Zeki SAYICI

Zeki SAYICI

Demokrat Parti, AP ve DYP yelpazesinin yaşayan tarihi, Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Yönetim Kurulu üyesi, PÜİS Genel Başkan Yardımcısı...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

Zeki Sayıcı

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

Bozkır ve Çumra güzergâhından Konya’ya gelen, bu bölgede o yılların zor şartlarında yokluğu ve hayatın tüm zorlukları görerek yetişen, bu arada kendisini de yetiştirmeyi bilen, ilerleyen zaman içerisinde siyasete giren ve Çumra Belediye Başkanlığı’nı başarı ile yaparak ilçesine birbirinden güzel eserler kazandıran, daha sonra Konya’da başta Ticaret Odası ve Sanayi Odası olmak üzere bir çok sivil toplum kuruluşunun en üst seviyesinde görevler alan, siyasetin iyi ve kötü tüm cilvelerini bire bir yaşayan, gönül dostu, tanıyanların ‘Zeki abisi’ örnek insan Zeki Sayıcı’nın hayat hikayesi Konya’mızın geçmişine değişik bir pencereden ışık tutacak.   

 

ZEKİ SAYICI AVDUL’DA DÜNYAYA GELİR, AMA BABASI NÜFUSA KENDİ TOPRAKLARI OLAN BOZKIR SOĞUCAK YAZDIRIR

 

Zeki Sayıcı 14 Şubat1942 günü Mehmet ve Zeynep çiftinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Sayıcı’nın Sabriye, Mustafa, Ahmet ve Gülizar isimlerinde kardeşleri varken, annesinin ilk eşinden de Merve ve Hüseyin isimlerinde iki kardeşi daha vardır.

Zeki Sayıcı, Bozkır Soğucak köyünden köyde çiftçilik hayvancılık çobanlıkla geçinen Kocabaş Mehmet lakaplı köyün fakir bir şahsının torunudur. Soğucak köyünde Kocakafalar köyün en zenginleridir. Şimdi bu ailenin torunları Konya’da Yamanerler olarak ikamet etmektedirler. Fakir çoban Kocabaş Mehmet, Mehmet Kocabaş İstiklal Harbi’nde şehit düşer. Gülizar hanım altı çocuğu ile önce Alibeyhüyüğü’ne yerleşir. Hocalık yapan kardeşinin vasıtası ile o zamanki Deli Osman çiftliği (Çayırbağı suyunu getiren meşhur cambaz Deli Osman), şimdiki Avdul köyüne yerleşir. İşte Zeki Sayıcı bu altı çocuktan Mehmet Sayıcı’nın oğludur. Deli Osman, Konya-Karaman arasında posta taşıma işini yapar. Menzili 50 kilometre olan bu çiftliğe kendileri gibi Bozkır tarafından gelen insanlar yerleşir. Önce ortakçılık yaparlar, sonra tarla sahibi olurlar ve bu köy kurulur. Köyün kuruluşu da bu ailenin buraya gelmesinden sonra başlar. Aile de Konya Karaman arasında Posta tatarcılığı yapar. Aile buraya yerleştikten sonra çocuklar dünyaya gelmeye başlar. Zeki Sayıcı da Avdul’da dünyaya gelir. Baba Bozkır ve Soğucak’ı unutturmamak için nüfus kağıdına doğum yeri olarak Soğucak yazdırır. Burada çiftçilik ve ticaret ile uğraşan Mehmet ve Abdurrahman kardeşler o günün şartlarında at arabası ile nakliye işi, Konya’da manifaturacılık, köyde çiftçilik, Çumra’da da yine çiftçilik ve manifaturacılık yaparken değirmencilik işine de girerler. Un değirmeni kurarlar. 1946’larda da çiftçilik ve manifaturacılık ile uğraşan iki kardeş 1963’e kadar birlikte çalışırlar, bu arada nakliyecilik ve petrolcülük işi de girerler. 1963 yılından itibaren de ayrı çalışmaya başlıyorlar.

 

ATATÜRK’ÜN EMRİ İLE 1926’DA YERLEŞİM ALANI OLAN ÇUMRA ÜÇ MAHALLEDEN OLUŞUYORDU

 

Zeki Sayıcı Çumra’da şimdiki Atatürk İlkokulu’na gider. Beş altı yaşından itibaren Çumra’yı daha bilinçli olarak hatırlar. Atatürk’ün emri ile 1926’da ilçe olan yeni yerleşim ilçe oluncaya kadar esas Çumra, şimdiki İçeri Çumra’dır. Çumra’nın ilk yapıları; 1912’lerde yapılan İstasyon, Halk Evi binası ile hükümet binasıdır. Arnavut kaldırımı ile kaplı diğer yolların hepsi sokağı var, yolu olmayan yerleşim yerleridir. İlçe olduktan sonra da Vali İzzet Beyin ismi bir mahalleye verilmiş. İzzet bey mahallesi de; Toprak Mahsulleri Ofisi’nde, Devlet Demiryolları’nda, Sıtma Mücadele’de, Reci Dairesi’nde (Tekel İdaresi) çalışan ve devlet memurlarının tek tük de vatandaşın oturduğu bir yerleşim yeridir. 1936’da Çumra’ya gelen göçmen soydaşlarımız önceleri köylerine yerleştirilir, daha sonra vali Cemal Bardakçı’nın da ismini verdiği Bardakçı mahallesinde yapılan göçmen evlerine yerleşmeleri ile ikinci mahallesi Bardakçı Mahallesi oluşur. Bu iki mahalle ile esas Çumra olan ama İçeri Çumra Mahallesi 1957’lere kadar devam eder.

 

ELEKTRİKLER HAVA KARARINCA YANAR, GECE 12’DE YENİDEN SÖNDÜRÜLÜRDÜ

 

Zeki Sayıcı’nın çocukluk yıllarında zengin veya fakir hiçbir şey fark etmeksizin sade yaşayan insanlar, memurlar ve çocukları lüks yaşayan insanlarmış. İçme suyu kuyulardan temin edilirken 1949 senesinde Belediye tarafından kurulan bir santral ile elektriğin gelmesi sağlanmış. O zamanlar ilçede havanın kararması ile elektriklerin yanması, gece saat 12’de de sönmesi meşhur imiş. Buzdolapları, teldolabı ve basdırıklar (basdırık büyük bir selenin altına konulan yağ yoğurt gibi ürünlerin üzerlerine sele kapatılması ile bunun üzerinin de kalın çuvallarla örtülmesi ile oluşan serince bir erzak dolabı idi) imiş. Bazı vatandaşlar da bazı yiyeceklerini kuyulara ip sarkıtma ile muhafaza ederlermiş. Bütün bu yaşam, sebze ve meyve mevsiminde yeni yetişenleri yeme ve kışın da bu ürünlerin kuruları ile idare edilmekte imiş.

İsterseniz o yıllardaki Çumra’da yaşamı kendi hayatından da örnekler ile Sayın Zeki Sayıcı’dan dinleyelim.

‘İlkokula memur çocukları siyah önlükleri ile vatandaş çocukları da gırzet tabir edilen beyaz ve gri rengini hatırlatan kaputun bir benzerinden dokunan bezlerden meydana gelen önlüklerle gelirdi. Bazı memur çocuklarının yakaları kolalı olurdu, bizimki de yıkandığı gibi takılırdı. Bir başöğretmen, bir de gezici başöğretmen vardı. Başöğretmen aynı zamanda ilçenin Milli Eğitim Müdürü’ydü. Ondan sonra da sınıf öğretmenleri gelirdi. Tabii ki memurlar ve öğretmenlerin tamamı ile yabancı olması ilçede bir kültür alış verişine vesile olurdu. Bunun da çok faydası varmış ileri tarihlerde bu kültür alış verişinin eksikliğinin zararını gördük.

