Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Yaşlılık bir bilgeliktir
İnsan hayatı; çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık olmak üzere dört dönemde değerlendirilir. Yaratılış yasasına göre bu dönemleri biyolojik anlamda durdurmak mümkün değildir. Ama daha sağlıklı yaşayabilmek için önlemler almak biraz elimizdedir. Yaşlılık, insan organizmasının dokusal boyutta giderek fiziksel anlamda işlevselliğini yitirmesidir, şeklinde tanımlanabilir. İnsan psikolojisi hep genç olmayı, genç kalmayı, genç görünmeyi sever, ihtiyarlık döneminde bile kendisine bir gence muamele edilir gibi muamele edilmeyi bekler. Çevremizde yetişkinlik çağını çoktan aşmış bazı kimseler, eğer erkekse kendilerine abi yerine “dede” ve “amca”, eğer kadınsa, abla yerine “teyze” vb. şeklinde hitap edilmekten hazzetmezler. Yine bundan dolayı bazı yaşlılarımız torunlarının kendilerine ‘dede’, ‘nine’ yerine “büyük baba”, “babaanne”, “anneanne” demelerini isterler. Hâlbuki dede, amca, teyze gibi hitap tarzları belli yaşların gereği bir saygınlık ifadesi olarak görülmelidir. Böyle olması gerekirken, tüketim kültürünün getirdiği genç kalmak, güzel olmak, sağlıklı yaşam gibi popüler mesajlar tersinin düşünülmesini kışkırtmaktadır. İnsan psikolojisinden anlayan satıcılar, ihtiyar yaştaki müşterilere mal pazarlayabilmek için “bu elbise sizi çok genç gösterdi” gibi sözlerle onun bilinçaltına hitap ederek mal satın almalarını sağlarlar. Özellikle günümüzde insanda tüketim arzularını kamçılamak isteyen reklâm tröstleri, sömürü çarklarını “gençlik” üzerinden sürdürmektedirler. Örneğin, zorunlu haller dışında popüler kültürün de etkisiyle güzel ve genç kalmak adına günümüz insanı maliyeti yüksek olan estetik ameliyatlara büyük paralar ödemektedir. Birçok insan genç ve güzel kalmak uğruna estetik yaptırırken ameliyat masalarında ya ölmekte ya da sakat kalmaktadırlar. Sağ kalanların çoğu da fiziksel görüntülerinin genç gibi olmasına rağmen, iç dünyaları ihtiyar olduğu için kendi ruh dünyalarında bir çatışma duygusu yaşarlar. Aslında insan psikolojisi, beden ve ruh, madde ve mana uyumu üzerine kurulmuştur. Eğer herhangi bir kimsenin inançları zayıfsa, kendisiyle barışık değilse, bu çatışmanın sonu, istenmeyen kötü sonuçların yaşanmasına zemin hazırlayabilir. Çünkü uyumsuzluğun olduğu yerde çatışma başlamaktadır. Her şey zamanında güzeldir. İnsan hayatında her dönemin kendisine özgü bir güzelliği vardır. İnsan bu dönemleri kabullenmeli ve meşrû çerçevede kalmak şartıyla doya doya yaşamalıdır. Yaşlılık bir birikimdir. Biyolojik yaşlılık aynı zamanda tecrübe ve deneyimlerin genç nesillere aktarılmasında iyi bir fırsattır. Gençlerin enerjisiyle yaşlıların bilgeliği buluşursa, bu sentezden güzel neticeler elde edilir.
Öte yandan bilge kral Ali İzzetbegoviç’in ifade ettiği gibi, ahlâkî-dinî ölçülerden mahrum olan ve sırf aklî saikleri tanıyan günümüzün hâkim uygarlık anlayışı dünyayı giderek daha fazla gençliğin ölçülerine ve zevklerine uygun olarak biçimlendirmektedir. Bu maddeci tavır, doğrudan olmasa da dolaylı olarak yaşlıları dışlamakta ve onların toplum dışına atılmalarına sebebiyet vermektedir. İnanç ve değerleri zayıflamış toplumlarda yaşlıların durumu içler acısıdır. Elbette bir kimsenin çocukları ve yakınları muhtaç oldukları zaman anne-babalarına, dayı, teyze, amca ve halalarına bakmak gibi manevi bir görevle de yükümlüdürler. Eğer onlar bakımlarını üslenmezlerse, devlet, oluşturduğu sosyal hizmetler kurumu aracılığıyla onların bakımlarını üslenir. Şunu da unutmayalım ki, insanı mutlu eden bir bakım evinde kalması değil, yaşlıya kendi ortamında hizmeti ayağına götürmek suretiyle büyük aile içinde yaşamasını sağlamaktır. Modern devlet örgütlenmeleri bu manada sosyal dayanışma içerikli ara mekanizmaları yok ettiği için mensubiyet duygusundan yoksun kalan birey yalnızlaşmaktadır. Yalnızlık insanın daha çabuk yaşlanmasını ve çökmesini hızlandırmaktadır. İnsanın yakınları varken huzurevine düşmesi, yaşlıda ümitlerini kaybetmesine yol açmakla kalmıyor toplumun gözünde ‘değersizleştiği’ni fark etmesini sağlıyor. Fransa’da yapılan bir aile araştırmasında huzurevlerine düşenlerin yarısından çoğu ilk yarıyılda öldükleri, evli olan çiftlerin, bekârlardan daha uzun ömürlü yaşadıkları tespit edilmiştir.
Yaşlılara değer vermek biraz da insana bakışla alakalıdır. Metafizik arka planı olmayan Batı yaşam tarzında insan değersizleştirilir. Zira bu zihniyette onu değerli kılan ölçütler, maneviyata değil, dünyevi menfaate dayalıdır. Menfaat bitti mi sosyal ilişki de biter. Örneğin, ardında milyonlarca bağlısı ve hayranı bulunan bir ses ya da sinema sanatçısını düşünelim. Bu sanatçılar dün gençken, güzelken, yıldızdı, gençlerin idolü idi. Ama şimdi fiziki yapılar pörsüdü, güzellik bitti, yıldızlar söndü, onun üzerinden menfaat devşiren çevreler de piyasasını kaybetti. Dünün tanrılaştırılan bu insanları bir anda maddeci toplum tarafından dışlanır ve yalnızlığa terk edilirler. Ne arayanları olur, ne soranları. Büyük bir ruhsal travma/sarsıntı içerisine giren bu insanlar soluğu psikiyatri kliniklerinde ararlar. İnsanın yalnızlaşması, ürettiğinin karşılığını görememesi, takdir edilmemesi, aranıp-sorulmaması, dostlarını kaybetmesi gibi birçok sosyal ve psikolojik nitelikli sebeplerdir. Dün yere-göğe sığdırılamayan bu insanlar, etraflarında binlerce taraftarı olan bu kimseler yaşlanınca, çaptan düşünce menfaate ayarlı ilişkiler bitince, hastane köşelerinde, huzurevlerinde sessizce bu dünyadan ayrılırlar. Televizyon ekranlarında cenaze haberlerinin akabinde yakınları bu kimselerin dostları tarafından aranmadığından, sorulmadığından şikâyet ederler. Biraz da böyle istenmeyen bir sonuçla karşılaşmayı insanoğlu kendisi hazırlamaktadır.
Çare; biyolojik anlamda hangi yaş grubundan olursak olalım, insana bakışımızı Allah merkezli bir hale getirmedikçe sorunları çözemeyiz. Çünkü insan sadece biyolojik bir varlık değildir. Merhamet ahlakını bize din kazandırır. Merhamet eğitimi almayan kimselerin gözünde insan, ister ana, ister baba, isterse kardeş rolünde olsun biyolojik bir varlık olarak muamele görmekten öte bir anlam ifade etmez. O halde gelin yaşlılar haftasında meseleye bir de bu açıdan yaklaşalım.