Zeki KAYA

Zeki KAYA

Gençlik yıllarına kadar başarılı bir kaynakçı ustası olarak kendisini yetiştiren, askerlik dönüşü ise otomobil sektörüne giren ve 30 yıl galericilik yapan işadamı...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

ZEKİ KAYA

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

Günümüzün otomobil sektöründe marka olan iş adamı Zeki Kaya, 11 Nisan 1951 günü dünyaya gelir. Mehmet ve Rabia Kaya çiftinin beşinci çocuğudur. Zeki Kaya, Çumra’nın Süleymaniye köyünde doğar. 

Süleymaniye köyü daha sonra yapılan düzenleme ile Çumra ilçesinden alınıp Akviran’a bağlanır. Baba Mehmet Kaya, köyünde çiftçilik yaparak geçimini temin edip ailesine bakmaktadır. Kaya çiftinin çocukları Sabahat, Melahat, Havva, Zeynep, Zeki ve Talip anne ve babası ile mutlu, sağlıklı bir çocukluk geçireceklerdir.

KAYA AİLESİ KAFKASLAR’DAN ROMANYA’YA, BURADAN DA YAKLAŞIK 150 YIL ÖNCE ANADOLU’YA GÖÇER

Kaya ailesinin yaş kütüğünde biraz derinlere inildiği zaman ailenin yaklaşık 150 yıllık geçmişine ulaşılıyor. En son tarihte aile kendi bölgesinde dağlı ya da dağlılar olarak bilinmekte. Anne Rabia Hanım da Hadim ilçesi Dedem köyündendir. Ancak ailenin kökü Tatar’dır. Yaş kütüğünde biraz derinliklere inilip ‘nereden nasıl gelmişler’ diye araştırıldığı zaman Kaya ailesinin ataları Kafkaslardan Romanya’ya, Köstence’ye göçmüşler, tahminen de 150 yıl önce Anadolu’ya geçmişler ve Çumra yöresine yerleşmişler.

 

SÜLEYMANİYE 35 HANELİ TİPİK BİR ANADOLU KÖYÜDÜR

Zeki Kaya’nın dünyaya geldiği ve en güzel çocukluk yıllarını geçirdiği Süleymaniye köyü 35 hanelik tipik bir ova köyüdür. Haneler eski taş evlerden oluşmaktadır. Çardak denilen bölmeleri ünlüdür ve evler genelde iki katlıdır.  Bu iki katlı evlerin girişinde iki oda bulunmakta üst katta da klasik iki oda bulunmaktadır. Çocukluğunda bol bol kuzu güttüğünü anlatan konuğumuz Zeki Kaya, bir de o çok sert ve uzun geçen kış aylarını unutamamaktadır. Çünkü o zamanlar bir kar yağışının başlaması ile o yağışın en az beş altı gün durmadan devam ettiğini hatırlamaktadır.

YENİ SÜNNET OLMUŞTUM; TARLADA ÇALIŞIRKEN KÜREĞİN SAPI YENİDEN SÜNNET YERİME ÇARPINCA

Konuğumuz çocukluk yıllarında köyünde iken unutamadığı bir hatırasını şöyle anlatır: Yanılmıyorsam daha 5-6 yaşlarında idim, yeni sünnet olmuştum. Ama bir süre sonra tarlada çalışmaya başlamıştım. Tarlada çalışırken bir gün küreğin sapı aniden sünnet olduğum yere değdi ve yeniden çok fena bir şekilde kanama başladı. O günkü, o anki korkumu, heyecanımı hiç unutamıyorum. Bir de o zamanlar çocukluk işte, dağlarda kırlarda çok güzel çiçekler, otlar olurdu, biz de onları toplardık. Mesela domalan toplardık. Bir sarnıç vardı. Oradan su alırdık. İçme suyunu oradan kullanırdık. Yıl 1955-1956 idi. Harman sürerdik, düvene biner onu sürerdik… Çardağımız vardı, rüzgâr beklenirdi… Harman yerinde rüzgâr çıksın da savuralım diye.