 

ALİ RIZA BEY ENTARİME DEMOKRAT PARTİ ROZETİ TAKMIŞTI

 

1946’da kurulan Demokrat Parti’de köyün zengin ağalarından kimse yoktu. Bizim gibi dağdan gelip veya orta halli olan insanların oluşturduğu kitleden oluşuyordu. 1950’de milletvekili olan Ziraat Meslek Okulu mezunu Ali Rıza Ercan başkanlığında kurulan Demokrat Parti yönetiminde rahmetli babam da görev alıyordu. Ailenin ilk erkek çocuğu olmam hasebi ile babamın yanına giderdim. Rahmetli Ali Rıza Bey’in entari giydiğim için entarime Demokrat Parti rozetimi takıldığı günü hiç unutmamam. O günlerde henüz beş altı yaşında idim. Çünkü bütün çocuklar, memur olmayan kesimin çocukları yani, yüzde 90 itibari ile beş altı yaşlarına kadar kız olsun oğlan olsun entari ile gezerdik. Daha sonra pantolonla tanıştık. Gırzetten önlüğümüzle okula giderken de ayağımıza alınan potindi. Baharda lastiği atılır, potinin altına kabara çakılır, okul açılıncaya kadar da o ayakkabıyı giyerdik. Biz şanslı idik, birçok komşularımız maalesef bunu da bulamıyorlardı. Çerkez lastiği ve yalın ayakla gezerlerdi. 1950’den sonra ülkenin durumu bariz bir şekilde fark etti. 1955’li yıllara gelindiği zaman yalınayak gezen olmadığı gibi herkes ayakkabıya kavuştu. O zamanlar giysilere baktığımız zaman ilkokul çocuklarının büyüklerden artan veya sökülen yünlerden örülen birer hırkası var ise çok mutlu olurlardı. Vatandaşın giysisi dırıl gömlekler, süvarilikli pantolonlar, saku denilen uzun ceketler veya asker kaputuydu. Asker kaputları da bedelli giden askerlerden kalan veya hurdaya çıkan asker kaputuydu. 1950’li yıllardan sonra çift yaka çift manşet gömlekler olmaya başladı, potinler ve çerkez lastikleri iskarpin oldu. Fotür şapkalar da meşhur oldu. 50-60 arasında yüzde kırk kasket, yüzde 60 da fotür şapka giyilirdi.

 

MUZUN BİLE SOYULARAK  YENİLECEĞİNİ BİLMİYORDUK

 

Bu tarihlerde yazın kendi yetiştirdiğimiz sebze ile kışın kuruttuğumuz sebze ile yemekler yapılır, yemeklerdeki et de ya kurbandan kalan etler ya da güzün kışa hazırlık olarak ayrılan etliklerden kıymalar ve kurutulmuş etliklerdi. Yerli halk kasaptan nadir et alır, kasaplar devlet memurlarına çalışırdı. Gece çerezlerimiz annemizin gönlü olursa kışın genevir helvası (pekmez kaynatılır, içine dökülen genevirler ile birlikte tepsilere boşaltılır. Bunlar karın üzerine konur, donduktan sonra yenir), kayısı çok olursa yapılan pestiller, kuru üzümler, iğdeler ve nohut buğday kavurması idi. Ayçiçeği bile sonraları mutfağımıza girdi. Biz fıstık diye kabuklu fıstığı bilirdik, bu da senede bir iki sefer belki alınırdı.  1950’lerden, 60’lardan sonra ve günümüzde dünya çerezi ile tanışıldı. Bunlar şimdi çocuklarımıza masal gibi gelir. İncir ipe dizili şekilde una batırılmış gelir öyle satılır, portakallar yafa veya ikinci sınıf portakallar gelirdi, satılırdı. Elmamız, armudumuz ve bunların kurumuşlarını herkes kendisi yapardı. İlkokula gideceğimiz sene bir Cumhuriyet bayramında verilen 2.5 kuruş harçlıklar ile üç arkadaş iki buçuk kuruşa üç muz, iki buçuk kuruşa üç tane halkalı şeker, iki buçuk kuruşluk da sarı leblebi almıştık. Muzun soyulup da yenmesi gerektiğini bilmediğimiz için muzu kabuğu ile yedik, tadını da beğenmeyince sokağa attık. Tabii bizim iki buçuk kuruş da boşa gitmiş oldu. İki buçuk kuruş harçlığın kıymetini bir işçi yevmiyesinin de 2.5 lira olduğunu hatırlarsak daha iyi anlatabiliriz. Vatandaşın yüzde 95’i çiftçilik ile uğraşır, kendi ihtiyacı kadarı ile de hayvancılık yapardı. Biz dedemin ve babamın çobancılıktan gelmesinden bıkmış olacağız ki çiftçilik ve ticaret ile uğraştık.

 

NAMAZ KILMAYI RAHMETLİ ÖĞRETMENİMİZ MÜTTALİP ERGÜN ÖĞRETMİŞTİ

 

Benim hep kafama takıntı olan rahmetli babaannem altı çocuk ile Avdul’a geldiklerinde,bir çardak yapıp başlarını sokacakları bir yer yapıncaya kadar nerelerde kaldıkları… Bunu da babamdan, amcamdan öğrenmediğime hala pişmanım. Bu vaziyette bu yaşantımızdan da bugüne gelmemizden de iftihar ediyorum. Tabii ben bu hayatı ve Çumra’nın kuruluşunu Çumra Sempozyumu’nda uzun uzadıya anlattım. Çumra’nın o günlerden nasıl bu hale geldiğini, ilk esnafların tamamını anlattım, inşallah kitap halinde çıkacak. Burada tahsil hayatımda, ilkokulda unutamadığım bazı olaylar da var. Üçüncü öğretmenim olan rahmetli Muttalip Ergün RTÜK üyesi Mehmet Dadak’ın kayınpederi, koyu bir Cumhuriyet Halk Partili’ydi. Babamla parti münakaşası yapar, ama beni çok severdi. Namazın kılınışını, Ettehüyatü’de başparmağın eğilmesini, kol dirseklerinin yere değmemesini, hep onun değnekleri ile öğrendim. Çünkü din derslerinde mutlak surette namazın tatbikatını yaptırırdı. Bu işlemler de laikliğe bir zarar vermiyordu. Şimdi namaz kılan öğretmen de talebede laiklik karşıtı. Ve maazallah bir öğretmen ilkokulu din dersinde masanın üstünde bir çocuğa tatbiki namaz kıldırırsa acaba durumunu ne hale gelir? Bilenler bilmeyenlere anlatsın. Bizim o tarihlerde ilkokulların okul bitirimi imtihanla olurdu. Bir heyet kurulur, çocuklar her dersten imtihan olur ve okulu geçerdi. Tabii ben müzik ve jimnastik derslerini matematiğimin ve hayat bilgisi derslerimin çok kuvvetli olması sayesinden geçmiştim. Bir de Yaşar Molbay diye bir öğretmenimiz vardı. İmlası ve konuşması bozuk idi. Çok iyi bir öğretmen olmasına rağmen her çocuk gibi ben de Yaşar hocayı taklit ettim, ondan sonra da imlayı ve konuşmamı düzeltemedim, bu bir gerçektir. İlçemizde ortaokul 12 kilometrede ileride İçeri Çumra mahallesinde idi. İçeri Çumra mahallesinde bir ilkokul, bir ortaokul var idi. ağabeylerimiz ve biz ortaokulu 12 kilometre her gün otobüs ile gidip gelip öyle okuduk.

 

TARİH ÖĞRETMENİMİZ SABAHAT HANIM İLK DERSTE KRAVAT BAĞLAMAYI ÖĞRETMİŞTİ

 

1958’den itibaren Çumra’da açılan ikinci Zafer Ortaokulu ile bu taşıma işlemi bitti. İçeri Çumra’daki ortaokulu rahmetli Sedat Çumralı yaptırmış. Çumra’daki ortaokulu vatandaş devlet işbirliği ile yapıldı. İçeri Çumra’ya gidip gelirken kravat bağlamayı bilmiyoruz. Ortaokula gittiğimiz gün kravatlarımız var, ama çantamızda. Şimdiki gibi annemiz babamız bizi okula götürmedi. İlkokulu bitiren bir çocuğun 12 kilometre ilerideki ortaokula gidişini tahmin edersiniz. Okulda İstiklal Marşı’ndan sonra kravatları sordular, biz de bağlamayı bilmediğimiz için takmadığımızı söyledik. Anne babalarımız da kravat bağlamayı bilmiyorlardı ki. Çantamızdaki kravatları gösterdik. Tarih öğretmenimiz rahmetli Sabahat Hanım ilk dersi bize kravat bağlamayı öğretmeye verdi. En az beş on kez kravatı çözüp bağlamakla tamamladık. Kasketimiz vardı, öğlenleri, annemizin azığımıza koyduğu yumurta peynir zeytin ile geçirirdik. Sonbaharda da –olursa- domates biber azığımız olurdu Herkesinki böyle idi. Azık götürmeyenlerde okulun yanındaki bakkal Şükrü amcadan ilçeden gelen ekmek, helva ve zeytini temin ederdi. İhsan Tankurt müdür, Ömer Ali Öncel matematik öğretmeni, Pervin Erol Fransızca öğretmeni, Sebahat Tankurt tarih ve coğrafya yurttaşlık öğretmeni, yani sosyal bilgiler öğretmeni,  fizik ve kimya öğretmenimiz de Mehmet Sakallı idi. Boş kalan dersleri öğretmenler becerileri nispetinde tamamlarlardı. Türkçe öğretmenimiz Enver Bayol isminde çok güzel giyinen Bursalı bir şahıstı. Kendi dersinin dışında ders çalışanlara kızardı. Bir gün otobüste giderken benim çok güzel yapmış olduğum bir el işine baktı ‘ver onu bana’ dedikten sonra ‘Buna çalışacağına Türkçe çalışsan olmaz mı?’ dedi ve kırdı attı. El işi öğretmenimiz derste el işimi sorduğu zaman ben de ‘yok’ dedim. O da ‘peki sıfır’ derken bir arkadaşımız dayanamadı ‘Efendim Zeki’nin el işi çok güzeldi, bir leylek bir ağaç, bir evi kıl testeresi ile monte etmiş, ama Türkçe öğretmenimiz onu kırdı dedi. Türkçe öğretmeninin sayesinde belki de 7- 8 alacağım bir işten 10 almıştım.

