yazar-53
Temiz toplum deniyor ya…
Malumunuz, kralı kandıran terziler aptalların göremeyeceği bir elbise dikmişler ve krala gerçekte olmayan elbiseyi giydirmişler.
Kral ortada bir elbise göremediği halde aptal olmamak için görüyormuş gibi davranmış. Kralın çevresindeki yönetici dalkavuklar da bir elbise göremedikleri halde don atlet ortalıkta dolaşan krala yeni elbisesinin çok yakıştığını ifade etmişler.
Günlerden bir gün kral selamlamak için halk arasında dolaşırken küçük bir çocuk "kral çıplak" diye bağırmış.
İşte bugün de birisinin çıkıp zafer kazanmış edasıyla ortalıkta dolaşanlara "kral çıplak" diye haykırması gerekmektedir.
Ölü toprağının üzerinde serili olduğu; düşünmekten, söylemekten, tenkit etmekten imtina eden veyahut ta cılız bir sesle birkaç dost meclisinde eleştiren bir toplum ile karşı karşıyayız.
“Kral çıplak.”
Seçilmişlerin atanmışlar tarafından aldatıldığı…
Seçilmişlerin atanmışları yetkileri çerçevesinde çalıştırmadığı…
Ahbap çavuş ilişkilerinin ayyuka çıktığı bir dünyada yarınlar bize umut vermiyor, hayal kurdurmuyor.
Böylesi bir ikilemde önümüze 1940'lı yıllarda Defterdar Abdullah Çağlayan’ın "Salla başını, al maaşını" hicvi çıkıyor.
"Bir yolsuzluk görünce, köpürme isyan etme
Bir hak için kendine, dik başlıdır, dedirtme,
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını"
Krallara çıplaksın deyip de kötü olmak istemeyenler beklide sallayıp başı olaylara biraz trajik yaklaşsalar da yarınlarını ipotek altına aldıklarının zannedersem farkında değiller.
Bir şeyler eleştirildiğinde de karşınıza çok somut şeylerde çıkmıyor kimi istikrardan bahsediyor, kimi AB den bahsediyor, kimi Konya’nın yakın bir gelecekte Paris olacağını söylüyor.
Konya yakın bir gelecekte Paris olacak diye beklemeyin. Konya Paris oldu da haberiniz yok, sokaklarda öpüşen gençleri görmez misiniz?
Vatandaş siyasetçiye pirim veriyor, siyasetçi atanmışa olanak sağlamıyor, dalkavuklar padişahım çok yaşa diye siyasetçileri kandırıyor velhasıl takvimden ömürler geçiyor.
*****
Rüşvetin ayyuka çıktığı bir dönem için yazılmış bir kıssa ile bitirelim
Rüşvetle hediye hep karıştırılmıştır.
Her hediye rüşvet midir?
Bu biraz da hediyenin değerine, ölçüsüne bağlıdır...
”Osmanlı devrinde rüşvet başını alıp giderken buna bir çare aranmak istenmiş, Tazminat'tan sonra bir yöntem konmuş: beş adet!
Beş adet yüzük, beş adet kıymetli taş, beş teneke peynir, beş koyun, beş inek gibi; bunlar hediye sayılacak, fazlası rüşvet...
Bir gün Beylerbeyi'ndeki bir paşa yalısının rıhtımına bir mavna yanaşır, içi koyun, kuzu doludur, mavnanın sahibi Paşa hazretlerine bir mektup gönderir:
"Paşa hazretleri bu koyunlardan beşi sizin, beşi muhterem birinci eşinizin, beşi ikinci eşinizin, beşi büyük kızınızın, beşi büyük oğlunuzun..."
Liste devam etmiş gitmiş, Paşa, mavnadan indirilen sürüyü pencereden seyretmiş...
Yeter ki biri rüşvet vermeye, biri de almaya razı olsun, mutlaka bir yolunu bulurlar.”
*****
Sadrazam Koca Ragıp Paşa, bir gün yanındakilere yemin teklif etmiş:
"Rüşvet almadığınıza yemin eder misiniz?"
Her taraflarından rüşvet akanlar, gürül gürül yemin etmişler...
Sadrazam, bir kenarda sessiz oturan şair Haşmet'e dönmüş:
"Haşmet sen de memuriyet yaptın, hiç rüşvet aldın mı? Bakıyorum yemin etmiyorsun!"
Haşmet boynunu bükmüş:
"Efendim yalan yere yemin eden çatlar, diye bir inanış vardır, şimdi yemin edenlere bakıyorum, eğer çatlamazlarsa, ben de yemin edeceğim!"
*****
Mevlana, öğrencileriyle dolaşırken oynaşan köpek yavrularını görmüşler. Öğrencilerden biri:
"Hocam her şey ibret dersleri ile dolu şu köpeklere bakın, ne güzel anlaşıyor, neşe içinde geçiniyorlar. Biz insanlar şu köpekler kadar olamadık"
Mevlana: "aralarına bir kemik at o zaman görürsün."
Rüşvet, peşkeş, aldatmacanın son bulacağı bir dünya diliyoruz amma velakin dilemekle kalıyoruz.