Prof. Dr. Ali Akpınar
Adalar ülkesi Endonezya
İstanbul’dan havalandı uçağımız. Tam on iki saat kesintisiz uçtuk. Gece hareket ettik, Singapur’a indiğimizde kuşluk vakti idi. Sonra tekrar havalandık ve iki saatlik uçuştan sonra Jakarta’ya vasıl olduk Tam 14 saatlik, havada bir yolculuk. Allah’a emanet bir yolculuk. Gecenin karanlığında, 11 bin metre yükseklikte ve 700 km hızla ilerleyerek süren bir yolculuk.
On bin metre yükseklikte, bulutların üzerinde, uçsuz bucaksız denizin üzerinde Yüce Allah’ın eşsiz ve erişilmez gücünü kudretini temaşa ediyorum. Hem son derece güzel, hem de ürpertici. Peygamberimizin, yükseklerde Tekbir getirin, vadilere indiğinizde Tesbih edin hadisini hatırlıyorum ve tekbir getirerek korku ve endişemi gidermeye çalışıyorum. Yükseklerde tekbir. Ne kadar yükselirsek yükselelim, ne kadar yükseklerde uçarsak uçalım, Allahüekber diyoruz. En büyük Allah. Ondan başka hiçbir ilah yok. Hiçbir güç O’nun gücüne erişemez, büyükler O’nun büyüklüğü yanında küçücük ve aciz kalır. Bütün hamd ü senâlar O’nadır.
Peygamberimizin Mirac yolculuğu aklıma geliveriyor. Onunki elbette çok farklı, çok daha heyecan verici ve tek kelime ile muhteşem. Bizim yol uçuş haritamız belli, ne zaman hareket edeceğimiz, nereye nasıl gideceğimiz belli. Yolculukta yiyoruz, içiyoruz, uyuyabiliyoruz. Bizimkisi, dünyanın bir yerinden bir başka yerine yatay bir uçuş.
Onunki ise çok daha farklı. Beklenmedik bir anda, ne kadar süreceği belli değil, nasıl ve neyle gideceği bilinmiyor. Dünyadan ötelere dikey bir yolculuk O’nunkisi. Bizimki sınırlı, riskli ve maddî sebeplere çok bağlı. Onunkinde ise hiç risk yok, sınırlarını Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, manevî sebeplerle gerçekleşiyor ve maneviyat dolu. Ama oldukça heyecan verici. Bizimkinde yolculuğun bir an önce bitmesi istenir. Onunkinde ise yolculuk hiç bitmesin istenir.
Endonezya semalarındayız. Aşağısı binlerce irili ufaklı ada ile dopdolu. Endonezya Güneydoğu Asya ile Avustralya arasında adalar ülkesi. İrili ufaklı 14 bin kadar adadan meydana geliyor. Yüz ölçümü iki milyon km kare. Bu adaların üç bin kadarında yerleşim var. Yüce Yaratıcı, yukardan pirinç taneleri gibi serpiştirivermiş adeta. Yerleşime açık olanlar on bin metreden seçilebiliyor, diğerleri yemyeşil, yağmur ormanlarıyla kaplı. Burada insan gözünün on km uzaklıktaki şeyleri seçişini fark ediyor ve hayretler içerisinde kalıyoruz.
Ve başkent Jakarta’ya iniyoruz. 15 milyondan fazla nüfusu olan kalabalık ve yoğun bir şehir Jakarta. Dünyanın en kalabalık nüfuslu Müslüman ülkesi Endonezya’dayız. Evet ülkenin nüfusu 250 milyon civarında ve nüfusun % 90 dan fazlası Müslüman. Yer altı ve yerüstü kaynaklarıyla zengin bir ülke Endonezya.
Bu topraklara İslam, Müslüman tüccarlar vasıtasıyla gelmiş ve yayılmış. İslam’ın yayılmasında tarikatların etkisi oldukça fazla olmuş. Kadirî, Şuttariyye tarikatları bunların başında geliyor. İslam 7. Yüzyılda buralara ulaşmış. Müslüman bir kadına ait olan en eski mezar taşı hicri 475, miladî 1082 tarihli. O insanlar ne mübarek insanlarmış, o tüccarlar ne emin sadık tüccarlarmış ki, İslam’ı kıtalar ötesi bu yerlere getirmişler. Şimdilerde buralarda yapılan her secdeden onların amel defterlerine bir şeyler yazılıyor. Peygamberimizin emin dürüst tüccar peygamberlerle beraberdir hadisini bir kez daha hatırlıyor ve anlıyorum.
