Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Yardım gönüllüsü olmak
Sevgi, âlemin varlık sebebidir. Gerçek sevgi, karşısındaki kimseden bir menfaat, çıkar beklemeden gösterilen sevgidir. Hakiki sevgi, başkası için kendi menfaatini bir kenara atmaktır. Ahlâki bakımdan sevgi, egoizme, çıkarcılığa, benmerkezciliğe karşı bir davranış olarak kabul edilir. Böyle bir sevginin dış görünüşü, “gönüllü yardım etme” şeklinde ortaya çıkar.
Hz. Muhammed (a.s) gösterişsiz, salt Yüce Allah’ı hoşnut etmeye, kardeşini kendisine tercih etme anlayışına dayalı sevginin tanımını bir rivayette şu şekilde yapmıştır: “Sizden biriniz kendi nefsi için istediğini, din kardeşi için de istemediği müddetçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz.” (Müslim “İman” 71). Dikkat edilirse bu hadiste, başkasını kendi nefsine tercih etme tavrı, imanla irtibatlandırılmıştır. Yardım elini uzatan kimsenin bu şefkatli durumu, ihtiyaç sahibinde yardım gördüğü kimseye karşı sevgi ve saygı besleme duygularını geliştirir. Bundan da toplumsal barış yarar görür. Ayrıca, Kur’an, kendisi muhtaç olduğu halde başkalarını kendisine tercih edenlerin özellik ve güzelliğini şu şekilde tasvir eder: “Kendilerinde ihtiyaç bile olsa, (onları) nefislerine tercih ederler.” (Haşr 9).
İslam tarihinde gelişen bu fütüvvet ahlâkı başta sahâbe-i kirâm’ın temel özelliği olmuştur. Bir defasında sahabeden Sâbit b. Kays (r.a), Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek: “Ey Allah’ın Elçisi! Açlıktan gücüm kalmadı” demişti. Bunun üzerine Hz. Muhammed (a.s), hanımlarına haber göndermiş, onlardan bu aç Müslüman’ı doyurmak için yiyecek bir şey göndermelerini istemişti. Fakat peygamberimizin evinde yiyecek bir şey olmadığı anlaşılınca, bunun üzerine o, çevresindeki sahabelerine: “Bu kardeşinizi misafir edip de Allah’ın rahmetine mazhar olmak isteyen yok mudur?” demişti. Bunun üzerine, ensârdan Ebû Talha ayağa kalkarak:
“Ben hazırım Yâ Resûlallah!” cevabını vermiş, doğruca evine giderek, eşine: “Resûl-i Ekrem’in misafirine yemek hazırla, sakın hiçbir şeyi gizleme” istirhamında bulunmuştu. Hanımı ise:
“Vallâhi çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur” diyerek içinde bulundukları durumun vehametini anlatmıştı. Hz. Talha (r.a):
“Öyle ise çocukları oyala ve uyut. Ben misafiri getirince onu sofraya oturturuz ve yan odaya geçeriz. Bir şeyler yiyormuş gibi yaparız. Bu gece Resûlullah’ın misafirine ikram için kendimiz aç yatarız” diyerek nasihatte bulunmuştu. Nitekim ikram olayı Hz. Talha’nın çizdiği plân içerisinde gerçekleşmiş, sabah olunca Hz. Talha, misafiri olan Sâbit b. Kays ile birlikte Resûl-i Ekrem’in huzuruna varmışlardı. Hz. Peygamber:
“Bu gece misafirinize yaptığınız muâmeleden Allah Teâlâ râzı oldu ve şu âyet-i kerîme’yi indirdi” buyurmuşlardı. İnen âyet şöyledir: “Onlardan evvel (Medine’yi) yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar. Kendileri yoksulluk içerisinde olsalar bile (onları, hicret edenleri) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte onlar muratlarına erenlerin tâ kendileridir.” (Haşr 9).
Netice, bu âyetin iniş ortamında söz konusu edilen Ebû Talha her ne kadar tarihsel bir şahsiyet olarak geçmişte kalmışsa da bu âyetten çıkarabileceğimiz evrensel mesaj, her dönemin Talha’larıyla yakından ilgilidir. Bugün de herhangi bir Müslüman Ebû Talha’nın yaptığı güzel davranışı hayatında sergilerse, ben inanıyorum ki, “i’sar” âyetinin muhtevasına girecek ve aynı övgüye hak kazanacaktır. Zaten Kur’an’ın aktüel boyutu ve mesajı da burada ortaya çıkmaktadır.
Ne mutlu Ebû Talha’ların yolunu izleyenlere!