BABA MEHMET KAYA’YA BİLGİSİNDEN DOLAYI ÖĞRETMEN LAKABI TAKILMIŞTIR

 

Babamın bütün dünyası benim okumam içindi. Öyle ki tam 400 dönüm tarlamız vardı. Babam okuyan insanı çok severdi. Aslında babam o yıllarda ilkokuldan sonra askeri okulun imtihanlarına girmiş ve bu imtihanları kazanarak askeri okula gitmeye hak kazanmış. Ama o esnada annesi ölmüş, ardından da babasını kaybetmiş. Arka arkaya gelen iki acı ölüm olayından sonra babamın bir daha okuma şansı kalmamış. Hayatın zorlukları ardından da geçim derdine dalmış. Ama babam çok bilgiliydi. Babama köyde hep “öğretmen” derlerdi öyle ki babam köyde okuma yazma bilmeyene okuma yazma öğretirdi. Benim okumam için de bütün tarlayı tapanı, işini gücünü bıraktı ve benimle Konya’ya geldi…

EĞİTİME İNANAN VE ÇOCUKLARININ OKUMASINI İSTEYEN BABA MEHMET KAYA KONYA’YA GÖÇER

Baba Mehmet Kaya köyünde eğitime inanan ve çocuklarının da çiftçilikten değil okuyarak, eğitim alarak kendi ayaklarının üzerinde durmasını istemektedir. Ve bu inanç doğrultusunda 1957 yılında doğup büyüdüğü toprakları terk etmeye karar verir ve Konya’ya gelir. Buna karar verdiği zaman oğlunu da yanına alır ve at arabasına binerek Konya’nın yolunu tutar. Köyden at arabası ile Konya’ya gelmek için yola çıktıkları gün bir sonbahar günüdür. Minik Zeki de o gün babası ile birlikte Konya’ya gelmenin heyecanı ve neşesi içerisinde, eşyalarını at arabasına yüklemiştir.

OTELDE GEÇEN TAM BİR YIL

 O zamana kadar toprağına bağlı olarak çalışan bir çiftçi olan baba Kaya, ilk iş olarak da otel kâtipliğine girer. Baba Kaya önce Mevlana meydanındaki Taşbaşı Otel’de kâtiplik yapar. Minik oğlu ile tam bir yıl çalıştığı otelde yatar kalkarlar. Daha sonra ise Cumhuriyet Ekmek Fabrikası’nda çalışır ve burada kâtiplik yapar. Daha sonraki yıllarda ise ev aldığı ve yerleştiği Hacı Fettah Mezarlığı’nın orada bir küçük dükkânda orlonculuk yapar. Ama baba Mehmet Kaya, Konya’ya gelirken yanına küçük oğlu ve yazımızın bu bölümündeki konuğumuz olan küçük Zeki’yi de yanına alır. Eşi ve diğer çocukları ise köyde kalmışlardır. Bir yıl oğlu Zeki ile otelde kalan ve Konya’ya alışan Mehmet Kaya yaklaşık bir yıl sonra da eşini ve diğer çocuklarını köyden getirerek Konya’ya yanına alır.  Baba Kaya’nın bu kararı almasında en önemli ve tek bir neden vardır; o da oğlu Zeki Kaya’nın okuması, büyük bir adam olmasıdır.

ÖNCE AKÇEŞME İLKOKULU ARDINDAN 19 MAYIS’A GİTTİM

 

Zeki Kaya okul çağına geldiği zaman babası onu Akçeşme İlkokulu’na yazdırır. İsterseniz yaşam öyküsünün bu bölümlerini kendisinden dinleyelim:

İlkokulda ilk iki sene Akçeşme İlkokulu’na gittim. İlk öğretmenim Muazzez hoca hanım idi. 3. sınıfa geçtiğim zaman beni 19 Mayıs İlkokulu’na kayıt ettirdiler. Yani babam Cumhuriyet Ekmek Fabrikası’nda iken Akçeşme İlkokulu’na gidiyordum. 3. sınıfı 19 Mayıs İlkokulu’nda okuduktan sonra 4. ve 5. sınıfları ise Necati Bey İlkokulu’nda okudum.

EZBERİM ÇOK İYİ OLDUĞU İÇİN BENİM HAFIZ OLMAMI İSTİYORLARDI

Babam daha sonra Hacı Fettah Mezarlığı’nın orada bir ev satın aldı. Yanılmıyorsam 1962-1963 yıllarıydı… İlkokulda en çok sevdiğim derslerin başında matematik ve tarih dersleri gelirdi. Resim dersini ise pek sevmezdim. Bir de benim ezberim çok iyi idi. Ezber işinde çok başarılıydım. Daha ilkokulda iken Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş hatim inmiştim. O zamanki hocam benim için “illa bu oğlanı hafız yapalım” demişti. Ama ben de okumak istiyordum ve “okula gideceğim” diye tutturmuştum.