 

KONYA’DA SANAYİ ÇOK ZAYIFTI

 

Ortaokuldan sonra sanat okuluna gittim. Çünkü babam bizi sanatkar olarak yetiştirip yenileştirme atölyesi açtırmak istiyordu. Beni torna tesviyeye, benden bir yaş küçük olan rahmetli kardeşim Mustafa Sayıcı’yı da motor bölümüne yazdırdı. Okula yazılmaya giderken rahmetli Ragıp Çumralı, babam ve birde Konya’da buğday tüccarı olan Şevket Çivlik’i götürdü. Okul müdürümüz Mustafa Karluk, Ragıp Çumralı’yı biliyordu, bizi kapıda karşıladı. Sanat okulu kayıt yapıldı. Şevket Çivlik amca okulda benim velim oldu.  Sanat okulunda o günlerde çok kıymetli öğretmenler vardı. Ama elektrik bölümü, motor bölümü, marangozluk bölümü, torna tesviye bölümü, demircilik bölümü hocaları birbirleri ile pek anlaşamazlardı. Vedat bey ismindeki okul müdür muavinimiz ve Mehmet Ervural ismindeki mekanik hocamız, Mehmet Şen fireze hocamız, torna hocası Muhittin hoca, tesviye hocamız Kör Reşit, malzeme hocamız Ali Halkalı teknik resim hocamız Sabahattin bey birbirinden harika, birbirinden becerikli öğretmenlerimizdi. O günkü Konya’da sanayi çok zayıftı. Sanat okulundan emekli olup veya ayrılan öğretmenlerin kurmuş olduğu atölyeler bir de değirmenci Mehmet ustanın, Mehmet İnanyavuz’un atölyesi dışında kumpas kullanmayı bile bilmezlerdi. Ölçüler pergel gibi iptidai aletlerle alınırdı, torna ustası, fireze ustası bir elin parmakları kadar azdı. 1965 sonrası Konya hızlı bir gelişim ile mikrometreyi kullanan, tornanın en üst, en yenilerini kullanan, imalata dönük çalışmalar yapan, yurt çapında ses getiren tamircileri ile her beş senede bir hızlı atılımları ile dört organize sanayisi olan bir şehir haline geldi. Ama tabii o günlerden geldi. Ben ticari ve siyasi emekliyim. Hiç bir şekilde siyaseti düşünmüyorum. Ama ülkeye baktığımız zaman ellili yıllarda motorizeye geçişimiz Menderes ile başlayıp 1964’te iktidara gelen Süleyman Demirel ile hızlanıp ufku açılan Konya’nın tam manası ile çağa uyak uyduramasa da devam eden başarısı takdire şayandır. Kaynatılan krank ile başlayan Konya’da Mehmet İnanyavuz’un döktüğü yatak ile Normak Mehmet’in yaptığı piston ile sanayi arayan Konya bugün krankı ile, pistonu ile, gömleği ile dünyaya ün salmakta. Yapılan hızlı gelişimle inşallah daha hızlı bir şekilde diğer fabrikalara kavuşmasını bekliyoruz. Bundan da bir Konyalı olarak gurur duyuyorum.

 

MENDERES İMAM HATİPLERDEN PİLOTLAR, DOKTORLAR, MÜHENDİSLER ÇIKACAK DEMİŞTİ

 

Vatandaşların evinde akşam çay sohbeti olur şehirden ne gelip gittiğini de konuşulurdu. Biz de şimdi Konya’da yapılmayan kıvrım kıvrım kıvrılan Konya simidini, içi dışı pişmiş kiloluk ekmeğini çocukken beklerdi. Maalesef şimdiki Konya’da ne o simit ne o ekmek var. Babamlar İmam Hatip Lisesi’nin temel atma törenine Konya’ya gelmişlerdi. Temel atma töreninde rahmetli Menderes’in ‘Bu okullardan yalnız imam yalnız hatip çıkmayacak Bu okullardan pilotlar doktorlar mühendisler çıkacak. Bunu böyle bilesiniz sayın Konyalılar’ diye hitabını bizim evde en az bir hafta konuşuldu. Menderes niye böyle söyledi diye. Çünkü o tarihte ülkenin ve Konya’nın eksikliğini duyduğu din adamı idi. O günkü imam hatip görüşü ile bugünkü imam hatip görüşünü de bizleri okuyanların takdirine bırakalım. Gene babam Konya’ya nakliyatçılığı dolayısıyla sık sık gidip gelirken o Eski Garaj, o gün Konya’nın en görkemli binalarından bir tanesi, yıkama yağlaması ile, petrolü ile, lüks otomobil yazıhaneleri ile, lokantası ile, pastanesi ile, oteli ile, yedek parça dükkanları ile, çay ocakları ile, gazete büfesi ile bakkal dükkanı ile görkemli bir yapı; babamın ifadesi bunlar bir kenara, ama tuvaletleri bir harika. Bana göre garajın tuvaleti eski Konya’nın hepsine bedel çünkü babamın bir görüşü var idi. Bir yere gidip bir iş yapacağımızda önce tuvaleti yaptırır ondan sonra diğer işleri yaptırırdı. Çünkü babam o dönemlerde inşaat işleri de yapıyordu, mesela Konya Şeker Fabrikası’nın Çumra Pancar Bölge Şefliği’nin müteahhidi idi. O tarihlerde Konya’da mozaik tuvalet yoktu. En çok taşlardan yapılan, kenarı çimento ile kapanan tuvaletler vardı. Hela taşı ile mozayikli taşlar 50’den sonra yapılmaya başlandı. 1962’lerden sonra Ömer Lütfi Hancıoğlu her köye bir çimentolu tuvalet emri vermişti. Biz Sanat Okulu’na başlamadan evvel de Konya’ya gezmeye geldiğimizde Eski Garaj’daki Tahsin Par ve kardeşi Tahir Hüseyin’inin işlettiği Coşansel Lokantası’nda yediğimiz ezmeli kuşbaşı hala yok.

 

ÖĞRENCİ İKEN BİZ ÇUMRALILAR KARAMANLILAR İLE ORTAK HAREKET EDERDİK

 

Konya’da talebe olarak hapishanenin karşısındaki şimdiki Kredi ve Yüksek Öğretim Kurumu Bürosu olan yurtta kalıyordum. Bu yurdun fahri müdürü, meşhur eğitimci Rüstem Sungur idi. Kafasına yatmayan işlemlerde öğretmenleri azarlar, yemekleri kontrol eder, sigara içen talebeleri de elindeki baston ile döverdi. Rıfkı Bey ismindeki yurt müdürümüz Konya’nın çeşitli ilçelerinden gelen öğrencilerle bire bir ilgilenirdi. O dönemlerde özelikle Şerefli Koçhisar’dan gelen öğrenciler vardı. Şerefli Koçhisar halkı çocuklarını o yıllarda eğitim için Ankara yerine ekseriyetle Konya’da okuturlardı. Akşehirli öğrenci çok azdı çünkü Akşehir’de lise ve diğer okullar vardı. Ereğli’de de lise vardı. Diğer ilçelerde yoktu. Sonra Karaman’a da açıldı. Biz Karamanlılar ve Çumralılar olarak birlikte hareket eder; Hadim Bozkır birlikte hareket eder, Ermenekliler iki tarafla da birlikte hareket eder Seydişehir Beyşehirliler birbirlerini sevmedikleri halde, birbirleri ile geçimsiz oldukları halde birlikte hareket eder, Kulu Cihanbeyli birlikte hareket eder, Kadınhanı Ilgın birlikte hareket ederdi. Karapınar ve Ereğli de kısmen birlikte hareket ederlerdi. Biz ne yaparsak yapalım taşradan gelen talebeler olarak Konyalı talebeler tarafından horlanırdık. Sanat okulu, ortaokul ve lisesinde okuyanlar geneller adı altında okurlar, bizim gibi ortaokuldan sonra gelenler ise özeller olurdu. Yani ben sanat enstitüsünün iki yıllık özel bölümünden mezunum. Bunlar lise ve lise dengi sayılırdı, liseler gibi askerliğimizi yedek subay olarak yapma hakkı verilmişti.

