yazar-35
1 Mayıs
Gülay Göktürk, 30 Nisan 2006 tarihli “Nevruz için artık çok geç” başlıklı yazısına şöyle başlamış: “Bu kaybettiğimiz ikinci bahar bayramımız...
Önce 1 Mayıs bahar bayramını yitirdik. Galiba artık Nevruz'u da...
Aslında 1 Mayıs daha baştan kaybedilmiş bir bayramdı. Çünkü o günü bahar bayramı ilan eden devletimizin baharı kutlamak umurunda bile değildi, niyeti "komünistlerin" işçi bayramını bastırmaktı.
Sonuçta 1 Mayıs'ın ne bahara, ne işçilere bir hayrı olabildi.
Önceleri, baharcılarla işçiciler biraz çekişti... Baharcılar çabuk geri çekildi. Meydan "işçici"lere kaldı.
Kaldı da ne oldu? 1 Mayıs İşçi Bayramı "bayram"dan başka her şeye benzer oldu.
Hatırlayın, her yıl 1 Mayıs yaklaşırken çeşitli sol gruplar arasında gerginlik, bir atışma, bir yarışma başlar; her bir fraksiyon 1 Mayıs alanını ele geçirmek için planlar kurar, bu gerginlikle birlikte provokasyon korkusu ortalığı sarardı. Emniyet müdürleri günlerce önceden önlemler alır, poliste izinler kaldırılır, normal vatandaşlar o gün kimselere randevu vermez, anneler çocuklarını dışarı göndermezdi.
Hepsi de 79'daki kadar kanlı olmasa da, her 1 Mayıs epey bir zayiatla kapandı. Her 1 Mayıs'ta meydanlardaki nefret ve korku daha da büyüdü. Korku ve nefret büyüdükçe insanlar çekildi, işçiler hepten yan çizer oldu. Meydan sadece eli sopalı, cepleri taş dolu küçük, hırçın bir azınlığa kaldı... Sanırım son yıllarda onlar da bıktı.
Sonunda 1 Mayıs yok oldu...”
Gülay Hanım, yanlış hatırlıyor. Kanlı 1 Mayıs, 79’da değil, 77’de yaşandı. 34 kişinin hayatını kaybettiği o gün, bir arkadaşımla ben de Taksim’de idim. Üniversite öğrencisi iki genç olarak gösteriyi izlemek niyetindeydik. Daha meydana varmadan, gerginliğin kokusunu aldık. Tertip komitesi, bazı grupların meydana girişine izin vermek istemiyordu. Maocu –Doğu Perinçek takımı- olduğu söylenen grubun Taksim meydanına girişine sanırım epey tartışmadan sonra, belli koşullarla izin verildi. Dikkatimizi çeken bir şey de, DİSK başkanı Kemal Türkler’in belindeki tabanca idi. Alanın ortasındaki platformun üstünde birilerine bir şeyler anlatmaya çalışırken, görmüştük onu. Belindeki tabanca âdeta sarkıyor, sallanıyor, ben buradayım, diyordu. “Bayram” ile “tabanca”yı birleştirmekten çekinmeyen bu sendikacı, sonradan öldürüldü. O gün orada elbette “gizli eller”in provokasyonu da olmuştur ama kutlamacıların durumu da her türlü kışkırtmaya açıktı. Biz, galiba kötü şeyler olacağını sezerek miting başlamadan alandan ayrıldık. Bir süre sonra koşuşmalar, kaçışmalar olduğunu gördük. Bir delikanlının kaçanları durdurmaya çalışırken “Kaçmayın, dönün! Hani faşizme karşı omuz omuza savaşacaktık!” demesi, bize gülünç göründü. Hangi faşizmden, hangi savaştan söz ediyordu bu arkadaş? Bu kargaşadan uzaklaşmak için ara sokaklardan birinde bir sinemaya girmek istedik. Gişedeki adam, filmin başladığını, bizi alamayacağını söyledi. Bu arada sokağın karşısında başka bir sinemanın çıkış kapısı kırılırcasına açıldı. İnsanlar korku ve telâşla dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. Meğer içeride “Bomba var!” sesi duyulmuş, panik çıkmış. Demek ki, provokasyon sadece Taksim Alanı ile sınırlı değil, dedik. Birbirleri üstüne yığılmış sinema seyircilerini gören gişe görevlisi, bize dedi ki: “Çabuk girin!” Bilet falan almadan karanlık salona daldık. Cassandra Geçidi oynuyormuş!
Sinema çıkışında erken baskı yapmış sol gazetelerden birinin manşetinde “GÖRKEMLİ 1 MAYIS” başlığını görmek çok hazindi. O gazete ertesi gün “PROVOKASYON” başlığıyla çıkmış olmalı.