Güngör Gökdağ
Türkiye Bölünsün İsteniyor
Türkiye, yeniden milli mücadele vermesi gereken bir ortama doğru hızla sürükleniyor. Memleketten yana taraf olan milli çevrelerle, milli olmayı bir türlü beceremeyen çevreler arasında bocalıyor.
İçeride ise bazı kesimler, halk ile devlet kaynaşmasını bilerek engelliyor..
Devlete karşı, "karşı kültür" alanları açılıyor. Bir taraftan üniter yapı hedef alınıyor, sosyal yapılar üzerinde oynanıyor, diğer taraftan ülke etnik tuzakla karşı karşıya bırakılıyor, toplumsal barış sağlanamıyor.
Dışarıda ise Türkiye, müttefik bildiği ülkelerden kesintisiz darbeler almaya devam ediyor. 11. yüzyıldan bu yana Batılı müttefikler tarafından, Anadolu topraklarında Müslüman Türk kültürünün hakim kültür olmasının kabullenilemediği yine tecrübe ediliyor. "Farklılıkçı ırkçılık" anlayışı üzerinden temel dinamiklerle devamlı surette oynandığı ve bazı AB uyum yasaları ve fasıllarla da milli devlet anlayışının bozulmaya çalışıldı artık çok rahat görülebiliyor.
Asırlar boyunca aynı coğrafyada yaşayan kardeş milletleri hakim kültürden ayırmak, milli-devlet düşmanlığı yaptırmak, bağımsızlık vaadiyle kandırmak ve 21. yüzyılın küreselleşmesine uygun olarak etnikleştirmek günümüzdeki küresel istilanın temel stratejilerinden biri olarak kabul ediliyor.
Avrupa ülkelerinde milli devletlere ve yeni milli devlet haline gelenlere, azınlıklara ve o azınlıkların dillerine saygı gösterme, başka ülkeler söz konusu olduğunda; insan hakları, özgürlük ve demokratikleşme gibi kavramlarla izah edilirken, çok etnikli ve çok kültürlü bir yapıda olan Almanya, 58 senedir yerleşik halde bulunan Türklerin kendi dil ve kültürlerinin korunmasına mesafeli durabiliyor. Hakim olan anlayışa göre; Almanya'da anadil Almanca olmalı, Türkler Almanlar'ın kültürlerini ve değer yargılarını benimsemeli anlayışı hüküm sürebiliyor. Keza bu anlayış, tüm diğer Batı Avrupa ülkeleri için de aynı şekilde benimseniyor.
Ayrıca Avrupa'da, yine kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, belirli bir coğrafya ile özdeşleşmiş ve belirli bir milletin çatısı altında yaşayan farklı etniklikler, birbiri ile iç içe girmiş ve kaynaşmış olarak kabul ediliyor...
Misal, milliyeti Belçikalı ama etnik özelliği Valon veya Flaman olabilir.
Yine milliyeti İspanyol ancak etnik özelliği Katalan olabilir.
Benzer durum İskoçlar ve Galler'de yaşayanlar için de düşünülebilir.
Mesela İspanya'da hem İspanyol, hem Katalan olmak mümkün iken, Batılı müttefiklerimize göre, Türkiye'de Kürt ve Türkün birlik içinde ve aynı çatı altında tek bayrakla yaşaması mümkün değildir.
İskoçlar'ın, Katalanlar'ın, Valonlar'ın hem İskoç, hem İngiliz, hem İspanyol, hem Katalan, hem Belçikalı, hem Valon olmaları medeni ve çağdaş bir milliyetçilik olarak kabul edilmekte iken, Türkler ve Kürtler, uzlaşmaz ve uyuşmaz iki düşman olarak görülmeye çalışılıyor.
Yine İngiltere'de 400 senelik ortak hayat, farklı milliyetten olan İskoç'a ve Galli'ye (İskoç ve İngiliz kültürlerinin aynı olmadığı bilindiği halde) ayrılma ve bağımsızlık hakkını vermez iken, Anadolu'da 1000 yıllık ortak hayat, dini ve kültürel miras, Batılılara göre milletleşme ve ayrılma hakkını veriyor.
İskoçya'daki yaşam kalitesinin, İngiltere'nin güneyi gibi olmadığı ve bölgeler arası farklılıkların söz konusu olduğu âşikar iken, birliğin ve bütünlüğün sürdürülmesi görüşü ileri sürülürken, Türkiye'de bölgeler arası dengesizlik haklı ayrılma sebebi olarak gösteriliyor.
Dünyanın birçok farklı bölgesinden gelen insanların bir araya gelerek kurdukları Amerika'da insanlar İngilizceyi kullanırken, Almanya'da Almanca, İngiltere'de İngilizce, İspanya'da İspanyolca bir üst kimlik dili olarak kabul edilirken Türkiye'de Türkçe bir dayatma ve zorbalık dili olarak lanse ediliyor.
Batılı müttefikler, kendileri için ortak bir dil, ortak bir yaşama tarzı ve hakim olan millete mensup olma şuuru geliştirmeye çalışırlarken, aynı şeyi Türkiye için istemiyorlar. Aksine kendi kimliklerini Türkiyeli olarak görenlerin çok dilli bir yapıyla ülkenin üniter devlet yapısını bozma gayretleri içinde bulunuyorlar.
Tıpkı 4,5 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya'da İslam dininin hala daha resmi bir din olarak tanınmayıp da, azınlıkta olan Alevi cemaatin inancı olan Aleviliğin ayrı bir resmi din olarak tanınması meselesinde olduğu gibi, dikkatli düşünüldüğünde niyetin başka olduğu görülecektir...