 

İHSANİYE’DE TATAR VATANDAŞLARIMIZ OTURURDU

 

1960’da ülkede çalkantılar başladı. Bu çalkantılar belirsizliklere neden oluyordu. Bir gün Konya’ya belediyecilik hizmetleri verilmek üzere rahmetli Menderes gelecek idi.  Geleceğinde söylenen ise şu idi. Alaaddin’den İstasyon’a, İstasyon’dan Mevlana’ya, Alaaddin’den Mevlana’ya olan üçgende geniş yollar açılacak, bazı yatırımlar gözden geçirilecekti. Burada 60 öncesi Konya’da yapılan, şimdi şehrin içinde kalan Konya Şeker Fabrikası ve Konya Çimento şimdiki Konyalıların “Şehir içine niye yaptılar?” diye kızdıkları Horozluhan stiloları o tarihlerde şehrin çok dışında idi. Konya Şeker Fabrikası’na o gün ki işlemler nakit yapıldığı için hak edilişini almak için giden babam kendi kamyonumuzla gider, yanına da iki tane güçlü kuvvetli amele alır, gelin çocuklar bir de Gazyağcı’dan kebap yiyelim der, kebabı da birlikte yerler, ama bu insanlar babamın hem koruması olurdu, hem de o gün Konya’dan gelecek olan kireç demir tuğla gibi emtianın yükleyicisi olurlardı. Yani o günkü yatırımlar o günkü mevcut Konya’nın çok dışında idi. Şimdiki fuar o gün Dede Bahçesi idi. İçinde kayıkları olan güzel bir park idi. Yine içinde su kanalları vardı. Ama biz gerek taşralı olmamızdan gerekse de Dede Bahçesi o gün ki Konya’nın dışında olmasından grup olmadan gitmezdik. Zindankale Konya’nın dışında idi. İhsaniye Mahallesi de Tatar vatandaşlarımızın oturduğu semt idi. Konya’nın bir köyü gibiydi. Musalla çayırlığında top oynamaya giderken gene grup halinde giderdik. Şimdi bu yerler Konya’nın en güzel yerleri oldu. Bayındırlık lojmanlarının temeli atıldığı zaman dağın başında lojman mı olurmuş diye gülen Konyalılar hava lojmanlarına da aynı gözle bakmışlardı. Demek ki Konya’mız çok güzel gelişmiş.

 

İHTİLAL OLDUĞUNU RADYODAN ÖĞRENDİK

 

Menderes Konya’ya gelecek, bizim iki kamyonumuz var. Babam Demokrat Parti’nin Başkanı olmasından dolayı köylerden vatandaşı toplamış. Biz okula gidiyoruz. Fevkalade bir durum var, ama ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat radyolardan “Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. NATO’ya CENTO’ya bağlıyız” anonsunu duyuyoruz. Sonradan öğrendiğimiz Alparslan Türkeş’in sesi ile yayın yapıyordu. NATO herkesin bildiği, fakat CENTO rahmetli Menderes’ in Avrupa Birliği sözü bile konuşulmazken, İslam ticaret ortaklığını kurup ve adına Bağdat Paktı denilen Pakistan, İran, Irak, Suriye, Afganistan, Türkiye Birliği kurulmuş. O tarihlerde Bangladeş, Pakistan ile bir idi. Suriye ve Irak’taki Baas Partisi yönetiminden sonra Bağdat Paktı ismini CENTO olarak değiştirdi, sonraki akıbetini ben de bilmiyorum. İhtilalin anonsunu duyarak okula geldik, okulda Milli Güvenlik Hocamız ihtilal öncesi bir öğretmenden farkı yok idi. O gün her zamanki efendiliği ile bizi topladı, ülkede silahlı kuvvetler idareye el koydu, herkes evine gidecek taşkın hareketlerde bulunmayacak telkininde bulundu. Evimize döndük birkaç gün sonra okulumuza devam ettik ve öğretim yılı bitti. Bu arada yedek subaylık bitti, er olarak askerliğimi Manisa ve İstanbul’da yaptım. 65 senesi sonu itibarı ile gelip babam ve kardeşim ile birlikte ticarete devam ettim. İhtilalden sonra yedek subaylık kaldırıldı.

 

DEMOKRAT PARTİLİLER OLARAK HORLANAN VATANDAŞLARDIK

 

Menderes’in açılmasına start vereceği cadde elli yıl sonra açıldı. İkinci Larende, işte ihtilalin hali bu. Biz Demokrat Partililer ihtilalde kuyruktuk, sakıt, düşük, horlanan vatandaşlardık. Resmi dairelerde bile horlanıyorduk, Allah o günleri hiçbir millete göstermesin. 80 ihtilali, 60 ihtilaline göre daha eşit geçmiştir. Bu 60 ihtilalindeki Demokrat Partililere yapılan eziklik 63 seçimlerinde kendisini göstermişti. Çumra Demokrat Parti İlçe Başkanı olan Mehmet Sayıcı diyordu ki “Çocuklar bu iktidarın değişmesi lazım. Biz Halk Partisine oy vereceğiz. Bunu da Halk Partililere bildirmeyeceğiz” diyordu. 60 ihtilalinden sonra biz de Demokrat Parti’nin devamı hangi parti olursa olsun onu destekleme kararı aldık. Ve Ekrem Ali Can Demokrat Partiden gelmesinden dolayı kurduğu Yeni Türkiye Partisi’nde Güzelkılıçlar ile birlikte babamda yer aldı. Bilahare birlik ve beraberliğin Adalet Partisinde olacağı inancı ile AP de tamamladık.

 

BAKKAL EŞYASINI ÇALIŞKANLARDAN, BARDAKÇILARDAN, ZÜCCACİYEYİ DE ÇATLI’DAN ALIRDIK

 

Eski Konya’da buğday pazarı şimdi maalesef başta Konya Valiliği Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, sivil toplum örgütleri ve belediyelerin bakmadığı, yıkık kapılı oto park olarak kullanılan buğday pazarı esnafı beş altı kişi, esnafın adamını bulup buğdayını üç kuruş fazlaya sattığı borsa karşısında idi. Şimdiki Kızılay Hastanesi şehirde Ahmet Haşhaş, Eröğütler, Sertler, Akkeseler isimli toptan manifaturacılar bizim alış veriş yaptığımız kesimdi. Biz benim talebeliğim ile birlikte eski mesleğimiz olan manifaturacılığı da yürütüyorduk. Yalnız eski manifaturacılık dediğimiz zaman manifaturacı değil de filanın dükkânı denirdi. Burada manifatura yanında zücccaciye bakkaliye ve tuz satışı olurdu. Biz bakkal eşyasını Çalışkanlar’dan Bardakçılar’dan alırdık. Züccaciyeyi de Çatlı’dan alırdık. O tarihte Çumra’da İbrahim Erdinç, Zeki Sayıcı işletmesi var idi. O tarihlerde vergi karnesi olur defter kayıdı pek olmazdı götürü vergi öderdik ama bir vergi karnemiz vardı. Büyük iş yapanlar özellikle 60 döneminden sonra ikinci sınıf birinci sınıf defterler gibi muhasebe sistemine geçildi. Biz 63 yılında petrolcülüğe başlamıştık. Bu mevcut dükkânımızı da sattık. Petrolcülüğümüzün dışında çiftçilik ve nakliyatçılık yapıyorduk. Ayrıca 68’de rahmetli Mekki Keskin’in teşviki ile Çumra’da Yayla Palas otelini açtık. Çumra’da bu otel Çumra-Adana kavgasında tahrip edildi, kavga incir çekirdeğini doldurmayan Çumralı ve Adanalı iki nakliyecinin geçimsizliğinden patlak verdi. Çumra bu yüzden kavun ticaretinde büyük zarar gördü. 1971’de sevgili kardeşim Mustafa rahatsızlandı ve o kötü hastalıktan kurtulamayarak rahmetli oldu.1973’te de evlat acısına dayanamayan babam rahmete kavuştu. Biz kardeşim Ahmet Sayıcı ile birlikte Çumra’da, Konya’da ticaret yaptık. Çiftçilik işini bıraktık, lastik ticareti petrolcülük, nakliyatçılık ile işlerimize devam ettik. 1989 seçimleri ile Konya’da ticareti bıraktım. 1991’de de kardeşim ile ayrılıp ayrı ayrı  ticarete devam ettik. 1998’den itibaren de ticaretten ve siyasetten emekli olduk.

