Prof. Dr. Caner Arabacı
Adalet, Amerikancılık karmaşası..
İstanbul’un fethinin yıldönümü yaklaşıyor ya.. Farklı bir duygu-düşünce yağmuru zihnimi alt-üst ediyor. Büyük fetihlerin öncelikle askeri değil, yürekleri fethederek işe başladığı gibi.. Yüksek değerlerin, tefessüh edenleri tesir altına almasının kolay olduğu gibi..
Bu açıdan, Bizans asillerinden Grandük Notaras'ın, sözü çok anlamlıdır:
İstanbul'da kardinal şapkası (Latin serpûşu) görmektense, Türk sarığı görmeyi tercîh ederim!.."
Fethi bundan daha doğru ve anlamlı ortaya koyabilecek bir söz var mıdır? Fatih, başında bulunduğu millet ve devletle birlikte Bizans’ı içten, ruhen fethetmiş bulunmaktadır. İşte asıl zafer buradadır. Notaras’ın kimliği, sözünü nerede söylediği bu açıdan önem kazanmaktadır. Bir defa bu söz sıradan bir Bizanslının ağzından çıkmış değildir. Bir asilzadedir. Asilzadeler içinde de sıradan değildir. Başbakan konumundadır. Söylediği yerin Ayasofya ve yapılan görüşmede Papa'dan yardım talebi-teklifi karşısında olması daha önem kazanmaktadır. Hıristiyan bir devlet büyüğü, surları Fatih’in askerleri zorlarken böyle konuşmaktadır. Çünkü Ortodoks Bizanslılar, din kardeşleri olan Katoliklerden nefret etmekte, yardım karşılığı olarak Roma kilisesine bağlanmak istememektedirler. Burada niçinler işin iç yüzünü daha aydınlatacaktır. Ortodokslar, kendi ülkelerine saldıran Türklerden daha çok dindaşları olan Katoliklerden neden bu kadar ürkmektedirler? Ya da Katolikler, yardım teklif ettikleri din kardeşlerine, niçin bedel ödetmek istemektedirler?
Asıl fethin gerisindeki gelişmeler, Notaras’ın sözünün anlaşılmasını sağlayacaktır. Bir defa Bizans, Katolik âlemi tanımaktadır. Öncesi bir tarafa bırakılsa bile Dördüncü Haçlı Seferi (1200-1204), Kudüs’ü kurtarmaya, İslâm dünyası üzerine saldırıya hazırlanmışken İstanbul’da kalmıştır. Kudüs yerine İstanbul işgal edilmiştir. İlk haçlı seferinde Kudüs’te Müslüman ve Yahudilere yapılanların bir benzeri Bizans halkına yapılır. Bizans İmparatorluğu yerine Latin Devleti kurulur ama iş bu kadar değildir. Şehir yağma edilir. Kaybedilmeden elde tutulanlardan bir kısmının dökümü bugün bilinmektedir. Vatikan'da, başka önemli dini merkezlerde koruma altına alınanlar bulunmaktadır. “Hipodrom'daki heykeller, azizlerin kemikleri, İsa'ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino'da olan kefen ile Venedik'teki San Marko Meydanı'ndaki kilisede muhafaza edilen dört adet at heykeli” onlardandır. Bizans artık 1204 felaketini hiç unutmayacaktır. 1453’teki Osmanlının, yürüyen kaleleri, tonluk güller atan topları, tüfekleri, okları, mızrakları bile Latinlerden daha uygundur.
Çünkü “Ya Bizans beni ya ben Bizans’ı alırım” kararlılığı gerisindeki hazırlıklar, kuşatma, Boğaz Kesen karşısındaki Rumeli Hisarı, donanma, hatta Haliç’e indirilenlerle birlikte su üstünde yapılan hazırlıkların hepsini Bizans görüyor ve bazılarını da önceden biliyordu. Tehlikenin ciddiliği açıktı. Ama ona rağmen Roma yerine Edirne öne çıktı.
Bunun altında Müslüman Türk adalet ve insanlığının bulunduğunun artık görülmesi gerekmektedir. Zira II. Mehmet, Fatih olduktan sonra, kendi yapısına uygun olanı göstermiştir. Artık, yerli halk, Ortodokslar kendi emanetidir. Onun için Patriğe, Patriklik tacını giydirip eline patriklik asasını vermekten geri kalmaz. Sadece o kadar değildir. Diyelim ki Ermenilerin de bir toplum olarak kendi değerlerini yaşamalarına kolaylık sağlayan bir süreci başlatır. Ovakim’i getirterek Ermeni cemaatini örgütlü, kendi değerlerini insanca yaşayabilir bir ortama kavuşturur.
Notaras’ın sözlerinin bir benzerini çok daha sonra Alman Martin Luther’in söylemesi bir tesadüf olmasa gerektir: “Ya Rabbi! Büyük Türkleri bir an önce başımıza getir de, senin ilâhî adâletinden onlar sayesinde nasiplenelim!.." Luther’in ayrıca, halkına zulmeden kendi yöneticilerine; "Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresinde yaşamaktansa, Osmanlıların idaresi fakirlere daha iyidir" sözü nasıl anlaşılmalıdır? Benzeri bir ifade, 16. yüzyılda Osmanlı ile bir hayli mücadele eden Boğdan Beyi Stefan için de nakledilir: "Belki de yakında himâyeye muhtaç kalacaksınız! Böyle bir durumda aslâ Rus'a yanaşmayın; hâindir, sizi yok eder!. Fakat kendinizi Osmanlılara emânet edin; âdil ve merhametlidirler!.." Bir yönetici, ölüm döşeğinde oğullarına böylesine zor gelecek bir sözü niçin söyler? Stefan, Osmanlı ile kavgasından dolayı "Hıristiyan Şövalye" unvanını almış, ama bu sırada Osmanlı adaletinin de farkına varmıştır. Düşmanına bile zulmü reva görmeyen bir yüceliği keşfetmiştir.
İşte ana sorun burada başlamaktadır. Belki hiç ilgisiz gelecek ama şu soru günümüz için sorulmalıdır: Yönetim ve hukukta adalete ne kadar güveniyorsunuz? Yetiştirdiğiniz insanların, bugün diyelim ki ülkenin Amerika ile başı derde girse kaçı kendi devlet ve vatanından yana tavır alır? Türkiye’de adı Amerikancılığa çıkmış medya mensubu yazar-çizer, programcılar, Fatih’in kemiklerini sızlatacak derecede nasıl çoğalabilmiştir?