17. yüzyılda Kur’ân Beyzâvî tefsiri ile birlikte Malayca’ya tercüme edilmiş, Şuttariyye tarikatının kurucusu Nureddin es-Sinkîlî’nin Malay dilindeki meâlinin adı Tercümanü’l-Müstefid.
Endonezya Müslümanları hac ibadetine büyük önem veriyorlar. Evlilik çağında hacca giden gençler için Hacı unvanı ile anılmak, unvanların en güzeli. Burada kurulan İslam Devletlerinin en büyük hükümdarları Sultan unvanını Mekke’de almışlar. Demek ki Osmanlı sultanlarının aksine bu sultanlar hac ibadetini yerine getirmişler.
Hac ibadeti esnasında da büyük çoğunluğu gençlerden oluşan Endonezyalı Müslüman hacıların disiplinli, nazik ve narin yapı ve duruşları hepimizin dikkatini çekmişti. Burada da narin ve nazik insanlar Endonezyalılar. Yüzlerinden tebessüm hiç eksik olmuyor. Motosikletlerin yoğun olarak kullanıldığı şehirlerde trafik bu nezaket ölçüleri içerisinde akıyor. Kasklı, kadınlı erkeli sürücüler, asla birbirlerine zarar vermiyorlar. Bu kadar motosiklet biz de olsa diyoruz, her gün kavgalar ve hatta cinayetler olur. Trafikte seyreden modelli Japon arabaları baş sırada geliyor. Arabalarda çizik yok. Sadece toplu taşıma otobüsleriyle minibüsleri biraz dökük. Bu da dengesiz bir ekonomik dağılımın olduğunu gösteriyor. Zengini zengin, fakiri fakir. Devasa gökdelenlerin hemen arkasında varoşlar görünüyor. Yeşilin her tonunu görmek mümkün.
Sürekli gülümseyen ufak tefek insanlar. Obezite sorunu yok gibi, genelde sebze ve meyve ağırlıklı yiyecekler. Ekmek neredeyse hiç yok gibi yahut ekmek tüketimi çok az. Biz de orada kaldığımız beş gün içerisinde bol bol tropikal iklim meyvelerinden yedik. Adını sanını bilmediğimiz meyveler. Ekmek yemezseniz tabii ki böyle ufak tefek kalırsınız diyorum kendi kendime. Camilerinde saf aralarına biz sığmıyoruz. Saf çizgilerine uyduğumuzda ya başımız fazla geliyor, ya ayaklarımız taşıyor.
Endonezya camilerinde Harem havası hakim. Mekke-Medine mescidleri gibi. Mimari yönden Hint ve Harem mescidlerini andırıyorlar. Zeminlerinde genellikle halı ve döşeme yok. Sıcak ülke olması hasebiyle böylesi daha iyi. Zor kirleniyor, kolay temizleniyor. Bir paspasla pırıl pırıl oluyor. Cemaat yalın ayak. Caminin avlu girişinde ayakkabılar çıkarılıyor. Ezan ve Kur’ân’lar Arap makamında okunuyor. Şafii mezhebinden olmaları sebebiyle Fatiha ve surelerin başında besmele sesli olarak çekiliyor ve Fatiha’dan sonra sesli olarak getirilen Âmin sedaları arşa yükseliyor. Namaz rukünlerine çok dikkat ediyorlar, alel acele namaz kılınmıyor yani.
Büyük camilerin avlusunda yatay duran ve silindir şeklinde devasa bir davul bulunuyor. Cuma günü ezan okunmadan önce üç kere gümletiliyor ve ezan vaktinin geldiği haber veriliyor. Camii imamı bu uygulamanın atalarından kaldığını söylüyor. İmamlar kendi dilleri yanında Arapça ve İngilizce de konuşabiliyorlar. Cami avlusunda yalın ayak dolaşılıyor; tuvaletten çıkan insanlar önce küçük bir havuzda ayaklarını yıkıyorlar; sonra şadırvanda abdest alıp içeri giriyorlar. Kadınların da cemaate iştirak ettiklerini gördük.
17 Ağustos 1945’lere kadar Hollanda sömürgesinde kalmış Endonezya. Hollanda nere, Endonezya nere diye düşünüyoruz. 45 de bağımsızlıklarını kazanmışlar. Burada trafik İngiltere ve Kıbrıs’ta olduğu gibi sağdan işliyor. Arabaların direksiyonları da sağ tarafta.
Peki, biz niye geldik Endonezya’ya, onu da bir sonraki yazımızda anlatalım.