 

1968-69’DA SAKYATAN VE GÖÇÜ DE TARLALARDA BALIKLAR VARDI

 

70’li yıllara döndüğümüzde siyasetin cadı kazanına döndüğünü görüyoruz. 1969’da Konya’dan Erbakan’ın seçilmesi, 1970’te Demokrat Parti’nin Konya’da kurulması, Türkiye’de Güven Partisi’nin kurulması 70 ile 80’li yıllar arasında devamlı koalisyon hükümetlerini meydana getirdi. Ülke de Konya da bu işten çok zarar gördü. Ben 1965’te askerden geldim. Hızlı bir şekilde ticarette çalışmaya başladım. Yalnız burada 1958’e döndüğümüz zaman 58, 59, 60, 62’ye kadar Konya havalisinde büyük kuraklık hakimdi. Ekilen mahsuller kaldırılamaz halde idi. 63 yılına kadar Konya tarımda çok eziyet çekti. Ova köyleri ekin kaldıramaz hale geldi 1963 yılında Allah bir bereket verdi. Bu yıllar bol yağışlı senelere denk geldi. Ekin kaldıramayan ovada 1968-69 yıllarında adeta tarlalar sular içinde kaldı. Sakyatan Göçü taraflarında tarlalarda Çarşamba’dan gelen balıklar vardı. O senelerin bereketini o tarihte bazı kesimler 1963 yılından itibaren adeta ikinci bir hürriyete kavuşmayı bereket olarak kabul ederlerdi.

 

SİLLELİ SAADET AĞA’NIN OĞLU İSMAİL ÇAPAR ABİ İLE PARTİ TEŞKİLATINI KURDUK

 

Kurulan siyaset atmosfer içerisinde biz de particilik yapmaya karar verdik. Fakat Adalet Partisi Çumra teşkilatı beni partiye kabul etmedi. Sonradan Demokratik Parti kuruldu. Rahmetli Haydar Abi (Koyuncu), Kalaycıoğlu ve Aydın Menderes bir geziden sonra istasyonda beni ziyaret ettiler. Beni partiye davet ettiler. Ben birleşmenin güçlü partide olacağını, o yüzdende siyasete Adalet Partisi’nde devam edilmesini beyan ettim. 1973 seçimlerinde Adalet Partisi hezimete uğradı. Çünkü başta Sayın Demirel olmak üzere herkes bir rehavete kapılmıştı. Konya’da yeni teşkilatlar kuruluyor, Çumra işini de o gün Adalet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi, eski İstanbul Valisi Köy İşleri Bakanı Vefa Poyraz beraber çalıştığı Mehmet Eken’e ‘Oğlum sen Çumralı’sın git Çumra’yı hallet’ diye Zafer Uğur Eken’in babası Mehmet Eken’i Çumra’ya gönderiyor. Babamın da arkadaşı olan Mehmet Eken babamı soruyor, rahmetli oldu diyorlar. “Kimi var, oğlu var mı?” diye sorup beni çağırtıyor. Gittim elini öptüm, hoş geldin amca buyur emret dedim. ‘Oğlum biliyorsun ben Halk Partili’yim benim Mustafa ile Zafer Adalet Partili. Kızıyorum ama söz dinletemiyorum Vefa Poyraz da bana emir verdi Çumra’yı hallet dedi. Ben de Çumra’da senin partiyle devam etmeni istiyorum’ dedi. Ben de dedim ki ‘Amca ben gencim fevri hareket edip partide kırıcı hareketlerde bulunabilirim. Zira beni 10 senedir partiye almıyorlar, İsmail Çapar ile bu işi birlikte yapalım. İsmail Çapar Silleli Saadet ağanın oğlu. Ali Rıza Ercan’ın da kayınbiraderi” dedim. ‘Tamam’ dedi. Beraber İsmail Çapar abinin yanına gittik Tamam kuralım dedi. İkimiz Çumra teşkilatını kurduk teşkilata isimleri ben yazdırayım dedim zira Çumra‘nın dağılımına göre, köylerden geliş dağılımını ben İsmail abiden daha iyi biliyordum. İsmail abi iki ay partiyi açmadı. Ben kendisine kızıyordum “Abi ne duruyoruz? Niye açmıyoruz?” diye. Bana şunu söyledi, Allah rahmet eylesin harika bir insandı: Oğlum biz şimdi paldır kültür partiyi açar isek eskilerin hepsini küstürürüz bunların bir kaçı ile barışalım ondan sonra partiyi açalım. Onun o teklifi ile küslüğü çok ucuz şekilde atlattık. 1973’ten itibaren Adalet Partisi 2. Başkanı, sonradan da İlçe Başkanlığı’nı yaptım. 1977’de Belediye Meclis Encümen üyeliği 1989- 94 yıları arasında da Çumra Belediye Başkanlığı yaptım. Tabii 1989- 94 arasındaki başkanlığım Adalet Partisinin devamı olan Doğru Yol Partisi’ndendi. Zira 1980 ihtilali ile Adalet Partisi kapatılmıştı. Sonradan AP’sinin açılmasına karar verildi. Adalet Partisi delegeleri olarak toplandığımızda bizler DYP’nin AP ismi ile devam etmesi ile arzuluyorduk ama Sayın Genel Başkanımız Demirel’in isteği doğrultusunda partinin DYP olarak devamına karar verildi. Ben 1970’li yıllarda Çumra Ziraat Odası meclis üyesi idim. Daha sonra yönetim kurulunda bulundum.

 

‘ÇUMRA’YA PATATES FABRİKASI KURACAKTIK’

 

