Salih Sedat Ersöz
Adam harcamakta üstümüze yok
Yalan ve iftira üzerine dostluk kurulamaz, arkadaşlık bina edilemez.
Kırk yıllık dost sandığın insan, bir gün gelir de seni boğmaya kalkarsa şaşırmayasın.
Kırk yıldır dost sandığın insan, fırsat bulduğu anda seni yok saymaya bu da yetmezmiş gibi gizliden gizliye ezmeye çalışırsa şoka girmeyesin.
Kırk yıldır dost sandığımız insanların, dostlarını ve dostluklarını hedefe koydukları günlerden geçiyoruz.
Bir insan, kırk yıllık dostunu (!) yalan sözlerle terk eder, bununla da kalmaz bir anda ona düşmanlık yapmaya başlarsa, birileri ona hesapların üstünde bir hesap olduğunu hatırlatmalıdır.
Bir grup, kırk yıllık dostlarını hiçbir sebep yokken bir anda aralarındaki bir kişinin yalan beyanı ile araştırma gereği dahi duymadan içlerinden uzaklaştırıyorlarsa, bunlara birileri vefa denen, hasbilik denen, samimiyet denen o güzelim hasletleri ve dostluğun önemini hatırlatmalıdır.
Yıllar önce, Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'nde şu hadis-i şerifi okumuştum: "Eski dostluğu devam ettirmek, imandandır."
Bu Hadis-i Şerif tüm Müslümanlar için bir ölçü olduğuna göre, demek ki yukarıda bahsettiğim dostlar için, 40 yıllık dostluk eski dostluk hükmünde değilmiş.
Hadi diyelim ki her şeye rağmen canın istedi 40 yıllık dostluğu bitirmek istedin.
Bunu yalansız, iftirasız da yapabilirdin. Dostluğunu bitirmek istediğin kişi adına uydurduğun o yalanların, bir gün gelecek yılan, çıyan olup boğazına sarılacak haberin olsun.
Hadi bunu da yaptın ve dostluğu sona erdirdin. Hâlâ ne diye uğraşıp duruyorsun. Senin başka işin yok mu be kardeşim?
En kötüsü de nedir biliyor musunuz? Dostluk bitti ise şayet, onunla ilgili bildiğin her sırrı emanetin bilip saklaman gerekiyorken, onları ifşa etmek, onun kötülüğü için çaba sarfetmek, onun işiyle gücüyle uğraşmaktır. Ruzi mahşerde bunun hesabı zor verilir.
Tanıdığımızı sandığımız insanları 40 yıl boyunca tanıyamamak, insana onların yaptığından daha beter dokunur. Kolay değil, tam 40 yılın adı var ve siz bu 40 yıl boyunca ona dostum diye sarılmışsınız. Gerçek yüzünü 40 yıl sonra görebiliyorsunuz.
Mustafa Kutlu’nun şu sorusu ilk bakışta çok anlamsız gelebilir ama yaşanan bazı olaylardan sonra hak veriyorsunuz: "Kırk yıl birlikte olmuş olsak bile, bir insanı ne kadar tanıyabiliriz?"
Kadim ve kalıcı bir dostluğun oluşması için zorluklara, imtihanlara, fırtınalara, yokuşlara, sıkıntılara ihtiyaç var. Bütün bunlar yaşandıktan sonra oluşan dostluklardır ki Efendimizin buyurduğu, devam ettirmenin imandan olduğu dostluk işte budur.
İşte bu dostluklardır imtihanı geçen dostluklar… İşte bu dostluklardır iyi gün dostluğu olmayan dostluklar… İşte bu dostluklardır kötü gün dostu olunan gerçek dostluklar…
Bizim camianın adam harcamakta üstüne yok maalesef. En küçük bir meselede dostmuş, kardeşmiş demeden yargısız infaz yaparak işini bitiriyoruz adamın… Bununla da kalmıyor, uğraşmaya devam ediyoruz. Onun zor durumda kalmasından son derece bahtiyar oluyor, mutluluk duyuyoruz çünkü…
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Almanya seyahatinden dönünce şu çok önemli cümleyi kurar: “Onların işleri bizim dinimiz gibi temiz, bizim işlerimiz de onların dini gibi bozuk.”
Bugün, bu cümlenin önemini daha iyi kavrıyoruz. Müslüman olmayan o adamlarda, bizim yaptığımız hak ihlallerinin, kul hakkına riayet etmememin, diğer insanlar hakkında olabildiğince rahat bir şekilde yalan ve iftira etmenin yüzde kaçına rastlanabilir?
Rabbim kendi rızasına uygun dostluklar yaşamayı ve hem dünyada hem ahirette kardeşliği devam ettirecek dostlar edinmeyi nasip etsin.
*** *** ***
BU EZANLAR Kİ…
Bugün aslında ezanla ilgili, İstiklâl Marşı ile ilgili bir yazı kaleme alacaktım ancak bazı gelişmeler beni böyle bir yazı yazmaya sevk etti. Köşemin geri kalan kısmını da asıl yazmak istediğim konuya ayırayım hiç değilse…
İstiklâl Marşımızda geçen şu kıtayı hepimiz biliyoruz.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Milli şairimiz Mehmet Akif’in, Allah’tan dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesi ve camilerimizden okunan ezanların sonsuza kadar yurdumuzun üstünde inlemesidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.
Ezan bizim kutsalımızdır. İmanımızın sembolüdür. Müslüman yurdunun işaretidir. Ezan, bizim için ilahi bir duygu ve yüce bir anlam ifade eder.
Ezan, tüm insanlara yeryüzünde tek egemen gücün Allah, tek önderin Hz. Muhammed olduğunu haykıran en gür sadadır.
Bu Müslüman ülkede bir araya gelen kokanalar, açtıkları pankartlarla açıkça fahişe olduklarını ilan eden değil kadın insan bile olamayan müsveddeler, alçaklar topluluğu, sürtükler ezanımızı ıslık çalarak protesto ettiler.
Bu edepten, ahlâktan, saygıdan, insan haklarından yoksun olan grup şunu bilsin ki, ezanımızı siz çıfıtlara kurban ettirmeyiz. Tarihimizde ezanımız, bayrağımız, vatanımız gibi kutsallarımız için dökülen nice kanlar, verilen nice canlar var.
Gerekirse yine can verilir, kan dökülür ama kutsallarımız çiğnetilmez. Bu olayın ertesi günü ezan sesleri ile aynı yeri inleten ve bu feminizme bile rahmet okutan kokanalara gereken cevabı veren ülkücü kardeşlerimi tebrik ediyorum. Rabbim kendilerinden razı olsun.
Ayrıca Cumhurbaşkanımızın şu sözü de önemliydi: “Bugün ezanımızı ıslıklayanlar, Allah korusun yarın yurda düşman girerse onları da alkışlarlar.”
Evet aynen öyle. Zira ezan düşmanlığı da, vatan düşmanlığı da aynı kategoridedir, eşdeğerdir. Ezana düşman olanlar, vatanın düşmanı, vatan hainlerinin dostudurlar.
Mehmet Akif, bağımsızlığımızın sembolü olan İstiklâl Marşımıza, yukarıdaki ezanla ilgili kıtayı boşuna koymamıştır. Ta o günlerden bugünleri gören koca Akif ne diyor:
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Biz de yürekten ÂMİN diyoruz. Rabbim ezanımızı dindirtmesin, bayrağımızı indirtmesin, ülkemizi böldürtmesin. Âmin. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.