BİLGİ YARIŞMALARINA HEP BENİ SOKUYORLARDI

İlkokulda iken de hapishanenin yani eski hapishanenin olduğu yere Cumhuriyet Ekmek Fırını’nın olduğu yere yürüyerek gider gelirdim. Hocalarım sınıflar arası bilgi yarışmalarına hep beni sokarlardı. Başarılı bir öğrenci sayılırdım, öyle haylaz filan değildim. Yazları ise yine kendi köyümüze gidiyor, hayvanları güdüyor, onlara bakıyordum. Tabii çok sevdiğim oyun gibi gördüğüm düveni sürüyordum.

HARIMDA BOL BOL TOP OYNUYORDUK

Babamın Hacı Fettah Mezarlığı’nın orada aldığı ev iki katlı kerpiçten bir ev idi. Bizim birader hala o evde oturur. Bahçesi vardı, evin dışı kara sıvadan idi. Evimizi de kendimiz sıvamıştık. Hacı Fettah Mezarlığı’nın oraları bilenler, orada doğup yaşayanlar iyi bilirler… Orada Harım diye bir yer vardır. Orada da arkadaşlarla birlikte bol bol top oynardık.

DEVRİM ORTAOKULU’NA GİTTİM AMA İKİNCİ SINIFTA DEVAMSIZLIK YAPINCA

İlkokulu bitirdikten sonra ortaokul için babamlar beni Devrim Ortaokulu’na kayıt ettirdiler. Devrim Ortaokulu’nun açılışının ikinci yılında biz bu okula başlamıştık. Ama ikinci sınıfta ben bu okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü okuldan tam 18 gün kaçmışım ve devamsızlıktan kalmıştım. O zaman bir başkomiser vardı; Ali Koca. Onun oğlu vardı Uğur Koca. Onunla sigara içiyordum. Onunla sigara içmek için de Alaaddin Tepesi’ne gidiyorduk. Yine o zamanlar Alaaddin tepesine gidiyor Teksas Tommiks okuyorduk. O günlerden bir gündü; işte babam eve benden evvel gelmişti. O zamana kadar da babam beni hiç ama hiç dövmemiş, bana bir kez dahi olsun hiç vurmamıştı. Ama o gün ben eve girdiğimde babam çok kızgındı. Okuldan 18 gün kaçtığımı öğrenmişti. Sopa palaskayı hazırlamış beni dövecekti, bunu anladım. Önce beni karşısına aldı ve okuldan bu kadar gün kaçmamın sebebini sordu ve ben daha bunun cevabını vermeden, okuyup okumayacağımı sordu… Ben de o anda babama “okumayacağım” deyince beni dövmekten vazgeçti.

 

BABAM BENİ OKULDAN ALIP SARI YAKUP’TAKİ BİSİKLETÇİ MEHMET USTA’NIN YANINA VERDİ

Babamın arkadaşı  Mehmet Uğul vardı. Kendisinin bisikletçi ve kaynak dükkânı vardı. Bu dükkân Sarı Yakup Caddesi’nde idi. Eskiden Konya’nın sanayisi oralarda idi. Ben “okumayacağım” dediğim için de babam beni okuldan alıp onun yanına verdi ve ben babamla yaptığımız o görüşmenin ve verdiğimiz kararın ertesi günü bu dükkânda çalışmaya başladım. Artık bisiklet kaynakçılığı yapıyordum. Sarı ping yapıyordum, bu alüminyum kaynak işi idi.

DAHA SONRA SANAT OKULU GECE BÖLÜMÜNE GİTTİM

Ortaokul ikinci sınıfta 16 yaşında çocukça yaptığım devamsızlık sonrası ortaokuldan ayrılmak zorunda kalmıştım. Ama daha sonra Sanat Okulu gece bölümüne gittim 1.5 yıl filan da burada okudum. Sanat okulunda iken bir kaynak hocamız vardı, çok iyi bir hoca idi. Bizimle bire bir ilgilenirdi.