Sayın Demirel’in esnafa en büyük iyiliği olan Bağ-Kur 1970’li yıllarda kuruldu ve kurulduğundan itibaren iş yeri veya ev için Bağ-Kur kuruluşu Halk Bankası aracılığı ile üyelerine kredi verdi. Ben çalışırken Çumra’ya pek uğramadığımdan bir kooperatif kurulmuş. Beni de buradan dışlamışlar, sonradan haberim oldu. Daha sonradan bu kooperatife girerek 135 dükkânlı Bağ-Kur kapalı çarşısını yaptırdık. Belediye Başkanlığımda da Sönmez Kapalı Çarşısı ile Yılmaz Kapalı Çarşısı ve Belediye Kültür sarayının altındaki kapalı çarşı ile o mıntıka adeta kapalı çarşılar bedesteni oldu. Şimdi bazı Çumralılar bana kızıyorlar ‘Çumra’yı bu dükkanlara hapis ettin’ diye. Ben de onlara diyorum ki ‘Ben Çumralıları altı metrekarelik dükkanlardan 40-50 metre karelik dükkanlara taşıdım. Siz de bu esnafı büyük mağazalar yaparak daha büyük mağazaları taşıyın.’ 1971’de Çumra’da kaymakam olarak yedek subaylığını birinci olarak tamamlayan Bahattin Güney ve yine yedek subaylıktan dereceli Mehmet Keçeciler Çumra’da kaymakam vekili olarak hizmet yaptılar. Mehmet Keçeciler DPT’nin Türkiye’de yapılabilirlik imkanı olan fabrikaları kitaplarından esinlenerek Çumra’da bir patates işleme tesisi kurulmasına vatandaşı ikna eder. Bir kuruluş kurulur, bu kuruluşa ben de para yatırdım ama o tarihlerde iktidarların ömrü 10 ay filan gidiyordu. Demirel geliyor Ecevit gidiyor, Ecevit geliyor Demirel gidiyordu. Bu arada Erbakan hoca Ecevit ile birlikte hükümet kurdu. CHP’nin meşhur kooperatif fikri ile Konya Kooperatifler 6. Bölge Müdürü Necati bey bizim belediye başkanımız, sonra milletvekilimiz olan Durmuş Ali Çalık’la anlaşıp bu tesisin kooperatif yapılmasının gerekliliğini lanse edince Çumra halkı bir tedirginlik içerisine girdi. O zamanın İlçe Kaymakamı Mehmet Keçeciler Fransa’ya gitmişti. Sonradan gelen kaymakam Yaşar Yaycı ile Belediye Başkanı Durmuş Ali Çalık, Tevfik Başkaner, Hasan Hüseyin Atçı, Zeki Sayıcı Kooperatif Birliğine geldik. Kooperatif Birliği rahmetli Haydar abinin (Haydar Koyuncu) binasında idi. Rahmetli Haydar abi o tarihte Tahir Paşa camiinin bitişiğindeki Helvacızade Apartmanında oturuyordu. Biz Necati Bey ile iki nutuk dinledik aşağı iniyorduk, kararsız bir halde idik. Haydar abi de öğle yemeğine evine gidiyormuş. Bizi gördü ‘hayır ola Çumralılar’ dedi. Biz de ‘Necati beyin yanına geldik efendim Çumra’ya patates fabrikası kuracağız’ dedik. Haydar abi Ayşe hanımdan( eşini kastediyor) özür dileriz eve gitmeyeyim diyerek bizi yemeğe götürdü. O zaman Mehmet Nişancı’nın işlettiği restorantı vardı, Zafer’de lüks bir lokanta idi. Haydar abi büyük politikacı, duvar tarafına iki sandalye boş bırakıp ortaya kendisi oturdu dedi ki Durmuş Ali sen karşıma otur. Kaymakam ve Necati beyi karşılıklı oturttu. Bana da ‘Sen de Durmuş Ali’nin yanına otur’ dedi. Diğer arkadaşlara nasıl isterseniz öyle dedi. Kaymakama dedi ki “Kaymakam bey Çumra’ya kurulacak tesisin şirket veya kooperatifi olması durumu nedir o fark etmez” dedi. Devam etti: DPT bu gibi fabrikaların araştırmasını yapar, gönderir, bunu isterse bir şahıs yapar isterse kooperatif yapar, yalnız bu işi para yapar. Necati buraya ne kadar para yatırabilirsin kem küm etti. Durmuş Ali sen ne yatırırsın? Belediye olarak kanunlarda buraya para yatırmak yok. Bana döndü  ‘Tamam Zeki sen ne yatırabilirsin?’ Haydar abinin her zamanki kurnazlığını tahmin ettim 50 milyon dedim. Haydar abi hayırlı olsun diyerek ‘Fabrikayı Zeki kurar’ dedi ve ‘Çumra’daki fabrika kurulacak, Çumra’ya hayırlı olsun’ dedi. Bizim ağzımızdan çıkan 50 milyon lira lafından, yani şimdiki 50 milyon avroluk bir şirket sözü verip şirketi kurduk. İhale üstümüzde kalmıştı. Şekerbank Genel Müdür Yardımcısı hemşerimiz İsmail Öncel isyan ediyordu. 5’0 milyon lirayı toplamayacaksınız’ diye. Hasan Hüseyin Atçı ise ‘Toplarız’ diyordu. Neticede şirket kuruldu, Çumralı’nın ortaklığına arz edildi. Bu arada Hasan Hüseyin Atçı başkanlığında Ali Camızcı, İsmet Konyalı, Niyazi Şahin Avrupa’ya gönderildi. 20 milyonun üzerinde taahhüt alında tam bu sırada Kıbrıs hadisesi Kıbrıs çıkartması gerçekleşti. Arkadaşlar geri döndü Avrupa’da esen ters bir rüzgarla bu taahhütler yerine gelmedi. Avrupalılar bu şirkete dört milyon 200 bin TL ödeme yaptılar. O günün rakamında bu rakam 420 bin veya 500 bin alman markı idi. Biz 50 milyon liralık şirket sermayesini 10 milyon bağlayıp o gün ki bir milyon mark ile işleme başladık. Ama para yok ve patatesin cipsin o tarihlerde 1974 ler de çok lüks olduğunu pürenin yaygın olmadığını Adapazarı’nda kurulan SATÜTTAŞ Patates işleme tesislerinin Şeker fabrikasına çok zarar verdiğini bu patatesten vazgeçilmesi gerektiğini şeker şirketi bizi uyardı. Burada da Haydar abinin rolü büyüktü. Biz hızlı bir dönüşüm ile patatesten yeme döndük. Ama sermaye bulmak için zorlanıyorduk. İki milyon ile Şekerbank’ı ortak ettik. O tarihlerde sonradan Emniyet Genel Müdürü olan Fahri Görgülü’ nün uyarısı ile il özel idareleri ortak oluyordu duyumunu aldık. Sayın Necati Kalaycıoğlu ve Sayın Haydar Koyuncu’ nun desteği ile 1.5 milyon TL ile Özel İdareyi ortak ettik. 500 bin liralık hissesini de Konya Pancar Ekicileri Kooperatifine PANKOBİRLİK’ e sattık. Burada da Haydar Koyuncu’nun rolü büyüktü. Yani şirketin dağılımı yüzde 20 Şekerbank, yüzde 15 il özel idare Konya valiliği, yüzde 5 i PANKOBİRLİK, yüzde 40 ı Avrupa’da ki Çumralıların kalan yüzde 20 sinide Çumralıların olmak üzere sermaye tamamlandı. 2 milyon marklık yatırımı gerçekleştirdik. Burada alınan kredilere de benim ve yönetim kurulu ve murakıp 10 arkadaşın şahsi kefaleti vardı. O tarihte ÇUMPAŞ batsa idi bizde batardık. ÇUMPAŞ’ ın 163 bin metrekare arazisi vardı. Sonradan Şeker bank hisselerini satışa çıkardı bunu PANKOBİRLİK ‘e zoraki aldırdık Çünkü PANKOBİRLİK Çumra çitçisinin ÇUMPAŞ da Çumra çiftçisinindi. Çumra’da Çumpaş’ tan sonra ortakların zorlaması ile yüzde 95 hissesi çumpaş’a ait gerisi vatandaşa ait ÇUMSAN un fabrikasını kurduk. Bu kuruluşlar halen devam etmekte yönetimi büyük ortak PANKOBİRLİK yürütmek de ÇUMPAŞ’ ın bünyesinde modern hayvan kreşleri yapıldı. Halende yapılmaya devam ediyor.

 

KONYA SANAYİ ODASI VE TİCARET ODASI YÖNETİMLERİNDE BULUNDUK

 

O tarihlerde biz ikameti Konya’ya taşıdığımız için Konya’ da ticaret yapıyoruz. Konya Sanayi Odası meslek komitesi üyeliği ve Konya Sanayi Odası meclis üyeliği, Konya Sanayi odası yönetim kurulu üyeliklerinde de bulunduk. Rahmetli  Mustafa Bülbül ve Hüsnü Polat Başkanlıklarında görevler aldık. Konya Ticaret Odası Başkanı Rahim Özkaymak idi. Rahim Özkaymak ile arkadaşlığımız ve komşuluğumuz vardı iyi bir dost iyi bir arkadaş idik. Seçimlerde akaryakıt ve otomotiv grubunda iki liste pata pat kaldı grubun birinin Başkanlığını Muhasebeci Ali Rıza Yavuz Selçuk Acar diğeri de Reno acentası Mehmet Çelik Hızır Kavak yapıyordu. Durum ortada kalınca ikinci seçime kalan tek liste olarak ara bulucu olarak girdim. Onları barıştırdıktan sonra da onlara mübadeleli şekilde bir biri bir sonra diğeri Ticaret Odası meclisine girecek şekilde anlaşıldı. Uzun süre görev yaptılar. Bende bir dönem meslek grubunda bulunmak durumunda kaldım. Biz halka açık şirket olarak o tarihte ÇUMPAŞ ve ÇUMUSAN olarak çok büyük vergiler veriyorduk. Y.Meram gazetesinde Bahçıvan’ın haberi olmadan Bahçıvan imzası ile Zeki Sayıcı nasıl sanayici olur? başlığı altında bir yazının çıktı. Bunun senesinde ÇUM-SAN Konya vergi rekortmeni oldu. Sanayi odası rekortmenler için tören düzenlemişti. ÇUMPAŞ olarak ben sahneye çıktığımda biraz da inatlığımdan olacak ki ben de salonda bulunan Sayın Bahçıvanı sahneye davet ettim. Sanayi Odası genel sekreteri İsmail Hakkı Bey yanlış oluyor diye feryat ediyordu. Sayın Bahçıvan sahneye geldi bende kendisinin bir yazısı vardı böyle böyle diye. Allah bize vergi rekortmenliğini nasip ediyor ben de bu plaketi Sayın Bahçıvan’ın elinden almak istiyorum’ dedim. Mustafa Bülbül gülümsedi ve ben o tarihteki plaketi Bahçıvanın elinden aldım. Felsefemde paranın dini imanı kırmısızı yeşili olmaz. Para şahıslarda da olur kuruluşlarda da olur. Mühim olan şahıslarda kurumlara iyi yön vermesi bilincinde olalım.

 

EŞİM ARİFE HANIM İLE ADETA OKUL KERKMESİ İDİK

 

1960 yılı sonunda 1.1.1961 yılında evlendim. Eşim Arife Sayıcı ile ilkokula beraber giderdik. Kayınpederim Hasan Hüseyin Camızcı ile babamın dükkanı yan yana idi. Okul dönüşü dükkanın önünden geçerken adeta okul kerkmesi olduk ve birbirine dünür diyen iki arkadaş benim okulumun bittiği sene bizi evlendirdiler. Burada çocuklarımdan Ali mali müşavir şu anda petrol ticareti yapıyor. İkinci çocuğum Emine evli damadın Davut Dursun mali müşavir bu evlilikten olan torunum Mehmet Dursun’da şu anda Antalya’da yüksek lisansta yapıyor avukat. Üçüncü çocuğum Abdullah Sayıcı şu anda serbest avukat eşi Şerife Sayıcı doktor. Dördüncü çocuğum Rukiye Hüseyin Kaplan ile evli damadım makine mühendisi TSE de uzun süre çalıştı şu anda da Selçuklu Belediye Başkan yardımcısı. Beşinci çocuğum Mehmet Akif Sayıcı ziraat mühendisi. Teknokentte çalışıyor eşi Güzide ev hanımı. Altıncı çocuğum Mustafa Murat Sayıcı elektrik mühendisi eşi Hacer ev hanımı. Eşim Arife Sayıcı 1989 yılında bir felç geçirdi  1989 dan beri yüzde elli hayatiyetini kaybetmiş vaziyette ikinci bir evlilik zuhur etti. İkinci eşim Zeynep Hanım. Zeynep Hanımdan olan oğlum Hüseyin Emre Sayıcı bu sene ortaokulu bitiriyor. Eşimin ölen eşinden olan manevi oğlum Yusuf  inşaat mühendisi şu anda Moskova’da müteahhitlik yapıyor. 15 torunum var torunlarım yaşına ve sırasına göre lüzum eden okullarda okuyor. Aileye baktığımız zamsan her branşta elaman olduğu ortaya çıkıyor.

