Ümit Savaş Taşkesen
Üniversitede öğrenci varmış!
Hepimiz biraz, azdan çok ya da çoktan az, biraz yani biraz eleştiriyi kaldıramamak ile maluluz. Yapılan işlere, söylenen sözlere, ortaya konan proje, eser ya da yazılara yöneltilmiş en küçük bir eleştiri dahi eleştirilen tarafından olgunlukla kabullenilmek, şöyle bir kendine dönüp bakmak, küçük bir murakabe yapma imkânı sağlamaya vesile saymak, gözünün ardına ittiği ya da gözünden kaçtığı bir durum var mı diye bakmaktansa tam tersi bir tutum takınır olduk. Olmadık aslında baştan beri biz böyleyiz.
Söylenen her sözün, eylemin, yazının arkasında bir art niyet arama, bağlantılar kurma, geçmişteki bir olaya, kişiye ya da bilmem neye bağlayarak yapılan eylemlerin, protestoların, yazıların temelini çürütme, mesajını almama ya da boşa çıkarma arayışı içinde refleks cevaplar, gerekçeler üretiriz, üretiyoruz. Fabrika gibi, maşallah, üretiyoruz gerekçeleri. Aynı üretkenlik iş, proje üretme noktasında sıkıntıya sokuyor bizi. Yapamıyor ya da yapmıyor olmanın yüzlerce gerekçesini bulabilirsiniz ama “hiçbir mazeret başarının yerini tutmuyor” işte. Bir eleştiri geliyor ya da bir çıkış yapılıyor ve “hımm, diyoruz neden önce değil de şimdi? Bu zamana kadar neden hiç bu dile getirilmemiş de şimdi dile getiriliyor, protesto yapılıyor? Süreçle ilgili, zamanlamaya dikkat. Menfaat sağlayamadığı için taş atıyor! Arkasında farklı siyasi güçler var? Planlama önemli vs. vs. vs.” Ortaya çıkan kasetlere, ses kayıtlarına, görüntü ya da belgelere baktığımız zaman komploculuk üzerinden tarihi yorumlamanın aslında hiç de yanlış olmadığına şahit oluyoruz. Bir gizli el, bir hain el, hain plan arayışı içindeyiz. İşin garibi o hain el ve plan da var. Ancak bu arayış hükmedenden muhalif olanına. her şeye her kişiye sirayet etmiş er kişiler dışında. Önümüze kocaman bir engel olarak çıkıyor her şeyin arkasında bir başka plan aramak. En doğal, olur olması, alması gereken işler dahi, yok, bu yapılırsa hemen arkasından şu şekilde algılanır, dolayısıyla olmaz.
Böyle karşılanıyor bütün istekleriniz, talepleriniz, söylemleriniz. Bir yerlerde tıkanıp artık açmazınızı bağıra bağıra çözmek, seslendirmekten başka çare kalmıyor size bırakılan imkan olarak. O zaman ya hükmedenlerin yandaşı ya karanlık şer ocaklarının işbirlikçisi ve sözcüsü ya da çekemeyen, menfaat sağlayamamış birisi veyahut da menfaat teknesinde çanak yalayıcısı olarak tasnif ediliyorsunuz. Aslında hiç kimsesiniz, hiç birisiniz bunların. En azından ben kendimi biliyorum: hiç kimse.
Küçük bir yerde yaşıyor olmak ve insanların birbiriyle karşılaşma ihtimallerinin yüksek olması eleştiri yapabilmeyi zorlaştıran etkenlerden birisi. Hele de yapılan eleştiriyi açıkça yapmak daha da fazla cesaret isteyen bir iş. Burada kara çalma ya da eleştirinin haklılığı ya da haksızlığını konu dışı bırakıyorum. Temel bir yaklaşımınıza uymayan bir iş ve eyleme düşünce bazında getirmiş olduğunuz eleştiriyi yazıyla da kaleme almak birden çok düşman edinmeyi kolaylıkla sağlayabilir size. En başta eleştiri getirdiğiniz kişi küsebilir size! Hatta düşman da olur mu bilmem. Sonra sizi çileden çıkaran yorumlara rastlarsınız yazınızın altında. Çok ender yazıyla cevap verilir ve verilse de yapılan eleştirinin haklılığını ortaya koyan ve eleştiriye güç sağlayan bir savunma olur bu. Zeki Oğuz hadisesi bunu düşündürtmüştür bana. Ve gündemden birazcık düşmüş gibi olan ve ucundan kıyısından dahil olduğumuz Konya çocuklarının ansiklopedi meselesi. Onu geçelim istiyorum. Küllenmiş gibi görünen bir konunun üzerini açmayalım. Zeki Oğuz’un aslında çok sert de sayılamayacak iki yazısına gelen yorumlar beni hayrete düşürdü. Yapılanın/yazılanın haklı olup olmaması daha başka bir mevzu. Bir konunun üzerine eleştirel de olsa yazı yazıyor olmak o konuya bir değer atfettiğimizin bir göstergesidir aslında. Bir eser sessizlikle geçiştirilmektense bir şekilde yazının konusu oluyorsa ondan memnun olmak gerekir. Çünkü herkes görülmek ister ve eleştirmen de gören bir gözdür nihayetinde. Yazısının altına yazılan yorumları okumaya başladıktan bir süre sonra gülmeye başladım. Hayırlısı bakalım. Beni hayrete düşüren bir diğer şey ise sevgili Murat Güzel’in metro yazısı oldu. Ben üniversite öğrencilerinin eylemini duyup haberini okuduğumda “ya, sahi bu şehirde bir üniversite ve o üniversitede de okuyan bir gençlik, bir öğrenci varmış! Metro eylemi fena bir eylem değil. Konya için yapıldığı dönemde büyük bir hamle iken tramvayın halen aynı yerde kalmış olmasının ve üzerinde bir yenileme, düzenleme yapılmamış olmasının mevcut yapının yeterli görülüyor olmasından kaynaklandığını düşünüp bu eylemle birlikte bu sorun üzerine düşünülür artık” diye düşünürken Murat Güzel’in tam tersi bir istikamette olan yazısına hayret ettim doğrusu. En eleştirel olma yolunda giden bir kalemin, görece haklı sayılacak, görülecek bir eylemin de karşısında yer almasını ve bir tür mazeret beyanı, savunma gibi algılanabilecek yazısını, en azından onu tanıyan birisi olarak, hayretle karşıladım. Metro da isteyelim metrobüs de. Ufkumuzu neden sınırlı tutalım? Anadolu’nun küçük bir şehri değil burası Konya! Eleştiren sesler boğulmasın burada.