaten Ecevit de yaklaşık 36 saat sonra Danıştay üyesinin cenazesine katıldı ve hemen akşamına komaya girdi.
Siz “Ecevit aslında Sezer yüzünden komaya girdi” mi diyorsunuz?
Hayır, “Komaya Sezer soktu” demiyorum, ama büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntüye soktu diyebilirim. Ecevit zaten çok sağlıklı değildi, ama öyle bir insana bağırmanın da mazeretinin olmaması lazım.
‘Ecevit’le son konuşmam oldu’
Sizlerin Ecevit’le son konuşması o akşam mı olmuş oldu?
Çok acı, ama evet. Bizim son konuşmamız o oldu, ertesi gün cenazede ancak uzaktan gördük, o mahşeri kalabalıkta yaklaşma imkânımız yoktu.
Böyle bir olaydan sonra mesela neden genel sekreterlikten istifa etmediniz?
Ecevit komada, benim istifa etmem parti krizi çıkarmak ve Ecevit’e ilave bir saygısızlık yapmak olacaktı. Kaldı ki Sezer’in yanında olmak bizzat Ecevit tarafından bana verilen bir görev, bir emanetti.
Peki, sizin şimdi Sezer’e “Son 24 saati hatırla” demenizin sebebi ne?
Ben o lafı “Konuşursam yer gök yıkılır” diye söylemedim. Benim tipim de, anlayışım da öyle şok açıklamalara müsait değildir zaten. Ama ben Sezer’e bir dostu olarak “Hatırla” diyorum. 50 yıllık siyaset hayatının sonunda “Benim en büyük eserim DSP’dir” diyen bir insan partiyi sana emanet etmişti. Ama sonra partinin senin elinde bir yere varamayacağını görüp yeni bir formülle kararını tashih etmeye çalışıyordu.
Belki çok demokratik değil, ama buna hakkı vardı bu insanın. Kaldı ki Büyükerşen adını Ecevit’in aklına ilk sokan da kendisi. O günü hatırlasın ve bu işi yapamayacağını itiraf etsin Sezer. Genel başkanlık yüzünden Ecevit’e bile saygısızlık yapacak kadar stres altına girdiğini hatırlasın ve 17 Mayıs kurultayında aday olmasın. Bunu ona dostça, onu da korumak için söylüyorum. Hem kendine, hem partiye yazık olacak, yapmasın.
Üç yıl sonra, şimdi anlatmanızın sebebi de bu mu?
Bugüne kadar parti zarar görmesin diye gündeme getirmedim, şimdi de yine parti zarar görmesin diye gündeme getiriyorum. Belki kurultay tarihi 17 Mayıs gününe denk gelmese yine konuşmayabilirdim, ama madem aynı günü seçtiler en azından ilahi adalet gereği bu hatırlatmayı yapmam gerektiğini düşündüm.
Aramızda hep bir ‘kirpi’ mesafesi vardır
Rahşan Ecevit “Son 24 saat” anımsatmanızla ilgili bir şey dedi mi size?
Hayır, doğrusu Rahşan Hanım bana yaklaşık iki-üç senedir çok da sempati beslemiyor.
Niye?
Sebebini ben de bulmaya çalışıyorum. Sanırım o gün Ecevit yerine Sezer’i tuttuğumu düşündü. Lafı benim açmış olmam, “Bunları sen aldın getirdin” diye görmesine neden olmuş olabilir. Çünkü beni evin oğlu gibi kabul etmişlerdi. Ecevit’in yoluna benim girdiğim yıl 1968. Henüz bazı arkadaşlar sünnet bile olmamışken... Yani Rahşan Hanım’dan sonra parti yönetiminde en eski Ecevitçi benim.
Peki, bu kadar uzun süren bir ilişki bir akşamda biter mi?
Aslında bu kocaman bir kitabın konusu olabilir, ama şöyle özetleyeyim: Eski bir bakan “Ecevitler ateş gibidir” demişti bana, “Çok sokulursan yakarlar, uzakta durursan hiçbir faydası olmaz, hep ısınma mesafesinde kalacaksın.” Hatta ben de ona “Yani kirpi mesafesi” demiştim. Bizim de bu kadar yakın olmamıza rağmen aramızda hep böyle bir mesafe vardı.
Tabii onların dikenleri yoktu, ama benimkiler varsa onlara batmasın diye hep belli bir mesafede kaldım.
13 vekil bile bölündü
“Sezer 22 Temmuz’dan sonra bazı vekilleri PM’ye aldı, o zaman ikiye bölündük. PM’dekilerden bazılarını genel başkan yardımcısı yaptı, bir daha bölündük. Bölünenlerden sadece beni ihraç etti, bir daha bölündük.
Recai Birgün’ün savcılara verdiği ifade hakkında yorum yapamam, çünkü ben o döneme çok fazla tanık olmadım. AGİT’teki yoğun görevim dolayısıyla ayın önemli bir kısmı yurtdışındaydım. Ancak bir doktor ekibinin böyle bir şey yapacağına da ihtimal vermek istemiyorum.