 

KONYA VALİSİ NECATİ ÇETİNKAYA ‘YEŞİL HASTANE Mİ OLUR’ DİYE HASTANE AÇILIŞINA GELMEMİŞTİ

 

Konya’ya geldiğim yılarda Çumra da Hastanenin yokluğu dikkatimizi çekmiyordu ama Konya’ya gelince Konya’ya gelen hasta hemşerilerime yardımcı olmak amacıyla doktorlarla haşır neşir olduk. Bu arada Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi kuruluş aşamasında idi. İlk bağışı o günün parası ile 500 bin TL ile yani 500 bin mark ile ÇUMPAŞ Yem Sanayi yapmıştı. Şahsi bağışlarımı burada söylemek istemiyorum. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi  Hastanesinde de durumu bildikleri için Konya’ya hasta gelen bütün Çumralılar beni arıyorlardı. Ben o zaman Çumra’da bir hastane olması gerektiğini inancına vardım. Bu arada da 80 de Çumra Devlet Hastanesi sağlık ocağına dönüştürülmüştü. Yukarıda bahsettiğimiz Bağ-Kur’un açılış törenine o gün Garnizon Komutanı 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel paşa ile vali ve Belediye Başkanı Lütfi Fikret Tuncel’i de davet etmiştik. Helikopter ile Çumra’ya geldiler. Bağ-Kur açılışında biz hastaneni durumunu kendilerine arz ettik. Bedrettin Paşa rahmetli bizim teklifimize –‘Sağlık kuruluşu sağlık kuruluşu olarak kalır’ dedi ve hastaneyle devam kararı verildi. Bu arada Konya basını ile ulusal basına da sesimizi duyurduk bu işten o günün gazetecileri Rıdvan Bülbül, İhsan Kayseri, rahmetli Adil Gücüyener, rahmetli Mehmet Gazel bunların rolü büyüktür onların hakkını verelim.  Çumra’daki Devlet Hastanesi yapımına karar verildi. Ben Anavatan Partisine gitmedim. Milliyetçi Demokrasi Partisine kuruluşunda kayıt olmadım. Ama Haydar abiyi destekledim. Partisiz bir vatandaş olarak da Çumra Hastane Derneği Başkanıyım güzel bir hastane yaptık. Yönetim kurulu arkadaşlarım İsa Aksöz abi eski hastane yeşil bunu da yeşile boyayalım dedi bizde yeşile boyadık. Zamanın Konya Valisi Necati Çetinkaya da bize bu yüzden epey kızdı ‘Yeşil hastanemi olur ben bu hastanenin açılışına gelmem’ dedi ve açılışız hastanemiz Çumra’ da hala hizmet vermeye devam ediyor. Benim başkanlığımda Çumra’nın bütün partilerine mensup her çumralı canla başla hizmet etti Çumra’da tam teşekküllü bir hastanemiz var. Hastane yapımında Çumra trafik tescil istasyonu da açılıyordu. Trafik tescil istasyonu ile hastane arası 100 metre idi. Valimiz Utku Acun’a -Sayın valim vatandaş devlet işbirliği ile bir hastane yapıyoruz. Lütfen bir ziyaret eder miyiz isteğimde bulundum. Zamanın Belediye Başkanı abimiz Mustafa Kemal Embel –‘yok kardeşim işimiz’ var dedi: Bende o anda  Haydar abimizden medet bekledim bir Haydar abiye bir Sayın Valiye baktım Sayın vali -Başkan bir başka zaman ziyaretine geleceğim’ dedi kendisi o gün gelemedi ama kendisinin özür mektubu geldi. Çünkü çok beyefendi ve çelebi bir insandı. Bende Haydar abinin Belediye Başkanlarının mı sözü geçiyor’ diye sitem ettim ve Belediye Başkanlığına 1989 karar verdim.

 

DYP’DEN ADAY OLDUM VE BEŞ YIL BELEDİYE BAŞKANLIĞI YAPTIM

 

 DYP den aday oldum ve seçildim. Beş yıl Belediye başkanlığı yaptım bir çok okul yapımında yüksek okulun Çumra’ya gelişinde 38 bin metrekare arsayı Sayıcı, Atçı, Güdül sülalelerinden arsayı alarak Emniyet Müdürlüğüne ve okullara arsa olarak bağışlandı. Şu anda yüksek okul dahil olmak üzere bu kişilerin sülalerinden alınan arazilere yapıldı. Benim Çumra çalışmalarımda geçen kadostra hisseli tapuları hisseli olarak yazıp geçmiş. Bunların müstakilleşmesi için vatandaşımıza verdiğimiz sözü o tarihteki bölge müdürü Yunus bey  ve  Karatay Kadastro Müdürü Mustafa Tatar şimdiki Tapu Kadostro Bölge müdürü sayesinde 2981 B maddesi ile  tapuları müstakilleştirdik. Vatandaşa hisseli tapuların müstakilleştirilmesi ile 2 bin tapu dağıttık. Türkiye’de Süleymanlılarla Diyanet arasında ki sürtüşmelerde en büyük çekişme Çumra’nın idi. Bu işin hallini de o gün Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan hemşerimiz abim Halit Güler’in destekleri ile Çumra Ulu Camii kenarında ki kur’an kursu işini tatlıya bağlayarak halledilmesi idi. Çumra’da ki bu küskünlük giderildi. Bu işten de Konya Türkiye’ye şamil oldu. Günde 24 saat çalışıyordum. Bu çalışmalarda Çumra Müftüsü Mehmet Ertürk’ün gayretleri unutulmaz. Durmuş Ali Çalık zamanında kurulan atıl vaziyette olan asfalt tesislerini modernize ederek yeni ekipmanlar alarak asfalt ekibinin şantiyesini oluşturduk Çumra Belediyesi hudutları içerisinde 440 kilometre asfalt serilmesini gerçekleştirdik. Mustafa Kemal Embel zamanında avam projesi yapılan kanalizasyonun projesini gerçekleştirdik. İhalesi yapıldı mahkemeyle verilmesinden dolmayı ihale uzun müddet askıda kaldı bu siyasi çekişmenin en büyüt ayıbı idi. O tarihte içeri Çumra kanalizasyon bittiği halde mahkeme kazanılıncaya kadar Çumra kanalizasyonu gecikti. Bu işte sayın Recep Konuk maddi manevi hiçbir şekilde yıpranmadı. Ama ben bunu Çumra için siyasi çekişmenin bir ayıbı olarak görüyorum. Her Belediye Başkanı gibi bizimde Belediyecilik hizmetlerimiz iş hanları ile kültür sarayı ile sağlık merkezleri ile birçok vasıtası alımları itfaiye teşkilatının modernize edilmesi ile Çumra’nın sinekten kurtulmasındaki çabalarımız ile hizmetlerimiz olmuştur. Benden sonraki Belediye Başkanı Sayın Recep Konuk belediyeciliğin yalnız sat hizmetler ile değil büyük hizmetler olduğunu vurguluyordu. Bunda da Recep Konuk başarılı oldu 364 günde Çumra’ya 150- 200 milyon dolarlık Türkiye’nin en büyük en modern Şeker Fabrikasını yaptırarak Çumra’nın kaderini değiştirdi.

