Mustafa Yiğit
Akşehirli bir büyük yazar Tarık Buğra
Türk edebiyatının önemli ismi Tarık Buğra bundan 23 yıl önce 26 Şubat 1944 yılında aramızdan ayrıldı. Biz onu daha çok dizi film olarak çekilen Küçük Ağa romanıyla tanıdık. Küçük Ağa’nın yanısıra, Küçük Ağa Ankara’da, Siyah Kehribar, İbiş’in Rüyası, Firavun İmanı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Yalnızlar, Osmancık gibi eserlerin yazarı Tarık Buğra kimdi, edebiyat dünyamıza nasıl adım atmıştı diye baktığımızda Küçük Ağa’nın büyük yazarının 2 Eylül 1918’de Akşehir’de doğduğunu görürüz. Yani 1. Dünya Savaşının sona erdiği yıl dünyaya gelir. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okur. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırır ve liseyi burada bitirir. Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Buğra İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrılır. Daha sonra Şişli muallim mektebinde öğretmenliğe başlar. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada “Oğlumuz” adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edilir ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verilir. Belki yazarlığın yolunu açan şey de bu altın kalem ödülü olur. Tabi bu dönemde ödüller de bugün olduğu gibi ahbap çavuş ilişkileriyle verildiği için Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edilir. Ancak bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamaz. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek 26 temmuz 1949-28 haziran 195 arasında Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkarır. 1952- 1956 arasında Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesinde yazar, ayrıca Yol dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde sanat sayfaları düzenler, fıkralar kaleme alır, yazı işleri müdürlüğü yapar. Hisar Dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da hayata gözlerini yumar.
Tarık Buğra’nın romancı yönüne gelirsek, Kurtuluş Savaşı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve sonraki dönemdeki problemlerini konu alan siyasal roman geleneğimizin tıpkı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Kemal Tahir gibi köşe başlarından biridir. Ancak Buğra bu geleneğe hâkim olan modernist/Batıcı yaklaşımdan farklı olarak, bu süreci millici-muhafazakar referansları, duyarlılıkları ile yaşayan insanların gözüyle, onların bakışıyla ele alır.
Tarık Buğra’nın eserlerinin özgün yanı gerek bu kurtuluş-kuruluş döneminde gerekse çok partili hayata geçiş ve çok partili hayatın yaşandığı dönemlerinde küçük taşra kasabalarından meselelere bakmış olmasıdır. Tarık Buğra’nın romanlarında modern ile geleneğin, millilik ile İslamîliğin arasındaki girift çatışma ve gerilimlerin her düzeydeki tezahürleri, taşranın, küçük kasabaların sade, iddiasız insanlarının bugünkü deyimiyle kullanırsak sokaktaki adamın alabildiğine gerçekçi ve yerel dünyalarıyla ele alınır. O dönemin Batılılaşmacı yazarların bakış açısının dışına çıkan Buğra eserlerinde basmakalıp halk tiplemeleri yerine Küçük Ağa’daki Ali Emmi karakterinde görüldüğü üzere halkın okumamış ancak irfanı, görgüsü geniş modernleşen Türkiye’de tüm iç çatışma ve sancılarını, aklında, vicdan ve inancında kendi yerelliğinin motifleriyle yaşayan ve kendine özgü çözümler bulmaya çalışan sahici insanlarla işler.
Diyebiliriz ki Tarık Buğra’nın romanları Kurtuluş Savaşını izleyen büyük dönemeçler ve dönüşümlerin, toplumsal gerilimler ve uzlaşmaların “halk” katında ve halk gözüyle en doğal haliyle anlatımıdır.
Buğra, sancılı toplumsal değişmelerin gerçekleştiği, İmparatorluktan Cumhuriyete geçişin derin izlerini taşıyan eserlerinde mesela "İbiş'in Rüyası"nda sıradan halkın rüyalarını Tarık Buğra kadar güzel gören olmamıştır. Tarık Buğra bu romanıyla Türk Tiyatrosu’nun önemli bir dönemini her yönüyle ve ustaca ele almakla kalmaz, günümüzde de söz konusu olan sanatsal değer-ticari kazanç ikilemini sessiz ama sarsıcı bir üslupla dile getirir.
Yine Tarık Buğra, Yağmur Beklerken romanıyla çok partili döneme geçişin sancılı hikayesinin küçük bir kasabadaki yansımalarını görürüz. Küçük kasabanın küçük insanlarının Büyük Meseleler karşısındaki tutumları, tek partili dönem çok partili dönem gibi katagorik ayrımlarının, kitabi bilimsel siyasal analizlerin dışında dönem siyasetini anlayabilmemiz açısından oldukça aydınlatıcı bilgiler verir.
Buğra Gençliğim Eyvah romanında ise gençliğin türlü oyunlarla birbirine düşürülüp, saçma sapan işlere alet edildikleri ve sömürü düzeninin içerisinde kimliksiz bir biçimde yitip gittiklerini vurgular. Raman kahramanı “ihtiyar” ın gençlerin zaaflarından yararlanarak onları nasıl uçurumun kenarına getirdiğini anlatan bu romanın verdiği mesajlar günümüz için de hala geçerliliğini korumaktadır.
Tarık Buğra sadece roman yazmamıştır, Ayakta Durmak İstiyorum , Dört Yumruk, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı gibi tiyatro oyunlarının yanı sıra tenkidler, bilhassa tiyatro tenkidleri, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uykunun Arasında adıyla denemeler kaleme almıştır.
Küçük Ağa’nın büyük yazarı Tarık Buğra benim için büyük bir yazar olmanın dışında Yeniden Kuvvayi Milliye Ruhunu çocukluğumda tutuşturan, her birimizi birer Çolak Salih ve Küçük Ağa’ya dönüştüren milli şuurdur….
Türk romanının büyük ismi, Akşehir’imizin medarı iftiharı Tarık Buğra’yı ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum…