Prof. Dr. Ali Akpınar
Yaşamak için çok neden var
Yaşamak için o kadar çok neden var ki!
Bir anne dert yanıyor:
Evlendik, on yıl çocuğum olmadı. Sonra bir kızım oldu. On beş yaşında babasıyla birlikte kaza yaptık, kızımı ve kocamı kaybettim. Ondan sonra dünyam karardı, tüm her şeyim yıkıldı, yaşamam için bir neden kalmadığını düşünüyor ve şu soruların ağında mahvoluyorum:
Neden bütün belalar beni buldu?
Tanrı neden bana zor verdiğini, kolay aldı?
Madem alacaktı niye verdi?
Baba kaza yaptı, neden ceremesini masum çocuğum çekti?
Ben niye ölmedim?
Ben en değerli iki varlığımı ve onlarla birlikte inancımı, yaşama sevincimi, hülyalarımı kaybettim; ama kimsenin umurunda değil! Güneş doğuyor, yağmurlar yağıyor, Tanrı da bütün bunları seyrediyor? Bütün bunların karşısında ben de kahroluyorum?
Zamanının da kısıtlı olduğunu bitmeyen sorularına ekliyor ve ağlamaya başlıyor.
Cevap olarak şunları söylüyorum:
Bir kere böyle zor ve çok soruları dar zamana bırakmayalım. Geniş zaman da konuşalım.
Sonra şöyle devam ediyorum:
Hz. Ömer, boş eve hırsız girmez diyor. Bu gibi sorular aklınıza geliyorsa bu sizin boş olmadığınızı gösterir. Ancak, vesveseleri getirenin hırsız olduğunu bilmeniz ve buna karşı durmanız lazım.
Kur’ân, bilmiyorsanız bilenlere sorun, diyor. Peygamberimiz de soru sormak, bilgisizin şifasıdır buyuruyor. Dolayısıyla sormak ve sorgulamak güzel bir şey, bunda çekinilecek bir şey yok. Yeter ki iyi niyetli ve öğrenmek için soralım.
İslam, insan kaynaklı bütün sorulara ikna edici cevaplar verir, insanla ilgili bütün sorunlara çözümler üretir. Yeter ki soruları doğru soralım ve cevaplarını kaynağından alalım, sorup sorgulayabilelim. Bizler ikna edici cevaplar veremiyorsak, bu bizim eksiklik ve acizliğimizdendir, İslam’dan değildi.
Kâinatta olan her şey İlahî program sınırları içerisinde gerçekleşir. Yüce Allah’ın, bir adı da Hakîm’dir. O’nun her söylediğinde, her yapıp ettiğinde sayısız hikmet ve sırlar vardır. Biz insanlara düşen bu hikmet ve sırları anlamaya çalışmaktır. Bu hikmetlerden bir kısmını görüp anlayabiliriz, bir kısmını zamanla anlayabiliriz, bir kısmını öteki dünyada anlayacağız, bir kısmını bazılarımız anlayabilir, bir kısmını da hiç anlayamayız.
Kur’ân’a göre hayat, ne sadece dünyadır, ne de sadece ahiret. Hayat, dünya ahiret bir bütündür. Hayatı bir bütün olarak görmek ve yaşadığımız olayları bu bütünlük içerisinde değerlendirmemiz gerekir. Dolayısıyla hayat sürecini bir bütün olarak görmeden, olayları değerlendirmek tek taraflı ve eksik bir değerlendirme olacaktır.
Hayatın önemli ve kalıcı/esaslı bölümü olan ahiret, ölüp diriltildikten sonra başlayacaktır. Ahiret iyi ki vardır. Ahiret olmasaydı, dünyada iyilikler yapıp yaptıklarının karşılığını tam olarak alamayanların; sürekli kötülük yapıp yaptıklarının cezasını tam olarak çekmeyenleri izah etmek mümkün olmazdı. Onlarca kişinin ölümüne sebep olmuş bir zalime, şu dünyada verilen en ağır ceza bile hiçbir mağduru tatmin etmeyecekti. Bu nedenle ahiretin olması adaletin gereğidir. Zaten tarih boyunca peygamberler ve akıl sahibi pek çok insan ahiretin varlığını söylemiş ve ispat etmişlerdir.
Hayat acıları ve tatlılarıyla yaşanılabilirdir. Hayatta acılar, tatlıların yanında çok az ve basit kalır. Yemeğe lezzet katan tuz ve biberidir. Hayatta sağlıklı günler, hastalıklı günlerden çok fazladır. Kazasız anlar, kazalı anlardan çok fazladır. Depremsiz zamanlar, saniyelik depremlerden çok daha uzundur. Ama insanlar, kazasız belasız geçen zamanlarının farkına varmazlar da hep kaza-bela anlarını konuşurlar. Sağlıklı yaşadıkları bunca zamanı konuşmazlar da, hastalıklarından dert yanar dururlar. Yeryüzünün sakinliğini konuşmazlar da üç beş saniyelik depremi konuşurlar. Sürekli doğan, aydınlatan ve ısıtan güneşi kimse takdir etmez de; on yıllar içerisinde birkaç saniye tutulan güneşi izlemek için insanlar birbirleriyle yarışırlar. Sanki güneşin ayıbını ararmış gibi. İnsan bir ya da birkaç organının eksikliğini yahut aksaklığını görür de, varlığının bütün yanlarını görmezden gelir.
Her insanın hayatında acılar ve tatlılar vardır. En dertsiz gibi gözüken insanın bile nice sıkıntıları vardır. En sıkıntılı gibi gözüken nice insanın içerisinde yaşadığı sayısız nimetler vardır. En kötürüm, en yoksul insan bile, pek çok nimetin içerisindedir. Var olmak nimetlerin en büyüğüdür. İnsan olmak en büyük nimetlerdendir.
Dünyada iki güzellik bir arada, tüm güzellikler tek kişide toplanmamıştır. Yüce Allah, nimetlerini hikmet gereği dengeli bir şekilde, nimet/külfet dengesi çierisinde paylaştırmıştır. Allah, rahmetini dilediğine verir, ama O adalet ve hakkaniyet içerisinde paylaştırır. Kimine ilim verir kimine irfan. Kimine evlat verir kimine eş dost. Kimine mal makam verir, kimine saygınlık, şan şeref. Kimine hemen verir, kimine ilerde verir. Kimine dünyada verir, kimine ahrette verir, kimine de her iki dünyada birden verir…
İnsanlar, bir vücudun organları gibidirler. O vücuttan bir organ rahatsız oldu mu, tüm vücut o acıyan/ağrıyan organ için seferber olur, uykusuz kalır, onu iyileştirmek için didinirler. Parmak ucuna batan bir dikenin acısını ta beyin duyar, göz uykusuz kalır. Baş ağrısını dindirmek için ağız, acı olan ilaç tabletini çiğner, boğaz yutar, mide eritir ve kana karışmasını sağlarlar. İnsan da toplumun bir uzvudur. O da kendinden ibaret değildir. O da yaşadıklarını yalnızca kendisi için yaşamaz, belki hem kendisi hem de başkaları için yaşar, hem şu an için, hem de kendinden sonra gelecekler için yaşar… Nitekim biz, geçmişi ibret almak için okumuyor muyuz?
Sözgelimi bir insanın çektikleri, hem kendisi içindir, hem başkaları içindir. Önce yaşadıkları kendisi içindir, onu pişirir, olgunlaştırır, sabır abidesi yapar, derecesini yükseltir. Aynı zamanda yaşadıkları başkaları içindir, onlara da ibret olur, onları da acılara/hayata hazırlar, onlara yardımlaşma ve hallerine şükretme bilinci aşılar.
Bir başka husus günahların sorumluluğu bireyseldir, herkes kendi günahından sorumludur. Bu konuda Kur'ân, insan için ancak kendi yaptıkları vardır, hiç kimse bir başkasının günahını/vebalini yüklenemez, der.
Kur’ân, ölmesi yaşamasından hayırlı olan çocuktan bahseder. Bir çocuk ki, yaşasa hem kendisine zarar verecek, hem ana babasına, hem de çevresine zarar verecek. Ama o küçük yaşta ölürse, günahlara batmadan, kötülüklere bulaşmadan cennete gidecek, anne babası ve çevresi de rahatsız olmayacak. Onların çocuklarını kaybetmekle çektikleri acı, çocukları yaşasaydı çekecekleri acının yanında çok az ve hafif kalacaktı.
Yine Kur’ân, insanların başlarına gelenlerin, kendi elleriyle işledikleri yüzünden olduğunu söyler. Bu yüzden insan, başına gelen olumsuzluklar sonucunda kendisini sorgulamalı, nerede yanlış yaptığını tespit edip kendisini düzeltmeli, hatalarından vaz geçip tevbe etmelidir.
Bir de insanların başına gelen olumsuzluklar, ille de o insanların kötü oluşlarından kaynaklanmaz. Sözgelimi peygamberler en fazla bela ve musibete uğrayanlardır. Bu bela ve musibetler, onları pişirmek olgunlaştırmak, hayatın zorlu sınavlarına hazırlamak, onların sabrını başkalarına örnek olarak göstermek ve onların Allah katındaki derecelerini artırmak içindir.
Yine bazı insanların üzerine yağmur gibi yağan nimetler, ille de onların iyi kişiler olduğu anlamına gelmez. Firavunlar, Nemrutlar, Şeddatlar, onca zulüm ve azgınlıklarına rağmen variyet ve saltanat içerisinde yaşamışlarıdır. Yüce Yaratıcı, kimine kahrından verir, kimine lütfundan verir. Yüce Allah, yaptıklarından dolayı sorgulanmaz, ama O’nun yaptığı her şeyde sayısız hikmet vardır, O asla anlamsız ve boş işler yapmaz.
Olaylar görecelidir, bakış açısına göre değişir. Yaşanan bir olay, biri için iyi güzel, bir diğeri için çirkin ve istenmeyen olabilir. Ekininin olması yahut çamaşırının kuruması için güneş bekleyen bir kişi için yağmur istenmeyen bir şeydir. Tarlasına tohum eken kimse için ise yağmur şiddetle istenen bir şeydir. Tıpkı bunun gibi, tabiat olayları herkesin bakış açısına göre değişiklik arz edebilir.
Sözgelimi acılar içinde kıvranan bir anne için yağan yağmurlar, gözyaşı olarak da değerlendirilebilir; ağıda rağmen düğün yapan bir olay olarak da. Güneşin batması, bir yas olarak da görülebilir, her şeye rağmen hayata devam eden biri olarak da. Kaldı ki tabiat olayları birkaç kişi için değil, her şey içindir. Yağmurlar kimileri için sel tufan olur, kimileri için ise rahmet yağmurları. Esen rüzgârlar kimileri için rahmet aşılayıcıları, kimileri için ise kasırga olabilir.
Kısaca bunca olumsuzluklarına rağmen, hayatın olumlu yanları pek çoktur. Hayat, her şeye rağmen güzeldir ve yaşanmaya değerdir. Akıllı kimse odur ki yaşadığı olaylardaki hikmeti yitiği olarak görür ve onu bulmak/anlamak için didinir. Olayların hikmetlerine erildikçe, en acı olaylar tatlı hale gelir.