 

TÜRKİYE YEM SANAYİCİLERİ BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ VE PÜİS GENEL BAŞKAN YARDIMCISIYIM

 

Bu arada 79 yılında büyük oğlum Ali Sayıcı SÜ Fen Edebiyat Fakültesini fizik bölümünü kazandı onu okutmak için Konya’ ya geldik ve Konya’ da ticarete başladık. Zeki Sayıcı şimdi ticari ve siyasetten emekli olarak ne yapıyor?1988 Amerika gezimizde orada şirket sosyal dernek kooperatif işbirliği çalışmalarını gördüm.  Karaman’dan Yılmaz Babaoğlu Konya’dan Efraim Durmaz Seydişehir’den Mehmet Çetin ile birlikte Konya da bir Yem Sanayicileri Derneği kuralım dedik. 1988 de kurulan Yem Sanayiciler Derneğini yemciliği bırakmama rağmen şu anda yönetim kurulu başkanıyım. Merkezi Ankara’da bulunan Türkiye Yem Sanayiciler Birliği Yönetim Kurulu üyesiyim. Buradan ne zaman ayrılacağım desem yönetim kurulu arkadaşlarımız –‘Sen buradan ayrılacak olursan o zaman bize bağıracak adam kalmaz’ diye rek beni orada tutuyorlar. 1978- 80 yılları arasında ülkede çok büyük akaryakıt sıkıntısı vardı. Bu sıkıntılarda bizde akaryakıtçılar olarak epey sıkıntı çektik. 80 li yıllardan itibaren şimdi ki AKPET Petrol Dağıtım Şirketinin Sahibi Sayın İsmail Aytemiz ile birlikte PÜİS Petrol ürünleri iş verenler sendikasının yönetimini Mersin’den başlayarak devam ettirdik Şu anda PÜİS Genel Merkez Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekteyim.  Tabii insan hayırlı işleri gençken yapar zira gençken zengin olur benim gibi erken emekli olur 20 yıldır ticaret yapmayan insanlarda hayır cemiyetlerinde fazla uğraşamaz. Bende bu tip derneklerde hizmetlerimi yürütüyorum. Kökenimin Bozkırlı olmamasından dolayı Bozkırın Dünü Bugünü adı altında Bozkırlılar Derneği’nin yaptığı gerek sempozyumun yapımında gerekse kitabının çıkışında kendi çapımızda tuzumu biberimiz oldu. Çumra’nın tarihini yazalım diye bazı işlere başlarken bu güne kadar yapmış olduğum girişimlerde muaf fak olamamış idim şimdi Çumra Kaymakamlığı Çumra Belediye Başkanlığı ve Merhaba Gazetesinin sahibi Mustafa Arslan ile yapılan sempozyumda bizimde bir nebse tuzumuz bulundu. İnşallah iyi bir kitap olursa bununla da bildiğim kadarı ile Çumra’nın geçmişine ışık tuttuğumdan dolayı mutlu olacağım.  

Konyalının sevdiğim yönü sabah namazında dükkanını açar altıncı ayda kömürünü alır dokuzunca ayda bulgur ununu kıymasını sucuğunu kışlığını tamamlar. Kesinkes vakıf malı almaz.

 

BİR DÖNEM KONYA’DA YEREL GAZETE ÇIKARTTIK

 

1979 Konya’ya geldik Konya da iki tane spor kulübü vardı. Gençlerbirliği ve İdmanyurdu İdmanyurtlu Ali Akköylü’nün aleyhinde Durmuş Alagöz bir yazı yazmıştı. Ali Akköylü aleyhine yazdığı yazıda efendim o zaman Haydari tarikatı diyordu. Sonradan bende bu tarikata üye oldum. Seyit Koyuncu’nun dükkanına toplandık. Bir ikindi üzerine Yılmaz Kulluk’da geldi siz dedim. Onlara siz boşuna kendinize tarikat diyorsunuz siz tarikat filan olamazsınız yarın sizi döverlerse kimse kimseyi korumaz bu kadar kişi bir gazete çıkartamıyorsunuz dedim. Ali Akküylü’den başladık. Gazete çıkartalım tamam peki beşer yüz lira verelim dedik Rıfkı Koyuncu, Necmettin Tongarlak, Rahim Özkaymak, Zeki Sayıcı, Yılmaz Kulluk, Muştak Canbilen. Daha sonra Muştak Canbilen ile beni görevlendirdiler. Hazır gazete diye bir gazetede aldık  Anadolu’da Bugün. Bu iştede Cengiz Dönmez ile İhsan Kayseri’ yi görevlendirdik. Rahim Özkaymak’ ın DEPA diye bir şirketi vardı madencilik onu devam ettirelim dedik o devam etti. Ama o çevreye yakın yazı yazanlardan hiçbir kimseden bir makale bile alamadık. Çünkü o günkü kurulan ANAP’ a hepsi muhalif idi. Hiç kimse sonradan DEPA’nın genel kurulu yapıldı ben çağrılmadım küstüm ve bir daha gitmedim.

 

ADALET PARTİSİ’NDE Kİ HANCILAR’I YIKTIK

 

Söyleşimizi iki politika hatıram ile bağlayalım. Birincisi İsmail Çapar abi ile Adalet Partisinde göreve başladıktan sonra Konya’da İl Başkanımız rahmetli Hamdi Bezirci harika bir insan idi. Merkez ilçe başkanı Mustafa Güzelkılınç idi. Biz Hamdi Bey’e de Mustafa Bey’e de bir saygısızlığımız yoktu. Ama resmi dairelerde Çumra’ya hizmet olaylarında Mustafa abi ben Merkez İlçe Başkanıyım diye bizlere çelme takıyor biz de bunun karşılığında bu iktidarı devirelim diyorduk. İl Başkanlığı içinde Adnan Ağırbaşlı’yı öne çıkartıyorduk. Adnan Ağırbaşlı’yı önce Merkez ilçeye alalım, sonra da aynı heyeti ile taşıyalım felsefesinde bulunuyorduk. Adnan Ağırbaşlı’nın partide tek olma hevesi vardı. Fakat partide Aydın Menderes faktörü var birde Necati Kalaycıoğlu faktörü var. Bu ikisine ters düşerseniz ‘Hancı grubu’ o tarihte ki meşhur şöyle Mustafa Güzelkılınç ve ekibi karşısında iki karşısındaki grupla bir yere varılamaz. Burada benim rolümü ne edip, edip Adnan Ağırbaşlı ve ekibini Kalaycıoğlu’na ricaya gönderdim. Sonradan başımıza ters işler açan Turgay İzol Başkanlığında giden ekip gece Sayın Kalaycıoğlu ve Sayın Menderes’e ulaştılar. Bu işte Sayın Demirel’inde haberi var idi. Benim rolümle ekip Konya’ya geldi. Selçuk Otele yerleşti. Sayın Aydın Beyin benden ricası ben Sayıcıların arabası dışında herhangi bir vasıtaya binmeyeceğim. Buna varsa ben varım dedi. Aydın Menderes Konya’ya her gelişinde her siyasi işlemlinde ben veya kardeşim Ahmet Sayıcı arkadaşlık yapardık. Hiç kimse Hancılar yıkılmaz derken bizim ekip hancıları yıktı. Bu işe Haydar abi ve ekibi bile inanamadı. Bu Konya’nın siyasi tarihinde gündeme çıkacak olan bir olaydır. 1970 li yıllarda. Tabii yeni gelen ekip İsmail abiyi küstürdüler çok kırılgan ve hassas olan İsmail Çapar abi partiden kopmadı ama kırıldı. Parti içerisinde bir küskünlük olmadı çünkü Hamdi Bezirci Başkanlığında Bezirci sülalesi saygı değer insanlardır. Keza Demokrat Parti kurucusu Muhittin Güzelkılınç ve ekibi Hancılar da beraberce Adnan Ağırbaşlı ve ekibi ile particilik yaptı. Adnan Ağırbaşlı bütün uğraşmalara rağmen partiden kopmadı. DYP kurulduktan sonra seçimin birinde Ağırbaşlı beni ziyarete geldi. Ben adayım desteğini istiyorum dedi. Ben varım siz partiden hiç kopmadınız onun içinde size saygı duyuyorum ama bir iki ve üçün dışında lütfen adaylığı kabul etmeyiniz dedim Tansu Çiller Adnan Ağırbaşlı’yı beşinci sıraya koymak istedi Adnan beyde haklı olarak aday olmadı.

 

SÜLEYMAN BEYE AKTARDIĞIM BİR KONU MİLLETVEKİLİ OLMA HAYALİMİ BİTİRDİ

 

Yukarıda başımıza çeşitli işler açacak olacak dediğim rahmetli Turgay İzol Sadettin Bilgiç ve Süleyman Demirel ile yakın görüşürdü. 80 sonrası tüm masraflar Sayın İsmail Çapar abiden olmak üzere Türkiye’yi güya gezdi. DYP ye insanları davet etti. Güya sayın Demirel’in emri ile. Ama Demirel’in bu işten haberi olmadığı inancındayım,. Rahmetli Mustafa Bezirci Başkanlığında Sayın Süleyman Demirel bizleri Ankara’ya çağırdı. Ben Belediye başkanıyım. Sayın Demirel’in konuşmasından sonra söz aldım. Sayın Genel Başkanım partiler başkanları ile kaimdir. Konya’da size yakınım diye Turgay İzol arkadaşımız her işe burnunu sokuyor bu sizi de bizi de yıpratıyor. Bu arkadaşımız., size yakınsa o arkadaşımızı İl Başkanı yapalım dedim. Sayın Demirel benim teşkilatım var. Ben herkese yakınım teşkilatımın dışındakiler beni ilgilendirmez. Bütün Türk vatandaşlarına telefonlarım nasıl açık ise o arkadaşa da açıktır. Bunun için de herhangi bir tekzip vesaire düşünmem’ Dedi. Tabii benim bu işgüzar lafım benim milletvekili olma hayalimi bitirdi. Allah Devlete ve millete zeval vermesin ülkemi Konya’yı demokrasiyi tüm iyi düşünen insanları seviyorum