Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Yargısız infaz

Günümüz basın-yayın organlarında en çok kullanılan haberler arasında “yargısız infaz”lar gelmektedir. Zanlı olan kimselerin suçu sabit olmadan hemen hüküm vermeye gitmenin adı, yargısız infaz. Mecelle’de; “beraat-i zimmet asıldır” diye bir kural vardır. İslam’a göre bir kimse savcı tarafından suçlanabilir ama onun suçlu olduğu yargı tarafından açık delil ve karinelerle ispat edilinceye kadar o kimse suçsuz kabul edilir. Allah vermesin,  yaşadığımız toplumda bir kimseye iftira atılsa veya zanlı olarak değerlendirilse, hemen hakkında hükme varılıyor. O kimsenin şahsiyeti, onuru, çevresiyle ilişkileri ne olacak?

Çoğu kimse bu konuda hesap-kitap yapmıyor, domuz gribinden korunmak için ağza ve burna maske takma titizliği gösterdiği kadar, sözlerini filtreden geçirmede aynı dikkat ve titizliği göstermiyor. “Çamur at, iz bıraksın” kabilinden hareket ediliyor. Eğer bu suç basın-yayın yoluyla işlenmişse, iri yazıların arasında okunmayacak karakterde ‘tekzip’ler yayınlanıp geçiliyor. Bu mevzular çok veballi işler. Pekiyi gündelik hayatta bir takım kişi ya da gruplarla ilgili olarak açık emareleri belli olmadan ileri geri konuşup şüyu buldurma işine ne diyeceğiz? Bu tür konuların: “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya konuşsun ya sussun” Nebevî kavliyle bir ilişkisi yok mudur? Kur’an’da Hz. Aişe’ye atılan iftira olayı ve tarihte yaşananlar ibret vesikası olarak, Müslümanlara takdim edilmiştir. Bu uyarıdan ibret almak gerekmez mi?

Bir çeşit yargısız infaz anlamına gelen kötü zan beslemek hakkında Kur’an’da açıkça uyarı vardır:  “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının, çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat, 12).  Bu âyette geçen zan; mahiyetini bilmediğimiz bir konuda akıl yürütmektir. Eğer bu tahmin, bilimde “hipotez”le ilgiliyse diyecek bir şey yoktur. Deney yapılır, eğer hipotez doğrulanırsa bir teori haline gelir, doğrulanamazsa elenir. Zira bilim, verilerle hareket eder. Doğrulayamadığını değil, yanlışlığını ortaya koyduğu şeyi reddeder.  Fakat insanlar arası sosyal ilişkilerde hakka isabet edilmez de başkasına ait olan bir hususta bühtan ve iftira boyutlarına varılırsa,  ahlaki açıdan bunun sorumluluğu çok büyüktür.

Yukarıdaki âyette; “zannın bir kısmı, isim”dir diye ifade edilmektedir. Burada ism, sonunda üzerine ceza gerektiren günah anlamına gelir. Hele hele zannın kaynağı, nefsi işlerse hatanın sınırları Allah’ın çizdiği sınırları zorlar.  Bu sebeple Allah'a ve iyi kimselere karşı kötü zanda bulunmak dinimizde haram kabul edilmiştir. İşte bu tür zanna, “sû-i zan/kötü zan” adı verilir. Kur’an’da kendisinden şiddetle uzak durmamız istenen zan türü de budur.

Öte yandan yandan, mü’min kimseye yakışan “hüsn-ü zan/güzel zan”da bulunmaktır. Bizden iyi zanda bulunmamız istenir. "Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile iyi zanda bulunup da..." (Nur, 12) âyetinde ve bir kudsi hadis’te; "Ben kulumun bana zannı yanındayımdır” buyrulmak suretiyle iyi zanda bulunmaya teşvik vardır. Dolayısıyla, insanlar ve Yüce Allah hakkında iyi şeyler düşünmeyi alışkanlık haline getirmek gerekir. Hep olumsuzlukları değil, biraz da olumlu olan yönleri görmek gerekir. Olumsuzluklara kilitlenmek insan psikolojisini alt üst eder. Efendimiz Hz. Muhammed (a.s) tarafından başkalarının söz ve kanaatleri hakkında iyi zanda bulunmak ibadetin güzelliğinden sayılmıştır. Kaldı ki,  insanları töhmet altında bırakmak ne kadar ahlak dışıysa, insanların kendisi hakkında töhmette bulunmasını gerektirecek davranışlar içerisine girmek de o kadar sorumluluk gerektirir. Mü’minlerin annesi Safiyye validemizden rivayet edildiğine göre, Efendimiz ramazan ayının son on gününde itikâfa girmişti. Gece onun yanına geldim, onu ziyaret ediyordum diyen Hz. Safiyye,  onunla konuştum sonra kalktım evime dönmek istedim. Evime kadar refakat etmek üzere benimle birlikte Resulullah da geliyordu. Yolda, ensardan iki kimseye rastladık. Onlar bizi görünce hızlandılar. Bunun üzerine Efendimiz Hz. Muhammed (a.s); “yavaş yürüyün, yanımdaki kadın Huyey kızı Safiyye’dir” buyurdular. Onlar, Efendim, bunu hatırlatmak gerekir mi dediklerinde, Efendimiz, “olsun, kanın damarlarda dolaştığı gibi şeytan da kan damarlarında dolaşır, gönüllerinize bir şey atmasından korktum” buyurdular. O halde Müslüman, töhmet/suç mahallinden ya da mücrim insanlarla birlikte olmaktan mümkün olduğu kadar uzak duracaktır. Böylece hem suça iştirak etmiş gibi görünmeyecek ve hem de insanların kafasına kötü zan getirmemiş olacaktır.Sonuç, Müslüman, mahiyetini açıkça bilmediği bir konuda gerek sözlü, gerek görüntülü ve gerekse yazılı beyanda bulunmayacaktır. Onun şiarı, herhangi bir kişi ya da grup hakkında suç sabit oluncaya kadar güzel zandan ayrılmamaktır. Kötülükleri değil, iyilikleri önplana çıkarmak suretiyle pozitif bir insan haline gelmek kişinin kendi ihtiyarındadır. Bütün ayıpları örten ve günahları bağışlayan Yüce Allah’ın kullarından böylesi erdemli davranışlar beklenir.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum