Derviş Argun
Suriye'de İç Savaş Talebi Kimden Geldi?
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, 23 Mayıs 2017 yılında vefat eden Akif Emre ile adı FETÖ ile anılan ve hatta bu gerekçeyle cezaevinde de yatan Ali Bulaç'ın, aynı zihin dünyasından beslendiği çok belli olan Suriye iç savaşına dönük yazılarını bu günlerde bulup okumak lazım. Bulup okumak lazım, çünkü herkesin elinde balta, kazma yaşasın Suriye cihadımız diye saldırıya geçtiği 2011, 2012 ve 2013 yıllarında, bugünün fotoğrafını ortaya koyan yazılar neredeyse sadece bu ikisinden çıkıyordu. O günlerde Türkiye'deki İslamcı sosyolojiyi ikna etmek için çok çabaladılar.
İç savaşın ilk günlerini hatırlayın. Türkiye'de bu konuda tahkim edilmiş güçler vardı. Hem Suriye rejimini destekleyen hem de Suriye'de rejim değişikliği talebi üzerinden mezhepçi tutumlarıyla, iç savaş dışında bir ihtimali, ihtimal olarak bile kabul etmeyen kesimler.
Bu kesimler, mütemadiyen canlı yayınlara, You Tube kanallarına çıkarılıyor ve henüz olgunlaşmamış kindarlığın taşlarını döşüyorlardı. Sosyal medyalar yıkılıyor, yüz binlerce takipçisi olan kimileri, takipçilerine kendilerince kaçınılmaz bu iç savaşın nasıl olması gerektiğinin aklını veriyordu. Kimisi Suriye'nin geçmişte PKK'ya verdiği destek, kimisi Rusya ve İran'la iş tutması, kimisi Suriye rejiminin Şia'cı bir tutum sergilemesi, kimisi de halkına zulmettiği argümanları üzerinden iç savaş taleplerine meşruiyet oluşturuyordu.
Aynı kindarlaştırma süreçlerinin, Esed destekçisi İran ile Suriye iç savaşında özellikle silah ve mühimmat olarak muhalefeti destekleyen başta Suud olmak üzere tüm körfez ülkelerinde olduğunu da ayrıca biliyoruz. İç savaşın başlangıcından bu yana varlığını belli eden bu iki kutup, içeride sağladığı çatışmanın Müslüman coğrafyaları da kuşatması için elinden geleni yaptı.
Sonuç itibariyle tüm dünya el birliği yapıp, 15 Mart 2011'de başlayan ve Nisan 2011'de ülke sathına yayılan gösterileri el birliğiyle bir iç savaşa dönüştürdüler. Bu sürecin yaşanmasında, Esed yönetiminin halkın taleplerini dillendirirken ortaya koyduğu nümayişleri iyi yönetememesi, nümayişlere dışarıdan yapılan katkı ve provokasyonları bertaraf edememesi, kolluk güçlerinin göstericileri katletmeye varan aşırı güç kullanımı en büyük sebeplerdir. Nisan 2011 yılında başlayan eylem ve ayaklanmaları bastırmak için görevlendirilen Suriye ordusunun, göstericilerin üzerine ateş açması sonucu, zaten hazırlanmış ve hazır kıta bekletilen PYD/PKK ve DEAŞ gibi büyük çoğunluğu ülke dışından devşirilmiş güçler devreye sokulmuş, sürece 2013 yılında İran yanlısı Hizbullah'ın da dahil olmasıyla ülke yangın yerine dönmüştür.
Neticede rejimin değiştirilmesi ve halka dönük baskıların kaldırılması talebi üzerinden başlatılan süreç, Rusya, İran ve onun desteklediği gruplarla, ABD ve İsrail'in bölge tetikçisi Suud başta olmak üzere körfez ülkelerinin desteklediği grupların mezhep kökenli çatışmasına dönüşmüştür. Tesadüf olmadığına inandığım bu süreç, bile isteye oluşturulmuş ve yakalanan fırsatın kabarttığı iştahla, başta ABD, İsrail gibi aktörler bu yıkım için ellerinden gelen katkıyı yapmışlardır.
