Ümit Savaş Taşkesen
Tekin değil, Latife!
İrrite sözcüğüyle hatırlıyorum artık onu. “Başörtülüler beni irrite ediyor” demişti sanırım. Ha, bir de Konya’da “Anadolu’nun bin yıllık karanlığı” diye bir cümle… İrrite edilmek. İrritasyon. Sondaki “asyon”u görünce mutasyon geliyor aklıma enflasyondan önce. Nasıl bir yapım/çekim/söküm/kırım eki ki bu hep olumsuzluklarla yüklü kavramların içerisinde yer alıyor. Asimile ediyor. Görüyor musunuz? Başörtüsü üzerinden yürütülen harekât ile birlikte toplumun üzerindeki perdeler, maskeler nasıl da düşüyor. Yaldızlı dev aynalarında yüzlerini gördüğümüz karakter abidelerinin aslında nasıl da bir cüce olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Yıllar yılı karşımızda boy gösteren, yazılan senaryoda esas oğlan, muhalif kız, şapkalı baba, aslan sosyal demokrat, muhafazakâr sağcı, milliyetçi vatansever, sakallı hacı, köşede kalmış sosyalist, sesi kısılmış demokrat, azınlık liberal, sistem içi/n radikal bir dünya elemanın yüzündeki boyalar akıyor, sırlar dökülüyor, bize hükmeden, dev olduğunu zannettiğimiz için sesimizi çıkartamadığımız kim var ise hepsi bir cüceymiş meğer. Başörtüsü bir bıçak gibi kesip atıyor, bozuyor oyunu. Sahnedeki cücelerle karşı karşıyayız şimdi.
Ve sen İrrite Abla, içimi acıtıyorsun bilmiyorum neden? Sahnede rol kapma yarışındaki cüceler arasında görmekten olabilir mi? Kendi algımdaki saflığıma acıyorum galiba. Kenarda kalmışların romancısı, marjinal, muhalif, popüler olana prim vermeyen, eseri ve kalitesi, var-mış gibi görünen tutumuyla bu ülkenin insaf ve insiyatif sahibi, seçkin ve de etkin, okuyan, düşünen, yorumlayan ve yoran, canlı kalabilmiş, diriliğini gösteren ve bir iç dalgası gibi gittikçe büyüyen ve dışta da artık etkisi hissedilmeye başlayan “öncüler” arasındaki itibarını sıfıra çıkarmış durumdasın. Bütün sermayeni yedin artık. Mağdur ve muhalif bir dili kurabilecek ve anlayabilecek, bir misyonu taşıyacak nitelikte değilmişsin. Anlıyoruz artık. Gücün diline kolayca evrilmiş durumdasın kendini muhalif sanaraktan. En adi biçimde toplumsal bilinçaltına oynuyorsun Sivas diyerek… Altı astarı yaşadığın şey beklemediğin bir protesto iken. Mikrofonda susturulmak ile otelde yanmak arasında bayağı, adi, sığ bir ilişkiyi nasıl kuruyor bu zihin hayret. Yaslandığın güç dağları ile sesinin daha güçlü ve gür çıktığını sanarak yanılıyorsun. Yüksek ses iyi müzik değil ki be İrrite abla… Tekinsiz bir Latifesin artık! Kötü bir şaka… Yedin tükettin kendini. Mağdurun dili’ni kurabilme, anlayabilme yetini çok ucuza sattın ya, hayat bu işte mi demeli… Allah kimseyi şaşırtmasın, yoksa şaşırtmaya görsün mü demeli… Tuh, yazık oldu be!
EŞEKLER NİĞDE’YE
Onlar oyunun hala sürdüğünü sanıyor, oyunun devam ettiğini, seyirci kaldığımızı, kandığımızı, senaryonun bozulmadığını… Hop dedik, hoppp diyoruz, adamım, bayım, bacım, sayın aktörüm, hainim, usta rol yapanım, senaristim... Dur artık. Film bitti. Makarayı başa sarma, yemiyoruz artık. Dinlemeyip sarıyorlar yine, oyun içinde oyun yazmayı iyi bilip yeni bir senaryo yazıyorlar eski oyuncuları sahneye sürerek. Daha önce hiç sahnede olmayanlar da yer almak istiyorlar bunun içinde, muhalif romancısı, yazarı, ışıltılı, parlak anayasa hukukçusu… Eski oyuncular, bir zamanların umut tacirleri, adam yokluğunda adam yerine konulanlar, toplumu somut işlem döneminde kalmış çocuk halinde tutmaya çalışıp, kafasıyla değil bedeniyle düşünür yapanlar, sahneyi kolay bırakacak, yenilere yer açacak gibi değiller. Bunlar size ayna tutuyoruz biz dediler hep... Ellerinde ne tür bir ayna olduğu sorusu (düz, çukur, tümsek, dev!, cüce! gibi) aklımıza gelmedi yıllarca. Şimdi biliyoruz artık bu ihanet çetelerinin elinde yıllar yılı bir cüce aynası taşıdığını. Aynanın türüne dikkat etmeden oradaki görüntüye bakıp benlik algımızı umutsuz, yoksul, üçkâğıtçı, beceriksiz, hiçbir işi yapamaz, üretemez, neredeyse moron bir seviyede algılayıp, hepimize aşılamaya çalıştılar. Yıllar yılı sürdü bu. Şöyle deniyor(du diyerek geçmiş zaman kipi kullanmak istiyorum artık!) hep “bizden adam olmaz!” “Uyan, Ayna diye diye tuttukları ayna değil, orada görünen de sen değilsin!” diye bağırmalı. Umutsuz, küfürlü, heyecanlı, yüksek sesle, farklı bir şekilde, karamsar, iç sıkıcı, yabancılaşmadan arındırıcı bir tonda söylemek gerekiyor tekrar ve tekrar…
Geçmişin kaybedenleri, ülkemize, bize, babamıza, anamıza kaybettirenleri şimdi bizim çocuklarımız, bizim yarınlarımız için de umut olma rolüyle sahnede yer almak için debelenip duruyorlar. Son bir hamle yapıyorlar oyundaki yerlerini yeniden almak için. Sen, yavaş konuşan adam, sen anahtarlıkçı bacı ve sen hey, şabıkalı ihtiyar adam, ve sen de bay emanetçi meclis eskisi ihanet adamı; kaçırılmış fırsat kırgını tilki ve sinsi, okuduğunuz mavalı yemiyor, salladığınız dolmaları yutmuyor, bugün söylediğiniz her sözünüzle dün bizi nasıl aldattığınız ortaya çıktığı için kanmıyoruz. Geçti artık. Biliyorsunuz. Sizi ekranlara taşıyan eşeklerinizi Niğde’ye sürme vakti. Hem iş işten hem de Bor’dan Pazar vakti geçti.