SANAYİDE ÇOK İYİ KAYNAK USTALARI VARDI

O zamanlar sanayide çok iyi kaynak işi yapan ustalar vardı. Mesela Mancı Galip gibi, Çete Usta gibi, Tornacı Hacı Ahmet Ford Servisi ikizler, Frenci Kara Ahmet, yine Frenci Memiş usta, Karasörcü Bursalı Ahmet, Döşemeci Yaşar, Kaportacı Sait gibi çok başarılı ustalar vardı…

MOTORUN ZİNCİRİNİ TAKARKEN ELİMİN PARÇALANDIĞINI FARK EDEMEDİM

Jawa marka bir motorum vardı. Onu öyle çok seviyor ona öyle bir bakıyordum ki anlatamam, bunu tarif bile edemem. Bir gün motorun zinciri çıkmış onu takıyordum. Taktıktan sonra bir baktım ki elim kan içinde daha sonradan anladım ki meğer o zinciri takerken kendimi kaybetmişim, elimi parçalamışım. Ama diyorum ya sanayide çalışırken öyle bir işime dalardım ki kendimi kaybederdim. Yani işimi çok seviyordum.

5 LİRALIK BİR DEPO KAYNAĞINA O GÜN TAM 50 LİRA VERMİŞLERDİ

Mesela çok zor olan depo kaynağını bile o yaşlarda çok iyi hatasız yapabiliyordum. Bir gün cumartesi akşamıydı ve sanayi kapanıyordu… Biz de elbiselerimizi filan giymiştik. Tam bu arada  bir şehirlerarası otobüs, dükkanın önüne yanaştı. Otobüsün deposu damlatıyormuş. Ama biz üstümüzü çıkarmış, elimizi yüzümüzü yıkamıştık… Şoför bu deponun kaynağını yapmam için adeta bana yalvardı yakardı. Kıramadım ben de tekrar soyundum ve üstümü değiştirdim Yolcular üzerinde iken deponun kaynağını yaptım. Hiç unutmuyorum, bana 5 lira verse yeteceği halde tam tamına 50 lira para verdi. O aldığım 50 lira o gün için öyle büyük bir para idi ki parayı arkadaşlarla harcaya harcaya bitirememiştik.

KENDİMİZE FIRTINA BEŞLER DİYORDUK

O zaman çok iyi bir arkadaş grubumuz vardı. Kadir Pekmezci, Tüccar Terzi Şerafettin, Hatunsaraylılar ziraat aletleri rahmetli Hüseyin Ambar ile yine rahmetli olan katip Ali çok iyi arkadaşlarımdı… Biz kendi kendimize fırtına beşler diye isim koymuştuk. O zamanlar Yeni Sinema, Şahin Sineması, Park ve Rüya sinemaları vardı… Bir de unutamadığım karayolları kahvehanesi vardı. Bu arada babam daha sonra evimizin bulunduğu mahallemizde bir orloncu dükkanı açtı. Yaklaşık bir sene bu dükkâna gitti geldi. Orlon ip filan sattı. Babam o zamanlar mahallemizde de Hacı Mehmet Ali diye biliniyordu.

VATANİ GÖREVİM İÇİN İZMİR’E GİTTİM DAHA SONRA İSTANBUL SELİMİYE KIŞLASI

1971 yılında İzmir Bornova’ya vatani görevimi yapmak için gittim. Ehliyetim vardı. 20 gün burada acemi birliğinde kaldıktan sonra İstanbul Selimiye Kışlası’na gönderildim. 1. Ordu Kurmay Başkanı Faik Türün paşam vardı... Daha sonra 2. Ordu Komutanı oldu. Selahattin Demircioğlu Tümgeneral Kurmay Başkanı idi. Paşamızın hanımı beni çok sevmişti. Mesela o zamanlar beni evlendirmeye bile kalkmıştı Bana kız bulmuş. Mesela hanımefendi bir gün bana “yavuklun var mı?” diye sormuştu. Ben yavuklunun daha ne olduğunu tam bilemediğim için kendisinin bu sorusuna “bilmiyorum efendim” demiştim. O da benim durumumu anlayıp daha da açık konuşmuş ve “nişanlın var mı, sevdiğin kız var mı?” diye sorusunu tekrarlamıştı. Bir gün de daha paşanın yeni makam şoförlüğünü yapıyordum. Arabada hanımefendi de vardı. Ben araba ile geri geri giderken heyecanımdan kaldırıma çıkmıştım. Paşa tabii bu duruma çok kızmıştı. Bana bağırmaya başladı. O zaman hemen hanımefendi devreye girdi ve heyecandan kaldırıma çıktığımı söyleyip beni savundu.

