Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
AMELDE SAMİMİYET
İhlâs, sadece imanda değil, aynı zamanda ibadetlerin de ayrılmaz bir parçasıdır. İbadet, meşru bir çerçevede Allah’ı razı etme adına yapılan ister bir şarta, ister bir vakte bağlı olsun isterse olmasın bir Müslüman’ın gündelik hayatında yaptığı her türlü meşrû faaliyetlerin ortak adıdır. İslam inancına göre Allah katında insanın yaptığı sâlih amellerin ve din hizmetlerinin makbul ve memdûh olmasının yolu ‘ihlâs’tan, yani, samimi dindarlıktan geçmektedir. Âhirette kurtuluşa erecek olanlar, inanç ve ameli hayatta yaşadıkları dini, salt Allah’a özgü kılanlardır. Kur’an’ın pek çok ayetinde ibadetlerde samimiyet vurgulanmıştır: “(Ey Resulüm!) De ki: Bana dini yalnız Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi.” (Zümer 11)
Bilindiği gibi amellerde ihlâsın zıddı, riyâ/gösteriştir. Riyâ, dini uygulamalarda ortaya çıkar. Bu bağlamda riyâ, ahiret ameliyle dünyevi bir çıkar ve maksat gözetmek demektir. Âhiret amelinden gaye; söz, beden ve malla yapılan tüm ibadetlerdir. Allah adına yapılan ibadetlerin makbul olması, her türlü riya/gösteriş ve desinler düşüncesinden uzak, salt Allah’ı razı etme hedefine odaklanmaya bağlıdır. Biz Müslümanlar günde kırk defa bu gerçeği tekrar ederiz: “Yalnız sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz.”(Fatiha 4).
Herhangi bir Müslüman namaz kılarken, zekât verirken, Kur’an okurken, bir yoksulu doyururken, kendisi için “Ne güzel namaz kılıyor, ne çok zekât veriyor, ne güzel Kur’an okuyor, maşallah bir de yoksulları doyuruyor” denilmesini aklından geçiriyor ve bunu hareket noktalarından biri olarak kabul ediyorsa riyaya, yani gösterişe düşmüş olur. Bu sebeple Hz. Peygamber (a.s) riyayı, “küçük şirk” kabul etmiş ve ümmeti hakkında en çok korktuğu şeylerden biri olduğunu söylemiştir.
İbadetlerde şekil boyutu kadar, samimiyet boyutu da önemlidir. Şekil ve mana bütünlüğü olmayan ibadet hayatından pozitif yönde beklenen ahlaki ve ruhsal değişim gerçekleşemez. İbadet hayatının ruh ve manasını; iyi niyet, huşu, ihsan, ihlâs, takva ve her şeklin sembolik anlamını kavramak oluşturur. Bundan dolayı bir Müslüman, ibadetle âdeti birbirinden ayırması gerekir. Bu da ancak doğru bilgi, sahih niyet ve samimi yönelişle olur. İbadetlerin ruhunu teşkil ve tahkim eden niyet, samimiyet ve ihlâs, bütün ibadetlerin iliğidir. Dolayısıyla, ibadetlerden elde edeceğimiz sevabı yok eden âdetleştirilmeye dayalı, gösterişçi ve desinler türü dindarlıklardan uzak durulmalıdır. “Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır” (Hac 37) âyetinde bu ihlâs durumu ve samimi dindarlığın nasıllığı vurgulanır. Yine Hz. Peygamber’den gelen: “Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır” rivayeti de bu gerçeği vurgular.
Ne yazık ki günümüzde her şeyde görsellik, hayatımızda korkunç bir hegomanya kurmuştur. Artık üretimin, tüketimin, eğitimin, ahlakın, siyasetin olduğu kadar ibadetin de görselliğin dünyası içinde yeniden üretildiği bir kültürel ortamda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda dindarlık ve ibadetin klasik tanımının içerik olarak, anlam kaybına uğramaktan kurtulamadığını görüyoruz. Görsellik, egemen olduğu bir toplumsal hayatta din ve dindarlığa olan etkisini, Müslüman’ın dini faaliyetlerini belirgin şekilde formatlayarak göstermektedir. Bütün bu davranışlar ibadetlerdeki samimiyeti yok etmektedir. Hz. Peygamber (a.s) gösterişe dayalı bir ameli Allah’ın kabul etmeyeceğini söyler: “Her kim yaptığı bir hayrı/hizmeti (şöhret kazanmak için) halka (çeşitli vasıtalarla) duyurursa, Allah onu rezil ve rüsvay eder.”
Netice itibariyle, iman ve amelde samimiyet gerçek kulluğun temel ilkesidir. Bu sebeple bir Müslüman’ın inanç, ibadet ve tüm amellerinde ihlas olmalıdır. İhlâslı olmayan bir faaliyette ve hizmette hayır yoktur.