Tasavvuf hakkında konuşmak zor
‘Allah mefhumuyla ilgili her şey veherkesten bahsetmek zorundasınız’Tasavvuf Tarihine Giriş isimli çalışması üzerine S.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Hülya Küçük’le yazarımız Ömer Yalçınova görüştü.
Tasavvuf, üzerinde çok tartışılan, günümüzde ise popülerliği artan bir konu. Yayınevleri ardı ardına tasavvufi kitaplar yayımlıyor. Buna rağmen tasavvuf’un sarih bir tanımından bile mahrumuz; tanımlamada bir ittifaktan söz edemiyoruz. Böyle bir ortamda tasavvuf tarihiyle ilgili bir çalışma yapmak riskli ve zor olsa gerek. Bu zor çalışmayı neden göze aldınız? Evet, tasavvuf, hakkında söz söylenmesi en zor ilim dallarından birisi. Çünkü tasavvuf sosyal olsun fen olsun bütün ilim dallarından faydalanıp, kendisine has metotlarla onlardan aldıklarını yeni bir şekle sokmanın yanında “Allah aşkı”, “Allah’ı bulma” gibi çok subjektif konuları odak noktasına yerleştirir. Bu sebeple tasavvufu başkalarının kelime ve cümleleriyle anlatmak daha zor bendenize göre. Çünkü bazı yorum ve şerhleriniz yazarın anlatım tarzıyla çatışabilir ve bu, okuyucu veya dinleyeni sersemletebilir. Bunun için, tasavvufu anlatmanın en kolay yolunun, sadece kendi düşüncelerinden oluşan bir kitap yazmak olduğuna inanıyorum. Kitabınızın Nükte Yayınevi’nden ikinci basımı yayımlandı. Birinci basımı gözden geçirilip, genişletilerek. Bu basımın başka bir özelliği ise Prof. Dr. Mustafa Kara’nın eleştiri süzgecinden geçmiş olması. Birinci basımı sonucunda karşılaştığınız tepkiler nasıl oldu? Doğrusunu söylemek gerekirse, birinci baskı, biraz benim “derse kitap yetiştirme” kaygımdan, büyük oranda da yayınevinin dikkatsizliğinden kaynaklanan bazı eksiklerle malüldü, ve fazla bir şey beklemiyordum. Ama sonra Anadolu Üniversitesinin bazı bölümlerinde ders kitabı olduğunu işittim. Bu benim için büyük bir motivasyon oldu. O zaman bunu büyük bir dikkatle gözden geçirmem gerekir, diye düşündüm. Başlıkların büyük bölümü aynı gibi görünse de içeriğini büyük oranda değiştirdim ve Mustafa Kara hocam’a okuyup fikirlerini bildirmesi için gönderdim. Tasavvuf dalında adından haklı olarak söz ettiren birçok hocamız var ama bilhassa çalışma konuları ve metotlarıyla kendime yakın hissettiğim hocalarımdan birisidir Mustafa Kara Hocam. Kendileri vakit ayırıp çalışmamdaki eksik ve fazlalıkları bildirme zahmetinde bulundular. Buradan tekrar teşekkür ediyorum kendilerine. Kitabın içerdiği “Ekler” bölümüyle ilgili söylediklerinin dışında bütün tavsiyelerine uydum. Şöyle ki ki hocam, eklerin hepsini çıkarmamı ve onları ayrı birer makale yapmamın daha güzel olacağını söylemişlerdi. Ben, eklerin hepsini çıkarmak yerine sayılarını ikiye indirdim. Zira bu iki ek, daha önce ayrıca makale olarak yayınlanmış, ama kendilerine farklı bazı yorumlar eklemem gereken bölümler içeriyorlardı.. Hocam kitabınızda dikkatimi çeken hususlardan biri de şu: Çalışmanızda Einstein, Darwin gibi bilim adamlarından istifade ettiğiniz gibi, Dostoyevski, Albert Camus gibi edebiyatçılardan ve Max Weber, Ali Şeraiti gibi mütefekkirlerden de istifade etmişsiniz. Bu, tasavvuf’u geniş bir bakış açısıyla ele aldığınızı gösteriyor. Bilim adamlarının, edebiyatçıların ve mütefekkirlerin düşünceleriyle tasavvuf düşüncesi arasında nasıl bir bağ mevcut? Bu bağı fark etmeniz ve çalışmanızda işlemeniz tasavvuf üzerine düşünen ve tasavvufu yaşamaya çalışanlar için müthiş olanaklar barındırıyor. Bu husustan bahseder misiniz? Tasavvuf, insanın Allah’a olan aşkından bahseder. Diğer mistik hareketler gibi İslam mistisizmi olan tasavvuf da bütün varlıkların sebebi ve sahibi olan ‘Gerçek Varlık’ la manevi bir ilişkinin mümkün olduğuna inanmaktır bir bakıma. Kur’an’ın da buyurduğu gibi insan, Rabbine doğru çaba üstüne çaba harcar (Bkz. İnşikak, 6). Bu arama duygusundan mahrum olan kimse, henüz insanî aşamaya varmamış demektir. Ali Şeriati’nin deyimiyle, “maymun, Tanrı’yı düşünmeye başladığı zaman insan oluvermiştir”. Aslında her insan bir şekilde Allah’ı arar; asıl mutluluk ve itmi’nanı böyle bulur zira. Dostoyevski de Albert Camus da, hatta Sartre de bir anlamda Allah’ı ararlar; ama kendi metotlarıyla. Sartre: “Tanrı olmadığı için üzgünüm” der. Belki de gerçek “Cehennemliklerin, cehennemde daha mutlu oldukları”dır. Zira orada Allah’ı bilirler; bu, onlara dünyadaki mutluluklarının kat kat fazlasını verir. Bu sebeple “Allah” mefhumuyla ilgile her şey ve herkesten bahsetmek zorundasınız tasavvufu anlatırken. En azından, bu çalışmada da olduğu gibi, sınırlarınız dahiline sokmalı, konuyla ilgili olduklarını göstermelisiniz. Tasavvufla ilgili başka hangi çalışmalarınız var? Yakın tarihimizde tasavvufu ilgilendiren konuların yanında, tasavvufun altın çağı olan hicri 7. miladi 13. asır tasavvufunu çalışıyorum. Çalışmalarımın bir kısmı yayınlandı, bir kısmı yayınlanmak üzere. Kitap olarak şunları söyleyebilirim: Er-Riaye (el-Muhasibi’nin aynı adlı kitabının tercümesi, Ş. Filiz ile birlikte), Istanbul, 1998, The Roles of the Bektāshīs in Turkey’s National Struggle, Leiden, 2002: Brill), Kurtuluş Savaşında Bektaşiler, (‘Kitap Yayınevi, İstanbul’ 2003), Tarih ve Kültür Başkenti Konya, (Kitabın 125-46 sayfalarındaki “Geçmişten Günümüze Tasavvufi Açıdan Konya” adlı makale yazar’a ait), Konya, 2003. Doçenlik çalışmam olan Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’de Vahdet-i Vücud bugünlerde tamamlanmak üzere. Kitapların dışında birçok yurtiçi-yurtdışı makale ve tebliğim de var tabii. Çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyor, bu söyleşi için teşekkür ediyoruz hocam. Ben teşekkür ederim. Doç. Dr. Hülya Küçük: 1961 Şenkaya, Erzurum doğumlu. 1978’de Erzurum Kız Lisesi’nden, 1983’te Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nden (Erzurum) mezun oldu. Din görevlisi olarak gönderildiği Hollanda’da, Leiden Üniversitesi, İslamoloji Bölümünde master yapma imkanını buldu. 1995’te Selçuk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesine Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi olarak girdi. Aynı yıl Leiden Üniversitesi Türkoloji bölümünde başladığı doktorasını Mayıs 2001’de tamamladı. Mayıs 2002’de aynı dalda Yardımcı Doçent kadrosuna atandı. Halen görevine devam eden yazarın Tasavvuf Tarihine Giriş kitabı haricinde er-Riaye tercümesi (Ş.Filiz’le birlikte, 1998); The Role of the Bektashis in Turkey’s National Struggle (Leiden-boston, 2002: Brill); Kurtuluş Savaş’ında Bektaşiler (İstanbul, 2003); ve Tarih ve Kültür Başkenti Konya adlı kitapları, yurtiçi-yurtdışı tebliğleri ve irili ufaklı bir çok makalesi vardır.