Prof. Dr. Ali Akpınar
SUSAN DEĞİL, KONUŞAN PEYGAMBER
Kur’ân, Peygamberimizi bize tanıtırken, Necm suresi ilk ayetlerinde yeminle söze başlar ve şöyle buyurur: O, hevasından/kafasından konuşmaz, O’nun konuştukları ancak kendisine vahyedilen vahiydir.
Kur’ân, hem Allah Kelamı Kur’ân’ı insanlara ulaştırma görevini peygamberimize vermiş, hem de onu açıklama görevini O’na vermiştir.
Buna göre Hz. Peygamber, hem Allah’ın ayetlerini insanlara tebliğ edecek, onları bildirecek, sürekli okuyacak ve insanların onları ezberleyip öğrenmesini sağlayacak; hem de o ayetleri açıklayacak, izah edecek, onların nasıl anlaşılıp nasıl yaşanacağını onlara gösterecektir. Bu ise O’nun davranışları ve sözleriyle olacaktır. Zira insanlığın yapacağı bir kısım hükümler vardır ki onları Peygamberimizin kendi şahsında yaşaması mümkün değildir. Sözgelimi kadınlarla ilgili hükümleri, O ayet ve hadisleriyle açıklayacaktır. Yine bir kısım günahları işleyenlere, günahsız ağızla O, cevaplar verecek ve onların sorunlarına çözümler getirecektir.
Abdullah b. Amr b. As, Peygamberimizin sözlerini hep yazıyordu. Bazı arkadaşları, sen ondan işittiğin her şeyi yazıyorsun, insan olarak onun söylediği bazı sözlerin yazılması uygun olmayabilir dediklerinde Abdullah durumu Peygamberimize sormuş ve O’ndan şu cevabı almıştı: Yaz, bu ağızdan hayır ve haktan başka bir şey çıkmaz! Bunun üzerine Abdullah, yazmaya devam etmiştir. Ezbere hadis bilme konusunda iddialı olan Ebu Hüreyre, bundan Abdullah’ı hariç tutar, çünkü der, O peygamberden işittiklerini yazıyordu, bense ezberliyordum.
Evet, yirmiüç yıllık peygamberliği sırasında Peygamberimiz, susmuyor konuşuyordu. Onun konuşmaları yalnızca ayetleri okumaktan ibaret değildi. O, ayetlerin yanında, onlardan aldığı ilhamla ve Yüce Rabbin kendisine bahşettiği idrak ve fetanetle konuşuyordu. İnsanları İslam’a çağırırken konuşuyordu, onlar İslam olduktan sonra konuşuyordu, evinde konuşuyordu, mescidinde konuşuyordu, panayırda konuşuyordu, yolda konuşuyordu, barışta ve savaşta konuşuyordu. Kendisine yöneltilen sorular O’nun fem-i saadetlerinden dökülen inci tanesi sözlerle cevap buluyordu. O, yanlış yapanları sözleriyle uyarıyor, onları ikna edecek ve istikamette tutacak en etkili sözler söylüyordu. Zira Ona, az sözle çok manalar ifade edebilme gücü/cemü’l-cevâmi’ verilmişti.
Onun sözlerini, onu dinleyen ve onu adım adım izleyen ashabı hep ezberliyordu. Çok az bir kısmı da yazıyordu. Onlar, Kur’ân ayetlerini de ezberliyorlardı. Çünkü onların arasında yazı bilenlerin sayısı azdı, yazı malzemesi kısıtlıydı. Evet, Kur’ân ayetleri, vahiy katibleri tarafından, Peygamberimizin hayatında yazıya geçirilmişti. Ancak sahabenin çoğu, bu yazılı metinlerden ziyade ezbere Kur’ân’ı okuyup okutuyorlardı. Bu noktada onların hıfz güçleri oldukça gelişmişti. Nitekim Hz. Ebubekir zamanında, derlenip Mushaf haline getirilin Kur’ân tek bir nüsha idi ve halifenin katında tutuluyordu. Ona ihtiyaç halinde müracaat ediliyordu. Hz. Osman dönemine kadar bu böyle devam etti. Hz. Osman zamanında da Mushaf, beş nüsha olarak çoğaltıldı ve beş merkeze gönderildi. Büyük merkezlerde bulunan tek Mushaf yine herhangi bir ihtilaf vukuunda başvurulan kaynak oldu. Yani insanların çoğu yine Kur’ân’ı ezbere okudular ve sonraki kuşaklara aktardılar.
Kur’ân ayetlerini ezberlemede mahir olan bu insanlar, elbette Peygamberimizin hadislerini ezberleme konusunda da maharetli idiler. Onlar ayetlerin yanında hadisleri de sonraki kuşaklara şifahî olarak aktardılar. Ta ki hadisler, Allah’ın bu ümmete lütfu olan çok seçkin ilim adamlarınca yazıya geçirildi, hadis kitapları oluşturuldu. Hadislerin arasına uydurma rivayetleri karıştırmak isteyenlerin çabaları da büyük ölçüde dumura uğradı.
Durum böyle ikan bugün bazıları, hadislerin tedvin dönemi dediğimiz yazıya geçirilme dönemlerine sıhhatli bir biçimde ulaştırılmadığını yahut ulaştırılamayacağını ileri sürerek zihinleri bulandırmak istemektedirler. Onlara sormak lazım, Kur’ân ayetlerini ezberleme konusunda maharetli olan sahabe ve tabiûn kuşağı, neden hadisleri ezberleme ve ezberden aktarma konusunda beceriksiz olsunlar? Üstelik onların içerisinde yüzlerce hatta binlerce beyitlik şiirleri ezbere bilen ve okuyan pek çok insan vardı. Şiir festivalleri yapılıyor, uzun uzun şiirler okunup ezberleniyordu. Şimdi şiir ezberleme konusunda maharetli olan bu insanlar, Hz. Peygamberin sözlerini ezberleme konusunda neden geri olsunlar!?
Bugün, konuşan peygamberi istemeyen, susan peygamberi tercih eden bazı insanlar var. Onların derdi, peygamberi susturup Sünnetten oluşacak boşluğu kendi sözleriyle doldurmak ve dini esasları istedikleri yöne çekip keyiflerine göre yorumlayabilmektir. Ne diyordu, Hz. Ali, Haricîleri ikna etmek üzere gönderdiği Kur’ân Tercümanı İbn Abbas’a: Onlara sadece Kur’ân ayetleri okuma! Onlara hadislerle hitap et ve onları hadislerle ikna et. Çünkü ayetlerde özlü ifadeler vardır. Sen bir konuda ayet okursun, onlar da ayet okur, böylece ayetleri birbirleriyle tokuşturmuş olursun!
Peygamberimizin hadislerini uzun uğraşlar sonucu, büyük bir titizlikle ünlü Sünen’inde toplayan Tirmizî, eserinin başında şunları söyler: Kimin evinde benim bu kitabım okunursa, onun evinde konuşan bir peygamber var demektir.
Evet, Peygamberimiz bugün de sanki görevlendirildiği ilk gün gibi kırk yaşında ve ümmetinin başında, hadisleriyle konuşmaya devam ediyor. Kim ne derse desin, Onun gerçek ümmeti de onu dinlemeye ve izlemeye devam ediyor.