PAŞAM DAHİ OLMASA BÜYÜKLERİN MAÇINA SARI MEHMET’İN OYNADIĞI MİLLİ MAÇLARA GİDİYORDUM

Yine bir gün Trakya’da subayların atışları vardı. Lüleburgaz’daki bu atışlara paşalar da katılıyorlardı. Ben o atışlar sırasında paşanın makam arabasını yıkıyordum. Alay komutanımız da atışlarda başarılı olan subaylara kupalarını törenle veriyordu. Ben misafirhanenin önünde arabayı yıkarken aracın teybini de açmış müzik dinliyordum. Askerler arasında camoka diye bilinen bir albay yanıma geldi ve  “burası garaj değil niye arabayı burada yıkıyorsun’ diyerek bana bağırdı, kulağımdan tuttu… Ben de korkumdan yalan söyledim ve bunun bana paşamın emri olduğunu söyledim. Bu sözü duyunca kulağımı bıraktı ve bana da dokunmadı. O zamanlar yatakhaneler soğuktu, komutanımız askerleri adeta el üstünde tutar, onların haklarını korurdu… Mesela yatakhaneleri kontrol eder, eğer yatakhaneler soğuksa “niye bu sobalar yanmıyor?” diye yetkililere kızardı. İstanbul’da iken zaman zaman büyük maçlara da gittiğimiz oluyordu. Paşa olmasa da biz yine elbiselerimiz ile maçlara giderdik.  O zaman muhtıra verilmişti sıkıyönetim vardı. Fenerbahçe’nin milli maçlarına dahi giderdik. Hatta bizim Konyalı Sarı Mehmet milli takımda forma giyiyordu. Türkiye’nin İtalya milli maçını da asker iken gidip seyretmiştim.

BENİ MAKAM ŞOFÖRLÜĞÜNDEN ALMASINLAR DİYE GECELERİ KAYNAK İŞİ YAPIYORDUM

Bir gün garaja kaza yapmış bir araç geldi. Kaynakçı arıyorlardı ama bir türlü bulamıyorlardı. Alüminyum kaynak yapılacaktı. Bunu ben bildiğim için ortaya çıktım ve o alüminyum kaynağını çok güzel bir şekilde ve de hemencecik yaptım. Başçavuş bunu görmüş.  Tutturdu “seni buraya alacağız garajda senin gibi adama ihtiyacımız var” diye… Hatta bunu paşaya çıkıp durumu aktaracağım filan diyordu. Ben de paşanın makam şoförü olduğumu gerekirse geceleri bile gelip çalışacağımı söyleyip başçavuşu ikna ettim. Selimiye Kışlası’nda idik o zaman. Gerçekten de sırf beni paşanın makam şoförlüğünden almasınlar diye gerektiği zaman geceleri bile gidip çalışıyor kaynak işlerini yapıyordum.

ASKERDE İKEN NİŞANLANDIM DÖNÜŞTE İSE EVLENDİM

Askerdeyken izinli geldiğim zaman nişanlanmışım. Askerlik dönüşü ise hemen evlendim. 1973 yılında Hediye Hanımla evlendim ve bu evlilikten Faruk, Fuat ve Burak isimlerinde üç tane oğlum var.

ÖNCE TAKSİ ŞOFÖRLÜĞÜ YAPMAYA DAHA SONRA DA ARABA ALIP SATMAYA BAŞLADIM

Askerlik dönüşü ticari taksi alarak şoför olarak çalışmaya başladım. Bir sene böyle çalıştıktan sonra yeni bir araba daha aldım. O zaman da Marangozlar hattında çalışıyordum. Chevrolet marka steyşın tipi bir araba idi. 57 model idi. Ayda bin lira bin lira taksit ile bu arabanın da borcunu ödüyordum. Daha sonra bir tane daha hatlı araba aldım. Daha sonra 1980 yılında Köşk galeriye girerek altı ay süre ile kendi hissemle araba alıp satmaya başladım. O zaman da Zekai Eşsiz, Mehmet Çelik, Mehmet Erman ve Nafiz Toydemir vardı. Yıl 1983’te de Zekai Eşsiz, Mehmet Erman ve ben üçümüz bu işi yaptık.

