Doç. Dr. Murat Kayacan
Adımızı zikretmeden bizden söz etmek
64 Sivil Toplum Kuruluşunu bünyesinde bulunduran Konya’daki Sivil Toplum Kuruluşları (STK) gelenekselleştirdiği Ufuk Turu Toplantılarının 4.’sünü Alanya’da gerçekleştirdi.
“Sivil Toplum ve Sermaye” konulu oturumda Ömer Bolat Bey, derli toplu bir sunum yaptı. Ne var ki konuşmacı, “nasib olursa, inşallah” türü ifadeleri saymazsak “çoğulculuk, katılımcılık vb.” kavramlarla konusunu işledi. Programın ardından kendisine “İslam’dan arındırılmış bir dil ile üreteceğimiz şeyin eninde sonunda tersinden bir TÜSİAD ortaya çıkaracağı endişemi” iletmek istesem de acilen programın yapıldığı mekândan ayrıldığı için dile getiremedim. Sabahattin Zaim Bey, Ömer Beyin MÜSİAD içerisinde bu konuyu en iyi bilen kişi olduğunu, kaygılarımın yersiz olduğunu söylese de pek ikna olamadım. Zira AB üzerinden yerel baskıcı güçlere direnelim derken, İslamî söylemin buharlaşmadığına inanmak pek kolay değil. Belki de AKP’nin moralimizi en fazla bozması gereken yönü de budur.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejim ile sorun yaşamamak adına üretilmiş “milliyetçi-muhafazakâr” söylemin artık dindar çevrelerde bir kimlik haline geldiği nasıl yadsınamazsa, siyasal veya ekonomik alanda öne çıkan Müslümanların da gelecek nesli bekleyen tehlikeyi önemsemesi gerekiyor. Aksi takdirde bizi “Elhamdülillah laikim!” diye ucube haline şükredecek bir neslin beklediğini düşünüyorum.
Benzer bir endişem de Konya’daki vakıf ve derneklerin üslubuna, ele aldıkları konulara ve davet ettikleri konuşmacılara dair. Tüm Ufuk Turu toplantılarına katılmış birisi olarak konu ve konuşmacılardan oldukça faydalandım. Seneye kısmet olursa yine katılmak istiyorum. Ne var ki, “AB rüzgârına 5 dakika ara” verip “İslam ve Sosyal Gerçekliğimiz” veya “Kur’an ve Hayatla İrtibatımız” konulu bir Ufuk Turu yapmanın ve “içimizden” (Konyalılığı kastetmiyorum.) birilerine söz hakkı tanımamızın ve “içsel” sorunlarımızla yüz yüze gelmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum. Çünkü “yapmak istediklerimize” yoğunlaşıp, “varlık nedenimizi ve kimliğimizi” unutmamamız gerekiyor. Asıl o zaman bizim gerçekten (özellikle birbirimize karşı) “sivil” olup olmadığımız ortaya çıkacaktır.
Programın ardından Konyalı STK’ların yayınladığı bildiri ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Bu bildiride; dışımızda oluş(turul)an bir çerçeve içinde kalma, devletle iyi geçinme ve mümkünse işbirliği içinde olma gayreti kendisini hissettiriyor. Sözgelimi “Hükümet dışı organizasyonlar olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları” ifadesinden, aslında bunun bir tanım olduğu yani Konya’daki STK’lar tarafından “iktidar dışı olmanın bir zorunluluk değil tercih olarak görüldüğü” sonucu çıkarılamaz mı? Yine “Başta devlet olmak üzere her tür kurum, kuruluş ve kişiyle ‘toplumsal ortak iyi’ noktasında hareket etme dışında başkaca bir ilişkiyi de kabul etmez.” ifadesinden de sivil toplum örgütlerinin “işbirliği yapma konusunda” ilk aklına getirmesi gerekenin devlet olduğu söylenmiş olmamakta mıdır? Kaldı ki bu ima bile STK’ların kendilerini inkârı anlamına gelebilir.
Bildiride STK’ların devletin güçlü olması konusundaki rolüne de işaret edilmektedir: “İster iktisadi alanda, ister toplumsal hayatta sivil veya devlet-dışı alanın genişlemesi devleti zayıflatan bir gelişme değildir. Aksine daha güçlü, etkili ve verimli bir iktisadi ve soysal hayat bu alanların dengeli bir şekilde düzenlenmesiyle sağlanabilir.” STK’ların faaliyetlerinin amacı devletin bekası mıdır yoksa halkın mutluluğu mudur? Eğer ikincisiyse, “sivil bir birlikteliğin” birincisine vurgu yapmasının anlamı ve faydası ne olabilir?
Bildiride “Küreselleşmenin ortaya çıkardığı tehditler ve imkânlar sivil toplum örgütlerinin de yerelden küresele ulaşan bir zincir içerisinde dayanışmasını zorunlu hale getirmektedir.” denilmesi Konya’daki STK’ların küreselleşmenin olumsuz yanlarına direnen kesimlerle –sözgelimi küreselleşme karşıtlarıyla- irtibata geçip onları da dinlemeye niyetlenmesi olarak yorumluyor ve varsa böyle bir niyeti can-ı gönülden destekliyorum.
Her şey daha özgür bir Müslüman toplum için!