Haşim Akın
Silaha dönüşmüş test kitabı
Geçen hafta “Bu devirde genç olmak zor iş…” demiştim. Bir hafta sonra ebetteki görüşümü değiştirmedim. Sebebini izah edebilirim.
Geçen haftalarda ilginç bir haber vardı medyada. Hatırlayanınız çıkacaktır. Adana'da bir aile; on beş yaşlarındaki oğlunun eline silahı veriyor ve kapının önünden motosikletle geçen bir adamı öldürmelerini istiyor. Çocuk da anne babanın isteğini yerine getiriyor. İlk anda acı bir cinayet vakası… Ölene mi yoksa çocuğa mı üzüleceksiniz? Ama olayı biraz araştırınca iğrenç bir ilişkiler yumağı önümüze çıkıyor. Annenin işlediği bir kısım suçları örtmek ve suçları kapatmak için bir cinayet planlanıyor. Ama cinayeti de kendi işlemiyor ve oğluna işletiyor… Olaya acı ve nefretle baktığınızı biliyorum. Amaç çok masumane(!)… oğlunun katil olmasını istememiş. Sadece üstü örtülmesi gereken bir pislik var ve görev delikanlıya düşmüş…
Ama çocukların kullanıldığı savaşlar sadece Adana’da olmuyor. Bu olayın başka bir versiyonunu medyadan okumadınız. Onu da ben söyleyeyim. Bir anne - baba, yıllar önce okumamışlar veya daha az okuyup hayalini kurduğu mesleğe sahip olamamışlar. Bu kayıp, içlerinde bir ukde olarak hep kalmış. İzale edilmesi gereken duyguları var. Çare aranan pişmanlıklar ve boğaza düğümlenen pişmanlıklar… Bu acıyla ölecek değiller ya… Bunu telafi etmek için Adana'daki ailenin çocuğu cinayete zorladığı gibi bunlar da çocuklarını başka bir mesleğe zorlamışlar.
Görevimiz gereği birçok anne ve baba ile muhatap oluruz. Genelde çocuğa sormadan anne baba çocukları için iyi bir meslek ve bunun içinde alan seçmiştir. Parası bol, saygınlığı olan ve toplumda fiyakalı meslekler… Daha doğrusu çocukların kazancından öte anne babanın toplum içindeki prestiji ve havası ön plana çıkar burada… Bu delikanlının bu mesleği yapıp yapamayacağı, buna ait bir arzusunun olup olmadığı çok da dikkate alınmaz. Baba kararını vermiştir bir kere… “Bu çocuk Doktor olacak…” Bu adam, niçin bir doktor babası olmasın ki? Bu başarının(!) havasını atma duygusunu bilemezsiniz…
Bu arada anne babaların burada en tipik ve klişe cümlesi şu olacaktır: “Okursa kendisi için okuyacak. Ben ondan bir şey beklemiyorum ki… Okuyup kendini kurtaracak. Okumazsa sürünür…” okuyan insanlar neyini kurtarırlar bilmiyorum. Dünyayı mı ahireti mi? Ahireti kurtarma derdi var mı gerçekten onu da bilmek zor. Bunun için hangi üniversiteyi bitirmek lazım? Mesela ilahiyatı bitirenlerin hepsi gerçekten ayetlerini garantiye alırlar mı?
İşyerindeki çay molalarında, kahvehane köşelerinde, kadınların pasta -börek günlerinde en çok karşılaştırılan değerlerden birisidir çocukların okulları… Hal böyle olunca kendi menfur emelleri için birisi çocuğun elinde zorla silah verecektir. Diğeri de zorla test kitabı tutuşturacaktır. Benim bu cümlelerinden öğrencilerimin üniversite kazanmalarına ve okuyup bir meslek sahibi olmalarına karşı çıktığımı anlayacak birisi umarım çıkmaz. Kuşlar mı daha güzel uçar, balıklar mı daha güzel yüzer? Böylesi saçma bir soruyu ancak zıplama şampiyonu pireye sormak lazım. Gençlerin başkalarıyla kıyaslanması, bireylerin kendisi yerine başkalarının arzularına göre şekil alma zorunluluğu ne kadar da acı değil mi? Birinci yıl sınıfta kalmış, ikinci yıl zorla geçmiş ve bir sonraki yılda da sınıfta kalma endişesi taşıyan bir çocuk için babası; “Ben onun ilahiyata gitmesini istiyorum. O mutlaka okuyup gidecek…” diye buyurmuştu! Babanın hayalinin emir kipine dönüşmesi, çok acı durumlar doğuruyor.
Nasihat etmek, yol göstermek, ona hayatın bilinmeyen ve kolay görülemeyen noktalarını tanıtmakla, kendi hayallerini dayatmak çok farklı şeyler… Allah bu milletin yardımcısı olsun.