96’DA ZEKİ KAYA OTO GALERİ’Yİ AÇTIM

Yıl 1996’ya geldiğimiz zaman  Galericiler içinde Zeki Kaya Oto Galeri’yi açtım.Burada Avrupa araba üzerine ticaret yapıyordum. 2002 yılında ise şu anda bulunduğumuz eski borsa binasının bulunduğu sanayideki arsamızı aldık. Burayı da Selami Candan, Lütfi Karaoğlu ve ben üçümüz almıştık. 2006 yılında Selami Candan bu ortaklıktan kendi isteği ile ayrıldı. Ve biz de 2007 yılının altıncı ayında buradaki petrol istasyonunu hizmete açarak otomobil sektörünün yanında bu işi de yapmaya başladık. 1996-1998 yılları arasında ikinci el otomobil ithalatı yaptım.

İKİ DÖNEM KTO MECLİS ÜYELİĞİ YAPTIM

Tabii ticaretimiz sürekli devam ederken bizde cemiyet işlerine gücümüz yettiği ölçüde katılıyor, eşe dosta tanıdık tanımadık insanlara hizmet etmeye çalışıyorduk. Bu arada Konya Ticaret Odası seçimlerine katıldık ve iki dönem arka arkaya odanın meclis üyeliğini yaptım.

BABAM RAHMETLİ SÜREKLİ OLARAK GALERİYE GELİR BENİ KONTROL EDERMİŞ

1984 yılında ilk Avrupa arabamı satmıştım. Nuri Reçber vardı. Nuri usta bana malı verir “Sat git paranı kazan ondan sonra benim paramı öde” derdi. Bana çok güvenirdi. Onun bana yaptığı bu iyilikleri hiç unutmuyorum. Nuri ustanın bir de söylediği “40’ına geldin mi kıtır kıtır 50’sine geldin mi artık adım adım geri gidersin’ derdi. Onun bu sözünü hiç aklımdan çıkartmam. Bir de babam rahmetli ben galericilik yaparken benim ticari geleceğimin kaygısıyla ben dükkânda yokken dükkâna gelir, arkadaşlara benim durumumu sorarmış. Öyle ki en az haftada bir-iki defa gelip ortaklara beni sorarmış.

SEDAT BUCAK’A BİLE ARABA SATMIŞTIM

Oto alım satım işi yaparken pek çok ünlü isme de araba sattım. Ya da onların arabalarını aldım. Mesela Belediye Başkanlarımızdan Ahmet Öksüz’e, Halil Ürün’e araba satışım oldu. Tabii şimdi ki Belediye Başkanımız Tahir Bey’e de başkan olmadan önce araba satmıştım. Bir de siyasetçilerden DYP’li milletvekili Sedat Bucak’a araba satmıştım.

ESKİDEN 30 GÜNÜN 20 GÜNÜ KESİNLİKLE YOLLARDA OLURDUM  

Eskiden o kadar çok çalışırdım ki ayın 30 gününün en az 20 günü ticaret yapmak için yollarda olurdum. Eskişehir, Mersin Ankara hiç durmadan araba piyasasını kontrol eder, araba alır satardım. Bu ticarette haddini bileceksin. Tamahkâr olmayacaksın. Sahtekâr olmayacaksın. Bir söz verdin mi o sözünde ne pahasına olursa olsun duracaksın, sözünden dönmeyeceksin. Alış verişte kesinlikle dürüst olacaksın. Dürüst insan hiçbir zaman hırs yapmaz. Ben de bu ticarette hiç hırs yapmadım. Tam 30 yıldan bu yana galericilik yapmaktayım.  

FENERBAHÇELİ FUTBOLCULARA, SANATÇI ZEKİ ALASYA’YA ARABA SATTIM

Tabii sporla da yakından ilgilendim. Mesela Konyalı olan ve halen Sivasspor’da forma giyen Yasir’in halasının eşiyim. Spor dünyasından birçok ünlü futbolcuya da araba sattım. Mesela Fenerbahçeli oyunculardan Kayhan, Suat,  Boliç, Bülent, Engin, İlker, bugün Beşiktaş’ın kalesini koruyan kaleci Rüştü’ye de araba satmıştım. Sanat dünyasından tiyatro ve film sanatçısı Zeki Alaysa da müşterim idi. Bugün yine çocuklarımın başında ticaret yaparken en büyük tutkum zevk aldığım otomobil dünyasının içerisindeyim.