Ecevit, cumhuriyeti kuran siyaset geleneğinin üçüncü kuşak lideri: Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Ecevit. Önemli bir düşünce adamı ve çok büyük bir siyasetçi. ‘Sayın’dan sonra Türk siyasetine kattığı en önemli kelime ise ‘uzlaşı.’ Bu uzlaşıyı ‘dalaşı’ gibi anlamak, muhalefete muhalefet etmek ise şimdi DSP’nin yaptığı en büyük hata.”
Bu kurultayda müteşebbis başkan seçilsin
Rahşan Ecevit’in Saadettin Tantan önerisi için ne düşünüyorsunuz?
Gazetelere dedikodu gibi yansıdı o haber, doğru mu bilmiyorum.
İsim olarak ne diyorsunuz, parti Tantan’la ayağa kalkar mı sizce?
Tantan’ın siyasi bir lider olarak ne yapacağını kestirmek zor. Evet, halen bir partinin genel başkanı, ama doğrusu fazla göze batan bir lider portresi çizmedi.
Sizin gönlünüzden geçen genel başkan portresi nasıl?
Ben o genel başkanın bu kurultayda çıkacağını düşünmüyorum. Onun çıkması için 17 Mayıs’taki kurultayın bir geçiş kurultayı olarak düşünülmesi gerek. Geçişi yapacak, müteşebbis bir başkan seçilmeli. Bu başkan partinin üye sayısını artırmalı, altyapıyı demokratikleştirmeli, herkesin serbestçe aday olabileceği, toplumun tüm kesimlerinde heyecan yaratacak güçlü bir kurultay yapılmalı.
Sizce aday olursa Sezer mi seçilir, yoksa Rahşan Hanım’ın göstereceği aday mı?
Feryadımın sebebi bu zaten. Aday olursa Sezer kazanır. Delegeler hallerinden memnun, onlar mevcut düzenin sürmesini isterler.
Peki, Sezer’in Rahşan Hanım’a direnç göstermesi genel başkan kimliği açısından sizce takdire şayan değil mi?
Değil, çünkü baştan oyunun kurallarını bilerek kabul etti bunu. Bülent Bey’le kendi aralarında bile gizli, ama her ikisinin de farkında olduğu bir anlaşmaydı bu. Yani “Ben sana bütün bu mirasımı veriyorum, ama sen de azıcık bana kulak vereceksin” anlaşması.
Siz Zeki Sezer’e küs müsünüz?
Ben Sezer’le ilişkimi hâlâ bozulmuş saymıyorum, aksine Sezer’i korumaya çalışıyorum. Kendisi son derece iyi bir insandır, fakat Ecevit’in koltuğunda oturmak da herkesin üstesinden gelebileceği bir ağırlık değil.
Kılıçdaroğlu’nu desteklememek İstanbulluya saygısızlık oldu
Sizce DSP Genel Merkezi, Karayalçın’ı desteklemesine karşın aynı şeyi niçin Kılıçdaroğlu için yapmadı?
Basiretsizlikten, siyasetsizlikten...
DSP Kılıçdaroğlu’nu destekleseydi sonuç değişir miydi; partinin İstanbul’da aldığı oy 1.4?
Ama toplumda 1+1=2’den fazla edebiliyor, bunu gördük. Başka bir şey daha gördük; Kılıçdaroğlu’nu desteklememek topluma karşı büyük bir saygısızlık oldu. İstanbul ahalisi bir aday etrafında AKP’ye karşı birleşiyor ve biz onun içinde yokuz. Büyük hata.
Ancak Ecevit de Erdoğan’ın kazandığı 1994 seçiminde Livaneli’nin karşısına Necdet Özkan’ı çıkarmıştı...
Tamam, ama genç bir genel başkanın da aynı hatayı tekrarlaması gerekmezdi.
Peki, Kılıçdaroğlu’nu destekleyen beş DSP’li vekilden sadece siz ihraç edildiniz; niye?
Beni tehlike olarak gördüler herhalde.
Acaba ihraç edilmeseydiniz genel başkan adayı olur muydunuz?
Vallahi Zeki Sezer’in olmasını engellemek için her şeyi yapmak gerekir diye düşünüyorum. Hâlâ daha çabam o. Dışarıda bile olsam partinin demokratikleşmesi ve tabelasındaki sol ismine layık olması benim için çok önemli.
Hukuki bir yola başvuracak mısınız?
Bu hafta başvuruyorum, çünkü tamamen keyfi bir karar.
Dönüş yolu kapalıysa CHP’ye katılmayı düşünür müsünüz?
Bir kere ben kendimi ortada kalmış hissetmiyorum. İkincisi bu soru çok erken, çünkü konu mahkemeye intikal ediyor.
milliyet