Hasan Ukdem
Yaşamak Ciddiyet İster
Eski bir şarkıda geçtiği gibi “yaşamak oyun değil arkadaş” her doğan güneş insana yeni sorumluluklar yüklerken, yeni nimetlerin de kapısını açar. Yaşamak uzun soluklu bir yolculuktur. Bir ömür sürer, bir ömür ne kadar sürerse sürsün, kendi içinde bir hikayesi, bir sermayesi ve bir gayesi vardır. Son güne kadar insan bu hikâyede bu sermayeden faydalanarak gayesine doğru ilerlemek durumundadır, yoksa heba eder kendisine verilen hayatı. İnsan dünyadan kendine düşen payı adaletli bir şekilde almalı, ifrat ve tefritten kaçınarak hayatın kendisine sunduğu nimetlerden yararlanmalıdır. Yemesine içmesine, annesine babasına, oğluna kızına, eşine dostuna, konu komşusuna vakit ayırmalı, çalışmasını disipline etmeli, dinlenmesini, gezmesini hakkıyla yapabilmelidir.
İvan Panis: “İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, oysa yaşamadıkça yaşlanırlar.” diyor. Hayat insanlara birçok güzelliği zaten sunuyor, kişiye düşen tek şey gayret. Çabalayan koyun murdar ölmez demiş atalarımız. Pasiflik bir tür yozlaşmadır, çürümedin. Elbette yaşlanacağız, bu kaçınılmaz ama bunu yaşamın hakkını vererek geciktirebiliriz ancak. Vakit erişince okula gitmesek cahil kalırız, bir meslek öğrenmesek fakir kalırız, evlenmesek yalnız kalırız. Cahillik ve mesleksiz olmak esaret doğurur, başkalarının iradesine girmeye mecbur eder insanı. Yalnızlık ise bütün olumsuzluklar karşısında biçare bırakır. Ve hayatı ıskalamış olur insan. Bu da erken yaşlanmayı, bulunduğu yaşın dinamiğinden yoksun eder insanı.
Yaşamanın en güzel şekli sevgiyle yaşamaktır. Sevgi yaratılmış her şeye bambaşka bir mana kazandırır. Dikene aldırmadan güle uzanır, zorluklara bakıp hedeften vazgeçirmez. Sevgi bir anneden öğrenilebilir mesela. 9 ay bütün ağrıya sızıya aldırmaksızın bedeninde taşıdığı bebeğini büyük bir sevinçle dünyaya getiren anne için doğumdan sonra da görevi bitmez. Ama anne bu yükümlülüğü de çekinmeden alır, çünkü bebeğine karşı yüreğinde kocaman bir sevgi vardır. İşte hayat da böyle bir yüktür ve ancak böyle bir sevgiyle onu hakkıyla yarına doğru yürütebiliriz.
Elbette her insanın kendine dert edindiği bir yükü vardır, olmalıdır da ama bu hayatını karartmasına sebep olmamalıdır. Bütün dertlere saygı duyulmalıdır ama onu olduğundan fazla büyütmek, ona takılıp almak, altında ezilmek akıllı insanın işi olmadığı gibi, kendini yaratana da saygısızlıktır. İnsan nisyan ile maluldür denir, belki bazı şeyler unutulmaz ama hayat bize verenden ötürü değerlidir ve gerektiğince yaşamalıdır. Rıfat Ilgaz’ın Bilmeyecekler diye bir şiiri var, bu şiirde sanki tam da bu anlatılır. Bir taraftan hayatı sürdürürken bir taraftan da içindeki dertle hemhal olmayı anlattığını düşünürüm her okuyuşumda.
Geride kalanlara ne bırakacağım,
Çocuklarıma,
Onların da çocuklarına?
Olsa olsa Karadeniz'den payıma düşeni…
Beş on evlek yer gökyüzünden.
Ne vermek istedimse sağlığımda,
Ne veremedimse,
Gizlenip kaçışlardan.
Biliyorum bu yüzden
Yokluğumu çekmeyecekler,
Hep yaşıyormuşum gibi gelecek onlara
Biraz ötelerde, uzaklarda.
Babamız diyecekler, dedemiz,
Dur durak bilmezdi,
Dert nedir, tasa nedir bilmezdi…
Neyi bildiğimi bilmeyecekler.
Evet belki de her insanın içinde bir şey var ve bizler sadece kendi içimizdekini biliriz. Derdimiz bizi olgunlaştırabilir ama hayatın dışında kalmamıza neden olmamalıdır. “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.” diyor Üstat Necip Fazıl, öyleyse yarına uzanmayan bir eli olmalı insanın. İşte bu yüzden yaşamak ciddi iştir. İnsan bu dünyadan derdini mazeret olarak götüremez. Dünyada biraz melal güzel, hatta gereklidir ama her şeyde olduğu gibi o da kıvamında olmalıdır. Yol yürümekle mana kazanır, menzil erişilince meyve verir. Hem çabamız olmalı hem de çabamız hırsımızın esiri olmamalı... İşte denge... Hayatta hep olması gereken...
Bu dünyaya bir kere geliyoruz o zaman bütün güzelliklerinden, helal dairesi içinde faydalanmalı...
Sevgiyle kalın.