Zeki Oğuz
Yaylalarda
Şehir yanıyor, yakıt kokusu bir yandan, asfaltın göğe sünen sıcaklığı bir yandan, gürültü, kirlilik bir yandan boğuyor insanı. Parklarımız oturulamaz hale geldi bir yanda Suriyeli, öte yanda Somalili, gürültücü ve pisler, bir o kadar da saygısızlar. Fazla merhametten maraz doğar, derler, biz o marazı bin katıyla yaşıyoruz.
Beş fotoğraf tutkunu dağlara, yaylalara kaçtık cumartesi günü. Dert yalnızca fotoğraf çekmek değil elbette, pisliklerden kaçmak ve güzelliklere ulaşmak.
Hadim’i geçtikten sonra Dedemli sapağından sola dönüp yayla yoluna düştük, tabi her gördüğümüz güzellikte bir an durup, o güzelliği sonsuzlaştırarak. Oralara gidemediğimiz zamanlarda o görüntülere yeniden bakmak, o anları yeniden yaşamak duygusu veriyor insana.
Taşeli platosunun başladığı bu yerlerde Sarıkeçili dostlarımız yayla alırlar. Dedemli sapağından Ali Efendi Yaylasının üstlerine kadar uzun aralıklarla yörük obaları vardır. Niyetimiz bu obaları ziyaret ede ede Taşkent üzerinden geri dönmekti.
İlk durağımız Karacanın çadırıydı. Asıl adı Musa ama herkes Karaca, der ona. Musa Gök desen belki kimse tanımaz ya da hangi Musa, diye sorarlar çünkü bir sürü Musa Gök var Sarıkeçililerde. Kendisi yokmuş, bazı davar tüccarlarını Boz Ali’nin yaylasına götürmüş. Oğlu Murat karşıladı bizi, hemen çaydanlığı ocağa sürdü. Az sonra eşi Urkiye geldi. Bir oğulları askerde, yakında gelecek, kızları gelin etmişler. Birkaç gün sonra kırkım varmış, yine gelin, diyor Urkiye hanım. Araya ramazan ayı girince bugünlere kalmış kırkım. Bütün obalarda kırkım telaşı vardır artık. Gününü haber ederseniz elbette geliriz, diyerek ayrıldık obadan.
Mahmut Uçar’da çadırında yoktu. Sanırım kayını Mesut Gök ile Aydıncığa inmişler ehliyet işi için. Mahmut develeri çok seviyordu ama yalnız olunca satmak zorunda kalmış. Eşi Songül üç çocuğuyla çadırdaydı. Songül’ün kurduğu sofrada karnımızı doyurduktan sonra Kosovalı Çavuş’un obasına vardık.
Onun da gerçek adı Musa Gök ama Kosovalı diye çağırıyorlar. Kardeşleri Mehmet ile Kenan davarın peşindeler. En küçükleri Derya Ermenek’te okuyor. Bir yıl önce rahmetli olmuştu babaları. Ermenek yaylalarında bütün aileyle birlikte çekindiğimiz bir kare hala gözlerimin önünde. Geçtiğimiz yıl geldiğimde küçücüktü Aslı. Derya onun tırnaklarına kırmızı oje sürmüş, bizden saklamaya çalışıyordu. Yine de yakalayıp bir sürü fotoğrafını çektim.
Biz Kosovalı ile sohbet ederken Kuş Ali’nin oğlu Bayram geldi. Birkaç gündür oralardaymış, onu görmek sürpriz oldu çünkü onların yaylası hayli uzak buralardan. Göksu Irmağının batısında Ağaçcı köyünün yaylasında konaklıyorlar iki yıldır.
Gevne sırtlarında Bahşişli yörükleri orakla ekin işliyorlardı. Yanlarına varıp bereketli olsun, dedik. Gevne Barajı çoktan dolmuş su Beyre Köyünün altlarına kadar sokulmuştu. Bahşışlar bahar aylarında bu yaylalara geliyor güzün Alanya’ya dönüyorlar. Yağmur bol olunca ekinler iyi boylanmış kimi yerlerde yatmıştı, hayli yorucu bir işti orakla ekin işlemek. İşleme işi bittikten sonra patosa veriyorlarmış.
Taşkent yaylalarında uğramak istediğimiz daha birkaç tane oba vardı ama vakit çok geç olmuştu. Taşkent’te Sultan Suyunda kısa bir duraklamadan sonra dönüş yoluna düştük.