Suriye'de rejim değişikliği ve hak temelli bir yaşam talebinde olduğunu iddia eden ABD, İsrail ve batı açısından bu iç savaş, Suriye'nin, İsrail'i tehdit etme ihtimali olan füzeleri ABD ordusuna 2013 yılında teslim etmesiyle bitmiştir. Ondan sonra yaşananların tamamı, Şii, Sünni, Nusayri Kürt, Arap, Türkmen grupların birbirlerini yok etmeleriyle devam etmiştir. Tekbirler havada uçuşmuş, kadın ve çocuk çığlıkları bomba seslerine karışmış, koskoca bir coğrafya et yığınına dönüşmüştür. Ne ABD, İsrail ve onların bile isteye uşaklığını yapan petrodolar milyarderi körfez ülkeleri ne de AB, hiç bir zaman Suriye'de rejimin gitmesi ve yerine halkın hakkaniyetle temsilini sağlayan bir idarenin gelmesini istediler. Onların tek derdi, Suriye'nin zalim rejimi ile mazlum halkını organize bir süreçle karşı karşıya getirerek, çıkan yangından bir Kürt devleti türetmek ve bölge ülkelerini buna ikna etmekti.
Zalimi kazırsanız altından çıkacak şey zulüm olur. Kaşırsanız da bu zulmün devreye girdiğini görürsünüz. Evet, Suriye'de 1947 yılında kurulan Baas rejiminin, Suriye sosyolojisi ile uyuşmayan bir idare biçimini dayattığı gerçekliğinden hareketle, bu gelişmelerin rejimden kurtulmak için bir fırsat olduğuna inanabiliriz. O sebeple de bu sosyolojinin iç savaşa dönüşen kalkışmasını anlayıp desteklememiz gerektiğini de düşünebiliriz. Ama önce buna Suriye halkının inanması gerekiyor. Buna ihtiyaç hissetmesi gerekiyor. İç savaş süresince ne 1946 yılında kurulan Suriye ihvan'ından ne de Suriye'de yıllarca kalmış HAMAS' tan bu konuda elle tutulur bir açıklama duyduk. Bu sessizlik, Esed'e razı olduklarından değil, çok daha iyi okudukları bu sürecin neye tekabül edeceğini bilmelerinden kaynaklanıyordu.
Öte yandan Türkiye'de, çatışmaların ilk günlerinde kanal kanal gezip bu ülkenin insanlarını mezhepçi ve Suriye konusunda kindar bir toplum haline getiren kimilerinin, Suud ve körfez petrodolarlarıyla bu işin olamayacağını anladığında, Suriye'de iç savaş rejim lehine sonuçlanmış ve yüz binlerce insan ölmüştür. Toplam nüfusu 17 milyon olan ülkede, 5.5 milyon insan Suriye dışına çıkmak, 7 milyon insan ise, ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Ülkenin neredeyse % 60'ı yaşanamaz hale gelmiş ve 1 milyon insan kalıcı sakatlık yaşamaktadır.
Devletlerin mekanik ruhuna sahip bu ruhsuz kişiler ve örgütler, Şii'siyle, Sünni'siyle sözde dinden ürettikleri saçma sapan ideolojik çatışmalarını, üzerlerinden verdikleri mazlum Suriye halkını, bugünlerde kendi kaderiyle baş başa bırakarak yeni çatışma alanlarına yelken açmışlar ve arkalarında bıraktıkları yangının ne ısısını bedenlerinde, ne de sızısını ruhlarında hissetmişlerdir.
Evet. Suriye iç savaşında taraf olmak gerekiyor. Ne iç savaşı körükleyen ABD, İsrail ve onların uşağı petrodolarcılar, ne de halkın üzerine alçakça bomba yağdıran rejim ve onun aşağılık destekçileri. Sadece önümüzdeki on yıllar boyunca kendine gelmek için çırpınacak olan ve sınırlarında bekledikleri Avrupa ülkelerinde bir bir toprağa düşen mazlum Suriye halkının yanında taraf olmak gerekiyor. Hem de öncekinden daha güçlü.
Ferasetinden bu gün dahi istifade ettiğimiz Akif Emre'yi rahmetle anıyorum.